Masonlar.org - Harici Forumu
Inanc => Inanc Uzerine => Konuyu başlatan: Süvariler - Eylül 13, 2011, 01:35:34 ös
-
Öncelikle hepinize merhaba,
Arkadaşlar belki konu yanlış bölüm altında açılmış olabilir, kusura bakmayın;sonuçta forumun en yeni üyesi olarak bazı şeyleri kavrayana kadar toleransım olabileceğini düşünmekteyim.
Arkadaşlar,düşünmekteyim ki Tanrı bizlere gerek inandığımız değerin kitabıyla gerek peygamberiyle birşeyler anlatmaya çalışıyor.Biz de Tanrı'nın ve elçisinin bize verdiği,ilettiği bu mesajlarla dinin yasaklarını ve ibadetlerini belirlemişiz.Bu ibadetleri yaparken bizler Tanrı'ya karşı dediklerimizi ne kadar anlıyoruz? Namaz kılarken veya imamın Arapça dualarını dinlerken Tanrı'nın bize verdiği mesajları anlayabiliyor muyuz?Ülkede çoğu kişinin Arapça bilmediğini göz önüne alırsak bence anlıyamıyoruz;bu da Tanrı'yı daha iyi anlamamıza engel oluyor.Yani ibadetlerimizi kendi dilimizde yapsak Tanrı'yı daha iyi anlamazmıyız sizce?
-
Öncelikle hepinize merhaba,
Arkadaşlar belki konu yanlış bölüm altında açılmış olabilir, kusura bakmayın;sonuçta forumun en yeni üyesi olarak bazı şeyleri kavrayana kadar toleransım olabileceğini düşünmekteyim.
Arkadaşlar,düşünmekteyim ki Tanrı bizlere gerek inandığımız değerin kitabıyla gerek peygamberiyle birşeyler anlatmaya çalışıyor.Biz de Tanrı'nın ve elçisinin bize verdiği,ilettiği bu mesajlarla dinin yasaklarını ve ibadetlerini belirlemişiz.Bu ibadetleri yaparken bizler Tanrı'ya karşı dediklerimizi ne kadar anlıyoruz? Namaz kılarken veya imamın Arapça dualarını dinlerken Tanrı'nın bize verdiği mesajları anlayabiliyor muyuz?Ülkede çoğu kişinin Arapça bilmediğini göz önüne alırsak bence anlıyamıyoruz;bu da Tanrı'yı daha iyi anlamamıza engel oluyor.Yani ibadetlerimizi kendi dilimizde yapsak Tanrı'yı daha iyi anlamazmıyız sizce?
Sn.Süvariler öncelikle hoşgeldiniz.
Sorunuza kısada olsa prof.yaşar nuri öztürk sohbetinden cevap vermek isterim.
NAMAZ KILARKEN OKUDUĞUMUZ DUA VE SURELERİN ANLAMLARINI BİLMİYORSAK NAMAZIMIZ KABUL OLMAZ MI?
Namazın kabul meselesi Allah'ın kararına bağlıdır. Ancak anlamını bilmeden yapılan ibadeti Kur'an eleştirmektedir. (Mâûn Suresi,4-5; Nisa Suresi,43)
Namazımı sayenizde Türkçe olarak kılıyorum. Rükû ve secdeye giderken, "Allahımı tespih ederim. "diyorum. Başlarken "Allahu ekber" bitince "Esselamun aleyküm ve rahmetullah" diyorum. Bunları Türkçe en guzel biçimde nasıl söylemeliyim?
Karma bir dil de kullanabilirsiniz.Allahu ekber,Allahım sen büyüksün;essalamun aleyküm ve rahmetullah,barış esenlik ve rahmet üstünüze olsun demektir.Bunları bu şekilde de söyleyebilirsiniz.
Cami dışında, kendi dilimizde yani Türkçe namaz kılınmasının mümkün olduğunu ifade ediyorsunuz. Camide namaz kılınırken imama uyulmaktadır. İmam da farz olan namazlarda, Arapça okunan bütün kelime veya ayetlerden hemen sonra bir de Türkçesini ifade etse, namaz daha anlaşılır hale gelmiş olmaz mı?
İmamın bunu yapmasına gerek yoktur. Cemaat, arkasından Türkçe okuyabilir. İmam, birliği sağlamak için özgün metni okumalıdır.
Yaşar hocanın namaz ile ilgili bir kaç soruya verdiği kısa cevaplar inşallah sizi tatmin edici ve soru sordurucu mantıksal yönlerde bulabilirsiniz.
-
Namazın kabul meselesi Allah'ın kararına bağlıdır. Ancak anlamını bilmeden yapılan ibadeti Kur'an eleştirmektedir. (Mâûn Suresi,4-5; Nisa Suresi,43)
Sayın Karahan,
Cevabınız gerçekten bilgilendiricydi.Özellikle sohbetteki ayet çok işime yaradı.Bu konuda Ziyo Gökalp'in çok sevdiğim bir dörtlüğü vardır.
"Bir ülke ki, camiinde Türkçe ezan okunur,
Köylü anlar manasını namazdaki duanın...
Bir ülke ki, mektebinde Türkçe Kur'an okunur,
Küçük, büyük herkes bilir buyruğunu Huda'nın;
Ey Türkoğlu, işte senin orasıdır vatanın! "
-
Sayın Karahan olayı özelleştirmiş.
Bunu sık sık yapıyoruz. Sanki din ve inançtan söz edince tek din İslâm dini, tek inanç dizgesi Müslümanlık imiş gibi...
O kişilere de çok şey diyemem çünkü onlar sabahtan akşama, akşamdan sabaha bununla yaşıyor. İslâm dini, onu benimseyenlerin yaşamının en önemli öğesi haline getirilmiş. Sokaktan bir adam çevirin. Hangi milletten olduğunu sorun, büyük çoğunluk Müslüman olduğunu söyler.
Bu dedikoduyu bırakıp ne diyeceksem onu diyeyim:
Hemen her dinde hem bireysal hem toplu tapınım vardır.
Tophlu tapınımlarda, gerektiğinde ilgili din adamı bir dua okur, diğerleri de bu duaya amin der.
Ben anlamadığım hiçbir duaya amin demem.
Dolayısıyla bir camide ya da cenaze defnedilirken mezarlıkta imamın Arapça olarak söyleadiği duaya amin demem. Diyemem. Ne dediğini bilmiyorum ki. O sözüm ona dualar dilimize çevrilince nasıl yanlış, nasıl olmayacak şeyler söylendiğini öğrenmiştim bir zamanlar. Öyle şeyler söylüyordu ki kimileri, değil danilenee amin demek, kafasını kırmak bile gerekebilirdi o sözüm ona müslüman ama aslında mürteci din adamının. Dolayısıyla şimdi de amin demem anlamadıkça. Bunların öyle sırnadan Arapça bilenlerin bile kolayca anlayamayacağı bozuk bir Arapça ile söylenmesinin hiçbir mantığı da yoktur üstelik.
Fakat buradan gidince, kim bilir belki bir de ezan konusuna varırız. Bakın işte o biraz farklı bir olaydır. Sayın Karahan değinmiş ama ben ayrıntısına girmek istemiyorum konuyu saptırmamak adına. Ziya Gökalp ile de eş görüşü paylaşmam. Ezan keandi içinde anlamlıdır. Çevrilince anlamı kaçar. Ancak ezanın mikrofon ve hoparlör kullanılarak okunmasına da şiddetle karşıyım. (Hatta önceden kayda alıp çalanlar, bunu otomatiğe bağlayanlar var. Günümüzün teknolojik olanaklarından yrarlanıyorlar elbette.) Ben derim ki: "Sen müezzinsen gerçekten, çıkarsın o şerefeye, oradan duyurursun sesini yakın mahalleye."
Şimdi belki benimle aynı görüşte olmayanlar, bana karşı çıkacak olanlar var. Onları dinlemek yani yazacaklarını okumak isterim.
-
Sn.Adam
Olayı özelleştirmiş gibi görünüyorum ama o benim müslüman olmamdan kaynaklanıyor.Siteyi takip eden arkadaşların içerisnde yahudi,hristiyan ve diğer mensuplarda olabilir onlarda kendi pencerelerinden bakabilirler.Aşağıda yazdığınız herşey doğru ezanın bende kendi aslı gibi okunması taraftarıyım buna muhalif olanlar önce türkçe ezanı bir dinlesinler.
Hopörlör ve otomatik ezan okunması da doğru bir tesbit bence işin cılkını çıkardığı gibi özünüde bozuyor bence.Bir zamanlar gavur icadı denilen alet edavatında camilerde şimdi kullanılmasıda ayrı bir ironi.
-
ibadetini bende , kişinin kendi dilinde yapmasını isterim, hatta bırakın türkçemi olsun arapça tartışmasını ingilterede yaşayan , türkiyede yaşayan veya kongo da yaşayan müslüman bir ingiliz ister ingilizce ve hatta isterse ve de biliyorsa istediği ( tabi bilmek kaydıyla) dilde ibadetini yapabili , yapmalıda , çünki kimsenin çekincesi olmasın sadece islam değil, hangi dini hangi dille yaparsan yap, sonuç olarak tanrı seni anlayacaktır , eğer doğru bilerek ve samimi yapıyorsan
ezan için de şunu diyebilirim ki bi defa müzikte basit olarak temel prozodi ve tını uyuşması gibi bir çok teknik vardır
dolayısıyla ezanın makamına ve müzikal tınısına orjinal dili daha çok uymaktadır
sn. ADAM ın müezzinlerin çıplak sesle okumalı tezine pek katılamayacağım , affına sığınarak
nedeni; metropol kentlerde ki camilerimizin yakınlarından bir çok insan, otobüs , tren hatta vapurlar geçmektedir , dolayısıyla seslerini o yakın mahalleye kolaylıkla duyurabileceklerini sanmıyorum, ama belki kırsal yerleşim bölgeleri ve hatta köylerde uygulanabilir
genede mevcut teknolojik araçlarla desteklemek daha doğru oluyo zanlımca
mesela ben tatile gittiğim köyün birinde benzer bir olay yaşandı, elektrikler kesildiği için müezzin çıplak sesle okumaya başladı ezanı
fakat tam o esnada camiye yakın bir yerde pancar motor başladımı çalışmaya hemde şimdi yeni çıkan kurmalılardan yani siz belirli zaman dilimlerin de çalışmaya ayarlıyorsunuz o saati gelince su çekip bir kuyu yada su birikintisinden istenilen bölgeye aktarıyo ve nihayetinde müezzin ezanı okudu ama bilhassa bir çok kişiye sordum kimse duymamış
sevgiler...saygılar...
-
Sayın ADAM,
Aynı şey bende de oluyor cemaat içindeki duanın ne anlama geldiğini hiç bir zaman anlamadığımdan amin demeye tereddüt etmişimdir fakat her zaman da amin demişimdir.Birgün bir imama ibadetin Türkçe yapılması konusunda bir soru sorduğumda "Akıllı çocuklar böyle sorular sormaz."dedi.Bence bizim insanlarımız din konusunda herhangi bir şey tartışmaktan korkuyor ve çekiniyor.Din konusunda bir yorum yapmaya çalışsan o topluluk arasında hemen kafir olarak algılanıyorsun.Bu yüzden din hakkındaki konuları bu formdan başka hiçbiryerde tartışamıyorum.Ve bence bizim dinimiz kendisi hakkında tartışmayı kesinlikle yasaklamamıştır.
-
Sn. sahnesarsan,
Sizce insanlar ezanı duyamazlarsa namaza gidemezler mi? Kollarında saat yok mu? :)
-
konuyu madem açtınız bende internetten türkçe ezan buldum ...
Türkçe Ezan (Call the Prayer in Turkish) (http://www.youtube.com/watch?v=h0FHBhZv_aY#)
ayrıca sayın Mustafa Kemal^ e katılıyorum eskiden haberleşme için ya çan çalıyorlarmış yada insansesi vs.. şimdi insanların cep telefon yada kol saati var ve saati istediği şekilde öğrenip ibadetlerini eğer isterlerse yapabilecektir...
müslüman olmayan herhangi biri sesi duyup rahatsız olabilir , aynı şekilde çan seside rahatsızeder yanı başımda sürekli çalsa pazar pazar iki gün sonra avrupa birliğine girince oturduğunuz binanın yakınına pazar pazar çan çalsalar ne düşünürsünüz ?
Saygılarımla,
418
-
ezanın sesi müslümanlar için günümüzde vakit hatırlatmadan ziyade, manevi haz almak ve ibadet yaptığını iç dünyasında hatırlamak için kabül görmüştür , sadece islam değil tüm dinlerde de birçok geleneksel alışkanlıklar vardır ve bunlar ilk çıkış amaçlarını yitirseler bile sonrasında yeni anlamlar yüklenerek gelenekler devam ettirilmiştir, dolyısıyla müslümanlarda eğer vakit hatırlatma ve buna ek olarak kendilerince geliştirdikleri mantık çerçevesinde bu geleneği yaşatmak istiyorsa saygı duyarım kendi adıma.
neden ?
hem başka dinlerin de geleneklerini yaşatma ve onlara saygı duyma adına, hemde beraberce yaşayabileceğimizi sadece lafla değilde emek harcayarak ve anlamaya çalışarak da somut olarak gösterme adına
çan ın çalması yada ezan okunması ve yahut benzeri hergangi bir eylem ,ayrıca , sadece vakitleri haberdar etmek yerine o dine bağlı cemaatin varolma piskolojisininde kanıtıdır , yaşarken çan sesei duyan bir hıristiyan yada ezan sesi duyan bir müslüman var olduğunu ve dinin yaşadığının piskolojik hazzını tatmış olur.
sevgiler...saygılar...
-
Birçok kişinin dediği gibi ibadetleri Türkçe yapmanın faydası büyük olur. Sn. ADAM'ın dediği gibi neye amin dediğimizi bilmiyoruz, o ayetlerde geçen bilgileri öğretileri alamıyoruz sadece ezbere amin diyoruz.
-
Türkçe ezanı da tam anlayabildiğimi söylemek zor. Söyleniş şekli sebebiyle tam anlaşılamıyo.
-
İbadet türkçe yapılabilir ve kutsal kitap anadilde okunabilir demekle bırakılmamalı..Anlamadan arapça okuduğunuz her Kur'an metni için ve anlamadan yaptığınız her ibadet için Kur'an bu yapılana ''şeytan işi bir pislik'' der...Yani bana göre -ebilir değil kesinlikle anlaşılan dilde okunmalı tersi mümkün değil.Eğer kutsal metinlerden örnek verecek olursak:
Nisa Suresi 119. ve 120. ayetlere bakalım;
119.Şeytan dedi ki"Yemin olsun, onları saptıracağım, onları kuruntulara/hurafelere/anlamını bilmeden okumaya mutlaka iteceğim....''
120.Şeytan, onlara söz verir, ümit verip hayal kurdurur, hurafeye/anlamını bilmeden okumaya iter. Ama o, onlara bir aldanıştan başka hiçbir şey vaat etmez.
Bu İslam dini için geçerli ki diğer dinlerde bu sorunun bizdeki kadar olduğunu sanmıyorum.Bunun için ayetlere bile gereksinim yoktur.Akıl,mantık...Anlamadığın birşeyi papağan gibi tekrarlamak sana ne yarar sağlar? Başka konularda sağlarsa da konumuz dışı..
Saygılar
-
İki noktaya değinmek gereğini duydum.
Birincisi Sayın Sahnesarsan'ın deyişi üzerine ve ona destek verir nitelikte.
Şimdi çok dinci (dindar değil, onun ötesinde) olan Müslümanların çoğunun birer Müslüman saati var. Ezanı dahil daha birçok şeyi otomatik olarak duyuruyor. Diğer kişiler de elbette namaz saatini bilir ve ezana gereksinmeleri yok. Ancak ezan bir gelenektir; simgesel anlamı ve değeri vardır. Bu nedenle de çok yüksek vatlı hoparlörLER aracılığıyla bar bar bağırarak aktarılması gerekmez. (Hiç bir ezan saatinde Üsküdar'da bulunanınız oldu mu?) Buna karşın uygulanmaktadır çünkü bunun ardında yatan bir başka amaç, iletilmek istenen bir başka mesaj vardır. Onun ne olduğunu çok iyi biliyorsunuz; benim söylemem gerekmez.
Bir diğer deyişim de Sayın Süvariler'in son sözüne. O bizim dinimiz derken, İslâm demek istiyor. Zararı yok, desin. Asıl sayın başbakan yapıyor o yanlışı, onun dememesi gerek. İslâm dini elbette kendisi üzerinde tartışma yapılmasını yasaklamış değildir ama din adamları bu yasağı getirmiştir. Zaten Kuran üzerinde o pek pohpohlanan İmam-ı Azam'ın içtihat kapılarının kapatışı, Batı'daki Rönesans'ın ateşlenmesine olağanüstü katkıda bulunmuş olan İslâm bilim ve kültürünün olduğu yere saplanıp kalmasına ve giderek gerilemesine yol açmıştır. Din adamları, asıl olanın yerine kendi görüş ve eğilimlerini getirip bunları dinleştirmiştir. Bir kez de bu nedenle Din toplumların bile değil, belli kişilerin icadıdır.
Sayın Sahnesarsan şu sözümle ilgilenir belki: Hemen her ülkede oynanmış ve günümüzde bile farklı kareografilerle de olsa librettosu bakımından değişmeden sahneye konan bir operadır bu.
-
Sayın ADAM,
Bizim dinimiz dememin sebebi bir ağız alışkanlığıdır.Dinin tartışılması konusundaki tüm cümlelerinize katılıyorum.Eğer bizim insanlarımız dini hiçbir tartışımaya konu olmaması gereken birşey olarak görmeye devam ederse bence bu İslam'ı yanlış tanımamıza,anlamamıza yol açaçaktır;bu da bizi sofu cahilliğe götürecektir.İnsanlarımız ecnebi ülkelerden gelen teknolojiyi,bilimi "gavur işi,şeytan icadı"gibi kavramlarla algılamaya başlarsa... halimiz kötü.
-
İnanç bireyseldir. İbadet de bireyseldir. Sorun toplu ibadetler. Toplu ibadetlerin nasıl yapılacağı da bir konsensus konusu olabilir. Bu konuda da o toplu ibadeti yapan insanların seçimi önemlidir.İbadetin dili, ibadet yapmayanı ilgilendirmemelidir. Cami veya tapınak içi, tapınağın içindekileri ilgilendirir. Bu konuda diğer insanları ilgilendiren tek husus, onları etkileyen konulardır ki bu da ezandır, ezan, hoparlörle okunduğunda rahatsız eder. Müslüman olmayan, ezanı duymak zorunda değildir. Ya hoparlör ve ses şiddetinde bir standarda gidilmelidir, ya da ezan hoparlörün icat edilmediği 1300 yıl boyunca çıplak sesle okunduğu gibi okunmalıdır. ( Bu hoparlör konusunda, bazı muhafazakar çevreler, ezandan hoparlör çekilince güceniyorlar. Aslında bu güceniklik, insanın temel olan bilgilerle davranışlarını oluşturmadığının bir göstergesidir. Ezanda elektrik şartı yoktur. Fakat o çocukluğunu hoparlörlü ezanla geçirmiştir. Bu açık çelişki, dindar insanın da aslında eski ailevi güven muhafazasında olduğunu gösteriyor. Bunun din muhafazasıyla veya inançla bir ilgisi yok. ) Bunun başka yolu da toplumsal hoşgörü olabilir, ama bu toplumsal hoşgörü kaypak bir kavram oluyor. Çünkü bu kavramın altına her türlü rahatsız edici aktiviteyi koyabilirsiniz. Ben İstiklal caddesini hep dükkanlardan çıkan müzik sesleriyle hatırlarım mesela. İstiklal caddesine özgü bu geleneğin orada sürdürülmesini isteyebiliyorsak, ezanın da standardize bir hoparlörle okunmasını (alışık olduğumuz halde) isteyebiliriz.
Dikkat edilirse dil konusunda değil, başkalarının özgürlüğüne taciz anlamında bu konuyu değerlendirdim. Dil konusunda da müslümanlardan başkasının bu konuya karışmasının yanlış olacağını söyledim. Peki ya müslümanlar içinde dil konusunda ayrı görüşler varsa?
Zaten sivil toplum denen şey de bu soruya cevap oluyor. Liberalizmin "Sivil toplum" kavramını, bu soruya cevap vermeden evvel gözden geçirmek zorundayız. Sivil toplum, farklı düşünen insanların bir araya gelip, hukuk çerçevesinde istediğini yapmasına imkan tanıyan bir kavramdır. Eğer dil konusunda öztürkçe ibadet etmek isteyen bir müslüman grubu varsa, kendi cemaatini oluşturup, kendi camisini kurabilmeli ve kendi din anlayışlarını yayabilmelidir.
Bunun için de diyanet işleri diye bir şeyin olmaması gerekir. Herkesin kendi cemaatini oluşturması, ve kendi din anlayışlarını yaşaması gerekmektedir. Bu, insanları gelenek körlüğünden kurtarır, ve dindar insanı düşünmeye, sorgulamaya, karar vermeye, tercih etmeye iter.
Saygılar
-
Peki Ezan konusunda hepimizin görüşlerinden yararlanarak ortak bir sonuca varabilmemiz için soruyorum.
Ezan işlevini günümüzde kaybetmiş midir?
Kaybetmiş ise sembolik anlamı sebebiyle mi sürdürülmektedir?
-
TÜRKÇE (ANA DİLDE) İBADET
Kuran’ın İslam’ının yaşanması için yapılması gereken en temel faaliyet Kuran’ın, dini yaşayacak toplumun ana diline çevrilmesidir. Kuran Arapça inmiştir ve orijinali Arapça’dır. Fakat Kuran’a göre Arapça, kutsal bir dil değildir. Kuran, her kavme Peygamberler’in gönderildiğini ve bu peygamberlerin kavimlerine kendi dillerinde mesajlar getirdiklerini söyler. Tevrat Hz. Musa’nın kavminin dilindedir, İncil de Hz. İsa’nın kavminin dilindedir. Hz. Lut’un vahiyleri kendi kavminin dilindedir, Hz. Nuh’unkiler de öyledir... Bu mesajları kutsal yapan Allah’tan indirilmiş olmalarıdır ve bu mesajların hiçbiri Arapça değildir. Allah’ın mesajı Arapça yazılabileceği gibi; Allah’a, dine karşıt sözler, putlara iltifatlar da Arapça yazılabilir. Arapça’yı Allah’ın özel dili, Cennet’in lisanı; Arapça harfleri Allah’ın özel harfleri, Cennet’in harfleri gibi gösteren zihniyet dini Araplar’ın tekeline sokmak isteyen Arap ırkçısı, mezhepçi zihniyettir. Fussilet Suresi 44. ayetten Kuran’ın Arapça olmasının sebebinin, Kuran’ın ilk olarak Arap toplumuna hitap etmesi olduğunu anlıyoruz. Kuran Allah’ın din gönderdiği her kavme kendi dilinde hitap etme adetinden dolayı Arapça’dır. Araplar’a dinlerinin yabancı dilde bildirilmesi saçma olduğu gibi, Türkler’e de kendi dilleri dışında bildirimde bulunmak saçmadır. Türkler’e kendi dillerinde bildirim ancak Kuran’ın çevirisi ile mümkündür.
Kuran’da geçen kelimeler, kavramlar Kuran’da geçmeden önce de Araplar’ın kullandığı kelimeler, kavramlardı. Kuran Allah dediğinde neyi kastettiği, domuz dediğinde domuzun ne olduğu, miras deyince mirasın ne olduğu, vasiyet deyince vasiyetin ne olduğu biliniyordu. Kuran evvelden varolan kelimelerle geldi. Kuran’ı okuyan bir kimse bu apaçık gerçeği rahatça kavrar. Kutsal olan Arapça veya kelimeler değil; Allah’ın bu kelimelerle, kavramlarla oluşturduğu Kuran’dır.
Arapça’yı kutsallaştırıp, dinin anlaşılmadan yaşanmasına sebep olanların düştüğü komik durumun bir örneği şöyledir: “Arap Bedevi kadınları ellerinde deşer, yanık sesle türküler söylüyorlardı. Türkülerin konusu da deve etinin lezzetiydi. Bu etin kebabının, haşlamasının, kızartmasının ne kadar lezzetli olduğu yanık yanık, makam içinde anlatılıyordu. Töreni tertipleyen Osmanlı Teşkilatı Mahsusa Reisi Eşref Sencer Kuşçubaşı Bey bir de gördü ki, hazır ol vaziyetinde olan Anadolu’nun aslan yapılı Osmancık Taburu’nun erlerinden bazılarının Arapça deve eti kasidesini dinlerken göz yaşları şıpır şıpır damlıyordu. İyi Arapça bilen Eşref Bey Şafi ırdı, bir ere:
-“Oğlum ne ağlıyorsun?” diye sordu. Hazır ol vaziyetindeki Mehmetçik durumu değiştirmeden cevap verdi:
-“Kumandanım bakınız ne güzel Kuran okuyor...”
Bu saf, pırıl pırıl yürekli Anadolu çocuğunun duyguları önünde gözleri dolan Eşref Bey dayanamıyor:
-“Oğlum o bedevi kadınları kendilerine dağıtılacak olan deve etinin lezzetini anlatan kasideyi makamla okuyorlar, sil göz yaşlarını...”(Cemal Kutay, Türkçe İbadet, sayfa 61)
TÜM KAVİMLERİN DİLLERİNİN YARATICISI ALLAH’TIR
Gelin ayrı dilleri, ayrı ırkları nasıl değerlendireceğimizi Kuran’ın aydınlatıcı ayetlerine başvurup öğrenelim.
22. Göklerin ve yerin yaratılması ile dilleriniz ve renklerinizin başka oluşu O’nun delillerindendir. Şüphesiz bunda bilgi sahipleri için deliller vardır.
30- Rum Suresi
48. Eğer Allah dileseydi sizi bir tek ümmet yapardı, ancak bu sizleri verdikleriyle sınaması içindir. Tümünüzün dönüşü Allah’adır.
5- Maide Suresi
13. Ey insanlar! Gerçekten biz sizi bir erkekten ve bir dişiden yarattık. Birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler yaptık. Allah açısından en üstün olanınız en çok sakınanınızdır.
49- Hucurat Suresi
Bu ayetleri örnek gösteren Cengiz Özakıncı şunları söyler: “Kuran’ı benimsemiş bir kişi kendi bildiği dilden başka bir dille, kendi soyundan başka bir soyla, kendi toplumundan başka bir toplumla, kendi yazısından başka bir yazıyla karşılaştığında bunları Tanrı’nın bir ürünü olarak görecek, bir üstünlük ya da aşağılık duygusuna kapılmayacak, bunları tanımaya, anlamaya, öğrenmeye girişecektir. Daha açığını söyleyelim: Kuran’a göre bir Müslüman Arap, Türkler’in ulus olarak varlığını, dilini, yazısını ancak bir inceleme, araştırma, öğrenme, yararlanma konusu edinebilir. Türkler’in ulus olarak varlığını ortadan kaldırmaya, ya da eritmeye girişmesi durumunda Tanrı katında suçlu olacaktır. Türkçe’yi at, Arapça’yı kullan, ya da kendi yazını at, Arap yazısını kullan diyemez. Öteki ulusları Araplaştırmaya yeltenemez. Eğer yeltenirse, bu girişimi Tanrı’nın buyruklarına aykırı olur. Geçmişte Tanrı’nın buyruklarını çiğneyen pek çok Müslüman Arap, Müslüman Türk çıkmış, Türkler’in dilini, yazısını Araplaştırmaya girişmiş ve bunu belli oranda başarmışlardır. Bundan 900 yıl önce kimi Arap, kimi Türk kandırıcı kişiler Tanrı ile Türkler’in arasına dilden bir engel koydular. Türkler’in Tanrı’ya Türkçe seslenmesinin Tanrı’yı kızdıracağını söyleyerek, Türkler’i bu yalana inandırdılar. Türkler Tanrı’nın yalnızca Arapça seslenişlere ilgi gösterdiğine kandırıldılar. Tanrı’nın yalnızca Arapça dilekleri, yakarıları işleme koyduğunu söyleyen bu tilkilere inanan Türkler ağızlarını Arapça sözcüklerle açtıklarında, kullanımdan düşürdükleri Türkçe sözcükleri peynir gibi yitiren kargalar konumuna düşmüş, dilleri bozulmuş, imgelemleri bulanmış, anlama, anlatma yetileri devingenliğini, diriliğini, türetgenliğini tüketmiş durumdadırlar.” (Cengiz Özakıncı, Dil ve Din, sayfa 120 ve 156)
Alıntıladığımız ayetlerden anlayacağımız gibi Arapça da, Türkçe de, İngilizce de, Fransızca da, tüm diller de Allah’ın isteğiyle oluşmuştur, tümü Allah’ın delilleridir. İnsanlar bu renkliliği yok etmeye değil, bu farklılıkların içinde kaynaşmaya, tanışmaya çalışmalıdırlar. Her dil bir güzelliktir. Hiçbir dilin kutsallığı yoktur. Allah’ın beğendiği bu çeşitliliği uydurma kutsal etiketiyle yok edenler Allah’ın kitabı Kuran ile çelişmektedirler.
Allah, meleklere Hz. Adem’in üstünlüğünü açıklarken, Hz. Adem’e isimleri öğretmesine ve Hz. Adem’in isimlerle tanımlamalar yapmasına dikkat çekmektedir. İsimlendirerek tanımlama, kelimelerle düşünme gibi dilin temel fonksiyonları, insanı üstün kılan özellikleridir. Hiç şüphesiz dilin bu tarz kullanımında, ne söylediğinin bilincinde olma unsuru vardır. Aklı işletme faaliyeti kelimelerle isimlendirmenin sonucunda yapılan bir faaliyettir. Kullanılan akıl ise insan olmanın ayırt edici özelliğidir.
Kuran’ın herkesin anladığı dilde, tercümesinden okunmasının önemini Prof. Dr. Beyza Bilgin de şu sözleriyle vurgulamaktadır: “Kuran’ın anlaşılması esastır ve vahiyler yoluyla tebliğ ve yol gösterme daima milletlerin konuştuğu dilde yapılmıştır. Öyleyse, milletin fertleri, Allah’ın Kitabı’nı anlamak, ondaki haber ve öğütlerden yararlanarak terbiye olmak, davranış geliştirmek için, onu yabancı dilde değil, konuştukları dilde ve anlayarak okuyacaklardır. Böyle bir okuyuş temin edilmedikçe, Kuran belli bir zümrenin, bir azınlığın elinde kaldıkça, ondaki ilahi amaca yönelik yöntem etkinliğinin ve anlam zenginliğinin meydana getirebileceği bütün gelişmelerden mahrum kalınacaktır. Kuran’ın vahyolunduğu dönemde, Arap edebiyatı çoğunluğun ilgilendiği, zevk alarak izlediği bir alandı. Kuran, şiirle nesrin birleştiği bir üslûpla, yeni konulardan söz ediyordu.
26. Kuran’ı dinletmeyin. Kuran okunduğunda gürültü yapın, belki bu yolla ona galabe edebilirsiniz.
41- Fussilet
Anlamışlardı ki, Kuran dinlenir ve anlaşılırsa, onunla başa çıkamayacaklardır. Oysa geleneklerimizden gelen günümüzdeki okuyuşta, musiki ile okuyuştan etkilenmekten söz edilebilir ama o şiirli üslûp kullanılarak verilmiş olan haber ve öğütlerden etkilenmekten söz edilemez. Kuran’ı inanarak, güvenerek, sevgi ile okuyan insanlar, onu okurken, onda anlatılanları, onu üslubu ile anlayarak okusalar, bilgilenseler ve etkilenseler, duyguları o yönde aksa, o yönde içerik kazansa, neler olabilir, kabiliyetli müminler onları nasıl kullanır, bir düşünülse! Güzel sanatların bütün dalları, şiir, roman, film, tiyatro, müzik, estetik, gazete, dergi, radyo, televizyon gibi güçlü araçlar, onları kullanan inançlı insanların belleklerinde yüksek fikirlerle seslense, sevgiyi, güzelliği, temizliği, merhameti, adaleti, barışı ve yardımlaşmayı ifadeye dökseler, ülkede ince bir ruh hali, bir yüksek terbiye, bir bilgiseverlik, bir aydınlanma meydana gelmez mi? Meydana gelen bu aydınlık dışa vurmaz mı?! (1. Kuran Sempozyumu, sayfa 82)
OSMANLI DÖNEMİNDE KURAN’IN YERİ
Allah dinde akledilmesini, ince ince düşünülmesini, araştırılmasını, emirlerinin uygulanmasını, kitabının rehber edinilmesini ister. Kişiler Allah’ın kitabının manasını bilmeden üzerinde nasıl inceden inceye düşünebilirler? Kuran’ın kendi üzerinde ince ince düşünülmesiyle ilgili emirleri Kuran’ın manası bilinmezse nasıl uygulanacaktır? Sonuçta kişiler dini yaşamak için, dinle ilgili bilgileri anladıkları dilden duymak veya okumak zorundadırlar. Geleneksel, mezhepçi İslamcılar kendi din adamlarının veya ilmihal kitaplarının Türkçe anlatımlarında bir sakınca görmemişlerdir. Onlar da herkesin Arapça öğrenmesinin farz olduğunu savunmamışlardır. İlmihal kitaplarının, kendi öğretileri doğrultusunda yetişen müftülerin, imamların, şeyhlerin dini Türkçe olarak anlatmasını normal görenler, Kuran’ın Türkçe’ye çevrilmesine karşı çıkmışlardır. Amaç kişi ile Allah arasına din adamlarının sokulması ve mezhep izahlarıyla yetişmiş din adamlarının ve mezheplerin izahlarının din diye sorgulamasız yutturulmasıdır. Oysa dinin tek kaynağı olan Kuran’ın çevirisi elde olunca kişilerin Allah’ın dini ile uydurulan dini ayırt etmeleri mümkün olabilmektedir.
Kuran’ın ancak Cumhuriyet döneminden sonra çevrilebilmesinin ve mezhepçi, gelenekçi grupların buna direnişlerinin altındaki temel neden budur. Bunlar, dinin mezheplerin tekelinden çıkmasına ve uydurmaların sorgulanmasına tahammül edememektedirler. Kuran’ın İslamının, Osmanlı tarihinde doğru dürüst ortaya çıkmamasının, çıksa da kökleşip yerleşmemesinin altındaki temel sebebin mevcut sistemin despotluğu ile beraber, bu çeviri yasağı olduğu kanaatindeyiz. Çevrilemeyen, Arapça’sının bile matbaada basılmasına izin verilmeyen Kuran’ın ismi vardı ama kendisi ortada yoktu. “Çok şanlı” diye nitelenen atalarımız ne yazık ki Kuran’ı çevirtmediler. Yıllarca günah dedikleri matbaanın günah olmasından vazgeçtiklerinde bile Kuran’ın matbaada basılmasının günahlığı devam etti. Hattatların el yazısı ile çoğalttığı, ender olarak bazı evlerde bulunan Kuran ise bulunduğu evlerde de bohçalar içinde saklandı. Bohçalar açılıp okunduğunda ise manası için değil, melodisi için okundu. Halk hiçbir konunun çözümü için Kuran’a müracaat edemedi. Şeyhülislamlar, şeyhler, imamlar halka dini öğretti. Onlarsa dini Sünnilik mezhebiyle eşitleyen, Sünniliğin halifesi olan padişaha itaatli kişilerdi. Böylece Sünni mezhepçi görüş kendini ayakta tutup, kendi devamını sağladı.
Kuran tercüme edilemez iddiası yanlıştır. Kuran “Allah birdir” diyor, tercüme ediyoruz; “Allah bağışlayıcıdır” diyor, tercüme ediyoruz; “Kuran her şeyi açıklar” diyor, tercüme ediyoruz; “Hz. Musa’ya Tevrat verildi” diyor, tercüme ediyoruz; “Kan içilmez, domuz yenmez” diyor, tercüme ediyoruz. Bunların hangisi anlaşılmıyor? Dillerde somut veya soyut kavramlar seslere dönüştürülür, bu sesler duyulunca o somut veya soyut kavram zihinde canlandırılıp, iletişim sağlanır. Dil bir iletişim aracıdır. Domuz kelimesini ele alalım. Domuzun Arapça’sı da, Türkçe’si de söylendiğinde somut varlık olan domuzun karşılığıdır. Şimdi Arapça’daki domuz kelimesini, Türkçe’ye çevirdiğimizde bunun nesi anlaşılmaz oluyor? İstiyorsanız domuz gibi somut değil, başka soyut bir kavramı ele alalım. Örneğin Arapça’da “bağışlayıcı” manasına gelen “Gafur” kelimesini ele alalım. Arapça’da “Gafur” kelimesi g, a, f, u, r harşerinden oluşan bir titreşim oluşturur ve sesin bu titreşimleri soyut kavram olarak “bağışlayıcılığı” ifade eder. Eğer Türkçe’ye bir çeviri yapılırsa b, a, ğ, ı, ş, l, a, y, ı, c, ı harflerinin titreşimlerinden oluşan “bağışlayıcı” kelimesi “Gafur”un yerini alacak ve bu da aynı soyut kavramı ifade edecektir.
Çeviride ortaya çıkan bazı zorluklar, Arapça’dan Türkçe’ye çevirinin zorluklarından ziyade, kavramın Arapça’sının neyi ifade ettiğinin tartışmasından ortaya çıkmaktadır. Bu da bir çeviri sorunu değil, anlaşılma sorunudur. Araplar da bu sorunu Türkler kadar yaşarlar. Kuran’da anlatılan Yahudiler’in dinlerindeki kelimelerin yerlerini, manalarını kaydırma eğilimi dinimizde de yaşanmıştır. Kuran’ın kullandığı manadan farklı bir şekilde kelimeyi kullanma eğilimi, çeviriyle değil, anlaşılmayla ilgili bir çözüm konusudur. Bunun da baş sorumlusu dini uydurma izahlarıyla bozmaya kalkan zihniyetin, Kuran’ın kelimelerinin manasını kaydırarak Kuran’ı kendi arzularına uydurma çabalarıdır. Kuran’da aynı kelimenin farklı yerlerdeki kullanımı gibi noktaların irdelenmesiyle çözülebilen bu sorun, istisnai bazı yerlerde ortaya çıkar ve bahsettiğimiz şekilde titiz bir incelemeyle çözülebilir.
Türkler’in Arapça ibadeti birçok açıdan hatalıdır. Cengiz Özakıncı bu sakıncalardan bir kısmını şöyle açıklamaktadır: “...Eğer Türkçe söylenirse Tanrı bu yakarıları işleme koymaz, kesin sonuç almak istiyorsanız, bu duaları Arapça yazın, söyleyin denilerek öğretilmektedir. Oysa bir Türk bu yakarıları Arapça’yı gereği gibi seslendirerek yapamaz. Arap dilinde öyle sesler vardır ki, bunlara boğaz sesleri denir, ancak Arap olanlar söyleyebilirler. İçinde böylesi Türk gırtlağına yabancı sesler olan Arapça sözcükleri bir Türk söylemeye kalkıştığında, o sesi çıkartamayacağı için, onu andıran başka bir ses çıkarır. Bu durumda Arapça sözcüğün anlamı da değişir. Tıpkı “sevmek” ve “sövmek” sözcüklerinde olduğu gibi, Arapça’da da küçük bir ses değişimi anlamı tersine dönüştürebilmektedir, çünkü bütün dillerde olduğu gibi Arapça’da da böylesi yakın sesli, ters anlamlı sözcükler vardır. Bir Arap Türkçe konuşurken nasıl “sev” diyeceği yerde “söv” diyebilirse, bunun gibi bir Türk de Tanrı’ya Arapça sesleneyim derken “fağfir lene (bizi yargıla, koru)” diyeceği yerde “fakfir lene(bizimle ilişkini kes, bize boşver)” diyebilir. Çünkü Arapça’da bulunan “ğ” sesi çok özel bir sestir. Türk dilinde bu ses yoktur. Bir Türk özel bir eğitim almadıkça bu iki sözcüğün söylenişini birbirine karıştıracaktır. Görüleceği üzere Türk’ün Tanrı’ya kendi diliyle değil de seslendirmeyi beceremeyeceği Arapça sözcüklerle yakarması, her açıdan yanlıştır.”(Cengiz Özakıncı, Dil ve Din, sayfa 118)
SARHOŞVARİ NAMAZ
Kuran’da geçen; Kuran’ı rehber edinmemiz, Kuran’ın üzerine düşünmemiz ancak anlayacağımız dilde Kuran’ı okumamızla mümkündür. Namazda da gerçek manada Allah’a yönelmemiz ancak anladığımız dilde ne söylediğimizi bilerek namaz kılmamızla mümkündür. Namazı anlamadıkları kelimelerin tekrarıyla kılanlar, namazı bitirdikten sonra bir an dursunlar ve kendilerine Allah’a ne kadar yönelebildiklerini sorsunlar. Anlaşılmayan kelimelerle namazı kılmakta ve farkında olunmayan kelimeleri tekrardaki yarar ne olabilir? Allah’ın istediği şekilde aklı işletmek, Allah’ın delilleri üzerinde düşünmek, Allah’tan günahlara bağışlanma dilemek, ancak kişinin ne söylediğinin bilincinde olmasıyla mümkündür.
Allah savaşta ve korku zamanında bile namaz kılmamızı özel tedbirlere bağlayıp emreder. Kuran’a göre kişilerin namaz kılmamaları gereken tek durum vardır; o da kişinin ne söylediğinin farkında olmayacak şekilde sarhoş olduğu durumdur. Ne söylediğinin farkına varacak şekle gelen içkili kişinin bile Kuran’a göre namaz kılması gerekir.(Bakınız 4-Nisa Suresi 43) Şimdi ne söylediğinin farkında olmadan namaz kılan, anlamını bilmedikleri sözlerle Allah’a dua edenler, bu ibadetlerinin Allah katında ne kadar makbul olabileceğini, Allah’ın isteğine bu ibadetlerin ne kadar uyabileceğini düşünmek zorundadırlar.
Ne yazıktır ki ülkemizde dinci gazete diye bilinen gazeteler, Kuran’ın anlaşılmasının gereksizliğinin baş savunucularıdır. Örneğin bir gazetenin “Bir Bilen” köşesinde şu izahlar yazılmıştır: “Hiç kimseye Kuran tercümelerini tavsiye etmiyoruz... Kuran tercümesi okumak fayda yerine zarar verir... Herkesin Kuran’ı anlamasını tavsiye etmek büyük sapıklıktır... Kuran’ı hiç okumayıp sırf hayır ve bereket için evinde saklamak caiz ve sevaptır... Anlamadan Kuran okunmaz diyenler büyük sapıktır.” Bu yüksek tirajlı gazetenin iddiaları hiç de şaşırtıcı değildir. Zaten Kuran’ın yüzyıllarca Türkçe’ye çevrilmesini engelleyen hep bu kafadır. Kuran’ın anlaşılması için çaba sarfedilmesi Allah’ın emridir. Öyle ki Kuran’ın sırf anlamamız için kolaylaştırıldığı Kuran’da geçmektedir. Kuran’ı herkesin anlamasını tavsiye edenlere sapık diyenler başta Allah’ın bunu söylediğinden nasıl habersiz oluyorlar? Mezheplerinin hatırı için Allah’a bilerek veya bilmeyerek hakaret eden kafa kendisine “Bir Bilen” adını takmış. Bileni buysa, bilmeyeni nasıldır acaba! Böyle bilenler oldukça, Müslümanlar’ın kendi dışında düşmanlar aramasına hiç gerek yok, kendisini “bilen Müslümanlar” ilan edenlerin zihniyeti dine zaten en büyük zararı vermektedir.
Türkler’i Arapça bilmeseler bile Arapça ibadet etmeye zorlamak, Allah’ın bizden manasını anlamadığımız ibadetler istediğini iddia etmek; Arapça’yı kutsallaştırmanın, dini mantıksızlaştırmanın bir ürünüdür. Bildiğimiz dilde Allah’a daha bilinçli, daha güzel bir şekilde yönelebiliriz. Allah her dili bilmektedir.
-
Sayın Karahan'ın bu yeni yazısı üzerine aslında onun uzun boylu yazmış olduklarıyla bağlantılı bir şey belirtecek değilim.
Kuran'ın Tanrı sözü olduğu, vahiy yoluyla indirildiği belirtilir. Müslümanlar buna inanır. Müslüman olmayıp inananlar da vardır.
Buna bir diyeceğim yok.
Denilecek bir şey olmadığından değil, o konuya girmek istemediğimden.
Fakat Sayın Karahan'ın Tevrat ve İncil için dediği bir iki küçük söze diyeceğim var.
Bu kitapların ikisi de Tanrı sözü falan değildir. Ne Tevrat Musa'nın dilinde yazılmıştır ne de İncil İsa'nın dilinde. Bunların ikisi de (İncil aslında tek değildir) peygamber olarak benimsedikleri kişilerden çok sonraki tarihlerde başkalarınca yazılmıştır.
Hele Tevrat... Musa'dan yüzyıllarca sonra kaleme alınmıştır birtakım kişilerin aklında kalanlara dayanarak. . Bu bakımdan İncil biraz daha şanslı.
İkisi de insan elinden çıkmış kitaplardır.
İnsan elinden çıkmış İncillerin birçoğu yakılıp yok edilmiştir. Bir de o yönü var işin.
Ha, kimileri bu kitapları birer kutsal kitap olarak benimser, kapsamlarında anlatılan öykülere birer katışıksız gerçek olarak inanır ve bağlanır, böylece Musevi ya da İsevi olur, tapınışını da ona göre sürrdürür; onlara bir şey diyemem ve inançlarına çok fazla karışamam.
Ben bu gibi konulara bilimsel açıdan ve akıl yolu ile bakmaktayım. Bu nedenle de şu iki kitabın Tanrı kitabı olduğu ne bilimsel doğrulara sığıyor ne de akıl verileriyle bağdaşıyor.
İnananlar ise benim yaptığımın doğru olmadığını, bu konuya inançla ve gönülle bakmak gerektiğini söylüyor.
İyi ya!... Siz öyle yapabilirsiniz.
Hani konu başlıoğı kendi dilimizde ibadet ya...
Burada en çok üzerinde durulan Kuran'ın bizim dilimizde (Türkçede) ya da inananların öz dilinde olması ya... (Türkçe denilince hangi Türkçe de var ayrıca...)
Hiç dert etmeyin bu sadece Müslümanlık ile bağlantılı bir sıkıntı değil. Her ne kadar kapsamları kendi dillerine çevrilmişse de, Museviler ve Hıristiyanlar da dualarını pek de kendi dillerinde yapmakta değildir. Birinde İbranice ötekinde Latince egemen ama o İbranice ve Latince de güncelde kullanılan dil değil. Örneğin gidip eğitimini görerek Latince öğrenirseniz, Kilise'nin İncilini okuduğunuzda ya anlayamaz ya zor anlarsınız.
Kilisedeki bir ayin çıkışında Hıristiyanlara bir sorun bakalım anlamışlar mı papazın İnvil'i önüne açıp da okuduklarını.
Zaten Kuran da öyle değil mi? İyi Arapça bilen her babayiğit bile kolayca anlayamaz hatta yanlış anlama olasılığı doğru anlamasından daha yüksektir.
-
Her dilin fonotik bir yapısı ve özelliği vardır. Arap islamı da böyledir. Burada sorunlardan birinin toplu ibadet olduğu bahsedilmiş Buna kesinlikle katılmıyorum. Toplu ibadet bir sorun değildir. Toplu ibadet denen hadise kanımca tiyatral anlamda çok başarılıdır. Hele ki namaz. Aynı anda senkron hareketlere dayalı. Bireylerin senkron hareket etmesi majical enerjiyi çok güçlendirmekte (Olumlu veya olumsuz tartışılır) Rutual majide seremoni diye birşey var yani ne kadar seremonikse o kadar başarılı olur majisyen. Majikal enerjinin genel kabulde maksimum olduğu anlar vardır bunlar şu şekilde sayılabilir. Seromoni (Belli kurallar ile sıralı), Meditasyon, Seksüel everji (Vamp) ve kurban enerjisi, Titreşime bağlı güç, Tekrar, Maddeye bağlı enerji.
İslam bunların hepsine temelde sahip Seromoni (Namaz) Meditasyon (Huşu), Kurban (Kurban), Titreşim (Ezan) tekrar (tesbih) ve şunlar islamca metotsal olarak dışlanmıştır: Seksüel enerji, ve madde ile türeten enerji (Alkol vs)
Benim ve kimi yaklaşımların içerisinde bulunduğu görüşte (Gnostik, tantral LHP vs) ise bu majikal metotların sadece biri hoş karşılanmaz (Kurban). Nitekim kimi semavi dinler (isevilik) bu yapıdan kurbanı da çıkartmıştır ve maddesel maji enerji kaynaklarını (şarap) eklemiştir. Kurbanı ise Seremoninin içerisine tıkıştırmıştır (ekmek).
Bu konuda (ki aynı efsane üçleme için de çok önemli) en iyi efsane ramayana kimi yorumlarda yuddhakanda beyitlerinde seksüel enerjinin bölünmüş ramayı (eşi ile cinsellik - şita) sonucunda nasıl kurban riti ile elde edilen enerjiyi kırdığında bahseder. (Ayrıca ramanın tekrar vişnu olması da çok başarılıdır)
Neyse konuyu dağıttım epey. Kısacası islamın genel rutuelleri açısından fonotik anlamda ezan önemli bence. Arapça olmalı. Ama Türke arap mırıltısı dinlemek ne kadar oturuyor o ayrı konu.
-
“Biz de Tanrı'nın ve elçisinin bize verdiği,ilettiği bu mesajlarla dinin yasaklarını ve ibadetlerini belirlemişiz”
Çok "arapçı" bir soru olmuş ama sayın Süvari ::)
-
Öncelikle hepinize merhaba,
Arkadaşlar belki konu yanlış bölüm altında açılmış olabilir, kusura bakmayın;sonuçta forumun en yeni üyesi olarak bazı şeyleri kavrayana kadar toleransım olabileceğini düşünmekteyim.
Arkadaşlar,düşünmekteyim ki Tanrı bizlere gerek inandığımız değerin kitabıyla gerek peygamberiyle birşeyler anlatmaya çalışıyor.Biz de Tanrı'nın ve elçisinin bize verdiği,ilettiği bu mesajlarla dinin yasaklarını ve ibadetlerini belirlemişiz.Bu ibadetleri yaparken bizler Tanrı'ya karşı dediklerimizi ne kadar anlıyoruz? Namaz kılarken veya imamın Arapça dualarını dinlerken Tanrı'nın bize verdiği mesajları anlayabiliyor muyuz?Ülkede çoğu kişinin Arapça bilmediğini göz önüne alırsak bence anlıyamıyoruz;bu da Tanrı'yı daha iyi anlamamıza engel oluyor.Yani ibadetlerimizi kendi dilimizde yapsak Tanrı'yı daha iyi anlamazmıyız sizce?
Kur'an'ı bilmediğin bir dilde okursan, nasıl bir edep kapabilirsin? Arapça okunacaktır diye katı kurallarla duvarlar örenin İslam'a ve insana hiç bir katkısı yoktur. Mantıklı düşünen, İslam'da da doğruyu bulur, alim olmaya lüzum yok.
-
Sayın Karahan olayı özelleştirmiş.
Bunu sık sık yapıyoruz. Sanki din ve inançtan söz edince tek din İslâm dini, tek inanç dizgesi Müslümanlık imiş gibi...
O kişilere de çok şey diyemem çünkü onlar sabahtan akşama, akşamdan sabaha bununla yaşıyor. İslâm dini, onu benimseyenlerin yaşamının en önemli öğesi haline getirilmiş. Sokaktan bir adam çevirin. Hangi milletten olduğunu sorun, büyük çoğunluk Müslüman olduğunu söyler.
Bu dedikoduyu bırakıp ne diyeceksem onu diyeyim:
Hemen her dinde hem bireysal hem toplu tapınım vardır.
Tophlu tapınımlarda, gerektiğinde ilgili din adamı bir dua okur, diğerleri de bu duaya amin der.
Ben anlamadığım hiçbir duaya amin demem.
Dolayısıyla bir camide ya da cenaze defnedilirken mezarlıkta imamın Arapça olarak söyleadiği duaya amin demem. Diyemem. Ne dediğini bilmiyorum ki. O sözüm ona dualar dilimize çevrilince nasıl yanlış, nasıl olmayacak şeyler söylendiğini öğrenmiştim bir zamanlar. Öyle şeyler söylüyordu ki kimileri, değil danilenee amin demek, kafasını kırmak bile gerekebilirdi o sözüm ona müslüman ama aslında mürteci din adamının. Dolayısıyla şimdi de amin demem anlamadıkça. Bunların öyle sırnadan Arapça bilenlerin bile kolayca anlayamayacağı bozuk bir Arapça ile söylenmesinin hiçbir mantığı da yoktur üstelik.
Fakat buradan gidince, kim bilir belki bir de ezan konusuna varırız. Bakın işte o biraz farklı bir olaydır. Sayın Karahan değinmiş ama ben ayrıntısına girmek istemiyorum konuyu saptırmamak adına. Ziya Gökalp ile de eş görüşü paylaşmam. Ezan keandi içinde anlamlıdır. Çevrilince anlamı kaçar. Ancak ezanın mikrofon ve hoparlör kullanılarak okunmasına da şiddetle karşıyım. (Hatta önceden kayda alıp çalanlar, bunu otomatiğe bağlayanlar var. Günümüzün teknolojik olanaklarından yrarlanıyorlar elbette.) Ben derim ki: "Sen müezzinsen gerçekten, çıkarsın o şerefeye, oradan duyurursun sesini yakın mahalleye."
Şimdi belki benimle aynı görüşte olmayanlar, bana karşı çıkacak olanlar var. Onları dinlemek yani yazacaklarını okumak isterim.
Sayın Adam'ın haklı olduğu konular var,Kuran eğer anlamı bilinmeden okunmasını eleştiriyor ise,haklıdır.Kaldı ki ilk ayeti "Oku!" olan bir kutsal kitap var ortada,ve Türkçe okuyanların sayısı o kadar az ki,arapça okuyup anlamını bilerek okuyan da vardır,ama onlar da çok azdır diye tahmin ediyorum.Otomatik kayıt konusunda,bence de eğer müezzinse kendisi okumalı ama bu dönemde hoparlör kullanması bana göre çok yanlış değil.Gerçi Türkiye' deki camilerin sayısına baktığımızda,hoparlörsüz de yapılabilir.(Neden olmasın?).
-
Hristiyanlıkta çan çalmasi değişmediği gibi ezaninda kendi dilinden başka bir dilde okunamama sebebi İslam dinini sembol ve temsil etmesidir.Her dinin kutsiyetleri ve değişmez ilkeleri gibi ezanda indigi dilde insanların kalplerine ifade eder.Ezan okunmasada olur mu?Pek ala olur.Yabancı ülkelerde ezan insanlari rahatsiz ettiği icin hoparlör ile okunmaz.Çanda çalınmaz.. Konuyu kaynaklara gore özetlersek;Sorularla islamiyette guzel açıklanmış.. Saygılarımla.
Ezan Arapça’dan başka bir dille okunamaz, okunan şey de ezan olmaz. Bunun nedenlerini madde madde şöyle sıralayabiliriz;
Hanefî ve Hanbelî fukahası ezanın başka bir dilde okunmasının caiz olmadığı kanaatindedirler. Şafiî fakihleri ise, Arapça bilmeyen yabancıların, ezanı orijinal şekliyle okuyabilen birini bulamadıkları takdirde kendi dillerinde okumalarına cevaz vermişlerdir. Fakat bu da, ebedî değil, geçici yani orijinalini öğreninceye kadar verilmiş bir cevazdır. Kahir ekseriyet, ezanın Arapça’dan başka bir dilde okunamayacağı kanaatindedir. Onun içindir ki ezan, on dört asır içerisinde dilleri birbirinden farklı bütün İslâm ülkelerinde, Arapça’dan başka bir dille okunmamıştır.
Bize göre de ezan Arapça’dan başka bir dille okunamaz, okunan şey de ezan olmaz. Bunun nedenlerini madde madde şöyle sıralayabiliriz:
1- Ezanın sözleri Arapça’dır. Ama Arap’ın sözleri değildir. Onun nazmı ve lafzı yani dizilişi ve sözleri ashaptan Abdullah b. Zeyd’e, Hz. Ömer’e ve daha pek çok sahabeye (r. anhüm) Allah tarafından ilham edilmiş; Hz. Peygamberin onay ve tasdikleriyle kesinleşmiş, 1400 küsur senedir dilleri farklı bütün İslâm ülkelerinde değişmeden, tartışılmadan “EZAN-I MUHAMMEDΔ olarak okunagelmiştir.
2- “Ezan-ı Muhammedî” olarak adlandırılmasında da ayrıca bir güzellik vardır. Arap kalkıp “Ezan-ı Arabî” yani Arap Ezanı demesin, Pakistanlı kalkıp “Ezan-ı Pakistanî” yani Pakistan Ezanı demesin, Müslüman Türk kalkıp “Ezan-ı Türkî” yani Türk Ezanı demesin ve herkes kendisine göre bir ezan çıkarmasın diye bütün Müslümanların peygamberi olan Hz. Muhammed (s.a.v)Efendimize isnaden “EZAN-I MUHAMMEDΔ denilmiştir.
3- Düşman istilasında kalan Müslüman topraklarında ilk yapılan şey ezanı men etmek olur. Çünkü ezan bir paroladır, Müslümanların hürriyet ve birlik alâmetidir. İşte bu sebeptendir ki, “Ezan okuma, İslâm dünyasında fetih ve zaferlerin vazgeçilmez bir unsuru olmuştur. Nitekim Mekke’nin fethinden beri ele geçirilen her beldede yapılan ilk uygulamalardan biri, fetih müjdesini her tarafa duyurmak için yüksek bir yerde ezan okumak olmuştur. Bâkî’nin meşhur Kânûnî Sultan Süleyman mersiyesindeki:
“Aldın hezar bütgedeyi mescid eyledin
Nakûs yerlerinde okuttun ezanları.”
beyti bu uygulamanın divan şiirine aksetmiş bir ifadesidir. Anlamı şududr:
Aldın binlerce puthaneyi mescid yaptın
Çan çalınan yerde okuttun ezanları.”
4- Ezanın görevini yapsın diye önceden çok teklifler geldi. Çan çalınsın, boru öttürülsün, ateş yakılsın denildi; ama bunların hiçbiri hüsn-ü kabul görmedi. Çünkü bunların hepsi beşerî idi. İnsanların düşüncesinin ürünüydü. Aynı zamanda bir yanlışı çağrıştırıyordu.
5- Halbuki ezan, beşerin ürünü değildi. Buradan da anlaşılıyor ki ezan ilâhî bir tercihtir, ilâhî bir davettir, ilâhî bir tebliğdir, ilâhî bir mesajdır. Mesajını insanlığa duyurmak isteyen Allah, herhalde bunu, dillerden birini seçerek yapacaktı. Nitekim öyle yapmış, dillerden Arapça’yı seçmiş, ezanı da Arapça ilham eylemiştir. O, Fail-i Muhtar’dır, dilediğini yapmakta serbesttir. Kimsenin O’na ‘Neden Arapça’yı seçtin?’ demeye hakkı yoktur.
6- İslâm şeairindeki ilâhî ve nebevî kelimeler canlı ve sevaplı bir kabuk ve bir deri gibidir. Bir hayvanın derisi veya bir meyvenin kabuğu soyulsa, az bir zaman sonra o zarif et ve o güzel meyve siyahlanır, kokar.
İşte gerek ibadette ve gerekse ezanda olsun şeair-i İslâmiyedeki Arapça ifadeler canlı ve sevaplı bir deri ve bir kabuk gibidir. Onlar soyulursa, geçici olarak manaları bir derece görünür; fakat o mübarek manaların ruhları uçar, geriye dumanı kalır.
Ümmî bir adam yani Kur’an’ın manasını bilmeyen biri, Kur’an’dan yarım sayfa okusa Kur’an okumuş sayılır. Kur’an’ın manasını bilen bir alim Kur’an’ın mealinden on sayfa dahi okusa Kur’an okumuş sayılmaz. Çünkü Kur’an denildi mi onun lafzı ve nazmı akla gelir. Lafız ve nazım ortadan kalkarsa Kur’an diye bir şey kalmaz. Geriye kalan meal ve tercümedir. Kur’an’ın meal ve tercümesi Kur’an değildir ki onunla ibadet yapılabilsin.
Aynen bunun gibi ezanın Arapça sözleri de ilâhîdir. Türkçeleştirilse ve Arapça ezanın yerine Türkçe’si okunsa, o, ezan sayılmaz. Okuyan, sadece ezanın Türkçe’sini okumuş olur. Türkçe ezan da, orijinal ezanın kazandırdığını kazandırmaz. Parola ve şeair olmaz.
7- İslâmiyet’in meselelerinden bir kısmı “Taabbüdî”dir. Yani Allah ve Peygamber ne koymuşlar, nasıl istemişlerse öyle yapılır. Yüz bin hikmet ve maslahat onları değiştiremez. Mesela biri, “Ezanın hikmeti Müslümanları namaza çağırmaktır. Şu halde bir tüfek atmak kâfidir.” derse yanlış söylemiş olur. Çünkü ezanın sadece bir hikmeti yoktur. O pek çok hikmetlerden sadece bir hikmet olabilir.
Ezanın en önemli hikmetlerinden biri, insanlık adına, o şehir ahalisi adına, kâinatın yaratılışının en büyük neticesi ve insanoğlunun yaratılışının en büyük gayesi olan tevhidi ilân etmek, yani Allah’ın birliğini kabullenip Rab oluşunu haykırmaktır.
8- İki çeşit hak vardır. Biri şahsî, özel hak, diğeri umûmî, genel haktır. Genel haklara “Hukukullah” Allah’ın hakları da denilir. Bunların bir adı da “Şeair-i İslâmiye” yani “İslâmî semboller”dir. Bu haklara bütün Müslümanlar ortaktır. İşte o şeairden biri Ezan-ı Muhammedî’dir. Bütün Müslümanların rızası olmadan onlara ilişmek, herkesin hukukuna ve Allah’ın haklarına tecavüz sayılır.
İşte bu sebeplerden dolayıdır ki, hiçbir Müslüman ve hiçbir İslâm ülkesi ezanı orijinalinden başka bir dille okumak ve dinlemek istememiş, okuyanlardan ve okutanlardan da asla razı olmamıştır.
9- Ezanın kelimeleri vecizdir, mu’cizdir, ilâhîdir. Mesela son cümlesini ele alalım. La ilahe illallah’ın her bir kelimesinde bir La ilahe illallah vardır. Yani manası vardır. La ilahe illallah, Allah’tan başka tanrı yok demektir. “La ilahe”yi kaldırın “illallah” deyin, yine yalnız Allah var demektir. “İlla”yı kaldırın “Allah” deyin, yine kâinatın mutlak hâkimi akla gelir. “Allah” lafza-i celalinin başından elifi kaldırın, “Lillah” yine her şey Allah içindir anlamına gelir. “Lillah”taki birinci lamı kaldırın “lehu” kalır. Yine her şey Allah’ındır anlamına gelir. “Lehu”daki lamı kaldırın, geriye “Hû” kalır. Her şey “O” deyip inlemekte, O’nu göstermekte, Allah’ın varlığını ve birliğini ilân etmektedir, anlamına gelir.
10- Şimdi bir de gelin Allah lafza-i celalinin yerine konulan “TANRI” kelimesini düşünelim. Başından T’yi kaldırın geriye ne kalıyor? ANRI. Ne anlama geliyor? Hiç. A harfini kaldırın ve bakın, geriye hiçbir şey kalmadığını göreceksiniz. Öyleyse gelin bu taşları yerinden oynatmayalım. Çünkü bu taşları Allah dizmiştir.
Bu taşları yerinden oynatanın başına ağır taşlar düşer, bir daha iki yakası bir araya gelmez; ne dünyada ne de ahirette.
11- Ben “Tanrı uludur” demekten hiç zevk almıyorum. Sanki Allah’ın büyüklüğü Türkiye hudutlarıyla sınırlandırılmış gibi geliyor bana. Halbuki benim inandığım Allah’ın büyüklüğü sınırsız. Bunu da ancak “Allahuekber” sözü ifade etmektedir.
Yusuf İslâm da işte bunun için ezanı orijinal diliyle okumaktadır. Biz dine uyarsak din, din olur. Dini kendimize uydurursak din, din olmaktan çıkar. O da bizim gibi perişan olur.
12- Müslüman, ırkçılık davası güdemeyeceği gibi, dil ırkçılığına da tenezzül etmemelidir. Hikmet ve ilim hangi dille bizim elimize tutuşturulursa onu alırız. İlmin ve hikmetin Müslümanı, gayrimüslimi olmaz. İlim ve hikmet nerde olursa olsun hep Müslüman’dır. Yüce Allah mesajını Hz. Muhammed’in (s.a.v) Efendimizin eliyle, elektriği de Edison’un eliyle insanlığa ulaştırmıştır. Peygamberin eliyle gelen de, Edison’un eliyle gelen de nimettir, hikmettir, hikmet mü’minin malıdır, bulduğu yerde almalıdır.
13- Bendenizin Tanrı kelimesine takılmamın sebebi, bu kelimenin Allah lafza-i celalinin yerine konulmasından ve onun bir tercümesi olarak gösterilmiş olmasındandır. Yoksa Tanrı diyen der, ona biz karışmayız. Ama “Allah” lafza-i celalinin yerine konulmasına da razı olamayız.
TERCÜME EDİLEMEYEN LAFIZ
14- Şunu da unutmayalım: Bunca çabalamalara rağmen Tanrı kelimesi bir türlü milletin ağzına oturmamış, Allah lafza-i celali de bu milletin ağzından düşmemiştir. Mesela hemen hemen herkes her kızdıkça ve sıkıştıkça, ‘Allah Allah, Allah Allah’ der durur; ‘Tanrım Tanrım, Tanrım Tanrım’ demez.
Depreme tutulan eğlence âlemindekiler bile ‘Allah Allah’ diyerek kaçıyor. Tanrı tanrı diyerek değil.
Kahraman Mehmetçik de düşmana karşı şahlandığında ‘Allah Allah’ diyerek hücuma geçmiyor mu?
Allah inancı ve sevdası -günahkâr da olsak- bu milletin ruhuna işlemiştir.
Bırakın “Tanrı” kelimesini Yüce Allah’ın isimlerinden birini lafza-i celalin yerine koysanız, yine lafza-i celalin yerini dolduramaz. Mesela sen, Allah’ı “Rahman” ismiyle çağırsan, onu rahmetle yâd etmiş olursun, Kahhar ismiyle anmış olmazsın. “Alim” ismiyle çağırsan ilim sıfatıyla vasfetmiş olursun, kudretle vasfetmiş olmazsın. Ama sen Allah’ı “Ya Allah” diyerek Allah ismiyle çağırırsan bütün sıfatlarıyla onu vasfetmiş, zikretmiş ve yâd etmiş olursun. Çünkü Allah ancak bütün sıfatlarıyla Allah olabilir. Allah lafza-i celali için var olan bu özellik, diğer isimler için geçerli değildir.
Kelime-i Şehadet öyle bir kelimedir ki, o kelime ile kâfir küfürden İslâm’a geçer. Kâfir “Şehadet ederim ki Rahman’dan yahut Rahîm’den yahut Melik’ten yahut Kuddüs’ten başka ilah yoktur.” dese küfürden çıkamaz, İslâm’a da giremez. Fakat ne zaman ki “Ben şehadet ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur.” dese işte o zaman küfürden kurtulur, İslâm’a girer.
Halbuki Rahman, Rahîm, Melik, Kuddüs isimleri de Allah’ın isimleridir. Ama kuşatıcı isimleri değildir. Her bir isim kendi manasını ifade eder ama, “Allah” lafza-i celali bütün isimlerin manasını içerir. Kuddüs’de “Allah” lafzasının manası yoktur. Ama “Allah” lafzasında Kuddûs ismi, Rahman ismi, Kahhar ismi ve bütün isimler vardır. Onun içindir ki Allah lafza-i celalinden başka bütün isimler kullara da verilebilmektedir. Ama hiç kimseye Allah ismi verilmemiştir ve verilemez.
15- Bugün okunan ezanlar o kadar lâhûtî ve derûnîdir ki, hele bir de güzel okuyanların sesinden dinlendiğinde o kadar tatlı olmaktadır ki, o ezanlar, insanları kendilerinden almakta, cennetlere götürmekte ve şairlere ilham kaynağı olmaktadır. İşte İstiklal Marşı şairi bir dörtlüğünde ezana şöyle vurgu yapar:
Ruhumun senden İlâhî şudur ancak emeli
Değmesin mabedimin göğsüne nâmahrem eli
Bu ezanlar ki şehadetleri dinin temeli
Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli
Ve işte Yahya Kemal. O da Akif’in temennilerine şu mısralarıyla katılır:
Şu kopan fırtına Türk ordusudur Ya Rabbi
Senin uğrunda ölen ordu budur Ya Rabbi
Galib et, ezanlarla yükselsin müebbed namın
Galib et, çünkü bu son ordusudur İslâm’ın…
16- Birisi kalkıp “İyi de ben bu mesajı anlamıyorum.” dese, bu geçerli ve masum bir çıkış olmaz.
-Neden?
-Çünkü dünyevî istikbalini garanti etmek için çok şey öğrenen, hatta bazen de günde 50 yabancı kelime ezberleyen insanların 15 kelimelik ezanı öğrenmemeleri, 15 günde öğrenilecek Kur’an’ın 15 günde ezberlenebilecek kısa surelerini bir hayat boyu ezberlememeleri ve ibadet hayatına uygulamamaları, eğer zekânın azlığından veya totaliter baskılardan kaynaklanmıyorsa, işin içinde bir kasıt ve bir art niyet var demektir. Hiçbir Müslümanın ezana karşı, Kur’an surelerini orijinaliyle ezberlemeye karşı, art niyetli olacağını düşünemiyorum ve bunun da o kadar zor bir iş olmadığına inanıyorum.
17- Millet Meclisinde bir yemin töreni yapılır. Oraya mahsus yeminin bir metni vardır. O metni biri değiştirmeye kalksa yemini geçerli olmamakta, hatta ağır ithama maruz kalmaktadır. Görülüyor ki beşer beşerin koyduğunu değiştiremiyor. Değiştirse kıyametler kopuyor. Peki şu insanoğlu Allah’ın koyduğunu ve Hz. Peygamberin uyguladığını, ümmetin baş tacı edip kabul ettiğini değiştirmeye nasıl cesaret edebiliyor? 1400 senelik bu güzelliği değiştirmeye nasıl yeltenebiliyor?
18- Ezanın aslına ve orijinaline karşı çıkanlar gayrimüslim olsaydılar, hiç yadırgamazdım. Ama Müslüman olduğunu söyleyenlerin ezanın aslına karşı çıkmalarını havsalam almıyor.
Cat Steven Müslüman oldu. Hz. Peygamberin hem dinine, hem de diline teslim oldu. ‘Neden ezan İngilizce değil de Arapça, neden Kur’an Arapça, neden peygamber Araplardan?’ diyerek hâşâ Allah’ı yargılamaya kalkmadı. Allah’ı sorgulamak ve yargılamak gibi bir yanlışa, bir edepsizliğe ve saygısızlığa düşmedi.
19- Yeri gelmişken şunu açık açık söyleyeyim: Dil ırkçılarının Türkçe’den kovmaya çalıştıkları şey Arapça’nın ötesinde Kur’anî kültür ve Kur’anî muhteva ise çok yazık ederler. Bizim böylelerine diyeceğimiz tek şey, “Allah hidayet nasip eylesin” olacaktır.
20- Son olarak demek isterim ki, ezanı Türkçe (veya Kürtçe)okutmaya kalkışmak hezeyandır. Cemaatle icra olunan namazda sureleri Türkçe okumak abesle iştigaldir. Ama ihmal edilmemesi gereken bir hakikat var: Kur’an’ın manasından (ve hayat tarzından)uzak kalmak ise intihardır.[1
Kaynak: Sorunlarla islamiyet ( Alıntı )
-
Geçmişten,geçişten ve geleceğe yansıyan rabet görmüş dinler, çoğunluk ile köle veya taban toplumlara hitap etmiştir.İçerikleri; güçsüzlüğe ilahi çareler üretir; ve acılara,zayıflığa dayanabilmek için nedenler.Sonuç olarak taban kesimin kontrolü için halen işlevseldir.
Kur'an-ı kerim zamanının kureyş lehçesi ile yazılmıştır; ve tam çeviri, cok ama cok güçtür.İçerik olarak; etik kurallar,kavimsel çapta politik güç dengeleri vb konulardan bahseder.Halkın onayı ve gücü için manevi sosyalist temalar bulunur.
HZ.Muhammed eğer Kur'an-ı kerim'i kendi yazdı ise,kanımca bir matematik dahisi idi ve evren'le bütünleşmişti.Peygamberlerin,peygamber olduğunu onaylıyan bir meclise kanıttı ise,o başka bir konu.
Kısaca, Kur'an'ın tüm insanlığa inmiş olması mümkün değil.zamanının kureyş lehçesi ile yazılmasından dolayıda tam çeviri mümkün değil.Kendi içinde çelişen,şiirsel ve misal anlatımlar cabası.
Tabiki zamandan münasır bir yaratıcının niyetini bilemeyiz.Belki bizi; belkide kendisini sınıyordur. Kur'an-ı kerim'inde böyle yanlışlar ve çelişkilerle dolu olmasının nedeni,inançsızlarında olması gerektiğindendir.
Belki bu şekilde birinin sınavı diğerinin cehennemi oluyordur.
Sevgiler
-
Tabi Allah´in Türkce veya Kürtce bilmeme ihtimalinide göz önünde bulundurmak lazim arkadaslar.
-
Bırakalım insanlar istedigi dilde istediği yaşam tarzıyla yaşasın.Bu tarz kavramlar insanlari oteki beriki yapmaktan öteye götürmez.Saygilarimla.
-
Keşke peygamber ÇİNLİ olsaydı ...
-
Keşke peygamber ÇİNLİ olsaydı ...
Konfüçyüs'de az değildir; sisteme baş kaldırmıştır.
Budha'da, brahma'ların kast sistemini yıkmıştır.SanShara döngüsünü yıkarak nirvana'nın yolunu açmıştır.
Ayrıca, çalışmaktan Nirvana'ya ulaşmaya vakti olmayanlara, karma'yı yaratıp, birdahaki gelişlerinde üst bir mertebe şansı tanımıştırrr.
Manevi katlarda bir "hiyerarşi" olması gerekmez mi? Bu form'da bile yönetime direk ulaşamıyoruz; Askerlikte,vatandaşlıkta,işte vb.Bizi ilk muhattap alan manevi varlık hakkında sıkıntılarımız var bence; dil konusundan öte...Sanırsam hatalı olarak en yukarılara zorluyoruz hep.
Sayın NOSAM33,
Hiç bir dilde şansınız yok; 124000 taneler.
Sevgiler
-
Ben içimden geldiği an, gece-gündüz, ezan vakti veya değil farketmeden ne zaman tanrı ile sohbet veya dua etmek istersem Türkçe olarak gerçekleştiriyorum. Hatta hiç Arapça dua etmiyorum. Bence içimizden nasıl geliyorsa dualar da ibadetimiz de öyle olmalı diye düşünüyorum. Sonuçta ana dilimiz zaten Türkçe.
Saygılarımla.