Önce Sayın Karahan'ın deyişlerinden başlayalım...
İşte, görülüyor ki ortaya konulan sorgulamalar var.
Birisi dinsel inançlarından ötürü bu sorgulamalar üzerine incinecek, gücenecek diye böyle sorgulamalar durdurulamaz. Burası özgür bir ortamdır; tutsakların kafesi değil.
Biz bu soruları yanıtlamaya çalışmayı kendi açımızdan gerekli görmeyiz bile. Çünkü bu yanıtlamayı bunlara karşı tezde olanlar, bu konuyu çok iyi bildiklerini söyleyenler, bilerek inananlar yapmalı, açıklamayı onlar getirmeli diye düşünürüm.
Bunlar dini ya da inancı sorgulamak değildir. Dine sokuşturulmuş ve insanların zorla inanılması sağlanmış, böylelikle çıkarlar elde edilmiş ve edilmesi de sürdürülen dogmaların sorgulanmasıdır. Daha başlangıcından düşünme özgürlükleri engellenmiş, bilmeden ve bilemeden inandırılmış, öğrenmelerine ne fırsat ne olanak tanınmış olanların savunmasıdır.
Orta Çağda kitap kopyalamanın bile günah sayılarak, bırakın kopyalayanı, okunmaması gereken bir kitabı okuyanın bile yakıldığını unuttunuz mu?… Bilimin Hıristiyan dünyasına sokulmaması için yüzlerce yıl uğraşmışlar.
İsa'nın yapıp etmelerine ilişkin bilimsel nitelikli veriler pek az. (Bunlardan birine az sonra değineceğim.) Bilgilerin büyük çoğunluğu İncil kaynaklı. Bunların dışında her türlü bilginin geçersiz olduğu ileri sürülmüş ve ileri sürülmekle de kalmayıp zihinlere işlenmiş. (Öylesine ki, kabul edilmiş dört İncil’den sonra, nasıl olmuşsa yakılmaktan kurtarılıp saklanmış bir beşincisi ortaya çıktığında, kıyametler koptu.)
Nitekim bu nedenle tarihte o İsa'nın gerçekten yaşayıp yaşamamış olduğu bile sorgulanmıştır. Çünkü yaşamış olduğuna ilişkin bilimsel kanıtlar bile zayıf (yetersiz) kalmakta, sadece, "Şayet yaşamışsa İncil'deki (hangisi olursa olsun) anlatımların işte şurasında şu yanlışlık var." denilebilmektedir.
Ancak İncil’in herhangi bir yerinde önemli bir yanlışlık varsa, ötesinin kesinlikle doğru olduğuna nasıl inanılabilir?
Çok önemli noktalardan biri İsa'nın bir Nazaren (Nasranȋ) olduğunun bilinmesidir. Dolayısıyla İsa'yı anlayabilmek için önce Nazarenliği bilmek, onu anlamak gerekmektedir. Hatta belki Essenler'i bile incelemek gerekir. Eğer böyle yapılacak olursa, İncil'in anlatımlarının, yer yer, sıradan insanların anladığı sözlük anlamı ya da doğrudan deyişlerinin ardında bir tür ezoterik (batınȋ) bu nedenle de alegorik deyişlerinin bulunduğunu da kavramak gerekir.
İşte o zaman, şayet İsa gençlik yaşamı sırasında oradan oraya dolaşarak o hahamların hiç hoşlanmadığı tarzda vaaz verirken, "Baba"dan söz ettiyse, o sözleri sırasında kendisinin de onun "oğlu" olduğunu söylediyse, bu deyişinden bir başka şey anlamak gerekir. (Sayın yazar Cihangir Gener bu konuyu nasıl anlatıyordu acaba? Unuttum.)
Kimilerine göre Hıristiyan olmak için İsa'nın Tanrı'nın oğlu olduğuna inanma zorunluluğu yoktur. Ancak kimilerine göre de gerçek bir Hıristiyan olabilmek için bırakın İsa'nın Tanrı'nın oğlu oluşunu, doğrudan Tanrı olduğuna inanma zorunluluğu vardır; başka türlüsü sapkınlıktır.
Bizim de burada karşı durduğumuz işte bu tarz bir tutumdur. Her inanç gibi Hıristiyanlık da hiç kimsenin sultasında değildir. Hıristiyanlık özgün bir din olarak ortaya çıktıktan sonra, kurumlaştırılmasına girişildiğinde (önce Kartaca sonra İznik konsillerinde) asal kendiliğinden saptırılarak bambaşka bir din biçimine sokulmuştur.
İsteyen o dine bağlanır ve kendi kendini tutsaklığa yöneltir.
İsteyen Hıristiyanlığı özgür düşünce ve buyrultusuna dayanarak benimser.
Biz hiçbirine karışmayız. Fakat insanlığı gelecekteki genel yararı açısından kendi bildiklerimizi söylemekten, önerilerimizi getirmekten de geri kalmayız.
Sayın Karahan'ın sorgulamasına devam edelim.
Tanrı, hiç kimseye öyle "benim oğlum" falan gibi bir vasıf vermiş falan değildir. Bu, insan uydurmasıdır. Öyle olduğu varsayılmıştır. İsa'nın babasına "tanrılık" yakıştırılmıştır. İsa’nın babası Bilge Yusuf bunu bileydi ne kadar da mutlu olurdu. Fakat İsa'nın sözünü ettiği Baba, o kendi biyolojik babası değil, zihinsel ya da tasarımsal, belki ülküsel babasıdır. Tüm insanların babasıdır. (Zaten dolaylı olarak bu nedenle günümüzde bazı mason örgütlerinde Masonluğa girebilmek için sadece basitinden bir ulu yaradan inancı değil, belirin nitelikleri olan bir tanrı inancı da aranır ve bu nitelikler arasında o tanrının tüm insanların babası olduğuna inanmak da vardır.)
Eğer sözü edilen tanrı gerçekten Tanrı ise, ötekiler de gerçekten peygamber ise yani o gerçekten Tanrı olan gerçekten temsil ediyor idiyseler, hiçbirinin arasında fark olmasa gerektir. Ancak belki de vardır belki de olmalıydı. Çünkü bir Tanrı’nın tutumunu insan düşüncesiyle yargılayıp değerlendirecek olursak (teist nitelikli dinlerde işti bu da yapılıyor) varacağımız kanı hiç de Tanrı’nın bu bağlamdaki tutumu (varsa) olmayabilir.
Nitekim bundan ötürü çoğu dinler, salt kendinin en doğru ve en üstün olup, diğerlerinin n azından yanılgılı olduğunu iler sürmüştür. Bu tutum Katolik mezhebinde aşırılığa vardırılmış, Kilise’nin dogmalarını benimsemeyen insanların tümü sapkın sayılmıştır.
Dünya yüzünde yüzlerce milyon insan da bu yargıya boyun eğmiştir. Onlar Kilise’nin yargısını hiç sorgulamadan kabul etmiş oldukları için asıl doğru olanı mı yapmış oluyor?
----------
Bunca sözden sonra, her ne kadar daha önceki bir sıradaysa da şimdi Sayın Bulgaria’nın katkısına gelelim.
Orada da Katolik ya da Ortodoks Hıristiyanlığın temel dogmalarından biri var ama bu alıntı metinde “MÖ” diye bir tarihten söz etmekte olunduğuna göre belli ki bu metin Gregoriyen Takvimi’nin kabul edilişinden sonra yani en erken 17. yüzyılda yazılmış. Belki çok daha yakın bir tarihte…
Bu inanç mezhep ya da inanç sisteminin temel Katolik dogmalarından bazılarıyla çeliştiğini ve Hıristiyanlığın özgünlüğünü koruma eğiliminde olduğunu biliyoruz. Onun da birtakım dogmaları yok değil elbette ama buradaki konumuz o inanç sisteminin eleştirilmesi değil. Sadece Sayın Bulgaria’nın aktarmış olduğu metindeki bir küçük (!) yanlışlığa değinelim.
İsa’nın (tarihte öyle biri gerçekten yaşamışsa) doğum tarihinin M.Ö. 7 olduğu, bilimsel yöntemle kanıtlanmıştır.
Şimdi diyebilirsiniz ki “Hem bilimsel yöntemden söz ediyorsun hem o kinin yaşamış olup olmadığına ilişkin bir belirsizlikten. Bu nasıl oluyor? Burada bir çelişki yok mu?”
Burada çelişki yok. Kişinin yaşamış olduğunun bilimsel bakımdan tarihsel kanıtı yok. Ancak yaşamış olduğu kabul ediliyor. Eğer yaşamışsa, gerçekleşmiş olduğu bilinen bir başka olay var. Hani eskiden birçok yerde tarih iyi bilinmezken geçmişin olan biteni başka olaylara bağlanarak anlatılırmış ya… İşte öyle.
Buna göre İsa’nın doğum tarihinin M.Ö. 7 olması gerekiyor.
Bu bilimsel olarak ortaya kondu ve işin şaşılacak yanı Katolik Kilisesi bile önün konulan bilimsel veriler üzerine bunun doğru olduğunu teyit etti.
Sayın Bulgaria’nın aktardığı metindeki rakam doğruysa yani 8 değil de 3 ise, romantik öykü bir dinsel dogma olsa bile açık sesçik biçimde bir tarihsel yanlışlık içeriyor demektir.
Eğer Sayın Bulgaria’nın aktardığı metinde -bu metin onun çevirisi değilse- doğrudan “Allah” sözcüğü kullanılıyorsa, bir yanlışlık da burada var demektir. Çünkü “Allah” sözcüğü Arapça kökenli bir dile özgüdür. (Aramice kökenli olduğu söylenirse, o zaman Türk dilinde fonetik olarak böyle yazılmaması gerekir.)
Şimdi diyeceksiniz ki “Ne kadar da çok ayrıntıya takılıyorsun!”
Bu ayrıntılar çük önemli de onun için takılıyorum. Güveniler nitelikli bir metinde böyle yanlışların yapılmaması gerek. Böyle yanlışlar varsa, bilmediğimiz ötesinin doğru olabileceğine nasıl güvenebiliriz?
Şimdi gelelim Meryem’in gebe kaldıktan bir süre sonra tecrit edilme (Sayın Bulgaria’nın dediğince oradan uzaklaştırılma) olayına…
Evet, dediğimizce tarihte İsa diye biri yaşamışsa, M.Ö. 7 yılında yaşanmış böyle bir durum var. Ancak bu durum kısman Meryem’in hamileliğinin son ayları kısman de İsa doğduktan sonraki yaklaşık beş ay boyunca… Neden?... Çok önemli sayılan bir İsrailoğulları geleneği gereğince. (Ayrıntısına girelim mi?... Sanırım daha önce Forum’da anlatmıştık.)
Sayın Dor’un İsa’yı “tüp bebek” olarak niteleyişi de çok hoş bir espri doğrusu…
Bizim buradaki konumuzun aslı, -daha önce de değinmiş olduğum üzere- İsa’nın çarmıhtan indirilişinden sonrası. Ancak dilerseniz, öylesinin daha anlaşılır olacağını söylerseniz, İsa’nın niçin çarmıha gerilmiş olduğuna dönebiliriz de... Kim bilir, belki öylesi daha iyi de olur çünkü o zaman Sayın Bulgaria’nın aktardığı metinde geçen şu “kral” sözcüğüne de değiniriz.