Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: TAPINAKÇILARIN SON KALESİ  (Okunma sayısı 2993 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Aralık 01, 2009, 08:48:52 öö
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay




Hiçbir sonuç alınamayan Üçüncü Haçlı Seferi’nden sonra Akdeniz’in doğusunda Hıristiyanlar ile Müslümanlar arasında bir denge kurulmuştu. Aslında hiçbirinin hoşnut olmadığı bir denge...

Müslümanlara göre Akdeniz’in batı kıyılarını elinde tutan Hıristiyanlar bir an önce buradan çekip gitmeliydi. Hıristiyanlara göre de Müslümanlar iyice doğuya sürülmeli, Kudüs ve çevresi de onların olmalıydı.

İşte bu denge, yüz yıl kadar sürdü.

Akkâ

13. yüzyıl ortalarında Eyyubîlerin yerini askerlerden doğma yeni bir Müslüman devleti aldı: Türklerin çoğunluğunu oluşturduğu Memlûklar...

Memlûklar, Güneydoğu Anadolu, Suriye, Ürdün ve Filistin’deki tüm kentleri birer birer ele geçirmişti. Topraklarını daha da genişleterek güneyde Mısır’a, doğuda Hindistan’a kadar uzanmışlardı. 1289 yılında Trablus’a saldırdıklarında, burada durmakta diretecek olurlarsa ölmekten başka bir sonları olmayacağını kestiren Cenevizliler ile Venedikliler, gemilerine atlayıp kaçtı. Töton Şövalyelerinin büyük üstadı da savaşa girmekten çekinip istifa edince, Alman asıllı Hıristiyanlar da yurtlarına döndü. Geride kala kala Tapınak Şövalyeleri ile Hastaneciler kalmıştı. Çekildikçe çekildiler. Sonunda Akkâ’da sıkıştılar.

Memlûklar, 1291 yılında Akkâ’yı da karadan kuşattı.

Tapınak Şövalyeleri, kuruluşları sırasındaki asal işlevlerinden yani Kudüs’ü ve Hıristiyan hacıları korumaktan çoktan caymıştı. Artık bu bölgede sadece kendi ekonomik çıkarlarını gözetiyorlardı. Zaten Kudüs’e gitmek isteyen pek kalmadığı için, hac ticaretinden elde ettikleri geliri yitirmişlerdi.

Fakat bu durum ticari bakımdan kârlarını azaltmamış, aksine artırmıştı. Çünkü son zamanlarda Kudüs’ün elde tutulması için çaba göstermenin maliyeti, hac turizmi ve bankacılıktan elde edilen gelirden çok daha yüksek olmaya başlamıştı. Akdeniz doğusunda kendilerine ait en az bir güvenceli limanları olmalıydı ki, sahibine yüksek tutarda vergi ödemek zorunda kalmadan doğu ile batı arasındaki ticaretleri yürüsün.

Memlûklar ise buralarda Hıristiyanların kontrolünde bir liman bırakmaya hiç niyetli değildi. Memlûk Sultanı Halil, Akkâ’yı da alıp Hıristiyanları Akdeniz’e dökmeyi kafasına koymuştu. Kafasına koyduğunu da yapardı.

Kuşatma sırasında Tapınakçıların Büyük Üstadı Guillaume de Beaujeu vurularak ağır yaralandı; kurtarılamayarak öldü.

Büyük üstadın ölümü Tapınakçılar için savaşın sonu demekti. Bu örgüt büyük üstatsız yapamazdı. Ancak koşullar yeni bir büyük üstat seçimine elvermiyordu. Buna karşın direnmeyi sürdürdüler.

Durum, Tapınak Şövalyelerinin “Üçe bir kalmadıkça savaşmayı terk edemezsin!” diyen kuralının çok ötesindeydi. Karşılarında, askerleri sayılamayacak kadar çok, hem büyük hem güçlü bir ordu vardı.

Ancak her ne olursa olsun, bu son kaleyi teslim etmemeye kararlıydılar. Onu da yitirirlerse can damarlarını yitirmiş olurlardı. Cansiperane bir savunmaya giriştiler.

Savunma gerçekten de güçlüydü. Memlûklar, kaleyi saldırıyla düşüremeyince, yıkmaya karar verdi. Tarihte bir benzeri daha görülmemiş ilginç bir yöntem uyguladılar. Bir yandan kaleyi mancınıkla ateşe tutmayı sürdürerek şövalyeleri oyalarken, diğer yandan derin tüneller kazarak kale duvarlarının temellerinin altına ulaşıp köstebek gibi oymaya başladılar.

Sonunda yüksek surlardan bir bölümü, dengesini yitirerek olduğu yere yıkıldı. Büyük bir gedik açıldı.

Hıristiyan halk için bir diğer felâket oluştu. Artık tutunamayacaklarını anlayan Tapınak Şövalyeleri, sivilleri gemilere doldurup kaçırmayı denedi. Aksilik bu ya, hava çok kötüydü. Fırtına vardı. İri iri dalgalar kıyıları dövüyordu. Alabileceğinden fazla yüklenerek bu koşullar altında açılmaya çalışan birçok gemi battı. Çoğu sivil olan Hıristiyanlar boğularak öldü.

Elveda!

Tapınak Şövalyeleri, koskoca Memlûk ordusuyla baş edemeyeceklerini bu işin başından beri biliyordu. Ancak şunu bilmiyorlardı: Memlûklar kendileri gibi acımasız değildi. Teslim olsalardı, canları bağışlanır ve çekip gitmelerine göz yumulurdu. Bunca insan boşu boşuna telef edilmemiş olurdu.

Nitekim Akkâ düşürüldükten sonra, Memlûklar geride kalan Hıristiyanlara hiç beklemedikleri ölçüde iyi davrandı hatta kendilerine bu kadar zorluk çıkarmış olan Tapınak Şövalyelerine bile... Herkesin yükte hafif pahada ağır her nesi varsa ganimet olarak geride bırakması koşuluyla çekip gitmesine izin verdiler.

Sonuç: Hıristiyanlardan sağ kalanlar, Akdeniz’in doğusundaki bu son limanı da terk etmek zorunda kaldı.

Tapınak Şövalyelerinin merkezi önce Kıbrıs’a taşındı; oradan Fransa’nın güneyindeki Languedoc’a...

Haklarında çok övgülü sözler edilmiş olan bu şövalyeler, askeri bakımdan doğru dürüst hiçbir başarı elde edememişti. Ticaret yapalım derken ve Doğu ile olan ticaretlerini güvenceye almak isterken başlarına umulmadık dertler açılmıştı.

Baktılar ki olacak gibi değil, Doğu Akdeniz’deki limanlarını birer ikişer terk ederek Batı’ya çekildiler.

Başlarına her ne geldiyse asıl ondan sonra geldi.


Ancak o başlarına gelenler de öyle birden bire oluşmamıştı. Bu işin arkasında yılların birikimi vardı. İzleyen bölümde kronolojik bakımdan biraz geriye giderek Tapınakçılara karşı ne gibi girişimlerde bulunulduğunu anlatacağım.

ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
0 Yanıt
3061 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 24, 2009, 11:02:14 öö
Gönderen: ADAM
2 Yanıt
4821 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 29, 2009, 10:54:28 öö
Gönderen: ADAM
1 Yanıt
2666 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 01, 2010, 10:49:03 öö
Gönderen: ADAM