Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: Kayıp kıta Mu nun sembolleri  (Okunma sayısı 22647 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Ağustos 07, 2007, 01:40:34 ös

Mu dini sembollerinin en önde geleni,"Mu Kozmik Diyagramı"dır. Bu diyagramda, tam merkezde bulunan daire Güneşin, "Ra" nın, yani tek Tanrının kolektif simgesidir. Üçgen içindeki daire, tanrının gözünün daima insanların üzerinde olduğunun, iç içe geçmiş iki üçgen, iyiliğin ve kötülüğün bir arada bulunduğunun simgesidir. Bu üçgenlerden yukarı dönük olanı iyiye, yani Tanrıya ulaşmayı, aşağı bakanı ise yeniden doğuş yasası uyarınca geriye dönüşü simgeler. Her ikisinin bir arada oluşturduğu altı köşeli yıldız, adaletin sembolüdür. Ayrıca bu yıldızın her bir ucu bir fazileti sembolle anlatı ve insan ancak bu faziletlere sahip olunca Tanrıya ulaşabilecektir. Altı köşeli yıldızın dışındaki çember, dünyadan başka alemlerin de bulunduğunu, bunun dışındaki 12 fisto ise, insanın uzak durması gereken 12 kötü eğilimi simgeler. İnsan ruhu, diğer alemlere geçmeden önce, bu 12 dünyasal kötü eğilimden kurtulmak zorundadır.




Aşağı doğru inen sekiz şeritli yol ise, ruhun Tanrıya ulaşması için tırmanması gereken aşamaların ifadesidir. Ruh, en alt kademeden, cansız varlıktan mükemmele, yani Kamil İnsan'a, Kozmik İnsan'a, ulaşmak zorundadır.

Naacal mabetlerinde ay, bir sembol olarak güneşin hemen yanında yer alır. Hem baba, hem ana olan Tanrının eril sembolü güneş ise, dişil sembolü de ay'dır. Kozmik diyagram üzerinde de görüleceği gibi üçgenin ve üç sayısının Naacal öğretisindeki yeri büyüktür. Üç sayısına verilen önem Mu kıtasının kendisinden kaynaklanmaktadır. Mu kıtası üç parçadan oluşmuş, ve aralarında boğazların bulunduğu adalar topluluğudur. Bu nedenle üçgen, hem Mu kıtasını, hem de, Tanrının eril ve dişil yönleri ile onlardan südur eden İlahi Kelamı, yani evreni simgeler.

Üçgen içindeki göz, ana kaynağın, yani Tanrının, varlığını insan üzerinde daima hissettirdiğini, bir biçimde onu gözlediğini simgeler. Bu sembol, Osiris ile önce Atlantis'e buradan Hermes ile Mısır'a, Mısır'dan Yunanistan'a ve nihayet günümüzde Masonluğa kadar ulaşmıştır.

Birçok sembol gibi, Ezoterik Sırlar Öğretisinin üyelerini kabul ettiği inisiyasyon törenlerinin kökeni de, Mu Naacal okulundadır. Değişik örgütlenmeler vasıtasıyla 'günümüze kadar ulaşmış bu inisiyasyon töreninde aday, uzun bir hazırlık ve soruşturma döneminden sonra, layık görülmesi halinde kardeşliğe kabul edilirdi. Naacal kardeşlik örgütüne üyelerin seçilerek alındıkları dışında, kabul töreni ile ilgili herhangi bir bilgi bulunmamakta. Ancak, Naacal kardeşliğinin son durağı olarak da kabul edilebilecek Mısır'ın Hermetik kardeşliğine kabul töreninin Naacal' lerin uyguladıkları törenden daha farklı olduğunu varsaymak için hiçbir neden yoktur. Bu törenin ayrıntıları Mısır uygarlığının incelenmesi ile netleşebilir.

Mu dininin dört temel kavramı vardır;

1-Tanrı tektir. Her şey ondan varolmuştur ve ona dönecektir.

2-Ruh ile beden birbirinden ayrıdır. Beden ölür ve ayrışırken ruh ölmez.

3- Ruh, mükemmelliğe ulaşmak için değişik bedenlerde yeniden doğar.

4- Mükemmelliğe ulaşan ruh Tanrıya döner ve onunla birleşir.





Şimdi Mu ve Atlantis döneminden kalan bazı kutsal sembollerin incelemesini yapalım. Özellikle zamanımızda kullanılan bazı sembollerin aslında ne kadar eski kökene dayandığını ve anlamlarını ne kadar hatalı bildiğimizi görelim.
Önce Mu Kraliyet Armasını inceleyelim. Bu armadaki şekillerin büyük bir bölümü, Hintliler, Maoriler, Nevada ve Meksika yerlileri, Guatamalılar ve Gobi çölünde yaşamış bazı topluluklar tarafından kullanılmıştır. Aşağıda Mu Kraliyet Arması görülmektedir.






Bu armayı bölüm bölüm incelersek;

En dışta yer alan bölüm, Mu alfabesindeki M şeklidir ve ayrıca bu kıtanın simgesel harfidir. Harfin Mu dilindeki okunuşu da “Mu” olarak söylenir. Bu şekil aynı zamanda yedi rakamındaki şeklin benzeridir ve tekamül yasalarını hatırlatır. M harfinin Maya ve Mısır alfabesinde Ma olarak okunduğu ve Maya kökenli olduğu da söylenir.

Armanın merkezindeki hiyeroglif şekil “U-lu-mil” olarak okunur, ki “ ….. İmparatorluğu” demektir. Bu şekil aynı zamanda dört sayısını ve dört gücü de ifade etmektedir.

Hiyeroglif şekli çevreleyen daire, güneşi temsil eder. Bu hiyeroglif ile birlikte “Güneş İmparatorluğu” denebilir. En dıştaki şekil ile üçü bir arada “Mu güneş İmparatorluğu” anlamına gelir.

Armanın içindeki sekiz köşeli yıldız, sekiz temel noktayı simgeler ve Mu’nun dünyanın her yanına hakim olduğunu gösterir. Çevresindeki daire ise, bir evren sembolüdür. Bu evren insanındır. Mu’nun ışınları, etkisi bütün insanlığa ulaşmıştır denilmektedir.

Mu Kraliyet Arması’ndaki şekillerin halen pek çok yaşayan kültürde, üstelik aynı anlam bütünlüğünde kullanılması ilginçtir. İşte bu gördüğümüz sembollerin kökeninde yatan gerçek anlamlar Mu Kıtasından bu yana pek çok uygarlığa ve günümüze uzanmaktadır.
Bugün özellikle Japonya’nın bayrağındaki güneş şekli ve kendilerini “Güneş İmparatoru” olarak anmalarının kökeninde bu nedenler yatmaktadır. Büyük ve eski bir uygarlığın kültür kalıntılarıdır bunlar.

Şimdi de yine Mu’dan kalan “Mu Kozmik Diyagramı” nı inceleyelim. Bunu önce bir bütün olarak gördükten sonra, parça parça anlamlarına değinelim.



Önce aşağı doğru inen mavi renk tonlarıyla verilen sekiz şerit ile başlayalım. Bu sekiz şeridin her biri ruhun tanrıya ulaşması için tırmanması gereken aşamaları ifade eder. Ruh en alt kademeden, yani cansız varlıktan mükemmele, yani kamil-olgun insana ulaşmak zorundadır. Bu bölümde ruhun ölümsüzlüğü ve tekamülü için yeniden doğuşu anlatılmak istenmektedir. Bu sekiz yol, Buda’nın öğrettiği sekiz bilgeliğin hemen hemen aynısıdır.
Altı köşeli yıldızın çevresindeki çember, dünyadan başka alemlerin de bulunduğunu, bunun dışındaki 12 fisto ise, insanın uzak durması gereken 12 kötü eğilimi simgeler. İnsan ruhu, diğer alemlere geçmeden önce, bu dünyasal 12 kötü eğilimden kurtulmak zorundadır. Bu 12 kötü eğilim iğvanın simgeleştirilmiş halidir.

Çemberin içinde daha önce de bahsetmiş olduğumuz çok önemli bir sembol olan altı köşeli yıldız vardır. Bunu Yahudi dinine mensup kişiler kendilerine aitmiş gibi göstermekle birlikte sembolün kökeni kadim uygarlıklara dayanır. Bu Adalet Yıldızı’dır ve iyilik ile kötülüğün bir arada bulunduğunun simgesidir. Üçgenlerden yukarı dönük olanı iyiye, yanı tanrıya ulaşmayı, aşağı bakanı ise yeniden doğuş yasası uyarınca geriye dönüşü anlatır. Ayrıca yıldızın altı köşesi, insanın tanrıya ulaşması için sahip olması gereken faziletlerini gösterir. Yıldızın ortasındaki daire güneşin, “Ra” nın, yani tek tanrının kolektif simgesidir. Üçgen içindeki daire, tanrının gözünün daima insanların üzerinde olduğunun simgesidir. Üçgen içindeki daire yerine göz sembolünün de kullanıldığını söylemiştik. Bu sembol, Osiris ile Atlantis’e, buradan Hermes ile Mısır’a, Mısır’dan Pisagor ile Yunanistan’a ve nihayet günümüze ulaşmıştır.

Görüldüğü gibi Mu’nun en önemli sembolü olan Mu Kozmik Diyagramı bize, kamil insan olma, tanrıyla bir olma yolunu çizmekte. Bütün dinlerin esasında olan genel yaklaşımları ve tanrının tekliğini bir sembolde anlatılabilmektedir. Bize Mu’dan kalan bir sembolünde, dört temel gücü simgeleyen haç olduğunu görüyoruz. Yapılan kazılarda çok değişik haç sembollerine rastlanmıştır. Bu haçlardan bazılarının uçlarının sağa, bazılarının ise sola kıvrık olduğunu görüyoruz.





Tarihte ‘Gamalı Haç’ olarak da bilinen Hitler’in uçları sağa kıvrık haçı rasgele seçilmiş bir sembol değildir. Zira uçları sola kıvrık haç mutluluğun, iyiliğin gücünü simgelerken, uçları sağa kıvrık haç ise mutsuzluğu ve kötülüğü simgelemektedir. Haç sembolü daha sonra Hıristiyanlar tarafından kullanılmış fakat dört gücü simgelediği unutulmuş ve yerine ikincil sembol olan İsa’nın çarmıha gerilmesini kutsanmak için kullanılmıştır. Görüldüğü gibi bu sembol de asıl anlamının dışında kullanılmakta veya bizler onu bu şekilde öğrenmekteyiz. Bunun dışında birleşik semboller üzerinde oynamalar ile iyi veya kötü amaçlı etkilemeler yapmanın mümkün olduğunu tüm ezoterik metinlerde hep söylüyoruz.

Örneğin beş köşeli yıldız ki bizim de bayrağımızda bulunan çok değerli bir semboldür, etrafına çizilen bir çember ile şeytana tapanların simgesi olarak kullanılır. Aynı şekilde altı köşeli yıldızın içine konulan ters duran haç ve bunların yine bir çember içine alınmasıyla şeytana tapanların simgelerinden birini elde ederiz. Bu nedenle sembolleri doğru tanımlamak ve iyi tanımak gerekir. Aynı sembolü küçük nüans çeşitliliği ile pozitif ve negatif kutuplar günümüzde de kullanmaktadır. Bu gözlemi yaparsak iyi ve kötüyü çok rahat ayırabiliriz.

Sembollere ilgi duyanların bu bilgilerini arttırmaları ezoterizm araştırmaları için çok gerekli, çünkü yaşamın içinde bazen öyle ilginç olaylar, rüyalar, vizyonlar görülüyor ki, bunların asıl nedenini anlamak için sembolleri ve bize iletilmek istenen mesajları anlamak gerekiyor. Sembol dilinden anlayanlar için yaşam farklı bir boyut, farklı bir tat kazanır. Çünkü herkesin göremediğini görebilir, yaşamın o an size vermek istediğini ve olayların arkasında yatan gerçeklerin neler olduğunu bulabilirsiniz. Eşzamanlılıkların ve paralel evrenin sembollerini iyi anlamanın başka hiçbir yolu yoktur..

Bir güzel söz söyleme sanati varsa;birde güzel dinleme ve anlama sanati vardir..


Ağustos 07, 2007, 02:27:26 ös
Yanıtla #1

Sn.zarathustra ,

Güzel bir paylaşım.Teşekkürler.Bir kaç küçük ekleme de ben yapmak isterim.

Ezoterik kaynaklarda Mu uygarlığının galaktik kökeni olduğu ve bu kıtada yaşayanların oldukça ileri seviyeli varlıklar olduğu geçer.Kıtanın batmasından sonra tuğfandan kurtulanların uygarlıklarını Atlantis olarak anılan kara parçasında sürdürdükleri ve bu uygarlığın birtakım kristaller aracılığı ile doğa olaylarına dahi hükmedebildikleri geçer.Bu kıtanında batması sonucu kurtulan halk özellikle Mısır ve Tibet başta olmak üzere dünyanın çeşitli yerleride uygarlıklar kurmuşlar.Ezoterizm de zaten Misir la birlikte başlar.

Saygılar,
Omnia mors aequat


Ağustos 07, 2007, 02:33:45 ös
Yanıtla #2

Yorumunuz icin tesekkürler.Yasadigimiz dünyaya gerek gecmis sürecte gerekse yasanilan dönemde etkilerin hala devam ettigine inaniyorum.Bunlar mesajlar halinde sunuluyor diye düsünüyorum.

Umarim bilinmeyenler yakin sürecte gün yüzüne cikacaklardir.

Selamlar..
Bir güzel söz söyleme sanati varsa;birde güzel dinleme ve anlama sanati vardir..


Ağustos 07, 2007, 02:40:31 ös
Yanıtla #3

Haklısınız...Dünya nekadar çığrından çıkmiş gözüksede kesinlikle bir kontrolsüzlük söz konusu değil.Çok ama çok yakında oldukça farklı bir dünya ve onun geçmiş tarihi ile karşılaşacağız.

Saygılar,
Omnia mors aequat


Ağustos 08, 2007, 01:34:57 öö
Yanıtla #4

Bu konu sicak kalsin istiyorum,görmemis olan arkadaslar yorum yaparlar belki.Size aktaracagim yazinin icerisinde orjinal mektuplarin pdf formatinda orjinalleri yayinlanmistir.Yazilar pek net anlasilamamakla birlikte yinede  bazi ilginc noktalari kendiniz göreceksiniz.

Selamlar


Atatürk Tahsin Mayatepek'i MU uygarlığını araştırması için Meksika'ya büyükelçi olarak tayin etmiştir.Kendisi de bir tarihçi olan Mayatepek burda William Niven ile bizzat görüşmüş ve 15.000 yıldan eski olduğu idda edilen tabletler kendisine Niven tarafından gösterilmiştir.Atatürk Mayatepek'e Churcward'ın Mu ile ilgili yazdığı kitapları kendisine göndermesini istemiştir.Mayatepek Churcward'ın kitaplarını bölümler halinde Atatürk'e göndermiş Atatürk'de bunları oldukça kalabalık bir bilim kurulu organize ederek Türkçe'ye çevirtmiştir.Bu çevirileri okuyan Atatürk kendi el yazısıyla çeviri metinler üzerine notlar düşmüştür.Özellikle de Mu'nun kolonileriyle ilgilenmiştir.Çünkü bu kaynaklara göre Türk'lerin ataları olan Uygurlar Mu'nun en büyük kolonisidir.Asya'nın büyük bölümünde yüzyıllarca hüküm süren Uygurlar insanlık tarihinin yeniden yapılandırılmasında büyük rol oynamıştır.Atatürk'ün üzerine kendi el yazısıyla notlar aldığı bu çeviriler yanlış hatırlamıyorsam iki cilt halindedir.Bu ciltler bugün hala Anıtkabir kitaplığında muhafaza edilmektedir.Ama ne hikmetse dünya bilimi nasıl Mu uygarlığı hakkındaki bilgileri görmezden geliyorsa Türk bilim insanları da Atatürk'ten bu yana bu konu hakkında herhangi bir çalışma yapmamışlardır.Yine de Churcward'ın Atatürk tarafından Türkçe'ye çevirttiği kitapları ve Tahsin Mayatepek'le bu konuda yaptığı yazışmaları Türk Dil Kurumu'nun resmi internet sitesinde bulabilirsiniz:

http://tdkkitaplik.org.tr/gun_dil.asp
Bir güzel söz söyleme sanati varsa;birde güzel dinleme ve anlama sanati vardir..


Ağustos 08, 2007, 09:27:32 öö
Yanıtla #5

Alıntı
Bu konu sicak kalsin istiyorum,görmemis olan arkadaslar yorum yaparlar belki.Size aktaracagim yazinin icerisinde orjinal mektuplarin pdf formatinda orjinalleri yayinlanmistir.Yazilar pek net anlasilamamakla birlikte yinede  bazi ilginc noktalari kendiniz göreceksiniz.

Bu düşüncenize katılıyorum.Askerliğimi yaptığım sırada askeri kütüphanede Ata mızın araştırma yaptığı kitapları ve bu kitaplar üzerine kendi elyazısı ile düştüğü notları bizzat görmüştüm.Özellikle yaptığı son çalışmalar MU kıtası ve dinlerin kökeni ile ilgiliymiş.Ömrü yetseydi yaptığı çalışmaların sonucunu eminimki milletimizle paylaşacaktı ve Türk ulusu şu an olduğunun (özellikle manevi açıdan)çok ama çok ilerisinde olacaktı...
Omnia mors aequat


Ağustos 08, 2007, 11:11:08 öö
Yanıtla #6

Bu konu ikimizin tekeline gecti gibi.Baksaniza bizden baska yorum yapan yok. :D
Bir güzel söz söyleme sanati varsa;birde güzel dinleme ve anlama sanati vardir..


Ağustos 08, 2007, 11:31:11 öö
Yanıtla #7

Neyse biz kaldigimiz yerden anlamaya devam edelim.Bir sema aktarayim önce.

Bir güzel söz söyleme sanati varsa;birde güzel dinleme ve anlama sanati vardir..


Ağustos 08, 2007, 11:39:09 öö
Yanıtla #8

Bu şema bende mevcuttu sn zarathustra ancak yinede teşekkürler.

Alıntı
Bu konu ikimizin tekeline gecti gibi.Baksaniza bizden baska yorum yapan yok

Bu tip konular pek ilgi çekmiyor.Somut kanıtlar verilememsine bağlıyorum ben bunu.(somut kanıtların mevcut olup şu anda paylaşılmadığı da ayrı bir konu tabii ki)
Omnia mors aequat


Ağustos 08, 2007, 11:43:32 öö
Yanıtla #9

MU UYGARLIĞI VE NAACALLER

Batık Mu kıtası ve Mu uygarlığı hakkındaki bilgilerin çok büyük bir bölümü, 19. yüzyılda yaşamış olan İngiliz araştırmacı James Churchward'ın incelemeleri neticesinde gün yüzüne çıkmıştır. İngiliz silahlı kuvvetlerinde albay olan Churchward, 1880'li yıllarda Hindistan ve Tibet'te görevle bulunduğu sıralarda bu kıta hakındaki ilk bilgilen edinmiş, emekliliğinden sonra da Orta Amerika'da araştırmalarını tamamlayarak bu batık uygarlık hakkında beş eser yazmıştır.

Churcward'ın kaynakları, Batı Tibet'te bir mabette, bu mabedin başrahibi tarafından kendisine verilen "Naacal Tabletleri" ile, Amerikalı Jeolog William Niven'in 1921-23 yılları arasında Meksika'da ortaya çıkardığı tabletler olmuştur. (1)

Bilim dünyası, gerek Churchward'ın ortaya çıkardığı Mu uygarlığının, gerekse bir diğer batık kıta olan Atlantis'in varlıklarını kuşkuyla karşılamaktadır. Ancak yine bilim dünyası, bu iki kıtanın battığı öne sürülen tarih olan 12 bin yıl önce dünyada büyük bir jeolojik olayın yaşandığını onaylamaktadır. Kaldı ki, dünyanın hemen her yerindeki kavim ve milletlerin tufan efsaneleri de, büyük bir felaketin yaşandığını doğrulamaktadır ve bilim dünyası ister kabul etsin, ister etmesin, Mısır, Maya kalıntıları, Paskalya adası uygarlığı gibi bugün nasıl ortaya çıktıkları izah edilemeyen birçok eser bu batık kıta uygarlıklarının varlığı ile mantıklı izahlara kavuşabilmektedir.

Evrim kuramları ve genel bulgulara göre, günümüzden 200 ile 500 bin yıl önce iki ayağı üzerinde dik olarak durabilen "Homo Erectus" yerini, düşünebilen insan "Homo Sapiens"e bırakmıştır. Homo Sapiens'in ortaya çıkış tarihini 200 bin yıl önce olarak kabul etsek dahi, o günden bu güne kadar insanoğlunun sadece günümüz uygarlığını yaratmış olduğunu düşünmek, insanlık adına büyük bir bencilliktir. 200 bin yıl önce dünyaya gelen ve uzmanlarca beyin ağırlığı ve düşünme kapasitesi günümüz insanı ile aynı olarak kabul edilen Homo Sapiens, ne olmuştur da, 194 bin yıl bekledikten sonra, günümüzden 6 bin yıl önce birden bire dev adımlar atmaya karar vermiştir? Nitekim, günümüz bilim çevreleri, tekerleğin ve yazının ancak M.Ö. 4 binlerde bulunduğunu öne sürmektedir.

Ancak, dünyanın geçirdiği tufan felaketi nedeniyle çok az belge ve bulgunun kalmış olmasına rağmen, bu belge ve bulgular, insanoğlunun dünya üzerindeki uzun geçmişinde, günümüz uygarlığının dışında en az bir büyük uygarlık daha yaratmış olduğunu ve hatta bugünkü uygarlığın temellerinin de bu eski uygarlıkta atıldığını ortaya koymaktadır.

James Churchward 1883'de, Batı Tibet'te bir manastırda bu belgelerin en önemlilerini gün yüzüne çıkarttı. Tibet'te görevli olarak bulunan Churchward, eski dinlerin kökenleri hakkındaki araştırmaları doğrultusunda Tibet'teki manastırları dolaşırken, yolu Batı Tibet'te bir manastıra düştü. Bu manastırın, "Büyük Rahipler Kardeşliğinin" önde gelen üyelerinden olan baş rahibi Rishi, Churchward'a, günümüzden 15 bin yıl önce yazılmış "Naacal Tabletleri"ni gösterdi.(2)

Rishi'nin Churchward'a, binlerce yıldır sır olarak saklanan tabletleri niçin gösterdiği bilinmiyor. Ancak, kendisi de bir inisiye olan Rishi'nin, başka kanallardan da olsa Ezoterik doktrini bünyesinde yaşatan bir diğer kardeşlik örgütüne, Masonluğa üye olan Churchward'ı kendisine yakın bulduğu ve bazı sırların batı dünyasına açıklanması zamanının geldiğine inandığı tahmin ediliyor.

Rishi, bu düşüncelerle Churchward'a iki yıl boyunca üstadlık yaptı ve sadece büyük rahiplerin bildiği, Naacal Tabletlerinin yazıldığı ölü dili kendisine öğretti.(3)

Naacal dilini öğrenen ve tabletleri inceleyen Churchward, bu tabletlerin ışığı doğrultusunda batık kıta Mu ve uygarlığının izlerine rastlamak umuduyla 50 yıl süren araştırma gezilerine başladı.

Pasifik okyanusundaki hemen bütün adalarda, Sibirya ve Orta Asya'da, Avusturalya'da, Mısır'da incelemeler yapan Churchward'a yeni nur kaynağı Meksika'da parladı. Amerikalı Jeolog William Niven, 1921-23 yılları arasında Meksika'da yaptığı kazılarda, 11.500-12.000 yıl önce yazıldıkları saptanan 2600 dolayında tablet buldu (4). Bu tabletlerdeki yazılar ne Niven tarafından, ne de tabletler üzerinde uzun bir inceleme yapan Carnegie Enstitüsü uzmanlarından Dr. Morley tarafından okunamadı. Tabletlerin varlığını duyan Churchward Meksika'ya gitti ve Tibet'te öğrenmiş olduğu Naacal diliyle yazılı olduklarını ispatladığı Meksika tabletlerini çözmeyi başardı. Tibet tabletlerinde eksik kalan bilgilerini Meksika tabletleri ile tamamlayan Churchward, batık uygarlık Mu hakkında büyük yankılar getiren eserlerini yazdı (5).

Churchward ve Niven'in bulguları, Mu kıtasının bugünkü Pasifik okyanusunun oldukça büyük bir bölümünü kapladığını, Hawaii, Haiti, Fiji, Paskalya adaları ile diğer Polonezya adalarının bu batık kıtadan artakalan parçalar olduklarını ortaya koydu. Danimarkalı araştırmacı ve yazar Eric Von Daniken de, birbirlerinden binlerce kilometre uzakta olan bu adalar kültürlerinin şaşılacak derecede benzediğine işaret ediyor. (6)

Churchward'a göre Mu kıtası, doğudan batıya 8 bin kilometre, kuzeyden güneye de 5 bin kilometre uzunluğunda dev bir ada kıtaydı. Naacal tabletleri bu kıtanın, uygarlığın beşiği olduğunu öne sürmektedir. Yaklaşık 70.000 yıllık bir uygarlık geçmişine sahip olan Mu, zaman içerisinde tüm dünyada birçok koloniler ve büyük imparatorluklar oluşturmuştur (7).

Mu uygalığının kolonileştirdiği ve daha sonra bağımsızlaşarak birer imparatorluğa dönüşen en önemli iki devlet, Atlantis ve Uygur İmparatorluklarıdır 8. Ayrıca, bugün Antik Mısır, Çin, Hint ve Maya uygarlıkları diye bilinen uygarlıkların kökeninde de Mu uygarlığı yatmaktadır.

Mu uygarlığının ne zaman başladığı bilinmiyor. Naacal Tabletleri ve Meksika'da bulunanlar bu konuda aydınlatıcı olamadı. Ancak tabletler, Mu'nun kolonileşme ve uygarlığının temelini oluşturan dinini yayma aşamasına 70 bin yıl önce geçtiğini gösteriyorlar.

15 bin yaşında oldukları belirlenen Naacal Tabletleri evrenin başlangıcı ve ortaya çıkışı konusunda ayrıntılı öngörüler kapsamakta. Bu tabletlere göre, evrenin başlangıcında sadece ruh vardı. Daha sonra bu ruhtan, bir kaosun hakim olduğu uzay var oldu. Zamanla kaos yerini giderek düzene bırakmaya başladı ve uzaydaki şekilsiz ve dağınık gazlar biraraya geldi. Bu gazlar güneş sistemlerini ve gezegenleri oluşturmak için katılaştı. Katılaşma sırasında önce hava, sonra su oluştu. Sular dünyayı kapladı. Güneş ışıkları havayı ve suyu ısıttı. Bu ışıklar ve toprak altındaki ateş, üzerinde su bulunan toprakları yükseltti ve bunlar açık toprak oldu. Güneş ışıkları suyun içinde ve balçıkta kozmik hayat yumurtalarını (Rna-Dna) oluşturdu. İlk hayat sudan çıktı ve tüm yeryüzüne yayıldı.

Günümüzde geçerli evren ve yaşamın oluşumu teorilerine bu denli benzerlik tesadüf olamaz. Zaten, en az 70 bin yaşında olan bir uygarlıktan daha farklı bilgiler ummak da saçmalık olur. Mu uygarlığının ulaştığı seviyeyi gösterme açısından bir başka kaynaktan yararlanalım. Günümüzden 3 bin yıl önce yazılmış Mahabharata'da, uzak geçmişte insanoğlunun kullandığı bir silah tarif ediliyor: "Dumansız bir ateşin ışıltısına sahip olan ve alevler saçan bir mermi atıldı. Birden heryer karanlığa gömüldü. Daha sonra, gözleri kör eden bir ışık ve kulakları sağır eden bir gürültü çıktı. Ardından meydana gelen büyük ısıda sular buharlaştı. Filler, atlar, insanlar bir anda kavruldu. Ağaçlar tamamen yandı. Heryer yeniden aydınlandığında koca ordudan geriye sadece bir avuç kül kalmıştı"...

Bu efsane, atalarımızın ulaştığı uygarlık düzeyinin yanısıra, onların dünyasının da bugün olduğu gibi, barıştan yana pek nasibini almadığını gösteriyor.

Mahabharata efsanesi ve Sodom ve Gomora'nın yokoluşu gibi diğer bazı efsaneler, Atlantis ve Mu kıtalarının batışı teorilerinden birisini destekler niteliktedir. Ancak bu konuya daha sonra değinileceği için şimdi, Mu uygarlığının yönetiliş biçimine ve bunun aracı olan ilk tek Tanrılı dine, "Mu Dini"ne göz atalım.

Mu uygarlığı bir imparatorluktu ve imparatorların unvanı, güneşin oğlu da denilen "Ra Mu" idi. Mu imparatorluğunun bir diğer adı da "Güneş İmparatorluğu"ydu. Mu dilinde "Ra" kelimesi, güneş anlamına geliyordu. Mu'nun kolonisi olan Mısır'da da güneş tanrıya "Ra" adı verilmiştir. Ayrıca, kökleri Mu uygarlığına kadar uzandığı sanılan Japonya'da da imparatorun unvanı "Güneşin Oğlu" dur. Bunun yansıra eski Maya ve İnka uygarlıklarında da krallar aynı unvanı kullanmışlardır.

İmparatorun altında, hem bilim adamı hem de rahip olan "Naacaller" bulunuyordu ve bunlar yönetici sınıfı teşkil ediyordu. (9) "Kutsal Sırlar Kardeşliğinin üyesi olan Naacaller'in tüm dünyaya yaymış oldukları "Mu Dini", belki de insanlığın tanıdığı ilk tek Tanrılı dindi. Naacaller bu dini, sıradan insanlara, anavatan ve koloniler halklarına anlatırken, anlaşılması daha kolay olan semboller dilini kullanmayı tercih ediyorlardı. Bu sembollerin Ezoterik anlamlarını sadece inisiye edilmiş kardeşler ve imparator Ra-Mu bilmekteydi.

Naacaller'in sembolleri daha çok geometrik şekilleri kapsıyordu. Naacal öğretisi, evrenin ortaya çıkışında en önemli görevin Tanrının geometri ve mimarlık vasıflarına düştüğünü öngörmekteydi. Mu dinine göre Tanrı o kadar kutsal bir varlıktı ki, doğrudan ağıza alınamazdı. Bir sembol vasıtasıyla ifade edilmezse, sıradan insanlar tarafından idrak edilemezdi. İşte bu Yüce Varlığın sembolü, Güneş yani "Ra" idi (10). Tanrının güneş olduğu iddiasındaki tüm saptırılmış iddiaların ve güneş kültü diye nitelendirilen inanışların kökeninde yatan olgu budur.

Naacal öğretisinde Güneş doğrudan Tanrı değil, onun birliğinin ve tekliğinin kitleler tarafından daha iyi anlaşılması için seçilmiş olan bir semboldü. Sembollerin kullanılmasındaki bir diğer amaç da, belirli ifade tarzlarının kalıplaşmasını önlemek ve gelişmeler doğrultusunda sembollere yeni anlamlar yükleyerek, dinin bağnazlıktan ve doğmalardan kurtulmasını sağlamaktı. Ancak, uygarlık çöküp, ana kaynak yok olunca, zaman içinde "bu sembollerin kendileri putlaştı ve çok tanrılı dinlerin doğmasına neden oldu.

Semboller vasıtasıyla tek Tanrıya tapınımı öğreten dinin büyük rahibi, dolayısıyla kutsal kardeşlik örgütünün de başı, Ra Mu'nun kendisiydi. Ancak imparatorun hiçbir Tanrısal kişiliği yoktu ve sadece konumu nedeniyle, sembolik olarak "Güneşin Oğlu" unvanını taşıyordu.

Naacal kardeşlerinin, öğretilerini yaydıkları ve yeni üyeleri inisiye ettikleri mabetler, kıtanın her yerine ve kolonilere dağılmış vaziyetteydi. Dev blok taşlardan yapılan bu mabetlerin damları yoktu ve bunlara "şeffaf mabetler" deniliyordu. Güneş ışıklarının inisiyeler üzerine doğrudan ulaşması için mabetlere dam yapılmıyordu. Bu da bir tür semboldü ve Ezoterik anlamı, Tanrı ile insan arasında hiçbir engel olamayacağı şeklindeydi. Günümüz Masonluğunda da aynı sembol kullanılmakta ve Mason mabetlerinin tavanları, sanki üstü acıkmış gibi, gökyüzünü sembolize eder biçimde düzenlenmektedir.

Mu dini sembollerinin en önde geleni, "Mu Kozmik Diyagramı "dır (11).

                                                           

Bu diyagramda, tam merkezde bulunan daire Güneşin, "Ra"nın, yani tek Tanrının kollektif simgesidir. Üçgen içindeki daire, tanrının gözünün daima insanların üzerinde olduğunun, içice geçmiş iki üçgen, iyiliğin ve kötülüğün birarada bulunduğunun simgesidir. Bu üçgenlerden yukarı dönük olanı iyiye, yani Tanrıya ulaşmayı, aşağı bakanı ise yeniden doğuş yasası uyarınca geriye dönüşü remzeder. Her ikisinin birarada oluşturduğu altı köşeli yıldız, adaletin sembolüdür. Ayrıca bu yıldızın herbir ucu bir fazileti remzeder ve insan ancak bu faziletlere sahip olunca Tanrıya ulaşabilecektir. Altı köşeli yıldızın dışındaki çember, dünyadan başka alemlerin de bulunduğunu, bunun dışındaki 12 fisto ise, insanın uzak durması gereken 12 kötü eğilimi simgeler. İnsan ruhu, diğer alemlere geçmeden önce, bu 12 dünyasal kötü eğilimden kurtulmak zorundadır.

Aşağı doğru inen sekiz şeritli yol ise, ruhun Tanrıya ulaşması için tırmanması gereken aşamaların ifadesidir. Ruh, en alt kademeden, cansız varlıktan mükemmele, yani Kamil İnsan'a ulaşmak zorundadır.

Naacal mabetlerinde ay, bir sembol olarak güneşin hemen yanında yer alır. Hem baba, hem ana olan Tanrının eril sembolü güneş ise, dişil sembolü de ay'dır. Kozmik diyagram üzerinde de görüleceği gibi üçgenin ve üç sayısının Naacal öğretisindeki yeri büyüktür. Üç sayısına verilen önem Mu kıtasının kendisinden kaynaklanmaktadır. Mu kıtası üç parçadan oluşmuş, ve aralarında dar boğazların bulunduğu adalar topluluğudur (12). Bu nedenle üçgen, hem Mu kıtasını, hem de, Tanrının eril ve dişil yönleri ile onlardan sudur eden İlahi Kelamı, yani evreni simgeler. Üçgen içindeki göz, ana kaynağın, yani Tanrının, varlığını insan üzerinde daima hissettirdiğini, bir biçimde onu gözlediğini remzeder. Bu sembol, Osiris ile önce Atlantis'e buradan Hermes ile Mısır'a, Mısır'dan Pisagor ile Yunanistan'a ve nihayet günümüzde Masonluğa kadar ulaşmıştır.

Birçok sembol gibi, Ezoterik Sırlar Öğretisinin üyelerini kabul ettiği inisiasyon törenlerinin kökeni de, Mu Naacal okulundadır. Değişik örgütlenmeler vasıtasıyla günümüze kadar ulaşmış bu inisiasyon töreninde aday, uzun bir hazırlık ve soruşturma döneminden sonra, layık görülmesi halinde kardeşliğe kabul edilirdi. Naacal kardeşlik örgütüne üyelerin seçilerek alındıkları dışında, kabul töreni ile ilgili herhangi bir bilgi bulunmamakta. Ancak, Naacal kardeşliğinin son durağı olarak da kabul edilebilecek Mısır'ın Hermetik kardeşliğine kabul töreninin Naacaller'in uyguladıkları törenden daha farklı olduğunu varsaymak için hiçbir neden yok. Bu törenin ayrıntılarına Mısır uygarlığını incelerken dönüleceği için, şimdi Naacal öğretisinin diğer kavramlarına geri dönelim. Mu dininin dört temel kavramı vardır:

1- Tanrı tektir. Herşey ondan varolmuştur ve ona dönecektir.
2- Ruh ile beden birbirinden ayrıdır. Beden ölür ve ayrışırken ruh ölmez.
3- Ruh, mükemmeliğe ulaşmak için değişik bedenlerde yeniden doğar.
4- Mükemmeliğe ulaşan ruh Tanrıya döner ve onunla birleşir. (13)

Naacal öğretisine göre, Tanrı, sevginin ta kendisidir ve tüm evreni de sevgi üzerine kurmuştur. Ancak bu evrensel sevgiyi kavrayabilecek vasıfta olan ruhlar ona geri dönebilecek yeterliliktedir. Bu vasıflara sahip bir insan olabilmek ancak Naacal kardeşi olmakla ve" kardeşlerin de öğretiyi derece derece sindirmeleri ile mümkündür. Naacaller, yalnızca üstad rahiplerin bu aşamaya ulaşabileceklerini kabul ederler.

Naacal öğretisinin bir diğer temel dayanağı, Tanrısal Nurdan çıkmış olan dört temel gücün kainatı kaosdan düzene geçirmiş oldukları teorisidir. Tanrının kendi asli nitelikleri olarak kabul edilen bu dört temel güç, "dört büyük inşaatçı", "dört büyük mimar", "dört büyük geometri üstadı" olarak adlandırılır. Bu dört temel eleman, ateş, yel, su ve toprak'dır (14).

Semavi dinlerin doğuşu ile bu dört temel eleman, "dört baş melek" olarak adlandırılmışlardır. Naacaller bu dört temel gücü gamalı haç ile sembolize etmişlerdir. Jeolog Niven'in bulduğu tabletler üzerinde rastlanan bu haçlardan, kollarının dördü de aynı uzunlukta olanının dört gücün eşitliğini, uçları kıvrık gamalı haçlardan ağızları sola dönük olanların iyiliği, sağa dönüklerin ise kötülüğü simgelediklerini görüyoruz. Bu konular üzerinde derin araştırmalar yapmış olan Hitler'in, imparatorluğuna sembol olarak ucu sağa dönük-gamalı haçı seçmiş olması bir tesadüf değildir. İsa'nın da öğretisinde kullandığı haç sembolü aynı kaynaktan, Mu'dan gelmektedir.


   
Niven tarafından gün yüzüne çıkarılan,
dört temel gücü simgeleyen sembollerden bazıları

 

Kaynakça

1- Bilim Araştırma Grubu - "MU, Tarih Öncesi Evrensel Uygarlık" - Bilim Araştırma Merkezi Yayınları - İstanbul 1978 - Sf. 15.
2- SANTESSON Hans Stephan - "Batık Ülke MU Uygarlığı" - RM Yayınları İstanbul 1989 - Sf. 2
3-Santesson H.S. - İe - Sf. 15
4-Bilim Araş. - İe - Sf. 15
5- Churchward James, "The Sacred Symbols of MU" (MU'nun Kutsal Sembolleri) Londra, 1933.
6- Von Daniken, Erich - "Aussaat und Kosmos" (Kozmos ve Ötesi), Amsterdam, 1978.
7- Santesson H.S. - İe - Sf. 87
8- Santesson H.S. - İe - Sf. 95-99
9-Santesson H.S. - İe - Sf. 19
10- Bilim Araş. - İe - Sf. 52
11-Santesson H.S.-İe-Sf. 70
12-Bilim Araş. - İe - Sf. 12
13-Santesson H.S.-İe-Sf. 125
14- Santesson H.S. - İe - Sf. 142
Bir güzel söz söyleme sanati varsa;birde güzel dinleme ve anlama sanati vardir..


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
27 Yanıt
20209 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 10, 2011, 02:52:56 öö
Gönderen: AMON RA
6 Yanıt
8167 Gösterim
Son Gönderilen: Ağustos 23, 2015, 12:43:36 ös
Gönderen: Lucian
6 Yanıt
5451 Gösterim
Son Gönderilen: Temmuz 09, 2011, 01:56:06 öö
Gönderen: khanjar
1 Yanıt
3808 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 04, 2014, 06:07:49 ös
Gönderen: KAM
8 Yanıt
4096 Gösterim
Son Gönderilen: Temmuz 17, 2013, 10:53:37 ös
Gönderen: karahan
7 Yanıt
4769 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 04, 2014, 09:36:03 öö
Gönderen: ADAM
25 Yanıt
11375 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 02, 2014, 10:27:06 öö
Gönderen: hypatia
7 Yanıt
13119 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 29, 2014, 02:27:23 ös
Gönderen: mbulut
2 Yanıt
6656 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 31, 2014, 09:41:19 öö
Gönderen: mbulut
15 Yanıt
7461 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 05, 2015, 12:19:50 öö
Gönderen: Kadim