Merovenj hanedanının yüzyıllar boyunca tarihe gömülü olarak saklı kalmış kralı 2. Dagobert’ten ve sonra nasıl bir mandepsiye getirilip öldürüldüğünden söz etmiştim.
http://www.masonlar.org/masonlar_forum/index.php?topic=7976.0Dagobert’in öldürülmesinden iki yüz yıl kadar sonra, -9. yüzyıl sonlarına doğru- birileri mezarını özellikle arayıp buldu. Bu mezarda 2. Dagobert ile birlikte gömülmüş eşyanın arasında “çok önemli birtakım bilgiler” vardı.
Gerçi eldeki tarih kitapları Merovenj hanedanında 2. Dagobert diye bir kralın varlığından bile söz etmiyordu ama onlar hem varlığını hem de onun tarihte niçin hiç var olmamış gibi gösterildiğini çok iyi biliyordu. Zaten bulunmuş olanlar da bunu teyit ediyordu.
Kime ait olduğu bilinmeyen, bir baş taşı bile bulunmayan bu mezar, bulunduğu yerden alınıp gizlice Fransa’nın kuzeyindeki bir köye taşındı. Yapımı henüz bitirilmiş olan bir kiliseye kondu. Daha sonra “Saint Dagobert” adı verilen bu kiliseye özgü olmak üzere, 2. Dagobert’in ölüm günü olan 23 Aralık, bir özel gün sayıldı. Birileri, her yıl 23 Aralıkta orada bir anma töreni düzenler oldu. Bu hemen Noel öncesinde olduğu için kimsenin dikkatini çekmiyordu.
1093 yılında düzenlenen törene katılanlar arasında, bundan 23 yıl önce İtalya’nın en güney ucundaki Kalabriya denilen yerden çıkıp özel bir misyon ile Fransa’nın kuzeyindeki “Ardennes” adlı bölgeye gelmiş bir grup keşiş de vardı. Başlarındaki kişiyi “Prens Ursus” olarak anıyorlardı. Bu kişinin asıl adını bilen yoktu.
“Ursus” diye bir takma adı birçok kişi kullanmıştı. Bilindiği kadarıyla son olarak yüzyılda Merovenjlerin soyunu sürdüren 4. Sigebert de öyle anılırdı.
Ardennes Kontu Arnould de Chiny, Kalabriya’dan gelen keşişleri çok iyi karşılayıp ağırlamış, onlara çeşitli olanaklar sağlamıştı. 2. Dagobert’in 675 yılında Austrasia’nın merkezi yaptığı Stenay kasabasının yakınlarında, Orval Manastırı’nı kurdular.
Siyon Tarikatı’nın temeli işte bu manastırda atıldı. Amaçları da burada belirlendi. Ancak bu amaçların doğrultusunda eyleme geçilebilmesi için, soyunun Merovenjlere dayandığı bilinen, üstelik etkili bir nitelik, bir unvan taşıyan birisi gerekliydi. Bu kişi bir gerçek lider olmayabilirdi ama ona destek verilmeli, öyle gösterilmeliydi.
Tarihte pek çok önemli işi aslında lider ya da öyle görünen kişi değil, onun hemen yanı başındaki “ikinci kişi” gerçekleştirmiştir. Fakat o ikinci kişinin varlığı birinci kişiyi zorunlu kılar.
İşte buradaki birinci kişi de Aşağı Lorraine Dükü Godfrey de Bouillon olmuştu. Kudüs fethedilince tarikatın misyonunu yerine getireceği, mirası bulacağı düşünülmüş, bütün plân bunun üzerini kurulmuştu ama olmamıştı; ölüvereceği tutmuştu. Yerine Kudüs Krallığına kardeşi Baudouin de Bouillon getirilmişti ama onun hiçbir şeyden haberi yoktu. Üstelik ters mi ters bir adamdı. Bu iş onunla yürütülemezdi. Proje resmen suya düşmüştü. Yeniden, sıfırdan başlamak gerekiyordu.
Aynı sıralarda Fransa’nın Troyes kentinde, Solomon ben Isaac adlı bir rahip, temelini Gnostisizmden alan öğretiler üzerinde ve Kabala ile de bağlantılı çalışmalar yapmak amacıyla bir ezoterik örgüt kurmuştu. Bunun için gerekli olanakları
Champagne Kontu Hugues sağlıyordu.
[Araya bir not: Buradaki yer adları kafanızı karıştırmasın… Ardennes, Troyes, Champagne v.b. hepsi bugünkü Fransa’nın kuzeydoğusunda birbirine pek yakın.]
Bu örgüt ile Siyon Tarikatı arasında bir bağlantı, en azından bilgi alış verişi olup olmadığı bilinmiyor ama bu pek olasıdır. Çünkü aynı tarihlerde aynı çevredeki bu iki olayın birden salt rastlantı sonucu oluştuğunu kabul edebilmek biraz zor. Hele Champagne Kontu Hugues’un daha sonra değineceğim yapıp etmelerini göz önünde tutacak olursak çok zor.
Ancak 1108 yılında Orval Manastırı’ndaki bu keşişlerin tümü birdenbire ortalıktan yok oluverdi. Ne olduğu, nereye gittikleri bilinmiyor.
Bundan sonra olanlara bunu izleyen bölümde devam edeceğim. Ancak ona geçmeden önce burada birkaç ufak tefek bilgi daha vermek istiyorum.
Daha önce de belirtmiş olduğum üzere, Siyon, Kudüs’teki bir tepenin, daha doğrusu yan yana üç tepeden oluşan platonun adıdır. Eski kent merkezinin güney yanındadır. Dendiğine göre; Hz. Süleyman, kendi adıyla anılmış olan ünlü tapınağı burada yaptırmış. (Öyle bir tapınağın gerçekten de yapılmış olup olmadığı ayrı bir konu ama 20. yüzyıla gelene dek hiç kimsenin bundan kuşkusu yoktu.)
Godfrey de Bouillon’un Kudüs’te ordugâhını kurmuş olduğu yer, genel olarak Siyon Tepesi’ydi ama ille de ve tam olarak Hz. Süleyman’ın bir tapınak yaptırmış olduğu düşünülen nokta değil. Zaten o noktanın neresi olduğu bilinmiyordu ki…
Madem Siyon Tepesi Godfrey de Bouillon için bu denli önemliydi; orada bir kilise yaptırması beklenirdi; en azından bir şapel. Gerçi o tepenin üzerinde bir bina inşa ettirdi ettirmesine ama bu küçük bir manastırdı. Buna “L’Abbaye de Notre-Dame du Mont de Sion” (Siyon Dağı’nın Bizim Hanım Manastırı) adını vermişti. Pierre l’Ermite ile birlikte Kudüs’e gelmiş olan birkaç keşiş de bu manastıra yerleşmişti.
Fransızca bilenler, burada bir yanlışlık yaptığımı söyleyecektir. Evet, öyle… Doğrudan sözlük anlamı bakımından “notre dame”, “bizim hanım” demektir. Öyledir de, bunu büyük harfle “Notre-Dame” biçiminde yazdığımızda bu yazıldığında “Meryem Ana” anlamına gelir.
Fakat bir başka olguyu da göz önünde tutmak gerekiyor: 11. ve 12. yüzyıllarda Fransa’da “Notre-Dame” adı, Meryem Ana’yı değil, Hz. İsa’nın karısı
Magdalena’yı nitelemek üzere kullanılırdı. Dolayısıyla Godfrey de Bouillon da o anlamda kullanmış olsa gerek.
Godfrey ölünce; Kudüs’teki üst düzey şövalyeler ile piskoposlardan oluşan seçici kurul, ne yapacağını şaşırdı. Onlara yol gösteren yine Pierre l’Ermite oldu..Godfrey’in kardeşi Baudouin’in Antakya’dan çağrılmasını önerdi. Çünkü ona göre buradaki işin başında mutlaka Benjaminlerin soyundan gelen birisi bulunmalıydı. İkna yeteneği sayesinde bunu kabul ettirmişti.
Baudouin de Bouillon kral olur olmaz, egemenliğinin saygınlığını sağlamak için ortaya şöyle bir ilke koydu:
“Kudüs Krallığı, “Kutsal Siyon Toprağı” üzerinde kurulu olduğu için, İngiltere’nin Anglonorman (Plantagenet), Almanya’nın Hohenstauffen, Fransa’nın Capetian, Avusturya’nın Habsburg hanedanları ile eşdeğer sayılacaktır.” (Bu hanedanlar, sözü edilen ülkelerin o sırada tahtına sahip olan ailelerdi. )
Bu ilkeye papa dahil hiç kimse karşı çıkmadı.
Baudouin de Bouillon, Kudüs Krallığını tam 18 yıl yönetti. Bu arada elbette Godfrey’in gerek Kudüs’e getirdiği paranın gerekse savaş ganimeti olarak edindiği servetin de üzerine konmuştu. Tek ilgilenmediği şey o Siyon Tarikatı denilen örgütlenmeydi. Hatta o işe karşıydı bile. O tarikatı başından atmak, manastırı kapatmak için âdeta bahane arıyordu. Bunun için de Pierre l’Ermite ile ikide bir tartışıyorlardı. Pierre l’Ermite onu kral yapmakla çoktan pişman olmuştu ama artık elinden ne gelirdi ki?
Pierre l’Ermite, Kudüs’te dayandı, direndi ama sonunda yelkenleri suya serdi ve 1108 yılında bir gün yanındakiler ile birlikte hiç kimseye hiçbir şey söylemeden, durup dururken çekip gitti; sırra kadem bastı.
Tarihe dikkat ettiniz mi? 1108.
Pierre l’Ermite çekip gidince, buna en çok sevinen Kral Baudouin oldu. Siyon Tepesi’ndeki manastırda kalmış birkaç parça öteberiyi toplattı. Binayı bir daha kullanılmamak üzere kapattırıp zincirletti.
Siyon Tepesi, kentin bir yanında bomboş, kullanılmaz bir arazi olarak kaldı.
Şimdi belki bana kızıyorsunuzdur, bunların Tapınak Şövalyeleri ile ne ilgisi var, burada tarih mi okuyacağız diye... Evet öyle! Çünkü bölüm "Milletler Tarihi". Hem bunlar bilinmeyecek olursa Tapınak Şövalyeleri'ni anlayamayız ki!