Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: Machiavellian Virtù  (Okunma sayısı 3714 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Temmuz 15, 2013, 01:01:39 öö
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 113
  • Cinsiyet: Bay
    • .:.ushtra-ışığın taşıyıcısı.:.

Tebliğimin adı Machiavellian Virtù. Bu ad, politik ve ethik düşünce tarihinde bir nakarat olmuştur. Herkese aşina gelir. Ama yine de Machiavelli okuyan herkes, onu bir de kendi kendine bilmek, tanımak ister. Çünkü Machiavelli şarkısının, şiirinin anatemasını, ana fikrini veren ve dönüp dolaşıp kendisine tekrar gelinen bu dişi nakarat, onun la virtù’sundan başkası değildir. Machiavelli’nin düşüncesinin rahmi olan bu kavram, onda şaşırtıcı şekilde erilleştirilir. Dönüştürme sadece cinsiyette değil, anlamda, yerde ve zamandadır da. Evet Machiavelli altüst edici bir düşünürdür. Hem de eşsiz bir altüst edicidir. Pek çok araştırmacıyı tevkif eder, ama maksadına tam olarak vakıf etmez. Biz mevkuflar da didinir dururuz.
Prens için buradayız. Dilimizde onun, benim takip edebildiğim kadarıyla, 25 ayrı çevirisi var. Gerçekten şaşırtıcı! Batı dillerindeki durum, beklenmedik değil. Fakat Prens’in Machiavellisi ya da Machiavelli’nin Prensi ile ilgili hayli kabarık literatüre insan şöyle bir baktığında, “acaba onun hakkında söylenmeyen şey kalmış mıdır?” diye sormadan edemiyor. Söylenenlerin çeşitliliği ve dozu da hiçbir yazara ya da esere nasib olmamış, nisbet edilmemiş cinsten üstelik. I. Berlin’in “Machiavelli’nin Orijinalliği” adlı yazısındaki dökümünden bir kaçını analım:
Machiavelli’nin Prens’i, bir taşlamadır; bir satiredir; çünkü Machiavelli, orada söylediği şeyleri harfiyen kastetmiş olamaz. 1585’de bunu yazmış, ünlenmesini Grotius’a borçlu İtalyan hukukçusu Alberico Gentilli’ye göre, Machiavelli, şaka ediyor olmalıdır. Oysa Machiavelli’nin Prens’i, bu genre’ın üstadlarından örneğin Jonathan Swift’in Guliver’ine hiç benzemez. Bizi, acı acı dahi olsa, hiç güldürmez. Fakat, ilginçtir, bu görüş tutar. Machiavelli’nin kastettiği şeyin, söylediğinin aynısı olmadığı görüşü veya onun literal olarak değil, mecazî olarak okunması gerektiği görüşü Spinoza, Rousseau, Hegel, Marx gibi isimleri içine alan bir okuma geleneği oluşturur. Bu geleneğe göre, Machiavelli şaka etmemektedir ama kötülüklerinden ders alıp uyanacağımız bir ibret hikayesi anlatmaktadır. Aslında Machiavelli, kötücül biri değildir. Benedetto Croce’ye göre, o, musdarib bir hümanisttir.
———————————–
N.Machiavelli; Hükümdar, çev. Mehmet Özay, Metropol Yayınları, İstanbul,2006
N.Machiavelli; Hükümdar, çev. Özgür Yılmaz, Q Matris Yayınları, İstanbul,2004
N.Machiavelli; Hükümdar, çev. Ayşe Çavdar & Gaye Demircioğlu, Dergâh Yayınları, İstanbul, 2008
N.Machiavelli; Hükümdar, çev. Yusuf Türk, Düşünen Adam Yayınları, İstanbul,1996
N.Machiavelli; Hükümdar, çev. Necdet Adabağ, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul,2010
N.Machiavelli; Hükümdar, çev. Selahattin Bağdatlı, Sosyal Yayınları, Ankara,1984
N.Machiavelli; Hükümdar, çev. Turan Erdem, Arya Yayıncılık, İstanbul, 2010
N.Machiavelli; Hükümdar, çev. H.Kemal Karabulut, Sosyal Yayınları, İstanbul, 2001
N.Machiavelli; Hükümdar, çev. Celal Öner, Oda Yayınları, İstanbul, 2004
N.Machiavelli; Hükümdar, çev. Mehmet Tevfik Özcan, Göçebe Yayınları, İstanbul, 1997
N.Machiavelli; Hükümdar, çev. Yusuf Adil Egeli, Ankara Yayınları, Ankara, 1955
N.Machiavelli; Hükümdar, çev. Mehmed Şerif Paşa(Çavdaraoğlu),Hukuk Matbaası, İstanbul 1919
N.Machiavelli; Hükümdar, çev. Haydar Rıfat, İstanbul Matbaacılık ve Neşriyat, İstanbul, 1932
N.Machiavelli; Hükümdar, çev. Vahdi Hatay, Remzi Kitabevi, İstanbul,1965
N.Machiavelli; Prens, çev. Kemal Atakay, Can Yayınları, İstanbul, 2010
N.Machiavelli; Prens, çev. Anita Tatlıer, Doruk Yayınları, İstanbul, 2010
N.Machiavelli; Prens, çev. İlhan Erşanlı, Alter Yayıncılık, Ankara, 2009
N.Machiavelli; Prens, çev. Nazım Güvenç, Anahtar Kitaplar Yayınevi, İstanbul, 1999
N.Machiavelli; Prens, çev. Murat Satıcı, İlya Yayınevi, İzmir, 2003
N.Machiavelli; Prens, çev. Canan Eyi, Gün Yayıncılık, İstanbul, 1999
N.Machiavelli; Prens, çev. Rekin Teksoy, Oğlak Yayıncılık, İstanbul, 1999
N.Machiavelli; Prens, çev. Harun Mutluay, Bordo Siyah Yayınları, İstanbul, 2005
N.Machiavelli; Prens, çev. Işıtan Gündüz, Morpa Kültür Yayınları, İstanbul, 2003
N.Machiavelli; Prens, çev. Alev Tolga, Say Yayınları, İstanbul, 2009
N.Machiavelli; Prens, çev. Semra Kunt Akbaş, Alkım Yayıncılık, İstanbul, 1997
bkz., I. Berlin, “The Originality of Machiavelli”, Against The Current, Oxford University Press, 1981, s.27
bkz., I. Berlin, a.g.e. , s. 28
Modern Prens’in yazarı Antonio Gramsci’ye göre ise, devrimci bir öncü, kollektif iradenin hegemoniasının antropomorfik sembolüdür.
Eseri ve karakteri bu kadar birbirine dolaştırılarak okunan başka biri var mıdır bilmem ama, bu ‘iyi Machiavelli’ okumaları, özellikle edebiyat dünyasında yaygın olan ‘kötü Machiavelli’ okumalarını alt etmiş değildir. Elizabeth dönemi (1558-1603) edebiyatının dört yüz küsür referansında geçenler arasında berbat bir namı vardır onun: şeytandan mülhem adam, büyük bozguncu, St. Bartholomeus Gecesinin esinleyicisi, İago’nun aslı, le docteur de la scélératesse, alçaklık, kötülük öğretmeni, cani, kâfir, şeytanın suç ortağı, hatta ta kendisi, Old Nick.
I. Berlin, burada aktaramayacağımız kadar çok tarif verir, yine de bitiremez ve haklı olarak şöyle der: Evet “garip bir şey var, ilk bakışta, hükümlerin böylesine feci bir ihtilaf içinde olmasında. Başka hangi düşünür, idelerini araştıranlara bu kadar çok façeta sunmuştur? Başka hangi yazar –üstelik tescilli bir filozof da olmadan- kendi maksadı hakkında okurlarını böylesine derin ve böylesine geniş bir uzlaşmazlığa sevk etmiştir?” Berlin’in bu soruları ünlem sorulardır, daha doğrusu onlar hayret ünlemleridir. Bu hayrettir ki düşünmeyi tetikler ve Machiavelli’yi bir kriptoyu çözer gibi çözme arzusu uyandırır. Machiavelli için bizim dilimizdeki bir deyişi hatırlatmak isterim: şuyuu vukuundan beter. Machiavelli bu deyişin bir tecessümü adeta. Peki vukuu nedir? Ne desek kontur yiyeceğiz ama partnere güvenerek sürkontur çekip oynayalım.
Nakaratımıza dönelim: Machiavellian virtù. Machiavelli’nin virtù’su, bir icad değil, bir keşiftir. Homerik arete’nin keşfi. Tıpkı arete için ‘erdem’ karşılığı ne kadar bulandırıcı ise virtù için de o kadar bulandırıcıdır. Tıpkı bir arete olan dikaiosûne’ye ‘adalet’ dememiz gibi. Sözlerimiz, kelimelerimiz aynı kalsa da içerikleri değişir ve içerikleri kelimelerimizi aşar. Arete’nin Latince karşılığı olan virtus’dan türeme İtalyanca virtù’nun başına gelenler, çok uzun bir yolculuk hikayesidir. Her dilde ayrı anlatılan ama aşağı yukarı aynı olan bir Odûsseia’dır, bu.
Machiavelli’nin Homeros okuduğuna dair hiçbir net kanıt yoktur; sadece Prens’in 14. bölümünün sonunda ve en kritik bölüm sayılan 18. bölümünün başında “hayvan gibi davranmayı iyi bilme” şartı anlatılırken Homerik kahraman Akhilleus zikredilip geçilir. Ama H. Geerken’e göre, Machiavelli’nin Homeros’u bilmemesine imkan yoktur; En azından 1498’de Machiavelli’nin ikinci sekreteri olduğu Cumhuriyetin birinci sekreteri olan, hocası Marcello Virgilio Adriani’nin kayıtlı Homeros şerhlerini biliyor olsa gerektir. Gerçi önemli olan da Homeros’u okuduğunu kanıtlayıp kanıtlayamamak değildir; bugün “erdem” ve “erdemli” derken anladığımız şey ile Machiavelli’nin virtù ve virtuoso derken anladığı şeyin farklı olduğunu görüp onun anladığının arete’ye bizden çok daha yakın durduğunu tesbit etmektir. O halde Machiavelli’nin epey bir gerisine çekilmeliyiz. Tarih öncesi değil ama felsefe öncesine kadar geri gitmeliyiz; çünkü Machiavelli de felsefe öncesine döner. Böylece, kendisinden önceki felsefî gelenekten ayrı düşmüş görünerek ‘filozof’ ünvanından mahrum kalır.
Alasdair MacIntyre, Homeros’un şiirlerinde kullanılan arete sözcüğünün bugün “virtue” değil, olsa olsa belki “excellence” ile karşılanabileceğini söyler; yani bizim kelime dağarımızla “üstünlük” veya kökenindeki “fazla”dan ötürü “fazıllık” ile veya “fazilet” ile karşılanabileceğini söyler. Çünkü örneğin İlyada’da “ayağın aretesi” (XX,401) diye bir şey gördüğümüzde, bugün artık aynı anlamda kullanılmaya başlanmış olduğu şekliyle “ayağın ahlaklılığı”nı veya “ayağın erdemliliği”ni değil, “ayağın üstünlüğü”nü, koşmada “ayağın fazlalığı”nı, “ayağın fazıllığı”nı anlamamız gerekir. Buradan da aynı zamanda, bu toplum
———————————–
bkz., I. Berlin ,a.g.e. , s. 34
bkz., I. Berlin, a.g.e. , s. 35
I. Berlin a.g.e. , s. 36.
bkz. John H. Geerken, “Homer’s Image of the Hero in Machiavelli”, Italian Quarterly, 14, 53, 1970, s.47.
yapısında örneğin ayağı tez olmanın, hızlı koşabilmenin bir erdem sayıldığını anlamamız gerekir. Bu erdem veya fazilet konsepsiyonu, bize çok yabancıdır, çünkü orada, cesaret ve onun müttefiki olan şeref, kurnazlık ve humor erdemleri ile dostluk erdemi arasındaki sıkı bağ bize yabancıdır. Bu erdemlerin hepsi kamusal bir bağlama, tikel toplumsal bir bağlama mensubtur. Felsefenin yurdu M.Ö. 5.yy Atina’sında da durum, özünde çok farklı değildir. Dostluk erdemi, yine kamusal bir erdemdir; ama kamu, artık hane, klan değil, polis olmuştur ve dostluk erdemi kendini polites olmakta, yurttaş olmakta gösterir ve “yurttaşlık erdemi”ne dönüştürür. Bu, yabancılaşma, uzaklaşma anlamında bir dönüşüm değildir; evet sancılıdır, zaman zaman trajiktir (Sophokles onu nakleder) ama anlaşılmaz değildir, korkunç değildir, saçma değildir. Doğru panta rei, her şey değişir ama Aristoteles için değişme, katastrofik değildir. Fakat unutmayalım bu ethos içerisinde değişme veya oluş ve bozuluş katastrofik değildir. Orada her şey ziyadesiyle bu dünyalıdır. Hades hiç de cehennem değildir. Zeus, hiç de kadir-i mutlak bir tanrı değildir. Onun gücünün karşılarında kifayetsiz kaldığı Moiraların gücü hiç de deterministik bir güç değildir. Çünkü zaman eskatolojik değildir. Eskhatos, Grekçe olsa da eskatoloji grekce değil, hristiyancadır. Bu kadim ethos ve dil içinde, erdem diye karşılanan arete’nin fiili olan aretan’a vereceğimiz karşılık “erdem etmek” (virtue-doing ) olurdu ve bize pek bir şey söylemezdi. Ama şunu söylediğine pek çok tanık bulabiliriz: erdem, etmek’ten veya etkinlikten ayrı durmaz ve bu yüzden de o içsel olmaktan ziyade dışsal ve görünür bir şeydir: icraat, faaliyet esnasında görülür. Adam için en büyük icraat harp etmek ise en bariz orada görülür. Erlik o meydanda meydana çıkar. Fakat arete o meydanla sınırlı da değildir. Penelopeia’nın aretesi, taliplerini aldatmasında; Odiseus’un aretesi, taliplere kurduğu tuzakta , Meriones’in aretesi pusuda beklerken meydana çıkar. Meydanlar çokluğu, arete’nin çokluğunun ve çeşitliliğinin güvencesidir. Bu yüzden atın aretesi ve okun aretesinden söz edilebilir ve bu areteler icraat esnasında görülür, meydana çıkar.
Arete’nin bu çoğulluğu ve çeşitliliği, Thukhidides’te, Sophokles’te, Sokrates’te, Platon’da ve Aristoteles’te varlığını korur. Romalı düşünürler, yazarlar onları takip eder. Ta ki hristiyanlık paganik ethosu alt edinceye dek. Artık oluş ve bozuluş katastrofiktir; zaman eskatolojiktir. Tanrılar ve tanrıçalar gözden kaybolur, çoğul olan her şey tekilleşir. Erdemlerden erdeme geçilir. Tikel olan tümelde eritilir. Ama hepsi bir yeniden doğuşu adeta pusuda beklemektedir. Kendilerine eski itibarını kazandırıp meydana çıkaracak bir öncüyü beklemektedir.
Machiavelli, işte o doğumların, yeniden doğumların hiç olmazsa bir kısmının ebesi olmaya taliptir. Görkemi, gloria’yı, büyüklüğü, grandezza’yı yukarıdan aşağıya indirmeye, bu dünyalı kılmaya taliptir. Bir mesih gibi değilse de bir prens gibi, bu dünyalı bir kurucu baba gibi, yasa koyucu gibi, bir kahraman gibi. Fakat artık ancak ‘gibi’ olunabilecek bir zamandır. Mimesis iş başına çağrılmalıdır. Büyük adamlar taklid edilecektir. Fortuna’ya karşı takınılacak tutum yeniden keşfedilecektir. Machiavelli, bunu görür ve ‘gibi’leri aklamaya soyunur. Olmasan da, olamasan da gibi görünmenin erdemlerini anlatır. Gibi görünmeyi gerçekten olmanın üstüne çıkararak, görünüşe ve görünmeye eski itibarını geri vermeye çalışırken, mevcut ahlakî şemayı baş aşağı çevirir, altını üstüne getirir. Prense cömert görün ama olma; şefkatli görün ama olma; acımasız görün ama olma; kötü görün ama olma; iyi görün ama olma; dindar görün ama olma tavsiyesinde bulunur. Felsefenin kadim ayrımı olan görünüş ve gerçek ayrımı, Machiavelli’de de vardır. Fakat kesin bir formülünü vermeyi reddederek o, bu ayrımın bileşenlerinin anlamını, failin faaliyetinin tikelliğine göreli olarak yeniden belirlemeye koyulur. ‘Zaman ve zemin nasıl gerektiriyorsa öyle yap’ tavsiyesi, kadim bir erdem olan phronesis’i, prudenzia’yı hristiyan ethiğinin moral erdem sınıfından alıp
———————————–
bkz. John H. Geerken, “Homer’s Image of the Hero in Machiavelli”, Italian Quarterly, 14, 53, 1970,s.49.
bkz. Homeros, Odysseia, XVI, XXII.
bkz. Homeros, İlyada, XIII, 285-90.
Mondana gloria için bkz. Discorsi, II, 2
aslına, nous’a , dianoetik sınıfa iade eder; başka deyişle animo’ya , tine, zekaya ve belki de en doğrusu bağıra iade eder ve onu baş erdem, yani kendisi olmaksızın hiçbir erdemin olamayacağı erdem olarak yerleştirir. Böylece, tıpkı kadimler gibi onun için de, sözgelimi bir adamın erdemliliğinin her bir faaliyetindeki tikelliğini vurgulayarak erdemin hep yeniden kazanılmak ve sergilenmek zorunda olunan bir nitelik olmaklığını açık eder. O, Aristoteles’in kata ton orthon logos davranma, yani aklı selime göre eyleme ve doğru zamanda ve yerde doğru şeyi yapma olarak gördüğü arete konsepsiyonunu taklid eder. Aristoteles için de Machiavelli için de mesele, tıpkı homerik olandaki gibi, bir kural, prensip kümesine göre veya her kimin olursa olsun bir emirler listesine göre eylemek değil, nasıl gerekiyorsa, nasıl lazımsa öyle eylemektir.
Gelgelelim, Machiavelli sorunu bitmez. Görünüş ve gerçek ayrımında o, yine pek çok arıza çıkarır. Şöyle ki, bazen görünüş gerçek’ten daha etkili olabilir ama bazen da gerçek görünüşe üstün gelir. Anlam çokluğu, Machiavelli’nin yazma dilinin erdemidir. Görünüşü gerçek saymak, sahteyi gerçek gibi göstermek de olabilir; gerçeği görünür kılmak da olabilir. İşte onun, örneğin mesih gibi değil prens gibi olma talebi, bu dilinin, söyleminin yanlış anlaşılmalara kendini açık kılması nedeniyle, anti-christ gibi, karanlıklar prensi gibi okunmasını meşrulaştırır. Fakat aynı zamanda başka türlü okunmasını da meşrulaştırır. Bu ne biçim biridir? O, aynayı, sadece prenslere değil, kendisini okuyan herkese tutar görünür. Herkes kendi ainesinden onu tanır veya tanıdığını zannedip aslında kendine bakar. Eyvah! Buradan şöyle bir söz çıkar mı acaba: Bana Machiavelli’ni söyle sana kim olduğunu söyleyeyim. Çıkar gibi.
Machiavellian virtù, sürekli teyakkuz haline karşılık gelir, tıpkı Spinoza’nın özgürlük anlayışındaki gibi. Maruz kalmalarınızın adequat idesine sahip olduğunuz ölçüde ve sürece passio’yu actio’ya çevirir ve özgür olursunuz, diyecektir Spinoza. Aristoteles bunu, “…yaşamın sonuna dek etkinlik. Çünkü bir tek kırlangıç baharı getirmez” diyerek anlatır. Machiavelli ise bunu belki de en açık olarak virtù ile ozio’yu karşıtlaştırırken gösterir. Machiavelli için virtùnun karşıtı vizio (erdemsizlik, alçaklık, kötülük, İngilizcesi vice) değil, ozio’dur . Ozio, tembellik, miskinlik, aylaklık, uyuşukluk, hımbıllık, sümsüklük, gamsızlık, boşdurma, boş zaman(lılık), atalet, üşengeçlik, kararsızlık, enerjisizlik vb. anlamına gelir. Bu da demektir ki Machiavelli için virtù, etkin olmak demektir. Nerede? ‘Meydan’da etkin olmak demektir. Söz konusu ‘meydan’, başka deyişle söz konusu etkinlik alanı veya MacIntyre’ın anladığı şekliyle ‘pratik’, ister askerî ister siyasî ister dinî ister edebî olsun, aretan fiilinin dediği gibi, erdemini edeceğin, erdemini fiilî kılacağın yerdir. Bu anlamda erdemde yapmak değil, facere (‘poiein’, to make) değil; etmek, agere (‘agein’, to do, to act) esastır. O, bir poiesis değil, praksis meselesidir. Bunun böyle olduğunu görmek ise, theorein’in işidir, yani theoriadır.
Aristoteles’in kadim fiillerini yardıma çağırarak hatırlamak önemlidir: poiein, prattein ve theorein. Bunların hepsinin agein fiili ile bağlantısı vardır. Yani anlayacağımız hepsi, hiyerarşik bir tasnif içinde de olsa, energia’dır, actio’dur, etkinliktir. Zamanımız, ne yazık ki bunların arasında sadece prattein fiilinin işlerini, yani praksis’i actio’ya, etkinliğe bağlama eğilimi içindedir. Poiein’in işi, ergon’u olan tekhne’yi ve en yüksek iş olan theoria’yı bir
———————————–
psukhe’nin theoria ile ilgili parçası.
anima’ya değil, animo’ya.
Aquinolu Tommaso’da “recta ratio rerum agibilium”: In decem libros Ethicorum Aristotelis profundissima commentaria, cum triplici textus translatione, antiqua videlicet, Leonardi Aretini, necnon Joannis Argyropili, Venetiis, OttavianoScoto, 1531, c. 95v: «Est autem et politica et prudentia quidem idem habitus: quia utraque est recta ratio rerum agibilium circa humana bona vel mala». Aynı tanım, IIa IIae, q. 47,2.
NE 1098a15 ve devamı.
Eşanlamlıları ignavia, pigrizia.
“Vivere militare est”, “yaşamak savaşmaktır”: Seneca, Epist. 95, 5; krş. “militia est vita hominis”, “insanî yaşam, savaştır” (“insan yaşamı savaşı andırmıyor mu?”, “savaş insan için değil midir?”), Eyüp’ün Kitabı 7: 1
actio olarak kabul etmeyi reddetmeye meyillidir, ekseriyetle. Neyse bu da çok uzun bir anlatıdır. Bizi burada ilgilendiren kısmına bakmaya çalışalım.
Aristoteles için en soylu ve erdem dolu praksis formları, politika ve savaştır. O halde savaş da politika da ethikadan ayrı değildir. Onların tanımı ethika içinde verilebilirdir. Savaş ve politikanın, erdem sergileme meydanları olarak alınmaları da bunu gösterir. Erdem meydana getirmede değil (facerede değil), bizzat meydana gelmede (agerede) sergilenir. Prattein, ethico-politik etkinliğe angaje olmaktır. Herhangi bir arete, heksis ya da energeia halinde var (mevcut) olabilir. Makbul olanı ikincisidir. Olimpiyatlarda tacı en güçlülere değil, der Aristoteles, yarışanlara giydirirler. O halde meydana çıkmayan ile, gizil kalan ile, kendini göstermeyen ile ilgilenmek, görünmeyeni görmeyi istemek demektir. Olabilir fakat görmek, görünenden başlamak zorundadır. Eidos’un idea ile bağı buradadır. Agatos olma, erdemli olma, ergon ‘içinde’ olmadır, yani iş başında olmadır. Evet insana özgü ergon, praksistir; yani ethico-politik etkinlik, sadece insana özgü olan etkinlik olarak insanı yapar, üretir, yaratır (poiein, facere), bir eser (poiesis, factum) olarak insanı meydana getirir ; ve insan da bizzat etkinliği yapar. Fakat, bu nadirdir. Her eser veya sonuç insan için bir şaheser olmaz, olamaz. İşin içine pek çok başka şey karışması gerektiği için olamaz. Fakat, gelin görün ki, “insanların eylemlerinde…” der Machiavelli, “özellikle de prenslerin eylemlerinde sonuca bakılır….çünkü sıradan insan hep görünüşten, bir işin sonucundan etkilenir ve dünya sıradan insanlarla doludur.”
Eser olmasa da veya etkinliğin neticesi illa ki bir başyapıt olmasa da, onun yolunda olunması, yani adamın iş başında olması yeterince büyüklüğü, şanı, şöhreti ve hatta bazan görkemi getirir. Hannibal ile Scipio öylesine bir iş başındalık göstermişlerdir ki, zaferi hangisinin elde ettiğinin önemi kalmaz. Fakat Agathokles ve Borgia , kendi virtù’larını sergileyen adamlar olsalar da, gloria’dan mahrumdurlar: virtùnun fenomeni, deklerasyonu (phanai) olan gloria’ya sahip olmazlar. Olanlar içinde Machiavelli, “ve benzerleri” diyerek bitirdiği dört isim sayar: Musa, Kùros (Keyhüsrev), Romulus, Theseus. Bunların praksisinden çıkan poiesis, şaheserdir. Ama daima etkinlikleri çerçevesinde ve zamanlamayı, kairos’u denk getirmeleri sayesinde bu böyledir. O halde işin içinde virtù dışında, yani fail (agent) anlamında kahramanın ilgili virtù’su dışında şeyler de vardır. Fortuna ve kairos. Talih ve fırsat da bu şaheserin içine karışır. Uzatmayalım. Şöyle izah eder Machiavelli bunu:
“Eylemleri (azioni) ve yaşamlarına (vita) bakılırsa, talihin (fortuna) onlara bir fırsattan (occasione) başka bir şey vermediği görülür; fırsat ise onlara istedikleri formu verebilecekleri bir madde sunmuştur; bu fırsat olmasaydı, onların bağrındaki virtù (la virtù della animo loro) sönerdi; [keza] bu virtù olmasaydı, fırsat boşa giderdi.”
Her insanın işi aynı olmadığına göre, erdemi de aynı değildir. Aristoteles, Politika’sında bunu açıkça belirtir: “tüm yurttaşların erdemi, muhtemelen aynı olamaz.” Yönetenin ve yönetilenin erdemi, yurttaşlık erdemi başlığı altına girse de, Aristoteles için de Machiavelli için de aynı olamaz. Her ikisi de karşılıklı olarak hep teyakkuz halinde olurlarsa ve
———————————–
NE 1098b31 ve devamı.
NE 1099a5.
Theorein, hem insana hem tanrıya özgüdür. Fakat insan phusei politikon’dur, yani doğa gereği politiktir.
Prens, XVIII, 5.
361-289 arasında yaşamış, Sirakusa tiranı. Adı αγαθός (iyi adam) ile κλέος (şan, şöhret) bileşimidir. Acımasızlığı, gaddarlığı ile ünlüdür. Machiavelli, Prens VIII’de “Alçaklık yoluyla (per scelera) Prensliğe Yükselenler Hakkında”da onu anlatır.
Cesare Borgia (1475-1507), Papa VI. Alexander’ın oğludur; Valentino Dukası diye adlandırılır. Romagna’yı yönetmesi için kendisinin atadığı ve yönlendirdiği Remirro di Orca’yı, vahşice öldürtüp meydanda sergiler. Machiavelli, Prens VII’de, “Başkasının Silahları ve Fortuna ile Kazanılan Prenslikler Hakkında”da onu anlatır.
Prens, VI, 3.
Prens, VI, 3.
Aristoteles, Politika, 1277a6-13.
birbirlerine karşı cesurca bu uyanık olma halini gösterirlerse, içerisinde yaşadıkları devlet büyüme imkanı bulur. Bu husus, erdemin civic görünümünün, yani yurttaşa ait veya medenî görünümünün, medenî cesaret ile birleştiğini açığa vurur. Evet, cesaret heksisi, energeia olarak ancak polis içinde, medine içinde meydana geldiği için politik veya medenî sıfatını alır ve iş başında, ergonda olmayı ifade eder.
İşini yapmayan, onun başında olmayan kendini Fortuna’nın, Tukhe’nin rüzgarına terk eder. Erdemin, talih veya şans ile ilişkisi meselesi Aristoteles için de Machiavelli için de bu yüzden önemlidir. Aristoteles, dışsal iyiler (ta ektos agata) ile özdeşleştirdiği talihin lutuflarını, agatos’un eudaimon olmasındaki etkisi açısından soruştururken, anakronik olarak söylersek, bize Machiavelli’yi hatırlatır. Aristoteles, Phùsika ve Ethica’sında, döne döne bu meseleyi açmaya çalışır. Çünkü, iyi veya yeterli talih (eutùkhia) olmadan veya “uygun dış destek olmadan soylu faaliyetlerde bulunmak olanaksızdır (adùnaton) ya da pek kolay (radion) değildir.” Cümlede, “olanaksız” ile “kolay olmama” yan yana durur. Onu burada bir an için geçiştirmek üzere “imkansız zaman alır” şeklindeki slogana indirgeyip devam edersek, bu cümleyi ‘tukhe’nin verdiği fırsatlar olmadan erdemli olmak, erdem etmek imkansızdır ya da çok zordur’ diye dile getirebiliriz. Şimdi bunu Machiavelli’nin sözleri ile kıyaslayalım:
“pek çoklarının, dünya işlerini (le cose del mondo) Talihin -ve Tanrı’nın- yönettiğine, insanların prudenziasının bunları yönlendiremeyeceğine ve insanların bunun karşısında hiçbir çaresinin olmadığına dair eskiden beri sahip oldukları kanaati bilmiyor değilim….Bu mesele üzerine düşünürken, zaman zaman belli bir ölçüde ben de onların kanaatine meylettim.”
Tıpkı Aristoteles gibi, Machiavelli de erdemin olanı veya olacak olanı değiştirme, dönüştürme gücü konusunda bizi temin etmekten uzaktır ve keskin bir kanaate sahip değildir. Evet, bir bakıma bu imkansızdır, Machiavelli için de; çünkü gördüğümüz gibi eğer talih, kahramanlara fırsat vermeseydi, onların bağrındaki erdem sönerdi. Fakat öte yandan bu o kadar da imkansız değildir, evet zordur ama imkansız değildir. Hani neredeyse eşit güçlerin karşılaşması gibi düşünülebilir, virtù ile Fortuna’nın karşılaşması. Durum fifty fifty imiş gibi eyleme geçilebilir. Erdem etmeden bilemeyiz sonucu ve zaten erdem, ancak ettiğimiz sürece meydana gelir. Değilse tek mekanımız, Spinoza’nın verdiği adla asylum ignorantiae’den başkası olamayacaktır. Machiavelli şöyle devam ediyor:
“…Fortuna, doğrudur, bizim eylemlerimizin (azioni) yarısına hükmeder; ama o, öbür yarısını ya da belki biraz daha azını yönlendirmeyi bize bırakır, diye telakki ediyorum.” Evet işimiz çok zordur. Bu zorluklara “insanlar ayak uydurabilirlerse mutlu olurlar, uyduramazlarsa mutsuz olurlar.” Machiavelli bunu iyice anlamamızı ister. Bakın Fortuna, ne menem bir şeydir, Machiavelli’ye göre:
“Ben onu, azgın bir nehire benzetiyorum, yatağından taştığında ovaları suya boğan, ağaçları ve binaları yıkıp geçen, toprağı oradan oraya atan bir nehire; onun önünde, her şey savrulur; hiddetine, daha karşı koyamadan, herkes teslim olur. Böyle bir mizacı olsa da, hava durulunca insanlar çeşitli önlemler almaya çalışmaktan geri durmaz, sular tekrar yükseldiğinde bir kanaldan aksın ve taşkın bunca düzensiz ve zararlı olmasın diye bentler, setler yaparlar. İşte Fortuna karşısında da durum budur. O, gücünü (potenzia), virtù’nun kendisine direnecek şekilde koordine edilmediği yerde gösterir.” İtalya, patriot Machiavelli’ye göre ozio’nun kıskacındadır; oysa Almanya, İspanya ve Fransa, virtù’nun gereklerini yerine getirerek bozuma uğramaktan sakınabilmektedir. Demek ki bir medinenin, polis’in fazıllığı, fazileti,
———————————–
Aristoteles, NE, 1099a30. “ἀδύνατον γὰρ ἢ οὐ ῥᾴδιον τὰ καλὰ πράττειν ἀχορήγητον ὄντα.” Buradaki adúnaton, kuvvenin, dùnamis’in, dúnaton’un (mümkün olanın) karşıtı olarak ‘imkansız’ veya ‘olanaksız’ (impossible) diye çevrilmektedir. Belki de onu, ‘güç dahilinde değil’ veya ‘olanaklar alanında değil’ diye çevirmeli ve anlamalıyız; yani ‘bir tür extra gerekir’ gibi anlamalıyız.
Prens, XXV, 1.
Prens, XXV, 2.
Prens, XXV, 9.
Prens, XXV, 2.
teyakkuz halinde olmasına bağlıdır. Prens’in son sözleri poetik sözlerdir, Petrarca’yı hatırlayarak bize hatırlatır Machiavelli:
Virtù contro a furore
Prendera l’arme, e fia el commbatter corto;
Ché l’antico valore
Nell’italici cor non è ancor morto.
Virtù hiddete karşı
Sarılacak silaha ve tez elden tutuşacak savaşa
Ölmedi çünkü italyanların yüreğinde
O kadim meziyetler.
Bu ethico-politik bağlam, bize bir kez daha kadim erdemleri hatırlatır.
Fakat, hemen öncesinde Machiavelli, durumu bir de cinsiyetçi, cinsiyetli terimler ile anlatmayı denemiştir. Fortuna karşısında erliğini, adamlığını, vir olduğunu gösteren kazanır, diye öğretmektedir. Çünkü,
“Fortuna, bir kadındır ve onu alt etmek için ona darbedip onu yere çalmak zorunludur. Öyle görünür ki, bu kadın, işini soğukkanlı bir şekilde yapan adamlardansa taşkınlıkla yapan adamlarca alt edilmesine müsaade eder. Bu yüzden Fortuna, kadın olarak, hep delikanlıların dostu (amica de’ giovani) olur, çünkü onlar itaatkâr olmaktan ziyade haşindirler ve ona cür’etkârca emir verirler.”
Bu satırların misogùnia (μισογυνία), mizojinlik, kadın nefreti veya düşmanlığı olarak okunması ya da maçoluk veya Hanna Pitkin gibi, machismo, erkeklerin erkekliğini kanıtlama endişe ve çabası olarak okunması elbette mümkündür. Ama karşı karşıya gelenlerin esasen iki kadın olduğu unutulursa. La virtù ile Fortuna karşılaşmasında bir sanat ile tabiat karşılaşması olduğu veya medeniyet ve tabiat karşılaşması veya politika/ethika ile phùsis karşılaşması olduğu ve de tarafların hep dişil olduğu ihmal edilmezse, bu okumalar orijinal olur. Adamın işi gerçekten zordur.
Başlarken, Machiavelli mimesisi çağırır demiştim. Şimdi son söz olarak da Machiavellian virtù’nun mimesisi, kadındır ve o kadını taklid eder diyerek ve de Machiavelli’nin tümden orijinal olduğunu ve onun orijinalliğinin tam da orijinlere dönmesi olduğunu belirterek bitirmek istiyorum.
———————————–
valore ve virtù birbiri yerine kullanılıyor, dönemin dili içinde.
Prens, XXV, 9.
Belki hemen belirtmeliyim ki ben latince virtus’un etimolojisine dair kuşkular taşımıyor değilim. Virtus’u vir ile bağlayanlar, ‘virgin’indeki vir’i nereye koyacağını bilemiyor. Bizim dilimizdeki ‘erdem’ ile ‘erden’in etimolojisi gibi.



Prof. Dr. Solmaz ZELYUT
http://felsefegazetesi.com/machiavellian-virtu/
Yaşamın ve çalışmanın temel amacı, kişinin başlangıçta olmadığı kişi olmasıdır.
M.Foucault