67 ve Sonrası: 'Tüm Dünya Bize Karşı'
İsrail, korktuğu "Hıttin" ile 60'lı yıllarda karşılaşmadı. Aksine, Arap ordu¬larının komutasındaki büyük yanlışlıkların da etkisiyle, 1967 Hazira¬nında çok büyük bir askeri zafer kazandı.
Mısır, Suriye ve Ürdün, aylardır İsrail'e karşı büyük bir saldırı başlatmaya hazırlanıyorlardı ki, İsrail ani bir karşı-saldırı ile 5 Haziran sabahı sa¬vaşı başlattı. Üslerinden havalanıp önce uzun bir süre Akdeniz üzerinde Batı'ya doğru uçan İsrail jetleri, daha sonra ani bir dönüşle Mısır'a yönel¬diler. İsrail'den gelecek bir hava saldırısını kuzeyden değil, doğudan bekle¬mekte olan Mısır "gafil" avlandı ve Nasır'ın anlı-şanlı hava kuvvetlerinin hep¬¬si henüz havalanamadan yerde yok edildi. İsrail ordusu, ilerleyen 5 gün için¬de de kendisine saldırmak için hazır bekleyen Arap ordularını birbiri ar¬dına bozguna uğrattı. Yahudi Devleti, modern tarihte eşine az rastlanır bir as¬keri başarı göstererek, 6 gün içinde topraklarını yaklaşık üç katına çıkar-mıştı. İşgal ettiği topraklar; Batı Şeria ve Gazze'yi yani Filistin'in 1948'deki iş¬gal sırasında "eksik kalan" son iki parçasını, Suriye'ye ait olan Golan Tepe¬leri'ni, ve Mısır'a ait olan koca Sina Yarımadası'nı içeriyordu.
Bu arada, Batı Şeria ile birlikte Doğu Kudüs de Yahudi Devleti tara¬fından işgal edilmişti. Kutsal şehir, 1948 savaşından beri Doğu ve Batı olmak üzere ikiyi bölünmüş durumdaydı. Batı Kudüs, şehrin modern kısmıydı ve İs¬rail'in elindeydi. Antik dini mabedleri içeren Doğu Kudüs, yani bir anlamda "gerçek Kudüs" ise, Arap tarafında kalmıştı. İsrail, 1967 Savaşı ile iş¬te kentin bu Doğu kısmını da ele geçirmiş, Yahudi ulusunun sembolü hali¬ne gelmiş olan Ağlama Duvarı, 19 yüzyıl sonra yeniden Yahudiler'in ege¬men¬liği altına girmişti. Siyonizm'in Haçlı Seferi, gerçek bir zafere işte bu nok¬tada ulaşmış oluyordu aslında.
Altı Gün Savaşı'ndaki bu başarı, İsrail'in üzerindeki "Hıttin Kor-ku¬su"nu biraz hafifletti. Yahudi Devleti, çok büyük—ve hatta bazı hahamlara göre "ilahi"—bir askeri zafer kazanmanın verdiği rahatlıkla, üzerindeki stra¬tejik tehditlere pek fazla aldırmamaya başladı. 67 sonrasındaki dönemde İs¬rail'¬de yaşanan büyük ekonomik gelişme ve artan refah da bu rehaveti güç¬len¬dirdi. Bir tür "zafer sarhoşluğu" yaşanıyordu. Öyle ki, İsrailli generaller, kar¬şılarındaki Arap ordularının kendileri için bundan sonra hiç bir sorun oluş-turmayacağını övüne övüne anlatmaya başladılar. Ariel (Arik) Şaron, 1973'¬de—Yom Kippur Savaşı'ndan aylar önce—verdiği bir demeçte; "İsrail sü¬per bir askeri kuvvettir. Avrupa'nın bütün kuvvetleri biraraya gelse, bize ula¬şamazlar. İsrail bir hafta içinde Hartum'dan Bağdat'a ve Cezayir'e uzanan böl¬geyi ele geçirebilir" diyordu. Eski Genel Kurmay Başkanı Yigael Yadin ise, "bizim jenerasyonumuzun bir daha 1948 ya da 67'deki gibi büyük bir sa¬vaş yaşayacağını sanmıyorum" demişti.
Ancak bu madalyonun yalnızca bir yüzüydü. İsrail, belki askeri alan¬da "Hıttin Korkusu"nu hafifletmişti, ancak "kuşatılma" duygusu bu kez po¬litik alanda İsrail'i etkisi altına aldı. 67 Savaşı'ndaki işgal, hiç bir ülke tara¬fın¬dan tanınmadı, aksine başta Üçüncü Dünya ülkeleri olmak üzere çok sayıda dev¬let İsrail'i açıkça kınadılar ve onunla olan diplomatik ilişkilerini kestiler. Bir¬leşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, 242 sayılı ünlü kararı ile, İsrail'i işgal et¬tiği topraklardan çekilmeye çağırdı. Dahası, İsrail'in her zaman için dost ola¬rak kabul ettiği Avrupa ülkeleri bile Tel Aviv'e tavır koydular.
En dramatik dönüşü, Fransa lideri Charles de Gaulle yaptı. Fransa, 67 sa¬vaşı öncesinde İsrail'in en yakın askeri müttefiki konumundaydı. İki taraf ara¬sındaki askeri ittifak, nükleer silahlara, Fransa'nın Cezayir'deki kolonyal mü¬cadelesine ve 56'daki Süveyş Savaşı'na kadar uzanıyordu. Bu yıllarda İs¬rail'i "Fransa'nın dostu ve müttefiki" olarak tanımlayan De Gaulle, Altı Gün Sa¬vaşı ile tüm politikasını ve söylemini değiştirdi. Fransa, sürdürdüğü işgal ne¬deniyle İsrail'i sert biçimde kınadı ve Arap yanlısı bir politika izlemeye baş-ladı. Hatta, De Gaulle, İsrail'in "elitist, kibirli ve hegemonyacı Yahudi ka¬rak¬terine" uygun davrandığını öne süren sert bir demeç verdi.
Tüm bu gelişmeler, İsrail toplumunda dış dünyaya karşı büyük bir tep¬ki ve güvensizlik doğmasına neden oldu. İsrailliler, goyim'in (Yahudi-ol¬mayanlar) asla Yahudiler'e dost olamayacağı şeklindeki eski Yahudi inan¬çlarına geri döndüler. Amnon Rubinstein, bu psikolojinin, o yıllarda İsrail'de çok yaygın olan bir şarkı tarafından özetlendiğine dikkat çekiyor:
Tüm dünya bizim karşımızda
Bu eski bir hikayedir aslında
Bize atalarımız tarafından öğretilen
Ve söylenip birlikte dans edilmesi gereken...
... Eğer tüm dünya bize karşı ise
Hiç umurumuzda değil
Eğer tüm dünya bize karşı ise,
Tüm dünyanın canı cehenneme!...
Bu "tüm dünya"ya, Rubinstein'ın da vurguladığı gibi, bir tek ABD ve bir de Hollanda dahil değildi. Bunun dışındaki tüm ülkeler, "İsrail'in yok ol¬masını isteyenler ve yok olmasına engel olmayacaklar" sınıfına giriyorlardı. "Kuşatılma" duygusu, global düzeyde kaplıyordu Yahudi Devleti'ni.
"İsrail'in kendinden başka dostu yok", sloganı ile de özetlenen bu sos¬yo-psikoloji, 67'deki büyük askeri zaferin "Hıttin Korkusu"nu yok etmesine engel oldu. İsrail uluslararası alanda bir "parya devlet" haline geldikçe, Yahu¬di toplumunda kuşatılma duygusu ve endişe yayılıyordu. Nitekim, askeri za¬fer de çok geçmeden "güme gitti".