Sağlık çalışanlarına ve lojistikten yiyecek sektörüne, market kasiyerinden güvenlik güçlerine tüm fedakarca çalışanlara fedakarlıkları için teşekkür ederek bir düşüncemi paylaşmak istiyorum.
Ben hep her şey olması gerektiği gibi ve olması gerektiği zamanda olur derim... Belki dar bakış açımızla bazı şeyler için bu benim başıma nasıl gelir diye hayıflanırız. Ancak çok daha büyük planda küçücük bir denklem öğesi olmamız mümkündür.
Önlem almak güzel ama bir de başka durumlar vardır.
Bunu da Süleyman'ı katarak hikayeleştirmişler. Umarım kıssa ders verir.
Hz. Süleyman devriydi. Saf bir adam, bir kuşluk vakti, kudretli peygamberin sarayına telâşla girdi. Nöbetçilere, hayatî bir mesele için Hazret-i Süleyman’la görüşeceğini söyledi ve hemen huzûra alındı. Süleyman –aleyhisselâm-; benzi sararmış, korkudan titreyen adama sordu:
“–Hayrola neyin var? Neden böyle korku içindesin? Derdin nedir? Söyle bana!”
Adam korku ve heyecan içinde başladı anlatmaya:
“–Bu sabah karşıma Azrâil –aleyhisselâm– çıktı. Bana hışımla baktı ve hemen uzaklaştı. Anladım ki, benim canımı almaya kararlı!..”
Hazret-i Süleyman sordu:
“–Peki, ne yapmamı istiyorsunuz?”
Adam yalvarıp yakardı:
“–Ey canların koruyucusu, mazlumların sığınağı Süleyman –aleyhisselâm-!
Sen nelere muktedirsin. Kurt, kuş, dağ ve taş senin emrinde!..
Rüzgârına emrediver de beni buradan alsın tâ Hindistan’a götürsün. O zaman Azrâil –aleyhisselâm– belki beni bulamaz. Böylece canımı kurtarmış olurum. Medet senden!”
Süleyman –aleyhisselâm-; adamın, kaderin bir sırrından bir başka sırrına intikal edeceğinin idrâki içinde rüzgârı çağırdı ve;
“‒Bu adamı hemen al, Hindistan’a bırak!” emrini verdi.
Rüzgâr bu; bir esti, kükredi ve adamı aldığı gibi bir anda Hindistan’da uzak bir adaya götürdü.
Adamın arzusu yerine gelmişti.
Öğleye doğru Hazret-i Süleyman, dîvânını toplayarak, gelenlerle görüşmeye başladı. Topluluğun içinde Azrâil –aleyhisselâm-’ı da gördü. Hemen yanına çağırıp;
“–Ey Azrail! Bugün kuşluk vakti bir adama hışımla bakmışsın? Neden o zavallıyı korkuttun?..” diye sordu.
Azrâil –aleyhisselâm– cevap verdi:
“–Ey dünyanın ulu sultanı! Ben, o adama hışımla bakmadım. Hayretle baktım. O yanlış anladı. Vehme kapıldı.
Onu, burada görünce şaşırdım. Çünkü Allah Teâlâ bana o adamın canını Hindistan’da almamı emretmişti. Ben onu burada Kudüs’te görünce;
«Bu adamın yüz kanadı olsa, bu akşam Hindistan’da olamaz. Bu nasıl iştir?!.» diye hayretlere düştüm. İşte onun öfke sandığı farklı bakışımın sebebi bu idi
Güzel bir kıssa, lakin sağlık çalışanları kendilerini umursamıyor şu an. İnanın yakınlarını, sevdiklerini düşünüyorlar. Ebeveynlerini, çocuklarını düşünüyorlar, neredeyse tümü bu şekilde.
Kendimize birşey olması önemli değil, ama başkalarına bulaştırmak aynı zamanda kul hakkına da giriyor.
Tabiki kaderde çizilenin ötesi olmaz ki kaderi de seçimlerimiz belirler.
Bu çırpınışlarımız hep başkaları ve ya sevdiklerimiz için.
Sevgiler.