Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: Mitra Gizemi  (Okunma sayısı 15074 defa)

0 Üye ve 2 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Nisan 07, 2010, 11:09:56 öö
  • Ziyaretçi

 

Mitra gizemi

Eski Roma dini, “gizli kült”lerin en ilgi çekicilerinden biri olan Mitraizm hakkında yazılı hiçbir belgeye rastlanmaz. Sadece tapınaklar, ikonlar ve açıklanamayan sanat eserlerinin üzerinde deşifre edilemeyen semboller var.

Richard Cavendish “Mystery Relligions”da kadim kültleri anlatıyor. Ve “mister” tanımını şöyle yapıyor;

Kadim kültlerin bazıları, öğretilerinin belirli bir kısmını, bazı gizli sembolleri açıklamak ve kurallarla belirlenmiş olan çeşitli ayinleri, törenleri uygulamak suretiyle inisiye ettikleri (içeri kabul ettikleri) seçilmiş birkaç kişiye açıklamak üzere saklı tutarlardı. Bu öğretiler ile ayinler, “misterler” oluştururdu. Misterler, Grekçe’de özel veya gizli ayinler anlamına gelen “mysterion” sözcüğünden türetilmiş bir deyimdir.

Grekler üç tür bilgiden söz ederler;

Mathesis: Öğrenilebilir bilgi.

Gnosis: Tefekkür veya sezgi yoluyla edinilebilen bilgi

Pathesis: His veya ıstırap yoluyla edinilen bilgi.

Misterler bu üç tür bilginin hepsini birden edinmek sonucunda aydınlanmayı amaçlar. Bazı misterlerde ise, başlıca iki düzey vardı;

Halkın katılabildiği “egzoterik” dış halka ile sadece seçilmiş kişilere gizli olarak öğretilen “ezoterik” iç halka.

Cavendish bu kitabında “Mitra ve Boğa” adlı bölümü aynen şöyle;

Dünyanın en yaygın misteri, belki de etkisini Kırım’dan Britanya Adaları’na kadar duyurmuş olan Mitraizm’dir.

Işık mabudu olan Mitra, Kainat’ın İyilik ilkesi’nin, Kötülük ilkesi ile olan mücadelesinde en büyük yardımcısıydı. Mitraizm Misterleri, Mitra’nın iri boğayı öldürmesi olayının çevresinde gelişmiştir.

Aday, çok uzun bir hazırlık dönemi geçirir ve bu süre içerisinde cesareti ve misterlere katılmaya uygun olup olmadığı konusu çeşitli şekillerde sınanırdı. Kesinkes bir ketumiyet uygulanır, aday kendisine ifşa edilecek olan ayinleri yaşamı pahasına gizli tutacağına ilişkin ant içerdi.

Önce birkaç gün süreyle yemek yemekten ve cinsel ilişkiden kaçınır ve törenle alınan bir abdesttensonra adayın elleri arkasına bağlanarak, aynen bir ölü gibi yere yatırılırdı. Bunu kutsal ayinler izler, daha sonra da adayın sağ elini kavrayan hierofant (rahip), onu ayağa kaldırırdı.

Artık sıra, kanla yapılan vaftize gelmişti. Aday çırılçıplak bir halde bir çukura sokulur, çukurun üstü bir kafesle örtülürdü.

Kafesin üzerinde bir hayvan kurban edilir ve bu hayvanın kanları adayın üstüne akardı.

Kurban edilen hayvan ne olursa olsun, bunun Mitra’nın ölürdüğü boğanın yerini tuttuğu kabul edilirdi. Latin şair Prudentius, belki de bizzat bilgi sahibi olduğu bu törenin canlı bir tasvirini yapmıştır:

Sembolik olarak inisiye kıyam etmiş ve boğanın yaşam bahşeden kanından yıkanmış olmaktadır. Artık, inisiye, “edebiyete doğmuş” olarak kabul edilir ve onu seçmişler sınıfına yüceltecek olan kutsal yemeğe katılmasına izin verilir.

Mistik kurtuluş ve hizmet öğretisi, Kardeşliğin bu üyesine, Karga’dan Baba’ya (veya Kartal’a) kadar uzanan 7 ardışık İnisiyasyon Derecesi’nden geçtikçe kademe kademe ifşa edilecektir.

Tüm misterler, dini içgüdünün taşması olarak düşünülebilirler. Hepsi de spiritüel bir deneyimi, bilinmeyenin huzurunda huşu ve saygı duymayı vaat ederler.

Dolayısıyla, misterlerin bir anlamda “evrensel” oldukları söylenebilir. Akdeniz havzasında, misterler, asli Mabutlar’ın çoğuyla ve tali Mabutlar’ın da birkaçıyla ilgili olarak gelişmiştir.

Hıristiyanlığın kuruluşundan hemen sonraki dönemde Gnostikler, Hıristiyanlık öncesi tradisyonları üstlenip, bunlara ilişkin kültleri Hıristiyanlık ile bağdaştıran çok sayıda tali mister oluşturmuşlardır.

Günümüz araştırmacıları, Keltler arasında “Druid Misterleri”, İskandinavlar arasında “Odin Kültü”, Anadolu’da “Kabirler”, iran’da “Maniheizm” ve hatta Kolomb öncesi Amerika’da Guatemala’nın “Zibalba Misterleri” gibi birçok mistere ilişkin kanıtlar bulmaktadırlar.

Yazılı dilleri olmayan toplulukların çoğunda, topluluğun kabul edilmiş belirli bir bireyi olma durumundaki adayların yeni statülerine spiritüel içerikteki geçişlerini majik törenler aracılığıyla gerçekleştirmelerini sağlamak için, doğal olarak gelişmiş bir misterler sistemi vardır.

Her gizli topluluk belirli bir gizli öğretinin çevresinde gelişmiş olan bir kardeşlik örgütüdür.

İşte, bu öğretiye kutsal sayılan ayinler eşlik ettiğinde, ortaya bir “mister” çıktığı söylenebilir.

Örneğin, Masonluk’ta da Kainat’ın Ulu Mimarı’na niyaz edilir; parolalar, dereceler, bir tür toplumsal yemek, el tutma ve ant içme uygulamaları vardır. Ayrıca kutsal bir “kıyam” töreni yapılır.

Bu tören sırasında aday, Hz. Süleyman’ın Tapınağı’nın Başmimarı olan Üstad Hiram Abif’in anısına hürmeten sembolik olarak öldürülür ve sonra özel bir “el tutma” uygulamasıyla, gömüldüğü mezardan kıyam edilir.

Misterlerin anlamı üzerine çok şey yazılmış, çeşitli açıklamalarda bulunulmuştur.

Eleusis Misterleri’nde ziraat temasının Orfeus Misterleri’nde ise ölümsüzlük kavramının ağır bastığı söylenir.

Diğer misterlerin de güneşin uzun ve kış sonrasında yıllık “geri gelişi” hayvanların mevsimlik yavrulaması ve gündönümü ile ılım zamanlarında insanlar ile doğada ortaya çıkan psişik değişimler gibi konuları işlediği ifade edilir. Ne var ki, tüm bu temalar, misterlerin gelişmesine katkıda bulunmuş olmalarına karşın, misterlerin esasını oluşturmamışlardır.

Sözgelimi, verimlilik ile doğurganlığın gizlerini, bunlara ilişkin bilgiler uygar dünyada herkesçe bilinirken açıklamanın bir anlamı olamazdı.

Aday’a herhangi bir doğurganlık ya da verimlilik sembolü gösteren bir hierofantın çarpıcı bir ifşaatta bulunduğu söylenemez.

Nitekim, istisnasız olarak tüm misterlerin temelini, ölüm denilen muammaya ve ölümün başarıyla atledilmesine ilişkin ifşaat oluştururdu.

Dolayısıyla, Osiris Misterleri’nde bazı uygulamalar yüzeysel olarak doğurganlık kavramını akla getirebilir, ama Osiris-İsis’e ilişkin misterler, aslında, ebedi yaşama kıyam etmek suretiyle ölümün üstesinden gelinmesini kapsıyordu.

Çılgın Baküs Şenlikleri’nde bile, ölümü çağrıştıran bir unsur olarak, ahretin dehşetli yanlarını gözler önüne seren piyesler oynanırdı. Diyonisya’da şenliklere katılanların kullandıkları şarap kapları, özgün olarak, ölülerin küllerinin bulunduğu kaplardı. Bu kapların törenle açılışı da, ayinlere katılabilsinler diye ruhların serbest bırakılmaları anlamına geliyordu. Ayinlerin son gününde pişirilen tohumlar, ölüleri tekrar yeraltı dünyasına götüren ve “psikopomp” adıyla anılan Tanrı Hermes’e sunulurdu. İlkel topluluklarda hâlâ varolan misterler, kabilenin efsanelerini ve ayrıca, topluluğun yetişkin üyeleri haline gelmeye aday olan genç kız ve oğlanların görevlerinin belirli bir inisiyasyon töreni sonucunda açıklanmasına ilişkindirler.

Ancak, tümünde de ortak bir unsur vardır:

Ayinlerle gerçekleştirilen bir ölüm ve kıyam süreci.

Ölüm harcıalem bir olay değildir. Ölüm yinelenemeyen tek deneyimdir, her bireyin karşılaşacağı nihai olaydır.

Ve misterler de ölümün birer provası olacak şekilde düzenlenmiş olan çarpıcı deneyimlerdi.

Ars moriendi, yani ölüm sanatı, dünyanın her yanındaki dinsel tradisyonların bünyesinde vardı.

Varoluş gizemlerinin en ürküncü olan ölüm misterlere giden yolda insanlara rehberlik etti.

P.S.İ. Yayınları’nda yer alan bu bilgilere ilave olarak yapılan ilginç araştırmanın notları şöyle;

“Mister dinleri, Greko-Romen dünyasında resmi halk dinlerinin sağlayamadığı dini deneyimleri edinmenin bir yolunu insanlara sunan gizli kültlerdi.

Bu kültlerin kökeni, dünyanın birçok yerinde ilkel halklar tarafından uygulanan kabile törenlerine kadar gider.

İlkel topluluklarda bir klanın ya da köyün bütün üyeleri inisiye olurken, Grek aleminde inisiyasyon bir kişisel seçim konusu olup çıkmıştı.

Mister dinleri İS 1. İle 3. Yüzyıllar arasında en şatafatlı dönemlerine ulaşmışlardır.

O günlerde insan bu tür birçok dinden istediğini seçebiliyordu.

“Etimolojik olarak, mister kelimesi Grek kökenli myein (:kapamak) fiilinden türemiştir. Misterler, katılanların inisiye edilmeleri gereken türden gizli kültler oldukları için, dudaklar ile gözlerin “kapatılması” söz konusuydu. İnisiyeye mystes (çoğul hali mystae), insiyeyi misterlere takdim eden kimseye de mystagogos (insiyeye önderlik eden) denirdi.

Bu kültlerin liderleri arasında, hierophantes (:”hierofant” : kutsal konukların açıklayıcısı) ile dadouchos (:meşale tutucusu) gibi rütbeler yer alıyordu.

Bir mister topluluğunun uygulamaları, hep birlikte yenilen yemekler, hep birlikte yapılan danslar ve kendine özgü törenlerden oluşurdu.

Aynı yemeği yiyen, içkiyi içen, aynı danslara katılan ve aynı gösterilere tanık olan kişiler, artık aynı bünyenin üyeleri haline gelirlerdi.”

Ezoterik ve egzoterik (içrek ve dışrak) şeklindeki yapılanma tüm kültürlerde geçerli olan evrensel bir ilkedir. Bir takım bilgiler, elit bir topluluk dışında bilinmesinin sakıncalığından ötürü son derece gizli bir şekilde yalnızca hak edenlere aktarılır.

Bu tatbikat, hem bilginin, kullanamayacak kişiler elinde dejenere olmasını engellemeyi hem de bilgiyi edinenlerin bundan zarar görmesini sağlamayı amaçlar.

Ergün Arıkdal “Gizli Öğreticilik” adlı yazısında bu ayırımın gerçekliğin, “dış” ve “iç” anlamlarını ifade ettiğini söylemektedir: “Aslında, Ezoterizm’e girmek için önce Egzoterizm’den geçmek lazım.

Yani önce bir şeyin “dış anlamından” başlanır, ondan sonra yavaş yavaş “iç anlamına” doğru gidilir. Doğrudan doğruya bir hakikatın kendisiyle karşılaşmanın mikanı yoktur.

Birçok tarikatlarda “Harici” ve “Batıni” olmak üzere insanlar hemen ikiye ayrılırlar.

Batıni olanlar, hakikatı daha çok yakından sezmiş ve anlamış olanlar, harici olanlar da bu hakikate daha temas etmemiş, fakat o yolda çalışanlardır.

Bu tip bir ayırım, her doktrinde zaruri olarak vardır ve çeşitli kelimelerle ifade edilmiştir; apaçık gizli, geniş yol-dar yol, büyük tekerlek, küçük tekerlek, kabuk-çekirdek gibi.” Konuyla ilgilenenler için, “Arkeoloji ve Sanat Yayınları”ndan çıkmış olan David Ulansey’in yazdığı “Mitras Gizlerinin Kökeni” adlı kitap ciddi bir araştırmanın ürünü.Hurriyet.com.tr


 
   
 
 
 
 


Nisan 10, 2010, 10:26:53 öö
Yanıtla #1
  • Ziyaretçi

Mithra Kültürünün Esrarı

Zaman: İS 1-4. yüzyıllar
Mekân: Roma İmparatorluğu

"Sabah tanrısı Mithra,
Büyük boğanın öldüğü bu yerde,
Karanlıklar içindeki çocuklarına bak
Kurbanımızı kabul et!

Sen pek çok yol yaptın,
Hepsi de ışığa varan.
Ve asker de olan Mithra
Bize ölmesini öğret!"

RUDYARD KIPLING, 1906

Mithra Kültü, bildiğimiz kadarıyla, 1. yüzyılın sonlarına doğru Roma'da ortaya çıkmıştır. Kültün ana esrarı tanrı Mithra'nın bir mağarada beyaz bir boğayı öldürmesidir ve bu eylemin insanlığa kurtuluş getirdiğine inanılmıştır. Boğa öldürme sahnesi ("tauroctony") ülke boyunca tanrının bütün tapınaklarında (mithraeum) çok küçük farklılıklarla betimlenmişti.

Bazı mithraeum'larda resmedilmiş bir iki dize ile yakınlarda Berlin'de bulunan bir papirüs parçası dışında herhangi bir ayin metni olmadığı için, Mithra Kültü'nün sırlarını çözmeye yarayacak elimizdeki tek ipucu bunlardır ve bu esrarı çözmek de hiç de kolay bir iş değildir.


KÖKENLER VE KÜLTÜN YAYILMASI

Mithra Kültü, genelde bir "doğu" dini olarak tanımlanır. Mithra araştırmalarının kurucu babası Belçikalı bilimadamı Franz Cumont'a göre kült, Doğu'da, herhalde İran'da doğmuş ve sonra batıya yönelerek Roma'ya kadar ulaşmıştır.

Mithra gerçekten de köken olarak bir doğu tanrısıydı ve resmedildiğinde de üzerindeki giysiler hep doğu giysileridir. "Frigya" şapkası denilen konik biçimli şapkası, doğu ile ilişkiyi vurgulamaktadır ve İÖ 1. yüzyılda Antik Çağlar'ın Kommagene'sinde (Güney Türkiye) Nemrut Dağı'ndaki röliyeflerde onu böyle giyinmiş olarak Kral Antiochus'u (İÖ 80-32) selamlarken görüyoruz.

Ayinlerde kullanılan "nama" ("selam") gibi sözcükler, meşale taşıyan Cautes ve Cautopes ile esrarengiz Ehriman gibi Mithra maiyetindekilerin adları hep İran ya da Mezopotamya kökenlidirler.

Ancak bu "doğu" unsurları ne kadar derine işlemiştir? Cumont'un Mithra Kültü'nün doğu kökenli olduğu tezini destekleyen önemli bir unsur Plutarkhos'un Büyük Pompey'in İÖ 67 yılında Akdeniz'de korsanlarla mücadelesini anlatan bir metninde yeralmaktadır.

Güneydoğu Küçük Asya'da Kilikya korsanlarının "garip kurbanlar getirdikleri ve Mithra Kültü'nde hâlâ varolan gizli ayinler yaptıkları" bildirilmektedir. Bu metin İÖ 1. yüzyıl ortalarında Doğu Akdeniz'de Mithra ayinlerinin varlığının kanıtı olarak kabul edilmiş ve Kilikyalı korsanların Mithra Kültü'nü batıya taşıyan aracılar oldukları iddia edilmiştir.

Ama bu doğru ise, o zaman neden Akdeniz dünyasında Mithra tapınakları ya da boğa öldürme sahneleri Hellenistik dönem boyunca hiç yoktur ve eğer Mithra Kültü'nün kökeni doğuda aranacaksa neden imparatorluk zamanında orada mithraeum'laıın sayısı çok azdır? Ve eğer Mithra Kültü gerçekten İÖ l. yüzyılın ortalarında batıya erişmişse neden orada kanıtlarım bulmamız için bir buçuk yüzyıl geçmiştir?


Plutarkhos, Mithra Kültü'nün henüz yayılmaya başladığı 2. yüzyılın ortalarında yazıyordu ve bu nedenle "gizli ayinler"den söz edilmesi bir tarih hatası olabilir: Kilikyalı korsanlar Mithra'yı tanrılarından biri olarak kabul etmiş olabilirler (Antiochus'un komşu Kommagene'de yaptığı gibi) ama boğa öldürme ve Mithra Kültü'nün ritüel ve ayinlerinin tümü o zaman herhalde daha icat edilmiş değildi. Mithra Kültü'nün kökenlerini İÖ 2. yüzyılda Doğu Türkiye'de Tarsus'un felsefe ve bilim çevrelerine yerleştiren alternatif bir görüş de aynı eleştirilere açıktır.

Boğa öldürme sahnesine benzeyen en eski gönderme, Domitianus'un saray şairi Statius'un 92 yılında yayınlanan bir şiirinde "bir Pers mağarasının kayaları altında inatçı boğanın boynunu büken" dizesidir. Tauroctony'nin ilk tasviri de şimdi British Museum'dadır ve bunu imparator Trajan'ın (98-117) muhafız alayı başkanının kölesi Alcimus yaptırtmıştır.


Bu nedenle kült, Roma'da entelektüel gruplar arasından çıkmış olabilir. Bunlar kurtuluş vaad eden kültlerin ve bir ölümden sonraki dünyanın geleneksel devlet dininden daha umut verici olduğu bir zamanda yeni bir din "yaratmış" olabilirler.

Mithra Dini, 125 yılından sonra özellikle kuzey sınırları boyunca ve Roma'nın limanı olan Ostia gibi kozmopolit yerlerde hızla yayılmıştır. Ostia'da 16 mithraeum bulunmuştur. Dinin ordu ve tüccar sınıfı arasında pek popüler olduğu anlaşılmıştır, ancak her şeyden öte yalnızca erkeklerle sınırlı olduğu için, (Hıristiyanlık gibi) evrensel bir cazibesi olmamıştır.


BOĞA ÖLDÜRME SAHNESİ

Tauroctony hızla standart hale getirilmişti ve bir iki bölgesel farklılıklar varsa da tablo imparatorluğun her yerinde aşağı yukarı aynı idi. Mithra boğanın sırtında çömelmiş, hançerini hayvanın boynuna saplıyor. Bu pozun esin kaynağı hiç kuşkusuz Roma'da Trajan Forumu'nda ve diğer yerlerdeki röliyeflerde görülen Zafer'in, sırtına abanarak bir boğayı zaptetmesi sahnelerinden alınmıştır.

Tanrı omzu üzerinden güneş tanrısı Sol'a bakar. İkisinin arasındaki güneş ışını aralarındaki yakın ilişkiyi gösterir ve Sol' un kuşu olan kuzgun da çoğunlukla oradadır. Ay tanrıçası Luna'nın bir büstü Sol'un büstünü dengeler. Meşalesini havaya kaldırmış Cautes ışığı, meşalesini aşağı çevirmiş Cautopates karanlığı temsil ederler ve boğa öldürme sahnesinin iki yanında yer alırlar. Işık ve karanlık arasındaki bu ikilik Mithra Kültü'nün temel unsurudur.


Boğanın altında bir akrep, bir yılan (derisini değiştirdiği için toprağın ve yenilenmenin sembolü) ve genellikle boğanın yarasından akan kanı yalamak için sıçrayan bir köpek vardır. Boğanın kuyruğundaki buğday başakları Mith-ra'nın bu kahramanca eyleminden doğan yeni hayatı temsil eder.

Ren ve Tuna nehirlerinin sınırlarındaki tasvirlerde boğanın altındaki bir aslan ve bir kap (şarap karıştırmak için) herhalde ateş ve suyu simgeler (ve böylece yılanın simgelediği toprakla bir üçlü oluşturur). Bu bölgedeki tauroctony'lerde Mithra'nın diğer işleri de görülür: Mithra'nın kayadan doğması, Sol ile anlaşma, su mucizesi (havaya bir ok fırlatmak), boğanın yakalanışı, mağarada Sol ile birlikte boğanın etinin yenmesi ve diğerleri.

Boğa öldürme sahnesindeki unsurların çoğu astrolojik sembolizm ile yakından ilişkilidir (örneğin, Taurus [boğa], Leo [aslan], Scorpi [akrep]) ve Mithra tauroctony'si bir "yıldız haritası" olarak görülmüştür: Bir kurama göre bu, bahar gündönümü Boğa burcundayken gök ekvatorunda bulunan bazı yıldızların sembolik tasviridir. Mithra ve onun kozmos üzerindeki hâkimiyeti kültün temelidir. Gökyüzünün yıldızları sırtındaki pelerinde ve mithraenum'ların kubbeli tavanlarında görülür.


TAPINAKLAR VE AYİNLER

Mithra tapınakları dört köşeli ve genelde küçüktürler: Bilinen en büyüğü Romanya'da Sarmizegethusa'da olup 26 metre boyundadır. Bunlar genellikle bir giriş, uçtaki Tauroctony'ye uzanan bir ana salondan oluşur: Tapınanlar iki yandaki yüksek platformlara uzanırlar. Bu nedenle mithraeum, kült üyelerinin toplantı odaları olup gizli ayinlerin yapıldığı bir yerdi: Hıristiyan kilisesine benzer ama yalnızca tanrının heykelinin bulunduğu ve törensel kurban olayının dışarıda açık havada bir sunakta gerçekleştiği putperest tapınaklardan farklıdır.

Bir Mithra tapınağında neler yapıldığı ise bilmemektedir. En alttaki Kuzgun'dan yerel Mithra cemaatinin lideri olan en üstteki Pater'e (Baba) kadar yedi derece olduğunu biliyoruz. Dördüncü derece olan Aslan'ın özellikle önemli olduğu anlaşılmaktadır ve bazı metinlerde tapınaktan leonteum olarak söz edilir.

Bir dereceden diğerine geçmek bazı sıkıntıları gerektirir: Adayın gözleri bağlanır (bazı fresklerde meşale ile damgalamalar ve kılıçla açılan yaralar görülmektedir), bir tapmakta (Hadrianus Duvarları'nda Carrawburgh) bir işkence çukurunun olduğu ve adayın burada sembolik olarak yakıldığı söylenmektedir.

Sol ve Mithra'nın boğa eti yemelerinin sembolü olarak da (bazı mithraeum'larda bulunan kemiklere bakılırsa) pahalı sığır eti yerine koyun ya da tavuk yenilirdi. Kimi zaman boğanın eti ve kanı yerine ekmek ve şarap kullanılırdı ki, bu da Mithra Kültü'nü Hıristiyanlık'la çatışmaya sokmaktadır. 4. yüzyıl başlarında Hıristiyanlığın resmen kabul edilmesiyle Mithra Kültü de çöküşe geçmiş ve tapınaklar, büyük bir olasılıkla Hıristiyanlar tarafından yıkılmıştır.


MİTHRA SÖZCÜĞÜNÜN KÖKENİ

Sanskrit dilindeki Mitra Avesta ve Pehlevi dillerinde Mithra, Yunanca ve Latince'de Mithras olarak yazılırdı. Tanrısal köken olarak, Hinduizmin Veda Döneminde Adetya tanrılarından biriydi; ayrıca Zerdüşt dini öncesi İran'da da güneş, adalet, antlaşma ve savaş tanrısıydı.

Mithra ilk kez İÖ 1400 tarihli Veda metinlerinde geçmiştir. Hindistan'dan Pers topraklarına, Persler'in Büyük İskender'e yenilmesinden sonra bütün Yunan dünyasına sıçrayan Mithra'nın Roma dönemi esrarını hâlâ korumaktadır.


Nisan 10, 2010, 10:30:59 öö
Yanıtla #2
  • Ziyaretçi

Bu özellikleri taşıyan bir Mitra kült alanına tüm Roma Imparatorluğu içinde başka hiç bir yerde rastlanmamaktadır. Bahsedilen mağarlarının duvarlarında içinde kandiller ve küçük figürler bulunan nişler yer almaktadır. Bazı büyükçe ve havuza benzer oyuklar,  ritualler sırasında su kullanımına işaret etmektedir. Çok tahrip olmasına rağmen kült kabartmalarında imparatorluğun ayrı köşelerinden ele geçmiş başka buluntulardan bilinen şu sahne izlenebilmektedir: Mitra ay boğasının sırtında diz çöküp, bir hançer ile boğazını keserek öldürmektedir. Boğanın boğazıdan akan kan yeni bir hayat anlamına gelmektedir. Bu efsanede yer alan akrep, yılan ve köpek gibi diğer hayvanlar daha geç dönemlerde meydana gelen  tahribatlara  rağmen seçilebilmektedirler. Sahne meşale taşıyıcıları Cautes ve Cautopates ile çerçevelenmektedir. Kabartmanın üst kısmı bir kavisle şekillendirilmiştir. İki üst köşede güneş tanrısı Sol ve ay tanrıçası Luna yer almaktadır. Birinci kült mağarasındaki kabartmada Mitra´nın başı parçalanıp yerinde bir haç sembolü kazılmıştır.



Nisan 10, 2010, 10:33:28 öö
Yanıtla #3
  • Ziyaretçi



www.doliche.org arkeolojiye meraklı olanlar mitranın izini sürebilirler..


Nisan 10, 2010, 11:32:11 öö
Yanıtla #4
  • Ziyaretçi

"Acelen ne senin, acelen ne ki çiçekler soluyor?…”

                                              (Bir Mithra ayininde başpapazın (baba) duasından"

          Güneşe tapınmaya dair antik Grek ve Roma kültüründe bazı izler bulunmaktadır. Augustan zamanındaki Latin takviminde 9 Agustos günü Quirinial tepesinde güneşe tapınma ve kurban verme zamanı olarak (Sol Indiges) işaretliydi. Roma’lı tarihçi Varro, Titus Tatius zamanında güneş ve ay için hazırlanmış kurban sunaklarından bahseder. Ayrica Circus Maximus yakınında da antik bir güneş tapınağı bulunmaktaymış. Tapınağın Constantine dönemindeki adı ise güneş ve ay tapınağıymış. Antik Aryen halklarda ortak bir güneşe tapınma kültü olduğunu görüyoruz. Bu halklar; Vedik Indians, antik Persler, antik Grekler hatta Litvanyalılar ve Almanlar gibi bazı kuzey Avrupalı dallardır. Aurelian döneminden kalma sikkelerdeki güneşin konumu ve biçimi onun ne derece de idealize edildiğini göstermektedir. Bu güneş sembolünün antik Greklerden Roma’ya geçtiği düşünülmektedir. Probus döneminden kalma bir sikkede “fethedilemez güneş, Augustus’un kılavuzudur” yazılıdır. Aquelia’da bulunan bir kitabe de imparator Diokletien ve Maximilian tarafından güneş tanrısına adanmıştır. Roma İmparatorluğu, güneşe tapınma kültünü hristiyanlığın kabul edilmesine yakın bir süreye kadar gözetmiştir. Strabo “Mithra” adında bir Pers güneş tanrısından bahsetmiştir. Yinede sözlerinde Mithra’nın tam olarak güneşimi yoksa ışığın kendisinimi tanımladığı kesin değildir. Pers tanrıları çevresindeki kültürleri derin izler bırakacak şekilde etkilemiştir. Bunlar en büyük tanrı “ Ahura Mazda” gök tanrısı “Bel” ile karıştırılmış, tanrıça “Anahita” ise “İsthar” ve “Venüs” şekline bürünmüştür. Mithra ise güneş tanrısı “Şamaş” oluvermiştir. Achemenidian hanedanı zamanında Pers’li kolonistler Ermenistan’a yerleşmişler ve Pers tanrıları burada tanınmıştır. Strabo, Ermenistan kralının, Pers kralına “Mithrakana” yani Mithra festivalinde kullanması için 20.000 adamını gönderdiğini yazmıştır. Bu festivalin tam içeriği bilinmemekle birlikte kralın o gün için sarhoş olmaya izin verdiğini, Mithra’ya kurbanlar verildiğini ve bir çeşit Pers dansı yapıldığını biliyoruz. Kapadokya ve Pontus Pers etkisi altındayken, “şatraplık” adı verilen yarı bağımsız yönetim birimleri olarak Pers soyluları tarafından yönetilmektedirler. Bu asillerden Mithridates, Büyük İskender’in ölümünden sonra Pontos bölgesinde bir imparatorluk kuraccak ve o zamanın en büyük güç odağ olan “Roma İmparatorluğu”nun Anadoluyu istilasına engel olmaya çalışacaktı. Bu dönemde “Mithra”, Savaş Tanrısı kimliğine de bürünür, Roma İmparatorluğu’na karşı savaşan Pontus ordusunun koruyucusu olur. Strabo zamanında Kapadokya’da Mithra adına şapeller bulunmaktaydı. Pausanias birbuçuk asır sonra; Lidya’lıların, bir Pers tanrıçasına tapınmak için Hierocaesarea ve Hypaepa şehirlerinde şapeller inşa ettiklerini, her şapelde mimberin önünde rengi normal olmayan küllerin bulunduğunu, bir rahibin şapele girdikten sonra mimberin önüne kuru odunları yığdığını, sonra bir kitaptan anlaşılmaz bir dille ilahiler okumaya başlayınca, odunların bir müdahaleye gerek olmadan kendilerinin tutuştuğunu bildirir.

          Anadolu yaylaları dışında ilk olarak M.Ö. 1. yy’da Roma’lıları caından bezdiren Kilikya’lı korsan denizcilerin Mithra ayinleri düzenlediğini görüyoruz. Birinci yüzyılın sonunda Mithra Roma kültürüne adapte olmuştur. Şair Statius “ Mithra, kayaların arasında bir Pers mağarasında boğanın boynuzlarını büker” mısrasını yazmıştır. Buradaki kinaye, Mithra heykellerini tanımlıyor olabilir. Mithra heykellerinde , Tanrı Mithra bir mağarada, bir boğanın arkasında diz çökmüştür ve bir eliyle boğanın boynunu tutarken diğer elinyle bir bıçağı onun böğrüne saplamaktadır. Antik filozoflardan Lactantius Placidus bu metindeki boynuz kelimesini ay tutulmasıyla ilişkilendirmiş ve güneş tanrısının, gerçekte ay ile savaştığını bildirmişti. Burada boğanın boynuzları hilal şeklindeki ayı temsil ediyordu. Mithra bazen aslan kafası olarak da sembolize edilmiştir. Bu yüzden burçlar takviminde en güneşli ay olan ağustosun sembolü aslandır. Aslan başlı tanrı sembolüün elinde iki anahtar bulunmaktadır. Bu iki anahtar zamanın sonsuzluğunu temsil eden Pers tanrısı Zervan Akarana ve Ahura Mazda’nın (Bilge Efendi) yarattığı birbirine karşıt iki ruh Ormuzd ve Ahriman olarak açıklanabilir.

          Friglerin Ana Tanrıça’sı, Kartacaların Astarte’si ve eski Mısır’lıların İsis ve Serapis gibi doğulu tanrılarıyla karşılaştırılınca, Mithra’nın Roma’ya çok geç ulaştığı söylenebilir. Bunun nedeni Mithra’nın Anadolu platosu ve Pontos dağlarından, Ege kıyılarına inememesidir denilebilir. Pire’de bir Mithra tapınağınınn izleri bulunduysa da Ege’li Grekler eski düşmanlarının tanrısına pek misafirperver davranmamıştır.

          Roma ordusu’nun, Pontus İmparatorluğu’nu yıkıp Anadolu’yu ele geçirmesinden sonra Mithra’ya tapınma batıya doğru yayılmıştır. Anadolu’da görev yapan Romalı askerler bu kültürden etkilenmişler, görev yerleri değiştiğinde yada emekli olup yurtlarına döndüklerinde yüreklerinde Mithra’yı da gittikleri yerlere götürmüşlerdir. Tuna nehri civarı, Ren havzası, Fransa kıyıları, Galler, İskoçya, Avusturya vadisi hatta Afrika’da Sahra çölünde bile bu külte ait izlere rastlanmıştır.

          . “Fethedilemeyen güneş Mithra, Lordumuz Commodus Antoninus Augustus’a güven verir” deyişi o dönem dillerden düşmez. M.S. 4. yy’lın başlarında Mithriatik inanç tüm imparatorluk sınırları dahilinde bilinmektedir. 307 yılında Diocletian, Galerius ve Licinius Tuna üzerinde Carnuntum’da toplanırlar ve bir tapınağı kutsarken “fethedilemeyen Güneş Tanrısı Mithra, imparatorluğumuza yardım etsin “derler. Mithra artık imparatorluğun en büyük tanrısı olmuştur ki, bir süre sonra Ortadoğudan gelen başka bir tanrının müritleri tarafından ortadan kaldırılacak ve güneş sonsuza kadar batacaktır.

          Mithra kültüne ait kitabeler Roma İmparatorluğu’nun her tarafında bulunmuştur. Kitabelerde, güneş Mithra yada fethedilemeyen güneş Mithra yazmaktadır. Bununla birlikte bol miktarda Mithra heykelide bulunmuştur, bunların bir tanesinde diz çökmüş genç bir adamın önünde doğuya özgü bir kostüm içinde ve pelerinli olarak durmaktadır. Bir kabartmada ise Mithra sağ elinde ne olduğu anlaşılmaz bir şey tutmaktadır ve solunda başında taç olan bir yoldaşı vardır.

          Osterburken’de bulunan bir başka kabartmada Mithra’nın sağ elinde yine o gizemli şey vardır. Sol eli ise belindeki kılıcının üzerindedir. Heddernheim’de bulunan bulunan bir röliyefte ise Mithra diz çökmüş ve eliyle tutarak güneşin doğmasına yardım etmektedir. Bir çok anıtta ise iki ayrı tanrının birbirinin elini sıktığı görülmektedir. Bunlarda güneşin etrafında bir bulutun olduğu ve Mitra’nın pelerinli ve eli kamçılı olduğu görülmektedir. İki ayrı tanrı bir çeşit anlaşma yapar gibi görünmektediler. Osterburken’de ki kabartmada iki tanrının birliğini kutsamak için olsa gerek bir mimber önünde gösterilmiştir. Mithraik kabartmalardaki iki figür, onun güneş karakterini temsil etmektedir: Bir boğanın kurban edilmesi ve Frigya başlığı giymiş ve Mithra gibi giyinmiş iki genç erkek. Her ikisininde elinde yanan meşaleler olmasına rağmen birisinin meşaleyi yanan tarafından tuttuğu görülmektedir. Anıtlardaki kitabelerde meşaleye “cautes” meşaleyi tutanınada “Cautopates “ denildiğini öğreniyoruz. Bazı kitabelerde “deus” yani Tanrı sözünün de geçmesi Cautes ve Cautopates’in ilahi bir nitelik taşıdığını göstermektedir. Her iki sözcüğünde etimolojisi hakkında net bilgi yoktur. Kitabelerden birinde yazan “deo invicto Mithrae Cautopati” yı “ fethedilemez tanrı Mithra Cautopates” olarak çevirebiliriz. Sonuç olarak elimizde üç adet Mithra tasviri bulunmaktadır. Boğayı öldüren, meşale taşıyan Cautes ve Cautopates.

          Mithra üçlemesinin Zerdüştlükte bir anlamı yoktur fakat Babil’le bir alakası olabilir. Semitik astrolojide Mithra’nın güneş tanrısı olduğunu görüyoruz. Meşale taşıyanlar belkide güneşi temsil ediyor olabilirler. Meşaleyi sapından tutan gündüzü, yanan yerinden tutarak ışımasını engelleyen ise geceyi yada şafağı temsil ediyor olabilir. Meşaleyi tutan Cautes’in yanında bir horoz figürü olması bu inanışı güçlendiriyor. Antik Grek mitolojisinde de horoz zamanla ilgili bir simgedir. Plutarch, Apollo’nun elinde güneşin doğuşunu ve batışını simgeleyen bir horoz tuttuğu bir resimden bahseder. Bu durumda Cautes gündüzü, Cautopates geceyi temsil eder. Hilal şeklindeki boynuzlarıyla geceyi temsil ettiği düşünülen boğada geceyi temsil etmekte ve Mithra (güneş) tarafından öldürülmektedir. Bununla beraber Mithriadik sanatın en önemli öğesi olan boğanın öldürülmesi sahnesinin Mithriyadik ibadette en önemli ögelerden biri de olduğu tahmin ediliyor.

          Zerdüşt’ün sözlerinin yazılı olduğuna inanılan Avesta’larda bu öküzün, insanoğlu dışındaki tüm tohumları, bitkileri, hayvanları kapsayan büyük Efendi Ahura Mazda tarafından yaratıldığı yazılıdır. Kötü ruh “Ahriman” tarafından esir alınan boğanın öldürülmesi tüm bitki ve hayvanların doğması ve canlanmasına sebep olacaktır. İnsan ırkı bu gelişmeden bağımsızdır çünkü o bambaşka bir orijinden gelmektedir. Bundaniş adı verilen antik Pahlavi kozmolojik çalışmasında; hayvanın kemik iliğinden 55 tür buğday ve 12 tür tıbbi ot, boynuzlarından bezelye, burnundan pırasa, kanından üzüm dolayısıyla şarap, ciğerlerinden sedef otu, kalbinin ortasından kekik, tüm öteki taraflardan ise Avesta’nın oluştuğunu yazmaktadır. Öküzün spermleri ise hayvan türlerini oluşturacaktır. İlk olarak biri dişi biri erkek iki sığır daha sonrada her hayvan türünden bir çift dünyaya yayılacaktır. Aynı kaynaktaki bir başka pasajda ise kurban edilen andaki ayın durumuna göre yetişecek türlerin etkilendiği yazmaktadır.

          Bundaniş’de öküzün kurban edilirken sağ ele düşmesi gerektiği yazılmaktadır, gerçekten de tüm kabartmalarda Mithra öküzü sağ koluyla tutmaktadır. Gerek Grek yazarlar gerekse Ahura Mazda dinine ait tasvirlerden anladığımıza göre antik Persler dünyanın sonu geldiğinde ruhun tekrar dirileceğine inanıyorlardı. Soşyan “her kim ki kötü ruhunu yener, gelecek yaşam için tekrar dirilecektir” demektedir. Dünyada iyi işler yapanlar cennete, kötüler ise cehenneme gidecektir. Herşeye kadir olan Ahura Mazda iyileri ödüllendirecektir.

         Hristiyanlık Hellen dünyasına Trabzon'dan yayılmıştır. Söylentilere göre Diocletian zamanında zamanında Trabzonda Hristiyanlık ilk şeditlerini vermiştir: Eugenios, Canidius, Valrian ve Aquila. Bunlardan St. Eugenios şehrin koruyucu azizi ilan edilmiştir. Onun Trabzon'a hakim Boztepe'deki Mithra heykelini yıktığına zamanla hristiyanlaşan halk tarafından methiyeler düzülmüştür. Justinian'ın şehre su kemerileri inşa ettiği dönemlere adı büyük şehit olarak anılmaktaydı. (Procopios, De Edificiis, iii,7). Hristiyanlık öncesi Doğu Karadeniz'de Anadolunun büyük bölümü gibi "Mithra "dini etkisi altındadır. Pontos imparatorlarının sikkelerinde hatta İsanın doğumundan 13 yüzyıl sonra inşa edilen Ayasofya kilisesinin dış duvarında bu dini simgeleyen hilal şeklinde ay ve yıldıza benzeyen güneş motifi bulunmaktadır. Boztepe (eski adı Minthrion), Pontos İmparatoru Mithridates adlarını bu dine ithafen almışlardır.

Antik Pers İmparatorluğu

          Zamanın bir başka türlü aktığı Trabzon ve civarında Mithra kültürüne ait izler bulunmaktadır. Antik dönemde Persler, uzun bir dönem boyunca bölgeyi yönetmişler ve yerli halk kültürü üzerinde geleceğe taşınacak bazı izlerde bırakmışlardı. Zela'da Pers tanrısı Anaitis, Omanus ve Anadatus adına tapınaklar vardı. Grek kolonistlerde bu tanrılardan bazılarını kendi kültürlerine adapte ettiler. Zeus Stratios, Pers tanrısı Ahuramazda'nın Grekleştirilmiş bir formuydu [F. Cumont, RHR 43 (1901) 47-57; Studia Pontica vol.2 (1906) 171-184]. Bu Pers kültürünün Grek evlerine , ruhuna girmesi demekti. Bu izlerden günümüze ulaşan  bir tanesi  "Ahriyan " kelimesinin yaşlı kuşak tarafından hala kullanılmasıdır. Kudret Emiroğlu "Maçka Etimiyoloji sözlüğünde" ahriyanı şöyle tanımlıyor :

          "Zali, katı yürekli...Zerdüşt dilinde Ahura Mazda’nın (Bilge Efendi) yarattığı ikiz ruhlardan yalanın karanlığın ve ölümün yanında yer alan Ehrimen’den gelir. Ehrimen Avesta dilindeki Angra Mainyu olarak da bilinir. Zerdüştün sözlerinin yaılı olduğuna inanılan Avesta söylenceye göre İskender tarafından yaktırılmıştır, bugün elde bulunan metin m.s.3 yüzyılda yazılmıştır. Gelibolu’lu Mustafa Ali’de ahriyan bilgisiz, aptal salak". İranda ve Pers kültürü etkisi altında bulunan Azerbeycan, Ermenistan gibi bölgelerde de "Kitab-ı Avesta"nın kalıntısı olan bu deyim bilinmekte ve İranda "Ahririyan" kötü ruhlu insan olarak kullanılmaktadır.

          Mithra döneminden kalan bir başka gelenek ise güneş duası da denilen Trabzon'da Gus gus gera, Kuç ku çura, Rize'de ise Babra bubrik adı verilen adettir. Bu geleneğin Anadolu'nun bir çok yerinde görülen yağmur duasından iki farkı vardır. İlki duanın adında olduğu gibi yağmur yağması için değil güneş doğması için dua edilmektedir ki bu iklim koşullarıyla açıklanabilir. İkinci fark bu geleneğin ayırıı özelliğini ortaya koyar; "güneş duasında", yağmur duasından farklı olarak yalvarılan, ihsanı istenilen varlık "Allah" değil bir zamanlar "Mithra" olarak adlandırılan  bizzat güneşin kendisidir. Bu ritüelin benzerlerine Kuzey İran, Ermenistan ve Azaerbeyca'ın bazı bölgelerinde de rastlamak mümkündür.

          Mithriatik gelenekte öküz kurban edilen törenin adı “taurobolium”dir.
 

  1 2         3

1 - Pontos İmparatoru Mithridaes'in M.Ö. 1. yydan kalma sikkesindeki hilal ve güneş şeklindeki yıldıza dikkat

2 - Pontos İmparatorluğunun yıkılmasından, Roma işgalinden , Bizansın bölünmesinden çok çok sonra Trabzon İmparatorluğu döneminde yapılan (13.yy. başlarında) Trabzon Ayasofya klisesindeki aynı sembol.

3- Sürmene Köprübaşı İlçesi (Göneşera) Yılmazlar mahallesinde bir köy mezarı yapım yılı Hicri 1195- 1781 sembole dikkat.





 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
2 Yanıt
5710 Gösterim
Son Gönderilen: Temmuz 29, 2010, 05:01:08 ös
Gönderen: poyraz06
Beynin Gizemi Nedir?

Başlatan bugfree Felsefe

0 Yanıt
2464 Gösterim
Son Gönderilen: Ağustos 21, 2008, 01:22:14 ös
Gönderen: bugfree
0 Yanıt
3133 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 25, 2009, 10:33:18 öö
Gönderen: zarathustra
0 Yanıt
5095 Gösterim
Son Gönderilen: Nisan 14, 2010, 09:42:26 ös
Gönderen: Mozart
8 Yanıt
10813 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 06, 2011, 03:13:53 öö
Gönderen: moonlight