Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: İnsanlığın yaşı  (Okunma sayısı 24573 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Aralık 25, 2011, 01:45:38 öö
Yanıtla #20

Sayın Agnusdei,

İnsanın nasıl ortaya çıktığı gibi bir soru sorulduğunda, bu soruya verilecek yanıtın bir akademi kürsüsünden olup olmaması doğruluğu ve kesinliği için tam bir taahhüt içermese de, en azından verilen cevabın saygınlığına baktığımızda bir önem arzediyor.

Sizin yazınızı da okuduğumda bunu yadırgamadım. Bilim felsefecisi Paul Feyerabend bu yazdıklarınızı görseydi, sizin alnınızdan öperdi. Çünkü o da bilimin adeta bir "çağdaş tapınak" haline getirildiğini, bir paradigmaya dönüştüğünü, bilimin büyük sorular hakkında, hele hele doğrulanamayan alanlarında verdiği teorik cevapların resmi görüş olmasını sevmiyordu. Konu insan olunca bu konu daha da belirginleşiyor.

Fakat ne kadar Feyerabend böyle de dese, bilim insanın ta tek hücreli canlılardan yavaş yavaş evrimleşen canlılardan olduğunu söylemek ZORUNDADIR.

Zorundadır çünkü bunun başka bir yolu, bilimsel açıdan mümkün değildir. Evrim, bilimadamının önündeki yegane mantıklı teori olmak zorundadır. Gerçek nedir, nasıldır filmi geri sarıp incelemek mümkün değil. Ancak bilimadamı buna bu şekilde cevap vermek zorundadır. İnsan, maymunla ortak atadan gelmiştir demek zorundadır. Çünkü başka bir seçenek seküler dünyanın seküler biliminde mümkün değildir. Ya bu konuda suskun kalmalıdır, ya da tek mantıklı teori olan evrimi kaçınılmaz olarak öne sürmelidir.

Bundan başka neden insanın maymunun da ortak atası olan başka bir canlıdan evrimleşmiş olabileceği tezine karşı çıktığınızı tam olarak anlamadım. Bunun bir açıklaması başka bir inancınız olması olabilir. Bilinen İbrahimi dinlere inanmadığınızı kendiniz de söylemişsiniz. Peki sizin bu konudaki görüşünüz nedir? Yani metafizik bir inancınız da yokken, neden bilim adamının zorunlu açıklaması olan evrime katılmıyorsunuz?

Darwin, Türkleri daha aşağı bir canlı olarak görmüş. Olabilir. Buna ne diyeceğiz, ne demeliyiz ki? Adamın kendi düşüncesi. Alınalım mı, gücenelim mi? Buna gerek yok. Tarihte o kadar çok hata yapmış başka insanlar, bilim adamları vb. var ki, sıra Darwin'in bu görüşüne biraz zor gelir.

Saygılar

 

Karanlıklar prensi bir beyefendidir. W.Shakespeare


Aralık 25, 2011, 08:44:50 ös
Yanıtla #21
  • Seyirci
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 379
  • Cinsiyet: Bay



Neandertaller genellikle elleri sopalı, kaba canlılar şeklinde tasvir edildiler. “Şefkatin Tarih Öncesi” adlı yeni kitapsa farklı bir bakış açısı sunuyor.

Neandertaller, onlarca yıldır ilkelliğin sembolik tasvirini oluşturdular. Artık yaşamayan bu en yakın akrabalarımız, hantal yapıları nedeniyle duygusallıkla özdeşleşmekten de bir hayli uzaktılar. Antropologların duyurduğu son bulgularsa Neandertel entellektüelliğine dair ipuçları ortaya koyuyor. Üstelik sadece alet kullanmakta ve avlanmada değil, duygusal anlamda da.
İngiltere York Üniversitesi’nden arkeolog Penny Spikins, geçtiğimiz günlerde yayınlanan “Şefkatin Tarih Öncesi” (The Prehistory of Compassion) adlı kitabında, Neandertallerin sahip oldukları şefkat duygusunun bugün yaşayan insanınkiyle birebir örtüşüp örtüşmediğini bilmediklerini fakat, en genel anlamda onların da diğer bireylerin hislerini anlayabildiklerini ve buna uyan davranışlar sergilediklerini belirtiyor.

Spikins’e göre Neandertaller, karşısındakinin üzgün olduğunu anlıyor ve daha iyi hissedebilmesi için çaba sarfediyorlardı. Bununla birlikte, grup içindeki zor durumda olan bireylere bakma davranışı da oldukça gelişmişti. Bulunan bazı Neandertal iskeletlerinin üzerlerinde rastlanan izler, bunlardan bazılarının uzun süreli sakatlıklar yaşadıklarını ortaya çıkarmış. Özellikle bacak kemiklerinde görülen bozukluklar, bu bireylerin ölümlerinden çok öncesinde travma geçirmiş olmalarına karşın hayatlarını bir şekilde devam ettirebildiklerini ortaya koyuyor. Kemik üzerindeki çoğu izler ancak bakım görme halinde hayatta kalabilmeyi olanaklı kılacak kadar ciddi. Üstelik bu bakım bir değil, bir kaç kişi tarafından üstlenilmiş gibi görünüyor.

Konuya ilişkin olarak incelenen bir diğer Neandertal iskeletiyse doğuştan beyin anomalisine sahip bir çocuğa ait. 5-6 yaşlarında öldüğü tespit edilen çocuğun, doğuştan getirdiği bu özel duruma karşın içinde bulunduğu grup tarafından ölüme terkedilmeyerek bakım gördüğü belirlenmiş. Bir başka iskelet örneğiyse bir bacağı ve kolu deformasyona uğramış olan kör bir Neandertale ait. Bu birey de aldığı yardım sayesinde yaklaşık 20 yıl boyunca hayatta kalabilmeyi başarmış.

Fosil kanıtlara dayanılarak insan duygusallığının gelişim aşamaları, uzmanlarca dört ana basamağa ayrılmış:

Birinci basamak: (6 milyon yıl önce) İnsan ve şempanzenin ortak atasının, ilk defa diğer bireyler için ilkel bir empati duygusu geliştirmesi. Örneğin, diğerlerinin rahat geçebilmeleri için bir dal parçasını kenara çekmek gibi basit yardımların ortaya çıkışı.

İkinci basamak: (1.8 milyon yıl önce) Şefkat duygusunun rasyonel bir düşünce tarzıyla düzenlenmeye başlaması. Homo erectus gruplarında hasta bireylerin bakım görmesi.

Üçüncü basamak: (500.000 yıl önce) Homo heidelbergensis and Neandertallerde, birlikte avlanma ve uzun süren ergenlik dönemine bağlı olarak gelişen bağlılık. İhtiyacı olanlara uzun yıllara varan bakım gösterme ve yardım.

Dördüncü basamak: (120.000 yıl önce) Modern insanın, insan dışında hayvanlara ve diğer bazı nesnelere karşı duygu geliştirmesi.

Bilimciler, şefkat duygusunun büyük oranda birlikte avlanmanın sonucunda gelişmiş olduğuna kanaat getiriyorlar. Bugüne kadar keşfedilmiş olan Neandertal iskeletlerinin bir çoğunda ölümü takiben gömülmeye yönelik izlerin varlığı da kanıtlanmış durumda.


Saygılarımla...

Bu yazdıklarınız neyi kanıtlıyor S.n Prometheus? Maymun, Goril, Şempanze... Nedir yani bu şimdi anlamadım! Ne Bilimi ne şefkati? Hangi Bilimciler, Ağızlarında Pipo olan çok az bilmiş Bilimciler mi yazmışlar bunları?

Saygılarımla. İnsanus...
Odi Profanum Vulgus Et Arceo.


Şubat 06, 2012, 12:08:50 öö
Yanıtla #22
  • Seyirci
  • Aktif Uye
  • ***
  • İleti: 647
  • Cinsiyet: Bay

Kimseyi beğenmeyen, ancak kendine tapan insan elbette ki daha çok şey bildiğini sanacak. Cahil insanın anlamaması ve karşı çıkması ebette normaldir. Bütün bunlara karşı çıkacak bilimsel bir araştırma varsa oturur tartışırım.
Bana inanan insan değil, bilen insan lazım.
Bir yere ait olmayı hiç istemedim. Ya kendim olurum yada başkalarının arkamdan övgüleri ile ölmüş olurum.


Şubat 06, 2012, 12:35:09 öö
Yanıtla #23
  • Aktif Uye
  • ***
  • İleti: 667
  • Cinsiyet: Bay

kime ne insanlığın yaşı
taşı sırtında koca taşı
yada salla kafanı al maaşı
beceriyorsan, sırtını kaşı
yada bi güzellik yap, al kaşı
bizene,bizene  yahu insanlığın yaşı...
Saygılarımla


Şubat 06, 2012, 10:35:25 öö
Yanıtla #24
  • Ziyaretçi

Merhabalar,

yazıları okuduktan sonra katılım yapmadan edemedim,
Sn. ADAM'a şu konuda katılıyorum eskiden insanların fazla yaşadığı hakkında bulgular bulunmakta tevrat vs.. gibi bu mümkündür ,
eski insanlar bizim gibi TV,bilgisayar oynama şansı bulunmuyordu onlarda ne yapsın geceleri yıldızları izliyordu doğa olaylarını merakla bakıyor çünkü tarım işi ile uğraşıyor doğa şartları çok önemlidir ekim ayı haricinde eğer farklı bir ayda ekerse beklediği sonuca ulaşamıyordu... geceleri insanoğlu aya baktığında ayın karanlık yüzünde değişimler olduğunu gözlemledi , belki TV,bilgisayardan aya bakmak aklımıza gelmesede en azından romantik ortamlarda deniz kenarında aya bakmışızdır  yada gece yürürken gözünüz bir şekilde takılmıştır, aydaki farklılığı gözlemleme şansımız olmuştur fakat akşamları yapacak pek birşeyi olmayan eski insanlar ayın ve güneşin (gölge vs..) şekillerine göre ekinlerini ekmeye karar verdiler bu şekilde daha verimli sonuçlar aldılar çünkü, ay,tarih vs..  çok önem teşkil ediyordu
sonra şunu düşündüler, gökyüzündeki hareketler ekinlerini etkiliyorsa peki insanları doğdukları aylar kişiliğinde etkilerde bulunabilirmiydi acaba ?? bunu düşündüler ve burçlar ortaya çıktı :)
yani insanlık tarihinde yıllar önemli bir yer teşkil etmekteydi hemen hemen çoğu kabilenin takvimi vardı yıl dönümlerini hatta güneş tutulmasını gözlemlediler ve hesaplama şansı oldu, tabiki bu gözlemleride yazılı hale getirdiler bir şekilde...
eğer bu tarz bir eski kayıtta insanların uzun yaşadığı yazılı ise doğru olmaması için bir neden yoktur
işin radyasyon kısmına gelelim ,
yüksek dozda radyasyonun ölümcül etkileri vardır doğrudur ışıma söz konusu olduğu için hücre yapısını bozabilir fakat radyasyon içimizdede vardır dağda taşta heryerde hemen  hemen çok düşük olduğu için oranı herhangi bir etkide bulunmaz hatta mikropları öldürücü etkiside vardır , yüksek dozda radyasyon etkisi altına girmiş medeniyet bulup incelemeklazım tabiki , bu soruya cevap verebilmek için nükleer felaket yaşamış bir ülke aklıma geldi  japonya felaketi 2 kez yaşamış bir ülke atom bombası vs..
dünyadaki uzun yaşamın en fazla olduğu ülkede japonyadır... radyasyonun ölümcül etkileri olduğu bir gerçektir fakat japonyanın durumu dikkat çekicidir...
dünyamız az yada çok radyasyonla karşı karşıyadı dünyamızı çevreliyen gaz tabakası şuankinden farklı olduğunuda unutmamalıyız dünyamız eskiden nasıl bir etkileşim içersindeydi bilemeyiz ama yaşam süresini doğrudan etkilediğini düşünmek doğru olması muhtemeldir,
Radyasyona diğer insanlara göre fazla uğramış japon halkı neden uzun yaşamaktadır ?
demekki çevresel faktörler önem teşkil etmektedir yaşam süresinde ....
dünyaya canlıların gelişi bilimsel gizemini korumaktadır , bazı bilim adamları dünyaya canlıların dünya dışından getirilmiş olabileceğini düşünüyor uzaylılar gibi...
kutsal kitaplarda zaten canlının dünya dışı varlıkların melekler ve tanrı tarafından getirildiğini idda etmektedir ilginç bir paralellik...
dünyadaki bulunan kayıtlar  vs.. dünyadaki insan yaşamının çok eskilere dayandığını söylemektedir bu nederece doğrudur %100 olarak bilemeyiz dünyaya sonradan gelsek bile bir evrim sürecinden yani dünyaya uyum sürecinden geçtiğimizde aşikar buna evrim diyoruz, evrimleşmenin bir türüde insan yaşamında olması muhtemeldir şartlara göre yaşam süremizinde evrimleşmesi mümkündür...
kutsal kabul edilen kitaplar çağlar boyunca korunarak inanılarak saklanması güvenilir bir kaynak ve verileme deposu olarak dikkate alınması gerektiğini düşünüyorum...

Saygılarımla,
418


Şubat 06, 2012, 07:08:07 ös
Yanıtla #25
  • Seyirci
  • Aktif Uye
  • ***
  • İleti: 647
  • Cinsiyet: Bay

Sayın 418 kutsal kitapların en eskisi 5.000 yıla dayanmaktadır. Eğer semavi dinlerden öncekileri de katıyorsanız bu 7.000 yıla kadar uzar. İnsanlığın tarım keşfi ise bundan 10.000 yıl öncesine dayanır. Ancak burada kastettiğimiz Yaklaşık 4 milyon yıllık insan tarihi. Yani tarımın ve soytarıların olmadığı devasa bir zaman dilimi.

Saygılarımla...
Bir yere ait olmayı hiç istemedim. Ya kendim olurum yada başkalarının arkamdan övgüleri ile ölmüş olurum.


Şubat 06, 2012, 07:19:43 ös
Yanıtla #26
  • Ziyaretçi

Sn. Prometheus,

Sadece semavi dinlere bağlamanız ne derece doğru bir yaklaşım bilemem hepsini birer kaynak olarak kabul etmek kötü değildir , ayrıca o kitaplarda sadece 5000 yıl önce yaşananlar anlatılmamaktadır daha eskiye dayalı olaylar yer almaktadır
sadece kutsal olarak kabul eden kayıtlar değil bazı kabilelerin kayıtlarındada ilginç bulgular vardır büyük bir doğa olayından bahseder...
bunları görmezden gelmek ne derece doğrudur ?
kaldıki dünyada bir çok ilginç yok oluş hikayesi vardır birden bire örnek olarak dinazorlar...
size farklı bir örnek vereyim,

Dogonlar , sirius c yi 5000 senedir ne olduğunu bilen ilkel bir kabiledir günümüzdeki keşfi 1995'e dayanmaktadır
bu adamların kendi efsaneleri ama astronomları şaşırtan bir efsane...


Saygılarımla,
418
« Son Düzenleme: Şubat 06, 2012, 07:46:22 ös Gönderen: 418 »


Şubat 06, 2012, 07:29:21 ös
Yanıtla #27
  • Seyirci
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 4031
  • Cinsiyet: Bay

DİNLERE GÖRE DÜNYANIN VE İNSANLIĞIN YAŞI

Jeologların edindiği kapsamlı ve geniş bilimsel kanıtlara dayanarak, dünya’nın yaşının yaklaşık 4,567 milyar yıl (4,567×109 yıl) olduğuna karar verilmiştir.

Kısaca 4,5 milyar yıl diyelim.Bilime göre modern insanın yaşı ise 150-200.000 yıl civarında.
Bakalım dinlere göre dünya ve insanlığın yaşı kaç?


Kitab-ı Mukaddes’ten dünyanın ve insanlığın yaşı çıkarılabiliyor. Nuh’a kadar olan sıralama verilmiş. Nuh’tan Adem’e kadar olan süre de kuşaklardan tahmini olarak ortaya çıkarılabiliyor.

Tevrat’ta yazılı olan bu tarihlere Kur’an’da itiraz edilmediğine göre, Tevrat tasdik edildiğine göre Kur’an’da bu süreci kabul ediyor demektir.

Nitekim hadislerde de bu yönde bilgiler mevcut.

Adem’den kıyamete kadar dünyanın ve insanlığın ömrü 7000 yıldır.
Kenzu’l-Ummal, h.no: 16459.

Tezkiretu’l-Mevduat, I/223.
Sahavî, el-Makasıdu’l-hasene (Deylemi’den naklen), I/693, h.no: 1243.

Munavî Feyzu’l-Kadir, III/547; h.no: 4278 (Deylemi’den naklen).
Bayezid Bistamî, Miftahu’l-Cifr adlı eserinde, Sabiler ve diğer üç semavî dinin mensuplarının dünyanın ömrünün 7000 yıl olduğunda ittifak ettiklerini, söyler. (a.g.e.)

Hadise göre Muhammed “Ben insanlığın ikindi vaktinde geldim.” diyor.
Diğer bir hadisinde ise “Benim ümmetimin ömrü 1500 seneyi pek geçmeyecek.” demiş.

Muhammed’den günümüze yaklaşık 1430 sene geçmiş zaten.
Yani İslam’a göre Kıyamete 60-70 yıl var.

Bu konuda Museviler kesin tarih dahi verirler:
Adem ve Havva’nın dünyaya geliş tarihi M.Ö. 3761′dir.

http://www.sevivon.com/tarih/tarih.asp
Musevilere göre kıyametin tarihi 7000-3761 = 3239 olur.
Yani 3239 – 2008 = 1231 yıl sonra.

Bir kesin tarihte Nurculardan:

Said Nursi, dünyanın yaşının 7000 sene olduğunu yazar. Hatta bunu ayet sayısı ile ilişkilendirir. 6236 ayet sayısı Said Nursi’ye göre 6666’dır. 7000 seneden fetret devri çıkarıldığında 6666 sene kalırmış.

Said Nursi’ye göre, Risale-i Nur’un hizmeti hicri 1542’ye kadar sürecek, 1545’de ise kıyamet kopacaktır. (Kastamonu Lahikası sa.33)

Kur’an’da ne zaman kopacağını yalnızca Allah’ın bildiği söylenen kıyametin tarihini Said Nursi de bilmekte, ne hikmetse.

Hicri 1545 2120 yılına denk geliyor. Demek ki insanlığın yaşı M.S. 2120 yıl, M.Ö. ise 4880 yılmış. Yani Nurculara göre kıyamete 111 yıl kaldı.

saygılar
ÖZGÜRLÜK BİLE SAHİP OLMAK İÇİN SINIRLANDIRILMALIDIR.

EDMUND BURKE

Hayat Bizi Resmen Dört İşlemle Sınar. Gerçeklerle Çarpar, Ayrılıklarla Böler, İnsanlıktan Çıkarır ve Sonunda Topla Kendini Der.  leo


Şubat 06, 2012, 07:30:14 ös
Yanıtla #28
  • Seyirci
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 4031
  • Cinsiyet: Bay






(Bu yazı aylık Popüler Bilim ve Yeni Dünya Dergilerinde, TÜBİTAK Marmara Araştırma Merkezi'nin Ağustos 1998'de güncellenen web sitesinde, aylık SignGraphic dergisinin Nisan/Mayıs-1999 sayısında ve 21 Aralık 1999 sayılı Akşam Gazetesinde yayınlanmıştır.)

Altmış iki yaşında kemik kanserinden ölen, 20. yüzyılın en popüler bilim adamlarından ünlü astronom ve biyolog Carl Edward Sagan'a göre; eskiden Samanyolu, şimdi ise Gökada ya da Galaksi tabiri ile bilinen sistemde tam 400 milyar güneş mevcut. Gökadamız, diğer Galaksilere nisbetle orta boy büyüklükte sayılıyor. Ondan daha da büyükleri mevcut. Güneş sisteminin içinde bulunduğu Galaksi, merkezinden ise otuz iki bin ışık yılı uzaklıkta...
Gökadamız, Andromeda ve Güney üçgeni sarmallarıyla beraber yanlarına otuza yakın Gökadayı da katarak yerel Gökadalar takımını meydana getirmektedir.

Her bir Gökadada milyarlarca yıldızın uydularıyla beraber olduğu düşünüldüğünde, insanoğlu mantığın ve aklın ulaşamayacağı rakamlar ve büyüklüklerle karşılaşmış oluyor.

Sagan, son kitabı "Soluk Mavi Nokta"da, sınırları bilinmeyen evrende, galaksiler arasında ve güneş sisteminde dünyamızın yerini, uzaktan soluk mavi nokta olarak dahi fark edilemeyen ve matematiksel bir bütünlük ifade etmeyen toz tanesi (1) olarak kabul etmekte. Bu akıl almaz uzantı içinde Güneş Sistemimizin varoluş tarihi ile ilgili bilgiler ise kısaca şöyle:

Evrenin genişlemesini, bir balonun küçülmesindeki ya da film makinasındaki gibi geriye saran bilimadamları, kainatın 15 milyar yıl önce yüksek sıcaklık ve yoğunluktaki bir yapıdan patlama ile doğduğunu saptadılar. Ünlü Gökbilimci Hobble; "Eğer kainat giderek büyümekte ise, insan ister istemez bu tarifi mümkün olmayan kütlenin bir zamanlar çok küçük miktarda olduğu kanaatine varıyor. Büyük patlamanın başladığı öyle bir an var ki, o an kainatın doğumu olmaktadır" diyor.

"Big bang"i açıklamaya yardımcı olan başka bir gözlem de, 15 milyar yıl sonra, uzayın en ufak noktasında var olan kozmik ışınlar oldu. Kısa dalga boyu radyo ya da mikrodalgalar şeklinde yayılan bu ışınlar, bilimadamlarına evrenin doğuşu hakkında önemli ipuçları verdi... Dahi bilimadamı Hawking, yeni kitabında evrenin büyük patlamadan önce bir bezelye tanesi kadar olduğu görünüşü yansıtıyor. Bize göre ise Evren bir tek Big Bang ile sınırlı olmayıp sonsuz big-bang'lar ile, yani 'boom' larla var olmuştur. Dolayısıyla kainat sonsuz ve sınırsız bir şekilde mevcuttur. Dünyamız insanından öncesine ait notlar bunlar. Güneş'ten 149 milyon 596 bin km. uzaklıktaki Dünya, Radyoaktif ölçümlere göre tam 4.6 milyar yaşında. Bu aynı zamanda sonu Pluto olan Gezegenlerin de yaşıdır.

Evet; Belirli ritimlerle dönüşler neticesinde, yani Dünya kendi ekseni etrafında dönüşüyle, gündüz gece kavramlarını ortaya koyarken Güneş etrafındaki turuyla da seneyi oluşturuyor. Astronomi yönünden sonsuzluğa varan ölçülere ve süreye karşılık, zaman da izafiliğini koruyor. Ve biz asla zamanın neresinde olduğunu saptayamıyoruz. Yaşantımızdaki süre "zamandan ve mekandan" münezzeh yaratıcı güç tarafından globalleştirilmiş bir sınır ve bir kesit olacak hale getirilerek bizlere sunulmuş; "Asr" kavramıyla...

Dünya şu anda orta yaş grubunda sayılır. Güneş bir yıldız olarak daha sonraki evresinde, merkezindeki hidrojenini yakarak bitirecek, yapısı değişmeye genişlemeye başlayacak ve Dünyayı yutacaktır. Şu andaki hidrojen yakıtı yarıda olduğuna göre, büyüyüp bir "süper nova" haline dönüşmesine, kısaca ölümüne 4.5 milyar yıl daha var. Bu aynı zamanda dünyanın da ölümüdür. İnsanın Arz'da yani dünyada ne zaman ortaya çıktığı, hayat bulduğu kesin bilinemiyor. Yapılan tespitler, araştırmalar insanlık tarihinin 200 milyon yıl önceye gittiğini vurgulamakta.

19. yüzyılın ortasından itibaren insanın doğa üstü güçlerce yaratılmadığı, yaşamının diğer canlılar gibi belirli sürecin, yani Evrensel bir oluşumun tabii sonucu olduğu bilimsel verilerle anlaşıldı. Yani insan, evrimleşme sonucu, maden, nebat, hayvan ve insan dizilimiyle var olmuştur. Çeşitli fikirler arasında, insanın maymundan türemiş olduğu gerçeği "Darwinizm görüşü"ne pek itibar edilmemiştir. Aşamalar incelendiğinde, onun bir Homo erectus (dik yürüyen), Homo faber (alet yapan), Homo lingua (konuşan, dili olan), Homo symbolicus (soyutlayabilen), Homo Curiosus (araştıran) ve nihayet bir Homo Sapiens (akıl sahibi) olduğunu görüyoruz. İnsana özgü tüm bu özelliklerin, hiçbir primatta bulunmamasıdır.

Bu evrim süresinde, kayda değer bir şey de, bundan tam 75 milyon yıl önce yaşamış, sonra yok olmuş bir dinazor neslinin olması. Bunlar da Dünyamız sonrasına ait olan bilgiler. İşin ilginç yönü "Kozmik takvim denilen" bu sürede insan yaşamının ne kadar yer tuttuğudur. Dilerseniz bunu da matematiksel işlemlerle saptayalım. Evrenin varolduğu kabul edilen Big-Bang anından, yaşadığımız şu ana kadar geçen 15 milyar dünya yılı, bir "Kozmik Yıl"dır. Güneş, dünya senesiyle 4,5 milyar, kendi senesine göre ise, henüz 8 yaşında bulunmaktadır.

Çünkü, içinde yer aldığı Samanyolu Galaksinin merkezine, bugüne kadar ancak 8 tur atabilmiştir. Güneş'in bir turu, Dünya yılıyla 255 milyon yıldır. (Hesaplamalar sonucunda 2.040 milyon yaşında olması gerekir. Bu rakama, termonükleer tepkimelerle geçen süre ve proto gezegen devresi dahil edildiğinde, Güneşin yaşı 4.500 milyon yıl olmaktadır.) Şimdi, bu astronomik veriler ışığında hesaplayalım. Evrenimizin yaşı varsayılan 15 milyar dünya yılını 12 ay olarak düşünürsek, 4.500 milyon yaşında olan Güneş'in yaşı, 3.6 ay (yaklaşık 4 ay) eder!.. İnsanın dünya üzerindeki varoluş süresini, 200 milyon yıl, 15 milyar dünya yılını da 8766 saat (365 gün x 24 saat= 8760+6= 8766) olarak kabul ettiğimizde, 200 milyon yıldır varolan insanoğlunun kozmik takvime nisbetle, dünya üzerindeki hayatiyeti 5 gün gibi bir süreye sığmaktadır. Buna benzer bir hesaplama ile ortalama 70 yaş ömrü olan bir insanın yine kozmik takvime göre dünya yaşamı 8.6 sn., bilemediniz 9 sn. civarındadır. Ve bizler, hayatımıza bitmez tükenmez bir kavga ve ego ile insanlık onur şeref ve haysiyetine yakışmayacak bir şekilde sıradan, şartlanmaların oluşturduğu değer yargıları ve yorumlarla devam ederken, hiç diyebileceğimiz bir süreye sığan yaşantımızın saliselelerle ifade edilebilecek kesitlerini, nasıl ve ne yönde değerlendirebileceğimizi tekrar gözden geçirelim.

Doğru olan da budur.
ÖZGÜRLÜK BİLE SAHİP OLMAK İÇİN SINIRLANDIRILMALIDIR.

EDMUND BURKE

Hayat Bizi Resmen Dört İşlemle Sınar. Gerçeklerle Çarpar, Ayrılıklarla Böler, İnsanlıktan Çıkarır ve Sonunda Topla Kendini Der.  leo


Şubat 07, 2012, 01:10:27 öö
Yanıtla #29
  • Ziyaretçi

Astronominin örneğin bir galakside milyarlarca  güneşten daha büyük yıldız sistemleri olduğu ve galaksinin de bir nokta kadar küçük olduğu akıl almaz ölçülerde büyük hacimli bir sistemin parçası olduğu gibi ilginç tezleri var.

Benim anlayamadığım insanoğlu dünya dışına cihaz yollayamıyor, dürbünle de nereye kadar görebilir?. Aya gidiş yalanıyla alakalı bir belgeselde Rus astronotlara göre dünyadan belli bir mesafeden fazla uzaklaşabilen bir cihaz yapılabilmesi imkansız dünyayı koruyan bir kalkandan bahsediliyor ne içeri ne dışarı girip çıkabilecek dayanıklılıkta bir metalin var olmadığı söyleniyor.. Amerikalıların ekstra başarabildikleri tek şey uzaya yollanan uyduların dünyaya geri düşmesini başarmaları.  Bu yüzden çin rus vb. ülkelerin yolladığı uydular yüzünden dünya çevresinin uydu çöplüğüne döneceği vurgulanıyor. Hadi diyelim ki NASA marsa vb. cihaz yollasa da  milyarlarca galaksiden oluşan bu sistemi görebilmesi için gereken zamanın trilyonlarca yıllık bir yolculuk sonrası olabileceği söylenebilir. Merak ettiğim şey bu verilerin gerçeklik değeri nedir? Bana astronomi fazlasıyla afaki geliyor. Eğer metafizik varlıklarla veya Tanrıyla haberleşen insanların kaleme aldığı veriler olduğu söylense bir nebze mantıklı durabilir aksi taktirde fiziksel ilimlerle bu verilere nasıl ulaşıldığına benim aklım ermiyor.

Benzer şekilde dünyanın yaşı, kendi etrafında dönme hızı, ayın dönme hızı hatta gezegenlerin dönme hızları, bir kuyruklu yıldızın x yılda ve saatiyle net zamanı verilerek dünyanın x km mesafesinden geçeceği  vb. bilgileri nasıl elde edebilirler?

Benzer şekilde bulunan bir kemik parçasının kaç yüz yıl önce yaşadığını anlamaları vb. bilimsel verileri de inandırıcı bulmuyorum. Resmi tarih gibi bu tarz ilim dalları da  uyduruk olabilirler.

Saygılarımla.


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
0 Yanıt
3249 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 24, 2007, 07:18:07 ös
Gönderen: shemuel
7 Yanıt
12105 Gösterim
Son Gönderilen: Mart 25, 2010, 09:56:25 öö
Gönderen: lucifer
4 Yanıt
5129 Gösterim
Son Gönderilen: Temmuz 17, 2014, 08:38:34 öö
Gönderen: ADAM
7 Yanıt
3755 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 27, 2013, 07:12:41 ös
Gönderen: Tij
0 Yanıt
2086 Gösterim
Son Gönderilen: Nisan 14, 2013, 11:31:53 öö
Gönderen: Felix Steiner