Kral Süleyman herkesin ayağa kalkmasını istedi. Sonra da «Yohaben, ileri çık.» dedi.
Yoapert Şaşırmıştı. “Niçin ben?” diye düşündü, “Benim seçilmiş olduğumu söylemek için mi yoksa yeterince başarılı olamadığımı bildirmek üzere mi?”
Önce ileriye doğru bir adım attı. Yetersiz bulup, iki adım daha ilerleyip durdu.
Bir sessizlik oldu. Herkes Kral Süleyman’ın ne diyeceğini merakla bekliyordu.
Sağ elini Yoapert’e doğru uzatarak, «Yohaben, sana Büyük Mimar Usta unvanını veriyorum.» dedi.
Yoapert’in boğazsında bir yumru oluştu. Sevindi mi yoksa üzüldü mü, belli değil. Ülkesine dönmek istiyordu. Fakat ona bu unvan verilmişti işte ve bu görevi üstlenmek zorundaydı. Acaba çok da önceden mi direnip bu işten caymış olsaydı?
Bunu da düşünmenin ne anlamı vardı ki şimdi? Bu aşamaya gelindikten sonra bu işin dönüşü olamazdı.
Kral Süleyman, Adoniram’dan, görevine özgü madalyonunu çıkararak kendisine vermesini istedi. O da denilen yaptı. Boynunda bir zincire asılı olarak taşıdığı yedigen biçimindeki madalyonunu çıkararak krala götürdü. Süleyman ise Yoapert’i yanına çağırmadı; kendisi onun yanına gitti. Bu görevde de başarılı olmasını dileyerek Büyük Mimar Usta madalyonunu ona taktı. Sonra yerine döndü.
İşte tam o sırada Adoniram ile Yoapert göz göze geldiler. Adoniram belki beklendik, belki beklenmedik bir şey yaptı. Yoapert’e doğru âdeta koşarcasına giderek ona sarıldı. Birbirlerinden ayrıldıklarında, salondaki herkes, her ikisinin de gözlerinde süzülen yaşları gördü.
Beklenmedik bir olay daha oldu. Süleyman «Kutlu olsun!» diye seslenerek bu görüntüyü alkışladı. Bunun üzerine salondaki diğer herkes, hep birlikte alkışlarıyla katıldı bu kutlamaya.
Adoniram Yoapert’in arkasına geçti ve iki kolumdan birden sıkıca tuttu. Yoapert onun kendisini bu tutuşunda bir sıcaklık, yakınlık, sevgi ve mutluluk duyumsadı. Onu Kral Süleyman’ın yanına, daha önce kendi oturduğu yere götürdü. Tam karşısına geçip eğilerek onu selâmladı.
Kral Süleyman, «Şimdi yapmamız gereken bir iş daha var.» dedi, «Yohaben, bu görev için seçilmiş olan dört usta ile eş değer olmasına karşın, hepsine yöneltilmiş aynı soruya tak doğru yanıtı verdiği için bu yüce göreve getirilmiştir. Ancak diğer ustalar da, bilgi ve yetenekleri bakımından ondan hiç aşağı kalmadıkları için, biz onların da onurlandırılması gerektiği görüşündeyiz. Bu nedenle her üçüne de yetkin emerek unvanının verilmesini uygun gördük.
Akizar bu bağlamda önceden bilgili ve hazırlıklıydı. Elinde on ikiler seçilmişlerine özgü kuşanım ve kılıç ile yanlana giderek, onları kuşandırdı. Sonra da onlara diğer yetkin emereklerin yanında yer gösterdi.
Bundan sonra Süleyman herkesin oturmasına izin verdi. Sadece Adoniram ayakta kalmıştı. Akizar da yerine döndükten sonra, hâlâ salonun ortasında duran “Matematik Kutusu”nu kucaklayarak aldı; götürüp Yoapert’in ayaklarının dibine bıraktı.
Yoapert işte ancak o zaman, oturduğu yerin artık Adoniram’ın değil, kendi yeri olduğunu kavradı. Büyük bir yetkiyle donanmış ama aynı anda büyük bir sorumluluk üstlenmiş oluyordu.
Bundan sonra Adoniram Süleyman’ın karşısına geçti. Artık görevinin sona ermiş olduğunu belirterek ayrılmak için izin dileğinde bulundu.
Süleyman yine ayağa kalktı; elbette salondaki herkes onu izledi.
Kral Süleyman, ayakta hayli uzun süren bir konuşma yaptı. Adoniram’ın yıllarca verdiği hizmetin önemini ve değerini anlattı. Konuşmasının sonunda «Seni ülkene boş gönderemeyiz. Biliyoruz ki yıllar boyunca yönetmiş olduğun inşaat ustaları, derecelerine ve görevlerine göre birçok önlük takar. Ancak hepsi mesleğine bir çırak önlüğü ile başlar. Emeğin ve üretimin gerçek simgesi bizce budur.» diyerek, çırak önlüğüne benzer bembeyaz bir önlük çıkardı.
İpek gibi ince bir kumaştan yapılma bu önlük, som altından kalın bir kemere bağlıydı. Sağına dönerek önlüğü Yoapert’e uzattı.
Yoapert böyle bir şeyi hiç beklemiyordu ama Süleyman’ın ne demek istediğini, ne yapması gerektiğini anlamıştı. Altın kemerli beyaz önlüğü alıp Adoniram’ın yanına gitti; beline bağlayıp yerime döndü.
Ancak Süleyman Adoniram’ı kolay kolay bırakmayacak gibiydi. Yanına çağırdı. Boynuna, halkalı bir zincire asılmış delta biçiminde irice bir altın madalyon taktı. O anda Yoapert “Bu Hiram Uska’nın madalyonu... Acaba, nerede ve nasıl bulundu ki?» diye düşündü.
Kuşkusuz orada onun gibi düşünen daha birçokları vardı. Süleyman da bunun farkındaydı. Öyle sanılacağını biliyordu. «Bu o değil… Sadece bir benzeri. Biz Adoniram’ın bunu yaşamı boyunca takarak anılarının taze kalmasını diliyoruz. Bu nedenle üzerine kendi mührümüzü işlettik.» dedi.
Uzaktan pek belli olmuyordu ama dikkatle bakılınca bu üçgen madalyonun ortasında Kral Süleyman’ın iç içe geçmiş iki üçgenden oluşan mührü görülüyordu.
Bundan sonra Adoniram hiçbir şey söylemeden kapıya doğru gitti. Dönüp Kral Süleyman’ı selâmladı ve çıktı.
Süleyman’ın izniyle herkes yerine otururken, Yoapert içine bir hüzün çöktüğünü duyumsadı.
Adoniram’ı düşünüyordu. Bunca yıl özveri ve bağlılıkla çalıştıktan, önemli işler başardıktan, birçok insanın yetişmesini sağladıktan sonra; sanki birdenbire “hiç kimse” oluvermiş gibi geldi ona. Gerçi Kral Süleyman onu onurlandırıcı armağanlar vermişti ama bu Yoapert’in duyumsadığı burkuntuyu gidermeye yetmiyordu.
«Aramızdan ayrılacak olan çok değerli bir diğer görevlimiz var.» dediğinde o sıkıntılı düşüncesinden sıyrıldı. Süleyman, Akizar’ın da ülkesine döneceğini herkese duyurdu. Onun yerine Selek’in geçeceğini bildirdi. Bir de espri yaptı. «Eh, ne de olsa aynı yerden gelmişlerdi.» Akizar’a da yıllarca verdiği hizmetin karşılığında bir anı olmak üzere topuzu altından yapılma bir asa armağan etti. Akizar, artık orada yapacak bir işi kalmadığı için görevini Selek’e devrederek, Kral Süleyman’ı selâmlayarak ayrıldı.
Tüm bunlardan sonra Süleyman Zadok’a «Artık işimiz bitti mi? Dinlenmeye geçebilir miyiz?» diye sordu.
Zadok, «Güneş battı. Akşam Yıldızı yükseldi.» diyerek yanıtladı.
Bunun üzerine Süleyman, günün toplantısını kapattığını bildirerek ayağa kalktı. Hepsi kalkarak onun salondan çıkmasını bekledi.