Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: 16 Mart Katliamı Davası Zamanaşımı Nedeniyle Düşürüldü!  (Okunma sayısı 5896 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Ekim 20, 2008, 02:29:47 ös
  • Skoç Riti Masonu
  • Uzman Uye
  • *
  • İleti: 3734
  • Cinsiyet: Bay

İstanbul 6. Ağır Ceza Mahkemesi, Beyazıt'ta 30 yıl önce 7 öğrencinin ölümü, 41 öğrencinin de yaralanmasıyla sonuçlanan bombalı ve silahlı saldırıya ilişkin 3 sanığın yargılandığı davayı, zaman aşımı süresi dolduğu gerekçesiyle ortadan kaldırdı.

Davayı karara bağlayan mahkeme heyeti, sanıklar Mustafa Doğan, Latif Aktı ve Özgün Koç hakkında, ''16 Mart 1978'de bomba atarak ve silahla tarayarak 7 kişiyi öldürmek ve tasarlayarak öldürmeye kalkışmak'' suçlarından 765 sayılı eski TCK uyarınca açılan kamu davasında zaman aşımı süresinin dolduğunu bildirdi.

Mahkeme heyeti, bu nedenle davanın, ''Zaman Aşımı'' hükmünü içeren eski TCK'nın 102/1 ve 104/2 maddeleri uyarınca düşürülmesine karar verdi.



Ekim 20, 2008, 02:39:09 ös
Yanıtla #1
  • Skoç Riti Masonu
  • Uzman Uye
  • *
  • İleti: 3734
  • Cinsiyet: Bay

Can Dündar'ın CNNTURK'te yayınlanan 16 Mart Belgeseli http://www.candundar.com.tr/_media/16_mart_1978.wmv adresinden izlenebilir.

16 MART 1978'de Ne oldu?

Martın onaltısında yedi can
düştük gün ortasında yedi can
Bin dallı yasemen olup yeşerdik
Faşizmin karşısında yedi can


tanık beyanlarından...

Ortalıkta hiçbir olağanüstülük belirtisi yoktu. Her zamanki gibi ara yoldaki okullarda öğrenciler öğle yemeği olarak satılan kumanyalarını almışlar, merkez binadaki arkadaşlarını çıkışta karşılamak için üçer-beşer toplanmaya başlamışlardı.
           Bende İşletme fakültesi köşesindeki “Sebil Büfesi” önündeki 5-6 kişilik grubun içindeydim. Bir yandan faşist işgalin durumundan, mücadelemizden sözediyor, öte yandan bir şeyler atıştırıyor, diğer arkadaşların gelmesini bekliyordum. Merkez binanın çıkış saati yaklaşmıştı. Kısa süre sonra Merkez binaya doğru yürümeye başladık. Tam o anda korkunç bir patlama oldu. Bir-iki saniyelik koca bir suskunluktan sonra patlama sesinin geldiği Merkez Bina önüne doğru koşmaya başladık. Yabancı Diller’i geçip Jeofizik binası önüne gelmiştik ki, bu kez ardı ardına patlayan namluların sesi duyuldu. Olay yerini tam olarak görmemekle birlikte, bomba ve silah seslerinin ne anlama geldiğini tahmin etmiştik. O anki duygularımı tam olarak anlatabilmem hiçbir zaman mümkün değil. Koşuyordum. Elimi uzatsam bu kahrolası tuzağı önleyebilecekmişim duygusuyla koşuyordum. Yanımdan ters yönde kaçmaya çalışan yüzleri, elbiseleri kızıla boyanmış insan siluetleri görüyordum. Meydana yaklaştıkça ters yöne gitmeye çalışan insan siluetlerinin sendelediğini, çoğunun diz üstü çökmüş, oturmuş olduklarını, daha ileride de duvar diplerinde, çift taraflı kaldırımda, dar yolda yerlerde yattıklarını fark ediyorum. Görebildiğim her şeyin kızıla boyandığı bir yere gelmiştim. Beyazıt Meydanı’na bakan, Eczacılık’ın önündeki küçük alanda katliam meydanındaydım artık.
           Biraz sonra, ders dönüşü karşılayacağımız arkadaşlarımızın bir çoğu, kızlı-erkekli kan gölü içinde yerlerde yatıyor, kimi hala son bir gayretle kalkmaya çalışırken kimisi birbirine destek olmaya, acılarını paylaşmaya çalışıyorlardı. Şarapnel parçalarının vücutlarından etlerini koparıp götürdüğü yerlerden, mermilerin sıcak tende açtığı yaralardan akan kanı durdurmak istercesine ellerini vücutlarına bastıran, tarifsiz acılar içindeki yüzlere bakmaktan kendimi alamazken tanıdık birini gördüm. Sanki hiçbir acı duymuyormuşçasına, her zamanki tebessümüyle boylu boyunca uzanmış yatan Hatice Özen’di gördüğüm. Üzerindeki kül rengi mantosu, ayağında pantolonu ile çok yorgunmuş da hemen oracıkta derin bir uykuya dalmış gibi başı hafifçe yana düşmüş, sırtüstü yatıyordu. Görünürde hiçbir yara bere izi yoktu. Vücudunda doğal görünümünü bozan tek şey, dudaklarının arasından sızan kandı…
           Bu görüntü karşısında bir an bilincimi yitirmiştim. Bir elin dürtmesiyle kendime geldim ve orada herkesle birlikte “Kahrolsun Faşizm”, “Faşist Katillerden Hesap Soracağız” sloganlarını diğerleri gibi olanca gücümle, nefretimle bağırdığımı fark ettim.
           Yanımdaki arkadaşlarla birlikte eğilip Hatice’yi yerden kaldırmak istedik. İki yandan koltuk altlarından şöyle bir doğrultmaya çalışınca da yüreğimin derinliklerinde acı bir sarsıntı duydum. Hatice’nin iki omuzu önden birbirine birbirine değiyordu ve sanki göğüs ve sırt kafesi hiç kemiksizmiş gibi boşalmıştı. Hafiflikti ellerimde hissettiğim… Parmaklarıma değen sıcak ıslaklığın ürpertiyle birlikte vücudunu doğrultunca anladık ki sevgili yoldaşımızın sırtı boydan boya yırtılmış, paltosunun arkası lime lime ve kıpkırmızı olmuştu. Anlaşılan bomba tam arkasında ve omuz hizasında patlamıştı.
           Slogan sesleri giderek yükseliyor, yaralıları taşıyanlar, çevreden yetişen arkadaşlar giderek çoğalıyordu. Bu arada kendini kaybederek ağlayanlar, faşizme duyduğu nefreti haykıranlar, kin ve nefretin doruğa ulaştığı noktalarda şoka girip, bir şey yapamamanın hıncıyla başını üniversitenin bahçe duvarına vuranlar vardı. Herkes bir şeyler yapmak istiyor, kendilerinden kopup gittiğini hissettikleri canları için sağa sola koşuşturuyor, bir kısmı yaralıları Esnaf Hastanesi’ne taşırken, bazıları da araba arıyorlardı.
           Diğer yandan onlarca polis, Beyazıt Meydanı’na inen tarafı tutmuş faşistlerin yuvalandıkları yerlere bir şey olmasın diye, galeyana gelmiş insanların önüne barikat olmaya çalışıyordu.
           Bu anlatılması, ifade edilmesi güç, öfke ve duygu seli içerisinde biz iki arkadaş Hatice’yi Esnaf Hastanesi’ne doğru taşıyorduk. Yan yolda rastgelen bir taksiyi durdurup bu kez Tıp Fakültesi’ne doğru yola çıktık. Arka camdan geriye doğru baktım. Katliamdan arda kalan kan gölü içerisinde ayakkabı, kemer, saat, palto, ceket ve arasında bir ciltli kitabın kanlı sayfaları uçuşuyordu ortalıkta. Aynı anda yan camdan gözüme bir arkadaş ilişti. Belli ki Esnaf Hastanesi’ne yaralı götürmüş, başka yaralıları taşımak için koşarak geri dönüyordu. Kanlı yumruğu havada bağırıyordu; “Faşist Katillerden Hesap Soracağız”.
           İçinde bulunduğumuz araba hızla ilerlemeye, sıkışmış trafikte canhıraş korna sesleriyle kendine yol açmaya çalışıyordu. Arka koltuğa yatırdığımız Hatice yoldaşın başı dizlerimde sağa sola yalpalarken, bir an için dalıyor ve Hatice’yi düşünmeye başlıyordum.
           DEV-GENÇ’e, merkez bina’ya gidiş hazırlıkları dönemindeki hali geliyor aklıma. Hayat dolu, sempatik ve sevecen tavırlarıyla 2 yıllık faşist işgalin insanlar üzerinde doğurduğu, en başta kendine güvensizliği yıkmak için nasıl çırpındığını hatırlıyorum. Birden bir başka sahne, emekçi kadınlara sınıf bilinci taşıma çalışmaları canlanıyor gözlerimde. Derken Kadırga Yurdu’nun küçük salonuna götürüyor, düşüncelerim, duygularım benim… Hatice masanın başında elinde “devlet” konusuna ilişkin seminer notları. Anlatıyor, hukuk öğrencilerine burjuva demokrasisini, faşizmi… Özveri, bağlılık, çalışkanlık, yüreklilik karakteriydi onun. Süreğen bir hastalığı vardı, bu yüzden tansiyonu hep düşüktü. Ama yine de sabah erken saatlerde kalkıp merkez binaya gelir, oradan DKD’ye (Devrimci Kadınlar Derneği) gider ve günlük uğraşısı devrimci mücadele içerisinde sürer giderdi. Dur durak bilmiyordu o…”
           Devrimci-demokrat, yurtsever düşüncelere sahip olmaktan, halktan yana, iyiden, güzelden yana olmaktan başka bir “suçu” olmayan 7 Hukuk Fakültesi öğrencisi bu katliamda can verdi, 40’a yakın (10’u ağır) öğrenci de yaralandı.

« Son Düzenleme: Ekim 20, 2008, 02:51:30 ös Gönderen: skullG »


Ekim 20, 2008, 02:43:12 ös
Yanıtla #2
  • Skoç Riti Masonu
  • Uzman Uye
  • *
  • İleti: 3734
  • Cinsiyet: Bay





Beyazıt kan gölüne döndü

1 Mart 1978 gününden itibaren okula topluca girip çıkma kararı almıştı devrimci öğrenciler. Tıpkı geçmiş 16 gün gibi, o gün de topluca okuldan çıkıyorlardı; saldırılara karşı kol kola girerek ve faşistlerle karşılıklı slogan atarak. “Beyazıt Meydanı Komünistlere mezar olacak” sloganı büyük bir gürültü ve yoğun silah sesleriyle eyleme dönüştü. Ortalığı karanlığa boğan duman ve şaşkınlık geçince, yaşanan katliamın korkunç yüzü ortaya çıktı. Beyazıt Meydanı kan gölüne dönmüştü. Hukuk ve İktisat Fakültesi’nde okuyan öğrencilerden Cemil Sönmez, Baki Ekiz, Hatice Özen, Abdullah Şimşek, Murat Kurt, Hamdi Akıl, Turan Ören hayatını kaybetmiş, 50’den fazla öğrenci de yaralanmıştı. Katledilen öğrencilerin cenazesi binlerce kişinin katıldığı bir törenle Beyazıt’tan kaldırıldı.

Polis öğrencileri zorla çıkardı
Katliamın sonrasında yaşananlar ise tam anlamıyla bir skandaldı. Katillerin üzerine gitmesi gereken devlet, katliamı unutturmayı, delilleri yoketmeyi ve katliamın sorumlularını yargı önüne çıkarmak isteyen avukatları cezalandırmayı seçti.
Dönemin Toplum Polisi Veli Murat Nebioğlu, katliamdan 9 gün önce İstanbul’un tüm emniyet birimlerine katliamın olacağı yönünde yolladığı resmi yazıda şu bilgilere yer veriyordu: “İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde 8 Mart 1978 günü ülkücü gruba mensup öğrencilerin, karşı görüşlü öğrencilere Amfi-1’de saldıracakları, sol gruba mensup öğrencilerin fakülteye gelmeye devam etmeleri halinde de 8-10 gün içinde bu grup üzerine bomba atılacağı istihbarat olunmuştur...”

Ancak 9 gün önceden bildirilen katliam konusunda polis önlem almadığı gibi, katliamı gerçekleştirenlere de yardım etti.

Diğer günlerde olduğu gibi 16 Mart günü de Süleymaniye’den çıkmak üzere harekete geçen öğrencilere polis izin vermedi. Üniversite polis noktası amiri Reşat Altay ve ekibi, öğrencileri ön kapıdan çıkmaya zorladı.

Polislere koşmayın emri verdi
Polisin katliamı gerçekleştiren polise yardımı bundan ibaret değildi. Katliamı gerçekleştirenler olay yerinden hızla uzaklaşırken, arkalarından koşan polis memurları da “Durun... Koşmayın...” emri ile geri döndüler. Bu komutu veren devrimci öğrencileri zorla ön kapıdan çıkaran Reşat Altay’dı. Altay’ın bu çabasının karşılığını aldı. Önce İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü yardımcılığına sonra da Niğde Emniyet Müdürlüğü’ne atandı.



Katliamın dosyası tozlu raflarda
Katliamı gerçekleştirenleri korumak için elinden gelini yapan yetkililerin çabaları yargı aşamasında da devam etti. Tanıkların ifadeleri doğrultusunda dönemin Ülkü Ocakları Derneği (ÜOD) İstanbul Şube Başkanı Orhan Çakıroğlu, ÜOD yöneticilerinden Mehmet Gül, dönemin MHP Gençlik Kolları Kazım Ayaydın, ÜOD’li Sıddık Polat ve Ahmet Hamdi Paksoy, katliamı planlayıp uygulamak suçundan İstanbul 1 No’lu Sıkıyönetim Mahkemesi’nde yargılandı. Sanıklar delillerin yetersiz olduğu gerekçesiyle beraat ederken, sadece Sıddık Polat’a 11 yıl hapis cezası verildi. Ancak onun hakkında da Askeri Yargıtay, 5 Ekim 1982 tarihinde beraat kararı verdi.

Katliam 17 yıl sonra...
16 Mart Katliamı davası 1988 yılında kadar tozlu raflara kaldırıldı. Bir grup avukat 16 Mart 1988 yılında Eczacılık Fakültesi önünde bir basın açıklaması düzenleyerek katliam hakkında bilgisi ve tanıklığı olan herkesin kendileriyle irtibat kurmaya çağırıyordu.

Bütün bu olaylar yaşanırken katliamı gerçekleştiren ve ülkücüler tarafından konuşulmasından endişe edilip öldürülen Zülküf İsot’un ablası Remziye Akyol, olayla ilgili çok ciddi açıklamalarda bulundu. Avukatlar topladıkları delillerle 1992 yılında İstanbul Cumhuriyet Savcılığı’na müracaat ederek “İadeyi Muhakeme” talebinde bulundular. Avukatların bu talebi ancak 1 Haziran 1995 yılında hayata geçti.

Emri Türkeş verdi
Yeniden açılan dava İstanbul 6. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülmeye başlandı. Remziye Akyol’un ifadeleri yeni açılan dava için çok önemliydi. Çünkü Akyol’un ifadeleri Latif Aktı ve Sıddık Polat’la birlikte polis memuru Mustafa Doğan’ı da işaret ediyordu. Akyol, mahkemeye verdiği ifadede, katliamı kardeşinin Mustafa Doğan, Latif Aktı ve Sıddık Polat’la birlikte gerçekleştirdiğini söyleyerek, emri MHP lideri Alparslan Türkeş’in verdiğini açıkladı.
Ancak davanın en önemli sanıklarından olan Mustafa Doğan sanık sandalyesine hiçbir zaman oturmadı. Savcılık, İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne Mustafa Doğan’ın bulunması ve mahkemeye getirilmesi için defalarca yazı yazdı. Emniyet’ten gelen cevap, Doğan’ın Mart 1978’de İstanbul Toplum Polisi görevinde bulunduğu, fakat kısa bir süre sonra polislikten istifa ettiğini bildiriyordu.

Yazının altındaki imza çok ilginçti. İmza 16 Mart 1978 yılında devrimci öğrencilerin ön kapıdan çıkmaya zorlayan ve katliamı gerçekleştirenlerin arkasından koşan polise “Durun... Koşmayın...” emrini veren Reşat Altay’a aitti. Altay, İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele’den sorumlu Müdür Yardımcısı sıfatıyla yazıya imzayı atmıştı. Kuşkusuz 1997 Mayısı’nda Mustafa Doğan’ın emniyetçe aranmadığı, hatta arama emrinin dahi bulunmadığı gerçeğinin ortaya çıkması bir başka skandaldı.

Dosya sayfaları eksik
8 Temmuz 1996 tarihli duruşmayla birbiri ardına yaşanan skandallara bir yenisi daha eklendi. Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nden istenilen MHP Ana Davası’nın gerekçeli kararında, başta Alparslan Türkeş olmak üzere bazı MHP yöneticilerinin isimlerinin yer aldığı sayfaların eksik olarak gönderildiği ortaya çıktı.

Davada ortaya çıkan en önemli olaylardan biri de kuşkusuz Susurluk kazasıyla adını sıkça duyduğumuz ve üst düzey yetkililerle ilişkilerini hayretle dinlediğimiz Apdullah Çatlı’ydı. Çatlı’nın, 16 Mart tarihinde gerçekleşen ve 7 kişinin ölümü, yüzlerce kişinin de yaralanmasıyla sonuçlanan katliamdaki bombaları temin ettiği ortaya çıktı. 24 Kasım 1997 tarihli duruşmada tanık olarak dinlenen emekli Astsubay Oğuz Serçinlioğlu’nun verdiği bilgiler, ordu-çete ilişkisini gözler önüne seriyordu. Serçinlioğlu, Çatlı’ya verilen TNT kalıplarının ordu tarafından temin edildiğini söylüyordu.
İstanbul DGM, Susurluk Davası çerçevesinde yaptığı bir araştırmada olaylar sırasında polislere “Durun... Koşmayın...” emrini veren Reşat Altay’ın Çatlı’yla beş kez telefon görüşmesi yaptığını belirlemesi de, katliamdan devletin ne kadar haberdar olduğunu ve davayı engellemek için elinden geleni yaptığını açıklıyordu

ve Zamanaşımı
İstanbul 6. Ağır Ceza Mahkemesi, Beyazıt'ta 30 yıl önce 7 öğrencinin ölümü, 41 öğrencinin de yaralanmasıyla sonuçlanan bombalı ve silahlı saldırıya ilişkin 3 sanığın yargılandığı davayı, zaman aşımı süresi dolduğu gerekçesiyle ortadan kaldırdı.

« Son Düzenleme: Ekim 20, 2008, 02:52:09 ös Gönderen: skullG »


Ekim 20, 2008, 02:57:00 ös
Yanıtla #3
  • Skoç Riti Masonu
  • Uzman Uye
  • *
  • İleti: 3734
  • Cinsiyet: Bay

"biz unutkan bir ulusuz.olanları bitenleri çabuk unuturuz.bugün yarın kanlı olaylar için yas tutarız,sonra daha önceki kanlı olaylar gibi bu son kanlı olayda unutulur.bu olayların sorumluları,katilleri,kan içicileri,gizli örgüt şefleri olaylar büsbütün unutulduktan sonra bir yenisini,sonra bir başkasını yaratmak için pusuya yatarlar.."

Uğur Mumcu 20 Mart 1978 Cumhuriyet Gazetesi


Ekim 20, 2008, 07:52:17 ös
Yanıtla #4
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 180
  • Cinsiyet: Bay

"biz unutkan bir ulusuz.olanları bitenleri çabuk unuturuz.bugün yarın kanlı olaylar için yas tutarız,sonra daha önceki kanlı olaylar gibi bu son kanlı olayda unutulur.bu olayların sorumluları,katilleri,kan içicileri,gizli örgüt şefleri olaylar büsbütün unutulduktan sonra bir yenisini,sonra bir başkasını yaratmak için pusuya yatarlar.."

Uğur Mumcu 20 Mart 1978 Cumhuriyet Gazetesi

 :-X tarih unutmayacak bu olayları  :-X


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
6 Yanıt
4454 Gösterim
Son Gönderilen: Ağustos 05, 2007, 04:44:49 ös
Gönderen: paragon
74 Yanıt
23575 Gösterim
Son Gönderilen: Temmuz 31, 2008, 11:35:56 öö
Gönderen: sun
1 Yanıt
3275 Gösterim
Son Gönderilen: Temmuz 28, 2008, 11:32:56 öö
Gönderen: sun
2 Yanıt
4468 Gösterim
Son Gönderilen: Temmuz 31, 2010, 02:53:49 öö
Gönderen: poyraz06
0 Yanıt
4938 Gösterim
Son Gönderilen: Nisan 19, 2011, 04:53:48 öö
Gönderen: moonlight
10 Yanıt
4364 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 24, 2012, 06:08:39 ös
Gönderen: Masor1976
11 Yanıt
5348 Gösterim
Son Gönderilen: Mart 14, 2012, 06:02:07 ös
Gönderen: hypatia
26 Yanıt
11391 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 11, 2013, 02:03:06 ös
Gönderen: BULGARIA
0 Yanıt
2042 Gösterim
Son Gönderilen: Mart 16, 2013, 05:15:24 ös
Gönderen: Tij
Dersim Katliamı

Başlatan Kaan « 1 2 ... 8 9 » Tarih

88 Yanıt
28284 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 12, 2013, 10:09:52 öö
Gönderen: gnothi