Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: ANDALUCIA = ENDÜLÜS ( 5 )  (Okunma sayısı 4351 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Eylül 20, 2010, 04:28:02 ös
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay




Endülüs Uygarlığının Batı’ya Katkısı

Bilim tarihçileri şöyle bir görüş üzerinde uyum içinde: “Endülüs Emevileri aracılığıyla Avrupa’ya giren bilim ve felsefe nedeniyle Endülüs, İslâm dünyasının Avrupa’ya açılan ilk penceresidir.”

Kültür alışverişinde her iki kesim doğal olarak birbirlerini etkilemiştir. Bu etkileşimde çekim merkezi Endülüs olmuştur.

Batı uygarlığının kökleri, Helen ve Roma kadar İslâm uygarlığına da bağlıdır. Üstelik Batı uygarlığı, Helen ve Roma ile olan bağlantısını ancak İslâm uygarlığı sayesinde sağlamıştır. Endülüs İslâm uygarlığının tarihsel önemi burada ortaya çıkmaktadır. Batı uygarlığının tarihteki arka planını kavramak ve bunda Müslümanların yadsınamaz rollerini görmezden gelmek tarihe ihanet etmek demektir. (Kaynak: Prof.. Mehmet Özdemir, “Endülüs Müslümanları Medeniyet Tarihi”)

Her ne kadar Batı’daki Rönesansın kayrnağının Doğu olduğu söylenirse de, Endülüs’ten tüm Batı dünyasına yayılan bilim ve felsefenin Rönesansın oluşmasına etkisi göz ardı edilemez. Bu bağlamda deyiş değişmeyecekse, Endülüs’ü de Doğu’nun bir öğesi olarak tutmak mı gerekir acaba?

O tarihlerde bilim ve felsefe, Tuleytule (Toledo) ile Kurtuba (Cordoba) kentlerinde yoğunlaşmış, Halife 3. Abdurrahman’ın desteği ile medrese ve kitapevleri kurulmuştu. Dolayısıyla Endülüs uygarlığı, bir bakıma “bir kitap uygarlığı” olarak da görülebilir. Endülüs tarihine ilişkin kaynak yapıtlarda, burada yetişen Müslüman bilginlerin binlerce yapıt kaleme almış olduğu belirtilmektedir.

Endülüs’ün çeşitli kentlerinde kitap çarşıları vardı. Endülüs kitaplıklarındaki kitapların bir bölümü, iç karışıklıklar esnasında yağmalanıp satılmış, bir bölümü de Kuzey Afrika’ya götürülmüştür. Arta kalanlar ise, ya Hıristiyan işgali esnasında ya sonrasında papazların hışmına uğramıştır. Bağnazların neden olduğu tahripler ya da başka nedenlerle, ne yazık ki bu kitapların büyük bir bölümü yok olmuştur.

Yüzyıllar sonra Fransız Fizikçi Pierre Curie «Endülüs’ten bize otuz kitap kaldı, atomu parçalayabildik. Eğer yakılan bir milyon kitabın yarısı kalmış olsaydı, çoktan uzayda galaksiler arasında geziyorduk.» diyerek Hıristiyanlar adına hayıflanmıştır ama neye yarar?

Bilim ve kültürde görülen gelişmelerin bir sonucu olarak, 9. yüzyılın ilk yıllarında Fransız, İngiliz, Alman, İtalyan bilim ve din adamlarından kimileri Endülüs medreselerinde İslâm bilginlerinden ders alarak öğrendiklerini ülkelerine götürdü. Endülüs’ün üç büyük kenti Kurtuba, Tuleytule ile Gırnata’daki İslâm medreselerinde işlenen matematik, fizik, astronomi, kimya, tıp, felsefe, mühendislik konularını kapsayan bilgiler, Avrupa bilim çevrelerini aydınlattı. Arapça kitapların Latinceye çevrilmesiyle edinilen bilgi ve düşünceler, Avrupa’yı etkilemeye başladı.

Hani Rönesans’ın doğmasının temel nedenlerinden biri olarak Antik Helen kitaplarının batı dillerine çevrilmesi gösterilir ya… Endülüs kaynakları Arapça kitaplar hiç de onlardan aşağı kalmaz.

12. yüzyılın ilk yarısında İngiliz Bathlı Adelard, kendisini bir Müslüman öğrenci gibi gösterip Kurtuba medresesindeki dersleri izlemişti. Ülkesine dönüşünde, “Natural Questions” (Doğal Sorular) adı altında İslâm biliminin geniş bir özetini yayınladı. Adelard’ın Endülüs’ten getirdiği, el-Harezmî tarafından Arapçaya çevrilip geliştirilmiş olan Öklit geometrisinin Helence özgün kopyası 1533’te bulunana dek, Batı Avrupa üniversitelerinde ders kitabı olarak okutuldu. Adelard, Ptoleme’nin “Almagest” ve el-Harezmî’nin de kitaplarını çevirdi. 1020 yılında ticaret gelişmeye başladığında Venedikli Fibonacci (Leonardo de Pisa), tüm bu bilgileri “Practica Geometriae” (Geometri Pratiği) adlı yapıtında topladı. “Kitab-ül Muhtasar Fi Hesab al-Cebra” adlı olup, bu kitapta yer alan “gnarismo”, “algorithm” “cipher” gibi terimler günümüzde bile matematikte kullanılmaktadır. Bu yapıtın Bathlı Adelard tarafından Kurtuba kitaplığındaki el-Harezmî’nin Arapça elyazmalarından Latinceye çevrildiği sanılmaktadır.

Yıllarca Endülüs’te kaldıktan sonra Londra’ya dönen Chesterli Robert adlı bir başka İngiliz, orada öğrendiği alşimiyi Batı Dünyası’na tanıttı. Cremonalı Gerard, Tuleytule’ye gidip Arapça öğrendikten sonra, Arap kaynaklarından Latinceye tam 92 kitap çevirdi. Uzun yıllar sonra Kopenhag’da yayınlanan “The Astronomical Tables of Al-Khwarizmi” (El-Harezmî’nin Astronomik Tabloları) adlı kitap, aslında Cremonalı Gerard’ın Arapçadan çevirdiği yapıtlar arasındaydı.

İslâm biliminin Batı’ya en büyük armağanı, Arap sayı sistemi oldu. Avrupalılar, 12. yüzyıldan sonra o kullanışsız Roma rakamları yerine kullanılışlı Arap rakamlarını benimsedi ve onları Latin rakamlarına dönüştürdü. Böylece matematiğin gelişmesinde dehşetli bir hız sağlandı.

Sevillalı Juan’ın 12. yüzyıl sonlarındaki Latince çevirisi “Liber Algorismi de Practica Arismetica” (Pratik Aritmetiğin Algoritma Kitabı), Avrupa bilim çevrelerini çok etkiledi. Sayıları belirtmek için harfler ya da heceler yerine on basamaklı sayı sistemi kullanan Harezmî’nin bu konu üzerinde yazdığı kitabın Algoritmi de Numero Indorum (Hint Sayıları Algoritması) adıyla Latince’ye çevrilmesi sonucu, simgelerden oluşan bu sistem ve sıfır rakamı, 12. yüzyılda Batı dünyasına sunuldu. Nitekim El-Harizmî’nin  “Hesab-ül Cebir vel-Mukabele” adlı kitabı, matematik tarihinde cebirde birinci ve ikinci dereceden denklemlerin sistematik çözümlerinin yer aldığı ilk yapıttır. Bu nedenle Harezmî “Cebirin babası” olarak da bilinir.

Arap dünyası, bilim dışında felsefe olarak da Batı dünyasını etkiledi. Farabî’nin “Kitab-ül-Musiki” adlı yapıtı Avrupa müzik kuramlarına, “Medinet-ül-Fâdıla” adlı varsayımsal bir toplum modelini inceleyen, Platon’un “Politeia” (Devlet) adlı yapıtından yararlanarak hazırladığı kitabı ise Tommaso Campanella, Thomas Moore gibi benzer konu üzerinde çalışan düşünürlerin esin kaynaklarından biri oldu.

Batı’da “Avicenna” adıyla bilinen İbn-i Sina’nın “Kanun” adlı kitabı, Avrupa’da yıllarca ders kitabı olarak okutuldu.

13. yüzyılda Oxford, Paris ve Padua üniversitelerinde İbn-ür-Rüşt felsefesi okutuldu. Özellikle İtalya’da Padua okulu, 14-16. yüzyıl arasında onun “Averroisme” adı verilen felsefesini izledi.

Bu arada “Abentofel” olarak anılmış İbn Tufeyl, “Avenpace” denilmiş İbn Bâcce ve Tuleytule’de bir rasathane açan ünlü bir astronomi bilgini El Zerkâli’yi de göz ardı etmemek gerekir. Ünlü mutasavvıf ve düşünür Muhyiddin İbnü’l-Arabî; ünlü hukukçu ve tarihçi İbn Hazm; biyografi ve toplumsal yaşam üzerine yapıt veren İbn Cülcül, ünlü tarihçilerden İbnü’l-Hatîb, İbn Haldun ve İbn Izârî gibileri de unutulamaz.

Orta Çağın diğer İslâm ülkelerine oranla Endülüs’ün kültür yaşamında öne çıkan bir diğer özelliği de, kültürlü kadınların çok olması, bilim ve kültürün sırf erkeklere özgü olmaktan çıkmasıdır.

Endülüs’teki düşünce ortamı, Doğu’daki Müslüman düşünürlerin bir kopyası ya da yinelemesi olmaktan kurtulmuş, kendi özgünlüğünü edinmişti. Endülüslü düşünürler, özgünlükleri ile bu ülkedeki İslâm düşüncesine ve uygarlığına yeni bir hamle kazandırmışlardı. Kaldı ki, Endülüs Müslüman uygarlığı yalnızca felsefe ve bilim alanında değil, tüm güzel sanat dallarında da Hıristiyan İberya’yı etkiledi. (Kaynak: Prof. Dr. S. Hayri Bolay, "Endülüs'te Gelişen Düşünce Hayatı ve Batıya Tesirleri")

Endülüs’ün sınır kenti Sarakusta, Endülüs dili ve edebiyatı ürünlerinin Hıristiyanlara taşınmasında önemli bir rol üstlendi. Hûdîlerin elindeki bu kent, her ırktan Hıristiyan gezginlerin uğrak yeriydi. Oradan Katalonya, Aragon ve Navarre başta olmak üzere her yana yayılan kahramanlık şiirleri ile besteler, Sarakusta sarayı ve konaklarında Endülüslüler tarafından yazılıp besteleniyordu. Böylece, Endülüs şiir ve şarkıları, komşu Hıristiyan beldelere yayılıyor, belli belirsiz değişimler geçiriyor ve zamanla Pireneler bölgesine, oradan diğer Avrupa toplumlarına uzanıyordu.

İspanyol edebiyatının aşk şiirleri yanında tarihsel olayların anlatıldığı şiirler, tümüyle Endülüs şiirinin etkisinde oluşup, gelişim göstermiştir. Endülüslü bestecilerin kullandıkları müzik sistemleri de Hıristiyan müzisyenlere esin kaynağı olmuştur. Kastilya halk şiirinde yılbaşı ilâhilerinde kullanılan “villancico” türünün doğması, 12. yüzyıl Fransız halk ozanlarının “troubadour balladları”nda Arap etkilerini görmek olanaklıdır. Aragon ve Kastilya saraylarında Müslüman müzisyenler tarafından icra edilen müziğin etkileri günümüzdeki İspanyol müziğinde de görülür.

Özetlersek; İberya’daki Rönesans, Barbar kavimler aracılığıyla kuzeyden değil, Müslüman fatihler aracılığıyla güneyden geldi. Bu gelişme, bir fetih olgusunun çok ötesinde, bir uygarlık hamlesiydi. Böylece İberya’da 8-15. yüzyıllar arasında tüm Orta Çağ boyunca Avrupa’nın bilinen en zengin ve parlak uygarlığı doğup gelişti.






Bu noktaya geldiğimde önemli bir hatırlatma yapmak istiyorum: Bu çalışmayı büyük ölçüde Yalçın Kaya’nın “Batı’nın İki Yüzü” adlı dört kitaplık bir araştırma dizisinin ikinci kitabından hem yararlanma hem özetlemelerle oluşturdum. Elbette tüm bunlar kitabın kapsamında çok daha güzel, çok daha ayrıntılı olarak anlatılıyor. Benden bu kadar.  

Bu yazı dizisinin başlığına gelince… Tarihsel bakımdan daha sonra bir de Endülüs’ün Andalucia’ya dönüşmesi var elbette. İbret alınması gerek bir olaylar serisi. Genellikle “soykırım” terimini ağızlarına dolamış olanlar var; şu ya da bu halkın tarihte uğradığı soykırım. Peki ya “kültürkırım” ne olacak? Tüm insanlığın uğratıldığı o dehşetengiz zarar, o yıkım, o yok ediş?



[/size]


ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


Eylül 27, 2010, 01:20:41 ös
Yanıtla #1


Avrupa’ya giren bilim ve felsefe nedeniyle Endülüs, İslâm dünyasının Avrupa’ya açılan ilk penceresidir.”

Kültür alışverişinde her iki kesim doğal olarak birbirlerini etkilemiştir.


Dikkatini çekti mi bilmiyorum ama daha önceden de farkedilmiş olduğu için bu benim salt kendi kişisel düşüncem sayılmamakta tabiki çünkü islam uygarlığıyla hıristiyan uygarlığının aslında içiçe olduğu, bunu her ne kadar bahsı geçen bu iki kesim arasında olan uç noktalarda ve özellikle art niyet taşıyan negatif eğilimlere sahip bazı kişilerce inkar edilse de, yok sayılmak istense de görünen odur ki '' gerçeği himse gözardı edemez '' biri diğerinin çıkış kapısı olmuş, diğeri de bunun aksine giriş kapısı halini almıştır. Aslında özü itibariyle her iki tarafın inanılmaz bir uyumu, ahenkli bir birleşimi ve doğa üstü bir anlayışla mükemmelliğini arzetmiş olması ki bu tabiki kolay yoldan görülemeyen gizemli bir tablo sergilimi ise de sonuç itibariyle Ilahi Aşkın kapsamında olamayanlar tarafından gözleri açılamadığı içindir ki, görememe ihtimallerinin de bundan kaynaklandığı varsayılıyor. Dikkat ederseniz Islamın içinde birçok Hıristiyan temaları o kadar özümsenerek işlenmiş ki, bu mükemmel uyum karşısında insanoğlunun şaşkınlığı bile bazan tuhaf bir duygu hissettirebiliyor.

:D Meğersem ne kadar çok çabuk bi şekilde ayrımlara gidiyor ve kendimizi daha çok yakın hissettiğimiz kesime atabiliyor ve rahatlıkla karşı gruptan olanlara karşı inanılmaz bir mücadele sergileyebiliyoruz. Neyin savaşını verdiğimizin ve en önemlisi de bu kadar çok savaşlara neden olabilecek etkenleri neden irdeleyemediğimizi de anlayabilmiş değilim. Yapılan din savaşlarının mahiyetindeki sebebi merak ediyorum aslında ama belki de yaşanması gereken bir süreçti diye de düşünemeden edemiyorum.     
הדבר היחיד לשמור על אנשים בחיים הוא אהבה וכבוד

Aimer et être aimé c’est sentir le soleil des deux cotés.

«Ոսկե Տարիքը - Փոթորիկները, չի կարող կանխել մարդիկ սիրում են ծովը.


Eylül 27, 2010, 01:27:48 ös
Yanıtla #2


 Genellikle “soykırım” terimini ağızlarına dolamış olanlar var; şu ya da bu halkın tarihte uğradığı soykırım. Peki ya “kültürkırım” ne olacak? Tüm insanlığın uğratıldığı o dehşetengiz zarar, o yıkım, o yok ediş? [/i]


Dikkatimi çeken bir başka husus ise, dünya tarini mütemadiyen inceleyebilenlerin de farkettikleri bir durum mu tam olarak bilemiyorum ama dikkat edilirse herhangi bir millet ya da ulus hangisi bu soykırımı yaşamışsa bunun sonucunda ise bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir. Fakat bazı toplumlarda bir çöküş olabildiği gibi yaşayan diller arasında da şuanda kaybolma aşamasında bulunan birtakım lisanlar da mevcuttur.

Bazı değerler kaybolurken yeni birtakım değerlerin oluşumuna aslında sebebiyet verilmekte diye düşünüyorum çünkü dünyamız da yaşayan bir canlıdır ve sürekli olarak kendini yenilemek zorundadır. Hiçbirşey olduğu gibi duramaz, durağanlık yok, değişim var.. sürekli değişim :)       
הדבר היחיד לשמור על אנשים בחיים הוא אהבה וכבוד

Aimer et être aimé c’est sentir le soleil des deux cotés.

«Ոսկե Տարիքը - Փոթորիկները, չի կարող կանխել մարդիկ սիրում են ծովը.


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
2 Yanıt
4540 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 27, 2010, 12:24:43 ös
Gönderen: Prenses Isabella
0 Yanıt
2725 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 15, 2010, 11:58:35 öö
Gönderen: ADAM
1 Yanıt
4473 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 27, 2010, 12:37:28 ös
Gönderen: Prenses Isabella
3 Yanıt
5558 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 27, 2010, 01:49:43 ös
Gönderen: Prenses Isabella
1 Yanıt
5917 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 25, 2010, 09:55:19 ös
Gönderen: semih_tatar
0 Yanıt
6632 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 23, 2010, 11:59:24 öö
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2518 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 04, 2010, 12:15:39 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
4076 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 05, 2010, 12:51:04 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2889 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 07, 2010, 06:26:21 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
4220 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 11, 2010, 01:04:49 ös
Gönderen: ADAM