Masonluktan istifa edince başına gelenleri anlattı: Bir ben bilirim bir de Allah!
Özdemir Erdoğan, kanseri atlattıktan sonra `Şarkı Söylemek Lazım` yarışmasıyla tekrar gündeme geldi.
Ama gerçekte çok yalnız. Masonluktan istifa ettikten sonra bilinçli olarak bir köşeye itildiğini ve izole edildiğini söyleyen Erdoğan, `İstifa ettikten sonra yaşadıklarımı bir ben bilirim, bir de Allah.` diyor.
Türk sanat müziğinin usta yorumcusu Özdemir Erdoğan, bugüne kadar hem şarkıları hem de özel yaşamı ile gündemde oldu. `İkinci Bahar` ve `Aşkımız Şarkılarda Yaşasın`, `Türk Sanat Müziği` ve `Türk halk müziği` gibi unutulmaz albümlere imza attı. Zeki Müren`le aralarında geçen polemiklerle anıldı. Mason locasına üye olduğunun ortaya çıkması da `masonluktan istifa etmesi` de geniş yankı buldu. Açık sözlülüğü, cesur çıkışları ile tanınan usta sanatçı, kanser olduğunu öğrendiğinde doktorlara tek bir soru sorar: `Bundan sonraki hayatımda şarkı söyleyebilecek miyim?` Uzun süre ortalıkta görünmeyen Erdoğan, `Şarkı Söylemek Lazım` adlı yarışma programının jüri üyesi olarak karşımıza çıktı. Erdoğan, masonluktan istifa ettikten sonra uzun süre yalnız kalmış, çevresindeki insanlar selamı sabahı kesmiş. O da bütün vaktini müzik çalışmalarına ayırmış.
Aylar önce `Özdemir Erdoğan, üç albüm ve bir de kitapla geliyor` tarzında haberler yansıdı basına. Ama hâlâ ortada bir şeyler yok...
Aslında albüm ve kitap çalışmalarım kansere yakalanmadan önce başlamıştı. Hastalığı yenip gerekli tedavi sürecini atlattıktan sonra kendimi toparlamam bir hayli zaman aldı. Çünkü sesimi tamamen kaybetme ihtimalim vardı. Önceki röportajlarımda albümlerin çok kısa bir süre içerisinde piyasaya çıkacağını söylemiştim ama son rötuşları yapmak bir türlü kısmet olmadı. Sonbaharla birlikte dinleyicilerimin karşısına çıkmayı düşünüyorum. Kitap yazmak ise gerçekten çok zor ve zaman alıcı. Hastalık süresince yaşadığım bazı olayları okuyucularımla paylaşacağım ilerleyen günlerde.
Kanser olduğunuzu öğrenince neler hissettiniz?
Hastaneye gittiğimde doktorlar, geç kalındığını ve bademciğimdeki tümörün boynuma sıçradığını söyledi. Ben hemen `Bir daha şarkı söyleyebilecek miyim?` diye sorunca doktorlar çok şaşırdı. Çünkü onlar benim sesimi değil, hayatımı kurtarmaya çalışıyorlardı. Böyle bir tepkiyi samimi sanatçılar verebilir. `Ses` bizim için çok ama çok önemli. Sevenlerinizin karşısına çıkıyorsunuz ama şarkı söyleyecek naif bir sesiniz yok... Bunu düşünmek bile çok büyük bir karamsarlığa itiyor insan. Ama bu süreç içerisinde Sezen Aksu, Levent Kırca, Nazan Öncel ve Kurtuluş bana sürekli moral verdiler.
`Şarkı Söylemek Lazım`daki polemikleriniz çok konuşuluyor. Uzun bir sessizlikten sonra tekrar gündeme gelmek için mi jüri üyesi oldunuz?
Ben bu tür yarışma programlarını başından beri takip ediyorum. Yarışmalar Türk müziğine belirli katkılar sağlamak için çıkmış olabilir ama bugün gelinen nokta gerçekten de çok üzücü. Çünkü televizyon kanallarının felsefesi: `Kaliteli müzik bahane reyting şahane...` Yarışmalardaki zihniyet biraz Reha Muhtar tarzına benziyor. Yani `Acı var mı acı?` yerine `Reyting var mı reyting?` Benim gündeme gelmek gibi bir amacım hiç olmadı. Sanat hayatım ve eserlerim ortada. Jüri üyesi olmamın tek sebebi seviyesizliklerin önüne geçmekti. Tabii bunu ne kadar yapabildim bu tartışılır. Şarkı Söylemek Lazım yarışmasının yapımcısı Fatih Aksoy`a Türk müziği adına bazı ulvi değerlerin korunması tavsiyesinde bulundum. Aksoy bana, `Önemli olan izlenme oranlarımız...` dedi.
Bu yarışmaların Türk müziğine bir getirisi oluyor mu?
Ben inanmıyorum. Çünkü bu kadar kısa bir süre içerinde insanlar sanatçı olamaz. Olsalar da bu ağırlığı taşıyamaz. Örnek mi istiyorsunuz? Bir dönem çok popüler pop starlardan kaç tanesi var bugün? Hiçbiri... `Peki, siz niçin jüri üyeliği yapıyorsunuz o zaman?` diye sorabilirsiniz. Ben 1970`li yıllarda da liseler arası müzik yarışmalarının vazgeçilmez jüri üyesiydim. `Bugün niçin jüri üyesisiniz?` diye sorarsanız; anladım ki bu iş Bülent Ersoy ve Armağan Çağlayan gibilere bırakılmamalı. Çünkü bu insanlar yeni kuşağa hiçbir şey veremez. İşi hakkıyla yapmak isteyenler yok mu peki? Var ama burada da provokasyonlar devreye giriyor. İnci Çayırlı ve Erol Büyükburç gibi değerli isimler çileden çıkarıldı bu yarışmalarda...
`Özdemir Erdoğan` ismi bir dönem hep masonlukla birlikte anıldı. `Locadan ayrıldıktan sonra yaşadıklarımı bir ben bilirim bir de Allah bilir.` dediniz. Neler yaşadınız bu süreçte?
Ben açık konuşmayı çok seviyorum. Gençlik yıllarımda `Sanatçının arkasında iyi bir lobi olmazsa albümleri ilgi görmez, el üstünde tutulmaz` diye düşünürdüm. Ve bu yüzden mason localarıyla ilişkim oldu, dernek toplantılarına katıldım ve o insanlarla aynı ortamı paylaştım. Sanat felsefem geliştikçe de gerçek sanatçının hiçbir yere bir mensubiyetinin olamayacağına kanaat getirdim ve locayla yollarımı ayırdım. Çünkü ben gerçek sanatçıysam sadece masonik düşüncelere sahip olamam. Yollarım ayrılınca da lobi desteğim bir anda kesildi. Yani kendi kolumu kestim bir anlamda... İnsanlar bana `Özdemir, bizle yollarını ayırmışsın biz de o na göre hareket edeceğiz.` dediler. Beni bir köşeye ittiler ve izole ettiler. Bunun üzerine bir de Samanyolu Televizyonu`nda programlara katılınca düşmanlıklar iyice arttı. Hatta çok önemli bir gelişme oldu o dönemde. Üst düzey bir TRT yöneticisi `Özdemir Erdoğan sen ne yaptın? Locadan ayrılmasaydın seni TRT Müzik Dairesi`nin başına getirecektik. Ama artık çok geç.` dedi.
Eşimin Sabetayist olduğunu öğrenince büyük bir düş kırıklığına uğradım...
Eşimin ailesinin Sabetayist olduğunu, evliliğimizin 30. yılında öğrendim. İlişkilerimiz hiçbir zaman eskisi gibi olmadı tabii. Bende çok büyük bir düş kırıklığı oluşturdu. Hayatımdaki en büyük üzüntülerden bir tanesini yaşadım. Bu durum benim çok ağrıma gitti. Çünkü evlilik içerisinde bir kültürel çatışma ortamı oluşturuyor. Bu durum benden niçin gizlendi çok merak ediyorum. Sabetayizmde bir önyargı var, bir ön hedef, gizli bir yapı var. Böyle bir şey aile içerisinde kabul edilemez. Özellikle mütedeyyin insanlara karşı bir önyargı var.