Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: Şapka kanunu...  (Okunma sayısı 11019 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Kasım 09, 2010, 05:32:45 ös
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 199
  • Cinsiyet: Bay

   Bu soru bütün site üyelerine, her kesimden görüş sahibi olanlara. Siteye şöyle bir göz attım ama şapka kanunuyla ilgili bir yazı bulamadım. Gözümden kaçmışsa mazur görürsünüz umarım.
   Atatürk'ün yapmış olduğu inklaplardan şapka kanununa mantıklı bir açıklama bulamadım. Düşündüm ama mantığını çözemedim. Hiçbir yerde de bir açıklamasına rastlayamadım. Şapka kanunu ile ilgili bilgilerinizi ve görüşlerinizi benimle paylaşırsanız gerçekten çok sevinirim.
   Ve şunu da eklemek istiyorum. Bu sorumda kesinlikle bir art niyet yoktur.
   Şimdiden teşekkürler... Saygılar...
Size ne yapacağınızı söyleyebilirler ama ne düşüneceğinizi asla!


Kasım 09, 2010, 08:55:29 ös
Yanıtla #1
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 439
  • Cinsiyet: Bay

sn MMT

sorunuz üzerine biraz araştırarak birazda bildiklerimi sunarak sorunuzu yanıtlamaya çalışacağım.

Atatürk'ün ilk devrimlerindendir şapka kanunu (28 Kasım 1925). M.K.Atatürk Kastamonu'ya düzenlemiş olduğu bir gezide oraya şapka ile giderek halkın arasına girmiştir. Ve o gün bugündür yürürlüktedir şapka kanunu

Amaç: Çeşitli kaynaklara göre şapka kanunu ilk devrimlerdendir ve amacı halkın gelecekteki yapılacak olan değişikliklere göre bir nevi barometre işlevi görerek zemin hazırlanacaktı. Bu amaçla halk psikolojik olarak da değişimlere hazırlanacaktı. Kıyafetin taşıdığı sembolün anlamı insanın psikolojisine etki ederek onu yönlendirebilirdi. Geleneksel giysiler, doğu toplumlarının sembolü olarak aynı zamanda batının ve batıcıların bakış açısından geri kalmışlığı hatırlatan bir karaktere sahipti. Atatürk doğu toplumlarının batılaşmasında kendi kendine alışkanlık kazanması için halkı özünden kendi kendine batılılaşmaya hazırlamaktı.Atatürk’ün şapka devrimini yapmaktaki maksadını şu sözlerinden çıkarmak mümkündür: “Bayların ulusumuzun giymekte bulunduğu ve bilgisizliğin, aymazlığın, bağnazlığın, yenilik ve uygarlık düşmanlığının bir simgesi gibi görünen ‘fes’i atarak onun yerine, bütün uygar dünyanın kullandığı şapkayı giymesi ve böylece Türk ulusunun uygar toplumlardan anlayış yönünden de hiçbir ayrılığı olmadığını göstermesi gerekiyordu.”

Şapka devriminin temel felsefesini günümüz mantığı ile kavramak oldukça zordur ve bu yüzden hatırı sayılır bir grup tarafından “Gardrop Devrimi” olarak isimlendirilmiştir. Kıyafet devriminden önce sarık, fes ve peçe, halk tarafından adeta İslamiyet’in bir parçası olarak kabul edilmekteydi ve laik bir ulusun kıyafetini, dinsel inançlara bağlamak uygun görülmemişti.

Atatürk bu konuda Nutuk’ta der ki: “Fesin kaldırılması zorunluydu. Çünkü fes, kafalarımızın üstünde, bilgisizliğin, bağnazlığın, uygarlık ve her türlü ilerleme karşısında duyulan nefretin bir simgesi gibi oturuyordu.

Şapka Kanunu:

Şapka, şapka devriminden önce yer yer kullanılmaya başlanmıştı. Tanzimatla başlayan, Meşrutiyetle artan “Batıcılık” akımının etkisiyle, özellikle İstanbul Pera’da, levantenlerin ve gayrı müslimlerin öncülüğünde pantolona, iskarpine, yeleğe, gömleğe rastlanmaktaydı. Hatta şapka giyen müslüman türkler de vardı.20.yy.ın başında Osmanlı’nın parçalanmasının son aşamasında propaganda aracı olarak, örneğin Balkanlar'da, şapkanın fese zaferi ve üstünlüğü gündemde tutuluyordu. Oysa arada sırada Türk, Arap, Hint'li müslümanların batıyı ziyaret edenleri, kafalarına şapka geçirmekte hiçbir sakınca görmüyorlardı. 2. Dünya Savaşı sırasında başkumandan vekili Enver Paşa’nın orduya güneş siperlikli “Enveriye” adı verilen bir başlık getirmesi, değişim yolunda ilginç bir adımdı. Kurtuluş Savaşı sırasında da Milli Mücadelecilerin, Atatürk’ün modalaştırdığı yan çevrilmiş kalpak kullanmaları, fesin modasının geçmekte olduğunun işaretiydi.

Hakkı Kılıç, 1915 yılında yazdığı “Son Cevap” adlı risalesinde, şapka giymenin hiçbir sakıncasının olmadığını belirtmiştir. 2. Meşrutiyet’in batıcı düşünürlerinden Abdullah Cevdet ise laikliği, latin harflerini, kadın haklarını açıkça savunmuş, Sirkeci’de şapka ile gezmiştir.

Mustafa Kemal’in şapka devriminden çok önceleri (7-8 Temmuz 1919), Erzurum ve Sivas Kongresi arasında Mazhar Müfit ile bir mülakatı bize, şapka konusundaki görüşlerini yansıtır. Erzurum Kongresi sona erdikten sonra Mustafa Kemal ve arkadaşları her gün ve her gece bir araya gelerek yapılan çalışmaları değerlendiriyor, Sivas Kongresine sunulacak belgeleri hazırlıyorlardı. Yine böyle bir gece Gazi Paşa ile İbrahim Süreyya Yiğit, baş başa vermiş çalışıyorlardı. Paşanın aklına Mazhar Müfit geldi. Emir eri Ali ile haber gönderip onu da odasına çağırttı. Bir ara Süreyya bey, Paşaya şöyle bir soru yöneltti: “ Paşam, başarıya ulaştıktan sonra da iş bitmiyor. Memleketin sonsuza dek çalışmaya ve devrimler yapmaya ihtiyacı var. Neler yapmayı düşünüyorsunuz ?” Mustafa Kemal bu soru üzerine Mazhar Müfit’e, gidip odasından not defterini getirmesini söyledi. Sonra da, “Şimdi not et bakalım”, dedi. “Ama defterin bu yaprağını kimseye göstermeyeceksin. Sonuna kadar gizli kalacak. Bir ben, bir Süreyya, bir sen bileceksin. Şartım bu. Önce tarih koy: 7-8 Temmuz 1919. Sabaha karşı. Şimdi yaz:

Bir: Zaferden sonra hükümet biçimi Cumhuriyet olacaktır.

İki: Padişah ve hanedan hakkında zamanı gelince gereken muamele yapılacaktır.
 
Üç: Tesettür (örtünme) kalkacaktır.

Dört: Fes kalkacak, uygar milletler gibi şapka giyilecektir.”

Bunu duyunca Mazhar Müfit’in kalemi elinden düştü. Paşa, “neden durakladın?” diye sordu. “Darılmayın ama Paşam, sizin de hayalperest yanlarınız var.”
“Bunu zaman tayin eder, sen yaz.
Beş: Latin harfleri kabul edilecek.”
“Paşam yeter, yeter. Cumhuriyet ilanını başaralım, üst tarafı kolay.”
Mazhar Müfit, bundan sonra defterini kapayarak koltuğunun altına aldı ve ayağa kalkarak, “Paşam sabah oldu”, dedi. “Siz oturacaksanız hoşça kalın.”


Görüldüğü gibi Mustafa Kemal, şapka devrimini çok önceleri tasarlamış ve bunu gerçekleştirmek için uygun zamanı beklemiştir. Gazi, bu çeşit devrimlerle entelektüel Jön Türkler zamanında yalnız düşünce alanında kalmış olan planlarını gerçekleştirmişti.

umarım sorunuza az da olsa yanıt olabilmişimdir.

saygılarımla,





Kasım 12, 2010, 07:00:04 ös
Yanıtla #2
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 199
  • Cinsiyet: Bay

   Çok teşekkür ederim Sayın lucifer. Verdiğiniz güzel cevapla beni biraz da olsa aydınlattınız ve tatmin ettiniz.
   Ben de bu soruyu sorduktan sonra aklıma şu geldi: Fes için II. Mahmud'a "Gavur Padişah" diyenler şimdi "Şapka Kanunu" için "Fes müslümanlığın simgesiydi. Nasıl olur da şapka gelir?" anlayışı içine bürünmüş durumdalar. Buna açıkçası şaşırmamak elde değil. Bilmem bu görüşüme katılır mısınız?
   Saygılar...
Size ne yapacağınızı söyleyebilirler ama ne düşüneceğinizi asla!


Kasım 12, 2010, 09:04:28 ös
Yanıtla #3
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 439
  • Cinsiyet: Bay

sn MMT

Yardımcı olabildiğime sevindim. Fes müslümanlığın simgesimidir tartışmaya açık bir konudur bence. iyice bir araştırma yapıp konuşmak gerekir. Ama bu görüş dediğinize de yakın bir sonuç çıkaracaktır.

saygılarımla,


Kasım 13, 2010, 11:26:21 öö
Yanıtla #4
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay



Ben bu başlık altındaki görüşme ve tartışmaları izlemekle birlikte hiç de katılmak istemiyordum; bugüne dek katılmadım da.

Ancak şu son yazılanlar üzerine bir şansımı deneyeyim dedim.

Bu başlık altında çok uzun, çok ayrıntılı şeyler yazılabilir. Yazılması gerekir de… Ben ondan da kaçınacağım ama öyle yapınca belki yazacaklarım biraz dağınık, noksan, bölük pörçük hatta yer yer yanlış bile olabilir; hoş görün.


Her şeyden önce fes elbette salt Müslümanlığa özü bir başlık değildir. O bazı Arap ülkelerinin erkeklerce benimsenmiş geleneksel giyim öğesidir. Padişahın halife olduğu Osmanlı Devleti'ne ancak son demlerinde girmiştir. Bu girişin İslâm dini ile bir bağlantısı yoktur. Kullanımının halk katmanlarında, kırsal kesimde değil, kentsel yerleşim alanlarında ve sadece üst düzey sınıflarda olduğu görülür. Gerçi Türk halkı gerek Anadolu gerekse Balkanlar ve Batı Trakya’daki birçok çevrede çok daha öncesinden beri fese benzer bir başlık takardı ama onu "fes" olarak nitelemenin ne denli doğru olacağı konusunda kuşkuluyum. Görünümüne göre belki külâh ya da kavuk demek daha doğru. Bunlar, halkın yöresel giyim tarzının birer öğesidir. Başta kadı olmak üzere devlet erkânı ise sarık takar. Bazı Müslüman ülkelerde -özellikle Afrika kuzeyi ve Orta Doğu'da fes giderek geleneksel bir başlık olmaya dönüşürken, bazı ülkelerde ise halkın çoğunluğunun Müslüman oluşuna karşın hiç de rağbet görmemiştir. Bu günümüzde de böyle.

Fes konusundan çıkmadan şunu da eklemeli: Özellikle ABD'nde pek yaygın olan Shriner Örgütü üyeleri, bu örgüt ile bağlantılı etkinliklerinde fes giyer. Bunun gerekçesini o örgütün özelliklerinde aramalı; o ise apayrı bir konu.

Bazı mason örgütlerinde de bir locada üstad-ı muhteremin geleneksel olarak silindir şapka giymesi söz konusudur ama fes değil.

Dolayısıyla fes bir simge değildir. Ancak Shriner Örgütü’ndeki gibi bir simge olarak değerlendirilebilmesi de olanaklıdır. Nitekim diğer tüm başlıkların tarihte ilk kez oluşturulmalarında ve bir geleneksel giyim öğesi haline getirilmelerinde birer simgesel düşünce söz konusudur ama bu sonradan unutulmuş, yitirilmiştir. Bu bağlamda Bektaşilerin tek, üç ve yedi sarımlı kavukları çok güzel bir örnektir.

Konuya böyle bakınca günümüzde yurdumuzda kentsel kesimdeki türban da bir simgedir. Dikkat: Bu kırsal kesimde değil, kentsel kesimde kullanılmaktadır. Bu kullanımla bir şey denilmek, bir kavramın bir düşüncenin hatta bir ülkünün yansıtılması istenmektedir.

Aslında türban bir İslâm giyim öğesi olmaktan çok bir Hıristiyan giyim öğesidir. Yurdumuzun kentsel kesimindeki kullanımında buna özel bir biçim verilmiştir. Bu biçimlendirme, sadelikten çıkarak bir süs öğesi olma durumuna da getirilmiş, topuklara kadar uzanan bir pardösüyle bütünlenmiştir. Daha çok bir dış alan ya da kamuya açık alan giyimidir.

Dışarıda türban takan bir kadın, evinde hiç de onunla dolaşmamaktadır. Nitekim o pardösünün altındaki ayaklara bakarsanız, -her ne kadar dost başa düşman ayağa bakar denirse de elbette o deyişin anlamı başka- altında ince ve yüksek topuklu çok şık bir ayakkabı görebilirsiniz.

Bizim ülkeye özgü bu türban, kimi politikacıların ısrarla bu terimi kullanmaktan kaçınarak dediği gibi bir “başörtüsü” değildir. Kadınların hatta kızların başörtüsü kullanmalarının gerekçesi saçlarının uzun olmasından ileri gelir. koruma ve temiz tutma gereği ile bağlantılıdır bu ve asla bir dinsel giyim öğesi değildir. Müslüman olmayan kadınlar bile başörtüsü takar, özellikle kırsal kesimlerde.

Başörtüsünün yemeni, ferace, yazma gibi çeşitli adlar altında çeşitli yöresel türleri vardır. Kentsel kesimde daha çok kullanılan başa dolanan türdeki eşarp da bir bakıma başörtüsüdür. Bunlar birer simge değildir. Kadınlar yer yer evin içinde de başörtüsü ile dolaşır. Bunun kullanılmasıyla denilmek istenen, iletilmesine çalışılan bir mesaj yoktur.

Ancak özellikle Anadolu’nun bazı yörelerinde, Beypazarı ve dolayları buna çok güzel bir örnektir, evden çıkarken harmaniye benzeri, belin altına kadar uzanan kocaman bir başörtüsü takar. Bunun özel bir tarzı vardır; ucu sağa, sola, ortaya, çift gibi farklı biçimlerde bırakılabilir ve her biri ayrı bir anlama gelir. Bunun yanı sıra yaşmak bağlanırsa durum ayrı, bağlanmazsa ayrıdır.

Konu kadının saçlarının tümüyle örtünmesi yani tesettür ise, bunun çeşitli yöntemleri olabilir; nitekim vardır da… Bu tür bir giyim ile gösteriş yapmaya hiç de gerek yoktur. Oysa günümüzde kentsel kesimde görülen türbanlar tesettürden çok göz alıcı, dikkat çekici bir niteliktedir. Müslümanlığın gereği olarak kadınların ev dışında başlarını örtmesi gerekiyorsa, bunun için ne genelde başörtüsü dediğimiz şeylere ne de türban içeren böyle bir özel giyim tarzına gereksinme vardır.

Asıl konu bunlar da değil elbette… “Şapka Kanunu”.

Ben buradaki “kanun” sözcüğünü bir yana bırakıyorum. Elbette o bağlamda çıkarılmış bir yasa var: Ancak olay yasadan öte ve ondan çok daha önemli olan bir inkılâp, bir devrimdir. Atatürk’ün 1926 yılı ve sonrasında çekilmiş resimlerine, filmlerdeki görüntülerine bakın. Bunlardan birçoğunda, o anda gerekli olsun ya da olmasın, elinde bir şapka tuttuğunu görürsünüz; onu giyse de giymese de…

Fakat bir de kırsal kesimlerde çekilmiş fotoğraf ve filmlerine bakın. Bu kez köylü kasketi giydiğini görürsünüz. Elbette bu da gelişigüzel değil, bir gerekçesi var.


İşte Atatürk’ün o elinde tuttuğu o şapka, öyle sıradan bir giyim öğesi ya da bir aksesuar değildir.

O BİR SİMGEDİR.

Öyle bir simge ki, Türkiye Cumhuriyeti’nin o tarihte tasarlanan, öngörülen ve milliyetçi aydın kesimce benimsenen temel ruhunu, felsefesini yansıtır.

Bu nedenledir ki Şapka Devrimi olarak da anılan bu olay aslında tüm Türkiye Cumhuriyeti inkıläplarının en önemlisi, en değerlisi, en anlamlısıdır.



ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
2 Yanıt
2827 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 26, 2007, 01:26:43 ös
Gönderen: Genius Loci
Kanlı "Şapka" Devrimi...

Başlatan asoraman « 1 2 » Guncel Konular

10 Yanıt
6607 Gösterim
Son Gönderilen: Nisan 23, 2009, 02:21:22 ös
Gönderen: dogudanesen