Geçmiş zamanların büyük düşünürleri, fikirlerini mükemmelleştirmek amacıyla, dünyamızda doğmuş büyük uygarlıklardan ve özellikle de Eski Mısır gizemlerinden büyük ölçüde yararlanmışlardır. Antik çağ uygarlıklarında bilim ele alınırken 3 ana bölümde incelenirdi. Fiillere dayanan Maddi Bölüm (Fizik), prensiplere dayanan Fikri Bölüm (Metafizik) ve bir de bu ikisi arasında birinden diğerine geçiş niteliğinde olan Sayısal Bölüm (Matematik). Metafizik bölüm olmadan, bilim, ölü şeylerin sayılması olurdu. Metafizik, tüm bilimlerin canlandırıcı ruhu idi. Buna karşılık fizik bölümü olmasaydı, bu kez fikri bölüm sadece hayali bir safhada kalır, dünyaya uygun bir bilgi haline gelemezdi.
Bu üç unsura da sahip olan bilim, gerçek bilimdi. Buna EKSİKSİZ BİLİM, TAM BİLİM denirdi. Tez (fizik), antitez (metafizik) ve sentez (matematik), TAM BİLİM'i meydana getiren üç ana unsurdu.
Fizik ve metafizik akımların kullanılması, ancak sentez ile mümkün olabilmekte ve bu da, uzun ve zorlu bir çalışmayı gerektirmekteydi. Mabetlerdeki gizli mistik çalışmalar sayesinde elde edilebilen bir zihin dinamizmi, bu çalışmalar için elzemdi. Mabetlerin en gizli bölümlerinde saklı tutulan bu "sentez", bilimlerin açığa vurulmayan gerçeklerini kendi bünyesinde bulunduruyor ve prensipleri saklamaya yarayan işaretler ve hiyerogliflerle(sembollerle) ifade ediliyordu. Bilgi, inisiyeye apaçık olarak verilmemektedir. Sembolle birlikte ona, bilginin anlaşılmasına yardımcı olacak bir ruhsal içerik verilir. Bu yönteme ezoterik[1] çalışma denir. İnisiye sembolü çözmek için büyük bir çaba sarf edecektir. Dışarıda bulunan birisi sembolü görür, fakat ihtiva ettiği anlamı anlayamaz. Hariçte bulunan kişi kendine göre bir şey anlayacaktır. Asıl anlam hakkında bir malumata sahip olamayacaktır. Bu sayede inisiyatik organizasyonun dışında kalan kişilerden sırlar gizlenmiş olurken organizasyonun içerisinde kalan seçilmişler kendi çabaları kadarını öğrenebilmektedirler. Çok yönlü yaklaşımı ile gerçekten başarılı bir öğretim yolu oluşturulmuştur.
Ruhsal içerik aslında; metafiziğin, doğa’nın, fiziksel görüntünün ötesini, yani sezgilerle anlaşılabilen bilgiyi kapsamasıdır. Öğretiyi alan her şeyden önce Tanrı’nın varlığına inanır. Amaç Tanrı’dan varolan fakat onun kadar mükemmel olmayan insanın dünya üzerinde yaşadığı hayatlarının (tekrar doğuş) sonucunda tekamül ederek yeniden Tanrı’ya dönmesidir. Yani kutsala daha derin bir bakıştır. 5 duyunun ötesine geçebilme çabasıdır. Bu üç temel kabul üzerine inşaa edilir.
Zor yolu seçip, Ezoterik Öğretinin tümden gelerek tanımını yapmaya çalıştım.
Ezoterik öğreti sadece bir eğitim değildir. Aynı zamanda bireyin kendi içinde yaptığı hiç bitmeyen bir yolculuktur. Semboller ve ritüeller yardımı ile birey süreç boyunca kendi içinde de bir süreç yaşar ve içindeki tanrısal özü keşfe koyulur. Felsefe taşı arayışı, tekamül süreci, insan-ı kamil yolu ve tüm arayışlar bireyin kendini keşfi içindir.
Ezoterizm, ne bir dindir, ne de bir dinin iç kısmıdır. Kaynağını herhangi bir dinden de almaz. Ezoterizm bir çalışma aracıdır, bir inceleme vasıtasıdır ve eğer hoca talebelerine mutlak gerçeği yakaladıklarını söylüyorsa, bu sadece ve sadece kibir mahsulü boş bir aldatmacadan ibarettir. Elde edilen sonuçlar, daima yoğun ve derinlemesine bir deney ve gözlemin sonucu olmalıdır ve bunların, mutlak gerçeğin ta kendisi olduğu hiçbir zaman iddia edilmemelidir.
Ezoterik nitelikteki tüm manevi ekoller (Okültizm, spiritüalizm, metapsişik, vb.) esas olarak şu ilkede bütünleşirler:
"Görünen, görünmeyenin tezahürüdür." Her şeyin kökenindeki temel hakikat budur. Bu ilkeden hareketle "görünen"den yola çıkarak, "görünmeyen" esas güce, ana sebebe doğru uzanmaya çalışmaktadırlar. Bu bağlamda yeri gelmişken Okült[2] (Gizli) Bilgi ile Ezoterik (İçrek) Bilgiyi birbirinden ayırmak gerekliliğini vurgulamalıyız. Ezoterik Bilgide hedef kişinin dünyadaki bireyselliğinin Tanrı’nın varlığında eriyerek onun içinde yok olması, Tanrı ile birleşmesi ya da zaten büyük evrenin bir bütün olduğu anlamasıyken, Okült Bilgide hedef; madde ve dünya olayları üzerinde etkili birtakım güçler elde etmeye ve bunları uygulamaya yöneliktir.
Eflatun'un "idea"ları, Jung'un "arşetip"leri ve daha pek çokları bu görünmeyen ilkeleri ifade etmektedirler. İnsanlık var oldu olalı eşyanın gerçek mahiyeti ve özü hakkında bir bilgiye, bir esasa ulaşabilmek için çabalayıp durmuştur. Aynı zamanda kendi hakkında da aynı arayışı sürdürmüştür. Çünkü insan da bedeni itibarıyla eşyalar alemine dahil bir varlıktır.
Ancak insanda bir başka yön mevcuttur ki, bu, eşyanın geçici süreçlerine tabi olmayıp ona hakim olan şuur sahibi bir varlık olmasıdır. İşte bu varlığa "ruh" ismi verilmiştir. Maddeyi kullanan, onu yeniden şekillendiren, dağıtan, toplayan ve canlılığı meydana getiren Ruh'un şuurlu etkisidir. Eskilerin "beka" dedikleri süreklilik, nihai kozmik güç olan ruh enerjisi ile mümkün olabilmektedir. İşte bu yüzden "insan, eşyanın mahiyetini arıyorum derken, kendi gerçeği ile yüz yüze gelecektir".
Temel hakikatler hiçbir zaman değişmemiştir ve değişmeyecektir. Nasıl ki henüz yeni keşfedebildiğimiz pek çok şey potansiyel olarak her zaman mevcutsa, keşfedeceklerimiz için de aynı şey geçerlidir.
Öyleyse değişen nedir? Değişen ve gelişen insanın şuurudur, nüfuz edebilme yeteneğidir. Bu geliştikçe önümüzde yeni yeni imkanlar açılmakta ve ufkumuz, genişlediği oranda bizden uzaklaşarak kaybolmaktadır. Bu durumda insanın ebedi faaliyeti, bilgi, bilgi uygulaması ve yeniden bilgi olacaktır.
Buraya kadar bahsetmiş olduğumuz, ezoterizmin kullanmış olduğu eğitim modeli inisiyasyondur[3]. Yani ezoterik bilgilerin, bunları öğrenmeye talip olanlara, yani "inisiye"lere (mürit), "inisiyatör"ler (mürşit) tarafından birtakım özel şartlara bağlı olmak kaydıyla aktarıldığı merkezlerdeki eğitim biçimidir.
Bu eğitimin ezoterik olması, bilinenlerin herkese açıklanmamasını gerektirmektedir. Pek çok şeyler gizli tutulur, herkese söylenmez. Bunlar ancak bu eğitimi alabilmeye layık olan sınırlı sayıda kişiye açıklanır. Yani isteyene değil, kendi istediklerine verilir. Bu, ana prensiplerden biridir. İnisiyasyon, sadece bazı sırların öğretilmesinde izlenen yöntemlerden, merasimlerden ibaret değildir. Herşeyden önce, eğitimi talep eden öğrencinin lehine uygulanması gereken pedagojik bir siyaset gerektirir. İnisiyatör, inisiyeyi gayet kontrollü bir şekilde yetiştirir. Ona belirli uygulamaları yaptırır, birtakım imtihanlardan geçirir. Kişilerin bu imtihanlar sırasında yaşamış oldukları haletler de, inisiyasyonu meydana getirmektedir.
İnisiyatik öğretilerde temel olarak üç esas konu vardır: Tanrı, İnsan, Doğa.
Diğer tüm konular bunlar arasındaki ilişkilerin derecelerinin ve niteliklerinin araştırılmasıdır.
Tüm inisiyasyonlarda öğrenci, eğitime önce "egzoterik" bilgilerle başlayıp, zaman içerisinde göstermiş olduğu samimi çabalarına göre yükselerek daha derin, ezoterik bilgileri almaya hak kazanır. Herkesin zihin seviyesi ve anlayış yeteneği farklı olduğundan, ezoterik bilgiler ancak onları anlayıp insanlığın hayrına kullanabilecek kişilere verilmektedir. İçinde yaşadığımız çağda artık elbette böyle bir durum söz konusu değildir. Eski zamanlarda mabetlerde büyük bir gizlilikle öğretilen ezoterik bilgiler, artık herkesin ulaşabileceği kitapların sayfalarında yer almaktadır. Çünkü insanlığın ortalama seviyesi o devirlere göre çok yükselmiştir. Bilgiler tüm açıklığı ile ortada yer almakta ve birileri ya da bir güç tarafından gizli tutulmuyorlar. Ama belirli çalışmalar yapılıp da şimdi uykuda olan duyular devreye sokulamadığı için bu gerçeklik bizler için örtülü ya da gizli kalmaktadır. Geçmiş zaman ile günümüz arasındaki bir diğer fark ise ezoterik eğitimler artık kitlesel olarak verilmemekte, kişisel yani tek tek verilmektedir.
Ezoterik Eğitim ile Felsefe arasında ilişkiye baktığımızda; ezoterik eğitimde bir alt düzleme aktarılan kavramsal bilgiler, diğer bir deyişle ezoterik bilginin egzoterikleşmiş yönü, hiç bir zaman bir üst düzlemin yapısal ve işlevsel bilgisi değildir. Dışa açılan bilgi her zaman yolda yürüyecek kişinin işini kolaylaştıracak şekildedir. Örneğin hastaya önce ilaç verilir ve tedavi edilir. Hastaya tıp eğitimi alarak, kendi tanısı koyması için gerekli zaman yoktur. Ancak isterse tedavi sürecinde gerekli eğitimleri alır. Bir diğer ayırım ise felsefe bilgisi ve yaklaşımlarının büyük bir çeşitlilik göstermesine karşın, ezoterik bilginin dışlaşmış yönünün dünyanın farklı yerlerinde ve zamanlarında aynı savları öne sürmüş olmasıdır. Yani tüm tarih buyunca gördüğümüz felsefe sayısı kadar filozof olabilir, ama ezoterik bilgiye ulaşmış kişi sayısı kadar farklı ezoterik bilgiye ulaşmıl kişi sayısı kadar farklı ezoterik disiplin olamaz. Bu ezoterizmin yapısal temelini gösterir. Ezoterizmde yer alan kilometre taşları insanın bedensel ve psikolojik yapısından kaynaklanan zorunluluklarından kaynaklanmaktadır. Bu nedenle de dünyanın farklı din, tarih ve coğrafyalarında ortaya çıkmış bütün büyük mistikler hep aynı kilometretaşlarını göstermişlerdir.
Tüm bunların ardında yatan gerçek, ruh varlığı ve onun ebediliği meselesidir. Temel gerçek budur. Çünkü görünen görünmeyen her şey ruhun eseridir ve her şey onun tezahürüdür. Ezoterik bilgileri ve uygulamaları dünyanın yalnızca belirli bölgelerinde ya da belirli uluslarında görmemekteyiz. Gelmiş geçmiş tüm topluluklarda, Amerika'dan Uzak Doğu'ya kadar her bölgede böyle bilgilere rastlamaktayız. Nasıl Güneş her yeri aydınlatıyorsa, bilgi de bir şekilde her yere ulaşmıştır. İnsanlık hiçbir zaman, hiçbir yerde yalnız bırakılmamış, daima bilgi almıştır.
Ezoterik çalışmanın hedefi kişiyi şimdi içinde bulunduğu, kendisini dıştaki parçalar ile özdeşleştirdiği durumdan kurtararak kendi bütünselliğine döndürmek ve böylece evrensel bilinci, Tanrısal bilinci deneyimleyebilmek için bir olasılık yaratmaktadır.
Kutsal kitaplar, Tanrı’nın insanı kendi biçiminde, en güzel biçimde yaratmış olduğunu ve ona ruhundan üflediğini söylemektedir. Bu nedenle de Tanrı’nın evi insandır; ama bu bakış, insanın Tanrı olduğu anlamına gelmez. Nasıl aynadaki görüntü kendi başına varolamazsa, insan da aynı biçimde Tanrı olmadan kendi başına varolamaz.
Tanrı’nın insanda olduğu gerçeği ve insanın bunu deneyimleyebilmesi için gerekli duyu organları ve beyin işlevleri, günlük bilinç içinde perdelenir, örtülür (Küfr) ve bizler bundan habersiz, adeta bir uyku içinde yaşarız. Yapmamız gereken de bu perdeyi ortadan kaldırarak öznel bilincimize ölmek, böylece nesnel bilince doğmak ve bütünselliği, evrensel bilinci deneyimlemektir. Bu “ölmeden önce ölmek”tir. Böylece kişi, sözcüklerin ezoterik anlamıyla örtülülük (küfr) durumundan, yani kafirlikten, açıklık, içi dışı bir olma (müminlik) durumuna geçmiş olur. Ölmeden önce ölmek biyolojik ölümden önce deneyimlenmesi gereken bir durumdur ki buna “yeniden doğmak” denir. Bu sayede ezoterik dönüşüm tamamlanmış olur.
alintidir