Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: KabullenEBİLme  (Okunma sayısı 6212 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Haziran 15, 2009, 11:22:56 öö
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 1731
  • Cinsiyet: Bay


Sevgi,iman ve Kabullenme doğru orantılıdır.İnsan sevebildiği kadar inanır,inanabildiği kadar kabullenir.

Beşer,iyi ve kötü olarak nitelendirilemeyeceğine göre,iyi ve kötü eylemleri gerçekleştirenler nasıl tanımlanmalıdır?
Yaradılan...

Başımıza gelen iyi ve kötü olarak nitelendirdiğimiz olaylara bahşedilen,bahşedene evren,hepsini kapsayan sonsuz kaynağada Yaradan diyebilmek ilk kabullenmemiz olmalıdır sanırım.

Sonsuza kadar süremeyeceği için;iyiye sevinip,kötüye üzülmek aldatmacasının tuzağına düşmemek için,sukunetle gem vurulabilecek duygular,ve "AN"da sadece gözlemci olarak kalabilmeyi başarabilmek,zuhur eden duyguların gelip geçmesini seyrederken,birikmiş olanları salıvermek,kabullenmelerimizin potansiyelini ve kudretini arttıracaktır.

Devinimin döngüsü,zıt ların bütünleyiciliği ilkesi ile çalıştığına göre,bazen,çok basit kabullenmelerle geçilebilecek sahalar,bizler tarafından birer arenaya dönüştürülmekte,varolmayan savaşların tarafı olmak bize gizemli bir tatmin sağlamaktadır.

Elde ettiğimiz anda tatmini anında kaybolacak arzularımız,bizleri asla ulaşamayacağımız hedeflerde sonsuza kadar oyalıyacaktır.Yaradılış amacını kavrayamayan ve mevcut konumunu kabullenemeyen insan,son nefesine kadar acı içinde bulunduğu yerde saymaya devam edecektir.

Oluşumun zemininde şekillenen, insanı umarsız bırakan durumlarda da,kabullenme en pratik ve kesin çözüm olarak karşımıza çıkar.Bu durumda kabullenilmesi gereken konumumuz"güçsüz"olduğumuz gerçeğidir.Umarsız durumun bertaraf edilebilmesi için,kudretsiz olduğumuz gerçeğini samimiyetle kabullenebilirsek,"O"nun iradesinin hareket edebileceği fırsatları davet etmiş oluruz.Sukunetle,telaşa kapılmadan,gözlemci olarak gerçekleştirilebilecek bir kabullenme;"O"nun iradesinin tecellisi için,sahada mekan yaratacaktır.Sabır ve sukunetle gözlemlendiğinde farkına varılabilecek tek gerçek,yağmur zamanı yağan her damlanın kendinden öncekini temizleyeceği gerçeğidir.

Evren,kabullenmeyi başaramadığımız hiçbir lutufu bize bahşetmez.Arzu beden talep eder ama zihin beden reddettiği,haketmediğimizi düşündüğü veya o tereddütü yaşadığı için arzu edilen lutuf gerçekleşmez.Bu,son zamanlarda hit olan sipürütüel çekim yasasının ifşa edilmeyen "minik"sırrıdır.

Kabullenme,kişisel ve kutsal barışın da kaynağıdır.Mevcut konumunu tüm halleriyle kabullenebilen insan,değiştirebilecekleri için mücadele etmeye devam ederken,değiştiremeyecekleri için kendini yıpratmayı bırakacak,aynı zamanda bu ikilik arasındaki farkı kavrayarak,kendisi için seçilenleri tanıma,tatma ve kabullenme fırsatını elde edecektir.

Alma arzusunun;gerçek ve kalıcı huzur için asla yeterli olamayacağını kabullenmek,kabullenmelerin en keskini,acı vereni ve hayal kırıklığı yaratanıdır.Bu noktada başarılabilecek bir kabullenme,şartsız değişimin başalangıç noktasını oluşturacaktır.Bu durum kalıcı ve mutlak huzurun"olmazsa-olmaz"ilkesine işaret eder.Alma arzusundan feragat etmek veya o nun değişimini kabullenmek,yaradılanın, kendisini ters-yüz etmesi fenomeni kadar krıtik bir yol ayırımında olduğunu fark etmesini sağlar.

En gerçek ama enzor kabullenilen"ölüm"gerçeği ni kabullenebilmek ise bizlere,sonsuzluğun anahtarını verecektir.Ruhun ölümsüzlüğünün gölgesinde,yeniden doğumun başlangıç evresini oluşturacak beden ölümünün samimiyetle kabullenebilinmesi,bizlere,tanımlanamayacak ölçüde devasa huzuru ve cennet halini bahşedecektir.


Saygılarımla...

Ben"O"yum,"O"ben değil...


Haziran 15, 2009, 08:34:00 ös
Yanıtla #1
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 211
  • Cinsiyet: Bayan

Sayın ceycet Merhaba ,

Yazınızda ele aldığınız "kabullenme " kavram ve süreci , düşünceme göre kainatın mutlak iyiyi koruması ve mikroda bireyin tözsel varoluş gerçeğini noksansız kavraması için yaşamsal bir önemdedir.  Siz  bu yazıda bu sürecin kilit noktalarını , sorunsuz ve olabildiğince acısız sürmesi için son derece detaylı ve sistematik yol haritasını bizlere sunmuşsunuz. Görüşünüzü temellendirirken kullandığınız dil düzeyi,bağıntı ve geçişlerin noksansızlığı ve tekstteki tutarlılık için , şu anki mesleğim farklı olsa da eski bir dilbilimci olarak sizi kutlamak isterim.

Kabullenme kavramı özellikle içinde bulunduğumuz çağ itibarıyla kişiyi son derece zorlayabilen bir kavrama dönüşmüştür. Bunda kişisel fikrimce en büyük vebal "sahip olma" , "alma" ve "kıyaslayarak iyiye doğru değişme" biçiminde dünya kamuoyuna deyim yerindeyse pompalanan görüşlerin sahibi Batı 'ya aittir.
Bu görüşlere göre , kişi olduğu hali ile eksik ve yetersizdir . Kişiye "bunu kabul etmek zorunda olmadığı" , ne isterse o olabileceği , "sınırlarının olmadığı" gibi görüşler aşılanır . Bu süreçte muhtelif "başarılı" rol modeller kişiye gösterilir ve "sen de yapabilirsin,bu senin kaderin değil ." gibi mesajlar verilir. Doğrudan veya dolaylı olarak bu mesaja muhatap olan kişi , zihninde bunu şu biçimde algılar:"Mevcut halim korkunç ve kabul edilemez , kabul alacak hale gelmem için değişmek zorundayım."  İyiye doğru evrilmeye inanmakla, gelişimin sürekli olması gerektiği fikrini desteklemekle beraber , az önce tasvir ettiğim propaganda biçiminde bireyin "biricik" oluşu ve "özel" liği göz ardı edilmekte diye düşünüyorum. Bunun sonunda kişi ancak xyz'ye "sahip olursa" kabul edilebilir olduğunu hissedeceği için , çoğu kez kendi yapısına, bünyesine,kişilik özelliklerine  hiç uygun olmayan yapılara dönüşmek zorunda olduğu gerçeğiyle , bunlara dönüşmesinin" olmazlığı" arasında sıkışmaktadır. Batı paradigmasının cevaplamada noksan kalabildiği noktalar çeşitlidir ve anılan görüşler bence sadece  "benzeşikler" arasında uygulanabilir . Bu noksan noktalara bazı örnekler verelim : Olanaksızlıklar nedeniyle ilköğretimi ancak tamamlayabilmiş kişilere "You can do it ." paradigmasıyla CEO'ların fotoğraflarının gösterilmesi , çocukluğundan beri kilolu ,fazlaca yapılı , spora yatkın olmayan veya yeni doğum yapmış kadınlara fotomodel resimleri empoze edilmesi , siyahi insanlara cilt tonunu "düzeltecek" ,pigment yapısıyla oynayan biyo-kimyasal süreçlerin aşırı lanse edilmesi vbg. Bu mesajları alan kişi kendisini "başkasının gözünden" tanımlamaya , alakasız kişilerin yaşamlarıyla kıyaslama yapmaya çalışmakta ve bunun doğal sonucu olarak süresiz "yetersizlik" duygularına sahip olmaktadır.

Kabullenmeyi zora sokan bu tür sıkıntıların yaşanmadığı ekolün ise Uzakdoğu olduğunu söylemek büyük bir yanılgı olmaz bence. Uzakdoğu Ekolü çoğu kez bireyi "atalete sevk etmek" le itham edilir,  ki bence bu haksız bir ithamdır. Bu ekole göre kişi ancak "kendi bulunduğu noktayı noksansız kabul ederek ve bu noktadan  hareketle" evrilebilir .Çünkü ekolün özelliği itibarıyla kişinin milyarlarca türdeşi arasında "biricik" olduğu teslim edilir . Başkasıyla kıyaslanarak değil, kişinin salt "kendi özellikleri" üstünde çalışarak gerçek bir gelişim kaydedeceği vurgulanır ,ki bence Amerikan Ekolü'ne göre üstün olduğu nokta tam da burasıdır.  Çünkü zannımca milyarlarca türdeşimiz arasında DNA'mızla ayırdedilebilir olmamız , yerkürede başka hiçkimse ile aynılık taşımayan , bize özgü bir "özel" lik taşıdığımızı ve başkalarına uygun sonuçlar sağlamış uygulamaların bize uymayacağı gerçeğini ortaya koymaktadır. Kişi arzu ediyor ise kendi boşluğunu doldurmalı, kendi tümseğini törpülemelidir . Bu şekilde gerçekleşecek bir kabullenme ve ilerleme sürecinde kişi "küskünce" bir boyun eğiş biçiminde değil , kendi eğrisini doğrusunu görerek evrildiği için özgürce ve kendine saygıyla kabullenme ve iyileşme yaşayabilecektir.

Kabullenme konusunda en büyük bilgeliğe sahip olanların ise hayvanlar olduğunu düşünen biriyim. Bu alemde , hayvanlar sistem içinde ve "kendi tabiatlarına uygun" yaşamaktadırlar. Herkes kendisinin kim olduğunu çok iyi bilir ; tam bir idrak ve diğer tabiat unsurlarıyla uyum hakimdir. Bir sincap sincap olduğunu bilmektedir ve sincapça yaşar. Ama bu kendini korumak , hayatta kalmak , barınmak,büyümek , güçlenmek için çaba göstermez demek değildir . Sisteme uyumsuz davranmadığı için sincaplığının gereklerini kusursuzca yerine getirir , canlılığı , kas gücünün artması, beslenmesinde nitelik artması onun sincapça evrilişinin ana göstergeleridir. Ama sincap bir arslan olmadığını tam olarak bilir . Bunu tam kabule sahiptir ve bu konuyu "sorun etmez." Bu bilme benim gözümde onu bilge yapar.

İnsanoğlunda meydana çıkan büyük yetersizlik duygusu ,kabullenme noksanlığı  ve zaaflar hayvanda yoktur ;  kendi yapısının müsait olmadığı değişimleri arzulamaz . Bu onun mutluluğudur . Arslana gelince , evet o arslan olduğunu bilmektedir . Tabiat ona "biraz daha cömert" davranmıştır ve o da kendini idrak ettiği ilk anlardan itibaren "büyük,güçlü,hızlı,saygın ve güzel" olduğunun ayırdındadır . O da arslanca , arslan tabiatına uygun yaşar ama onun yaşamı da kolay değildir . Büyük olduğunu bilir ve bunu kabullenir ama bu büyüklük ona "büyük kalma" zorunluluğunu da verir . Arslan bebekliğinden itibaren neden bu kadar çok saldırıya uğradığını da hissetmeye başlar. Çünkü o arslandır ve büyüdüğü takdirde en güçlü en hızlı en güzel ve en saygın olacaktır ve küçükken "yok edilmesi uygundur". O bunu bilir ve annesiyle "idmana" gide gele büyümekte, daha güçlü ve daha güzel olmaktadır ve o da arslan olarak yaşayıp arslan olarak ölmesi gerektiğini kabullenmiştir. Bunu anladığı andan itibaren kendi naturasının en iyisine dönüşmeye çalışır , daha çok yer, daha hızlı koşar,tek hamlede avlar ve kas gücünü hiç durmadan arttıracak "idmanlar" yapar. Sütle yaşayamayacağını , büyük kalmak için başka erkeklerle yarışmak ve hep kazanmak zorunda olduğunu bilir ;arslanın da bununla "sorunu yoktur."  O kadar sorunu yoktur ki , kilo kaybetmeye başladığını, kaslarının zayıfladığını, eşinin daha güçlü bir başka erkeği tercih ettiğini ya da çok ağır yaralanıp , hastalanıp eskisi gibi olamayacağını hissettiği anda "çaptan düşüp" itibarını kaybetmektense , bu gerçekleri kabul ederek sürüden sabaha karşı ,yalnız başına ve bilgece ayrılır . Üstelik sürüden ayrıldıktan 1 km.sonrasına dek hiç idrar bırakmaz . Çünkü takip edilmek ve nasıl öldüğünü göstermek istemez.  Eski hali ile anımsanmak tek arzusudur . Sadece artık eski hali olmadığını ve çok yakında öleceğini kabullenmiştir. O , diğerlerinden esirgenmiş çok özel avantajlarının tadını asaletle çıkartmıştır ve bittiğini bildiği an bir sabah alacasında yaralı ama dimdik çıkıp gidebilmek bence kabullenmelerin en büyüğüdür ve bizlerin , genel kabule göre yaratılmışların en akıllısı ve şereflisi olan insanoğlunun hayvanlar aleminden alacağı dersler çok ama pekçoktur .

İnsanoğluna baktığımızdaysa  50 yaş grubu hanımefendilerin  ellerinde 30 yaşındaki düğün fotoğrafıyla o güne dönmek için rökonstrüktif cerrahlara yalvarıp yakarmakta olduğunu , sadece ölmemek değil "eskisi gibi" olmak için makulün sınırlarını zorladıklarını  , çok ileri yaştaki beyefendilerin  ise kırmızı üstü açık bir arabayla üniversite yıllarına döneceklerini sanmakta olduklarını görüyoruz . Kabullenerek evrilme konusunda insanoğlu mekanik-dünyevi iklime değil , tabiata ve oradaki bilgeliğe odaklandığında sağlıklı ve onurlu kabullenmelerle kendi kendinin en iyi haline ulaşabileceğini kavramalıdır .

Saygılarımla  
« Son Düzenleme: Haziran 15, 2009, 08:38:44 ös Gönderen: Nueva »
Quality has no fear of time ..


Haziran 16, 2009, 01:57:15 ös
Yanıtla #2
  • Ziyaretçi

   Yazıları okuyorum da kabullenme kelimesi ardında bir çok tezat ve hata gizli gibi geliyor Sn.Ceycet son derece kritik değerlendirmeleri bir çırpıda yaradılışın sözde güzelliklerine ve yaradana havale etmiş bu aslında bizleri baştan bir kokuşmuşluğa iter.

Sn.Nuvea'nın verdiği örnekleri hayretler içinde okudum bir sincapın bilgeliği ve Uzak doğu felsefesi bu örneklerin ve felsefelerin ne kadar sakat oldukları da aşikar.Kim gerçekten huzur sahibi olmuş acaba Uzakdoğu felsefesiyle.

İşte sizlere çözümü ben sunuyorum güçsüz Tanrı modeli ve evrendeki dualite inancı yani zıtların ifade etmek istediği gerçek model efendim iyliğin kaynağı çok aşikar o da İyi bir Tanrı'dan geçer kötülüğün kaynağıda aşikar O da kötü bir tanrıyı ifade eder yoksa tek tanrı inancı ile bu işleri çözemessiniz sadece kendinizi avutursunuz.

Soruyum sizlere acıyı da en kötü haksızlığı da aslında ve dahi ölümü de kabul mü ediyorsunuz yoksa zorla kabulleniyormusunuz.Bence zorla kabulleniyoruz başka çaremiz olmadığı için ne güzel dimi Tanrı sanat yapmış ama içine kötülüğü koymuş veya Tanrı dan çıkan Şeytan bizleri tarumar ediyor.Ve tanrı onu durdurmuyor ne komik.

Bence kabulleneceğimiz tek şey bu dünyada dirayet sahibi olup sınavımızı başarıyla vermek yoksa evrenin yaratıldığı da su götürmez gerçek yani sincap bilge değil emir kulu bizler gibi.

Kendimizi kandırmayalım hazı seçmek elbetde insanın iflası demek ama safça acıları kabullenmekte öyle olayların perde arkası bugun bize anlatılandan çok farklı olabilir.

Bence en büyük din babillilerin tarihte sahp olduğu ve Tevrat da adı geçen hani şu 72 milletin tek dili konuştuğu tam evrensellik döneminde çıkmış olan dindir o davarsa tabii yoksa içinizdeki iyilikle Muhammedin,Musanın anlattıklarına kanıp kendinizi bir çöl de bulmayın.Çok tefaarruatlı açıklamarı dinleri araştırırsanız bulursunuz tabii bunun içinde cehennemdem korkmamak gerekli..

Saygılarımla...
« Son Düzenleme: Haziran 16, 2009, 02:00:14 ös Gönderen: amurdad »


Haziran 16, 2009, 04:21:13 ös
Yanıtla #3
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 1731
  • Cinsiyet: Bay


Sayın Nuvea,

Anlaşılıyor olduğumu hissettmemi sağladığınız için size çok teşekkür ederim.Sizin dile getirdiğiniz,benim de sonuna kadar katıldığım inanca göre,kabullenmenin önündeki engellerin en önemlilerinin başında geleni "kıyas"sendromudur.Bu döngüye giren insanın,sahip olduklarının nitelikleri ne kadar artarsa artsın kabullenme konusunda başarılı olması söz konusu olamaz.


Saygılarımla...
Ben"O"yum,"O"ben değil...


Haziran 16, 2009, 04:32:36 ös
Yanıtla #4
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 1731
  • Cinsiyet: Bay

   Yazıları okuyorum da kabullenme kelimesi ardında bir çok tezat ve hata gizli gibi geliyor Sn.Ceycet son derece kritik değerlendirmeleri bir çırpıda yaradılışın sözde güzelliklerine ve yaradana havale etmiş bu aslında bizleri baştan bir kokuşmuşluğa iter.

Sn.Nuvea'nın verdiği örnekleri hayretler içinde okudum bir sincapın bilgeliği ve Uzak doğu felsefesi bu örneklerin ve felsefelerin ne kadar sakat oldukları da aşikar.Kim gerçekten huzur sahibi olmuş acaba Uzakdoğu felsefesiyle.

İşte sizlere çözümü ben sunuyorum güçsüz Tanrı modeli ve evrendeki dualite inancı yani zıtların ifade etmek istediği gerçek model efendim iyliğin kaynağı çok aşikar o da İyi bir Tanrı'dan geçer kötülüğün kaynağıda aşikar O da kötü bir tanrıyı ifade eder yoksa tek tanrı inancı ile bu işleri çözemessiniz sadece kendinizi avutursunuz.

Soruyum sizlere acıyı da en kötü haksızlığı da aslında ve dahi ölümü de kabul mü ediyorsunuz yoksa zorla kabulleniyormusunuz.Bence zorla kabulleniyoruz başka çaremiz olmadığı için ne güzel dimi Tanrı sanat yapmış ama içine kötülüğü koymuş veya Tanrı dan çıkan Şeytan bizleri tarumar ediyor.Ve tanrı onu durdurmuyor ne komik.

Bence kabulleneceğimiz tek şey bu dünyada dirayet sahibi olup sınavımızı başarıyla vermek yoksa evrenin yaratıldığı da su götürmez gerçek yani sincap bilge değil emir kulu bizler gibi.

Kendimizi kandırmayalım hazı seçmek elbetde insanın iflası demek ama safça acıları kabullenmekte öyle olayların perde arkası bugun bize anlatılandan çok farklı olabilir.

Bence en büyük din babillilerin tarihte sahp olduğu ve Tevrat da adı geçen hani şu 72 milletin tek dili konuştuğu tam evrensellik döneminde çıkmış olan dindir o davarsa tabii yoksa içinizdeki iyilikle Muhammedin,Musanın anlattıklarına kanıp kendinizi bir çöl de bulmayın.Çok tefaarruatlı açıklamarı dinleri araştırırsanız bulursunuz tabii bunun içinde cehennemdem korkmamak gerekli..

Saygılarımla...


Sayın Amurdad,

Üzülerek belirtmeliyim ki,aynı dili konuşmuyoruz.Tek Tanrı inancına sahip olmadığınız sürece,ortak bir yorum tesis etmemiz mümkün olmayacaktır.İnancınıza ve düşüncelerinize saygı duyuyorum.Ama ben,Tek Yaradan'a olan inancımın bana hissettirdikleri ile,duyularım yoluyla algıladıklarımı yorumlayabiliyorum.İyi ve kötü Tanrı yorumunuz ile zaten yolun başında birbirimizden ayrılıyoruz.Bu şartlar altında aramızda gelişecek diyaloğun niteliği olmayacağı için,sizide boşu boşuna yormamak adına konunun detaylarına giremiyorum.


Saygılarımla...


Ben"O"yum,"O"ben değil...


Haziran 16, 2009, 04:38:00 ös
Yanıtla #5
  • Ziyaretçi

Sn.Ceycet
Ben de sizinle polemiğe girmek için yazmadım sonra anlaşamıyacağımızı nerden çıkardınız konu kabullenmeyse bende savlarımı yazdım eğer kendinizi çok haklı adlediyorsanız beni mat edin,ikna edin...
Saygılarımla...


Haziran 16, 2009, 05:05:57 ös
Yanıtla #6
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 1731
  • Cinsiyet: Bay

Sn.Ceycet
Ben de sizinle polemiğe girmek için yazmadım sonra anlaşamıyacağımızı nerden çıkardınız konu kabullenmeyse bende savlarımı yazdım eğer kendinizi çok haklı adlediyorsanız beni mat edin,ikna edin...
Saygılarımla...


Sayın Amurdad,

Rica ederim.Sizi mat etmek gibi bir amacım asla olamaz.Ancak benim için kabullenmelerin en önemlisi ve mutlak olanı olan "Tek Yaradan,yaradılan"konusunda anladığım kadarı ile ortak bir nokta da buluşamıyoruz.Bu durumda geliştireceğimiz diyaloğun içi boş kalacaktır.Çünkü ben,bir inancın üzerine doğrularımı yoruyorum.Siz benim esas aldığım tema yı yadsıyorsunuz.Hal böyle olunca,sizinle kabullenme konusundan önce inanç konusunu tartışmamız gerekiyor.Ortak bir dilde uzlaşmadan nasıl bir diyalog oluşturabiliriz?

Saygılarımla...
Ben"O"yum,"O"ben değil...


Haziran 16, 2009, 05:26:51 ös
Yanıtla #7
  • Ziyaretçi

Kabullenmek , neyi , ne kadar , sınırı var mı ?  Bu sınırı kim belirliyor ?  Bulunduğumuz durumu

kabullenmek  uyuşukluk ve tembelliktir bence ...Bilim sorularla , tatminsizliklerle , hep daha iyiyi

istemekle , herşeyin nedenini sorgulamakla gelişir ....Herşeyi olduğu gibi kabul ettik mi zaten araştıracak

bişey de kalmaz...'' İşte Allah öyle yaratmış da ondan böyle''  demek işin kolayına kaçmaktır...Bilim ile din

arasındaki en büyük fark da budur zaten ; iman ettiğinde herşeyi baştan kabul etmiş olursunuz , bilim ise

asla teslim olmaz , devamlı şüphe eder , araştırır , sorgular....


Plastik Cerrahi ameliyatları günümüzde sıkça yapılmaktadır : rhinoplasty, mammaplasty, mamopexy

brachioplasty , abdominoplasty , saç ekme ,dolgu enjeksiyon , botox ....vs. vs. Bu işlemler ilk yapılmaya

başlandığı yıllarda bol komplikasyonla ve  ölümle sonuçlanabilmiştir . Ancak azimli cerrahlar ve

gözükara hastaların sayesinde bir düzene oturtulmuştur ( kabaca )... Tanrı böyle yaratmış sakın

değmeyelim  yahut ben artık çok yaşlandım hiç gereği yok  , beğenen böyle beğensin  demek de  tercih

meselesidir ; sonuçta talihsiz ameliyatların sonucu gerçekten de hayal kırıklığı ile sonuçlabilmektedir...

Ancak geneli düşünürsek ,kendi polikliniğimde gördüğüm Plastik Cerrahi ameliyatı olmuş hastalarımın

durumundan memnun olduğudur ve çevresinin de beğendiğidir ki bu da başarı anlamına gelmektedir...



Saygılarımla


Haziran 16, 2009, 06:12:13 ös
Yanıtla #8
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 1731
  • Cinsiyet: Bay

Kabullenmek , neyi , ne kadar , sınırı var mı ?  Bu sınırı kim belirliyor ?  Bulunduğumuz durumu

kabullenmek  uyuşukluk ve tembelliktir bence ...Bilim sorularla , tatminsizliklerle , hep daha iyiyi

istemekle , herşeyin nedenini sorgulamakla gelişir ....Herşeyi olduğu gibi kabul ettik mi zaten araştıracak

bişey de kalmaz...'' İşte Allah öyle yaratmış da ondan böyle''  demek işin kolayına kaçmaktır...Bilim ile din

arasındaki en büyük fark da budur zaten ; iman ettiğinde herşeyi baştan kabul etmiş olursunuz , bilim ise

asla teslim olmaz , devamlı şüphe eder , araştırır , sorgular....


Plastik Cerrahi ameliyatları günümüzde sıkça yapılmaktadır : rhinoplasty, mammaplasty, mamopexy

brachioplasty , abdominoplasty , saç ekme ,dolgu enjeksiyon , botox ....vs. vs. Bu işlemler ilk yapılmaya

başlandığı yıllarda bol komplikasyonla ve  ölümle sonuçlanabilmiştir . Ancak azimli cerrahlar ve

gözükara hastaların sayesinde bir düzene oturtulmuştur ( kabaca )... Tanrı böyle yaratmış sakın

değmeyelim  yahut ben artık çok yaşlandım hiç gereği yok  , beğenen böyle beğensin  demek de  tercih

meselesidir ; sonuçta talihsiz ameliyatların sonucu gerçekten de hayal kırıklığı ile sonuçlabilmektedir...

Ancak geneli düşünürsek ,kendi polikliniğimde gördüğüm Plastik Cerrahi ameliyatı olmuş hastalarımın

durumundan memnun olduğudur ve çevresinin de beğendiğidir ki bu da başarı anlamına gelmektedir...



Saygılarımla


Sayın Ozak 1977,

Benim üzerinde düşündüğüm kabullenme,mutlak sınırları olan,değiştirilemeyecek unsurlara sahip kabullenmelerdir.Yoksa tabiki dincilerin propagandasını yaptıkları,"herşeyi kabulet,yangel yat"kabullenmelerinin benim söylemlerimle bağdaşması söz konusu bile olamaz.Zaten farkettirmeye çalıştığım,vurguladığım da budur.Örneğin;bayan olarak dünyaya gelmiş olmanız değiştiremeyeceğiniz bir konumunuzdur.Bunu kabullenmek size ancak huzur verir.Niye" erkek olarak doğmadım"noktasına  takılırsanız,bu dünyada cehennemi yaşamaya başlarsınız.Ancak,okumak,eğitiminizi tamamlamak,çalışmak,doktor olmak vs.değiştirebileceğiniz şeylerdir.Bunları becerebilmek için de evren bizlere irade,akıl,olanak ve kendisinden nice yetenek bahşetmiştir.Gerçekleştirilebilmesi olasılık dahilinde olan durumlarda,bizlerin elimizdekileri sonuna kadar kullanmamızı bekler ki,gözle görülen alemde ahenk oluşturulabilinsin.


Saygılarımla...
Ben"O"yum,"O"ben değil...


Haziran 16, 2009, 07:14:25 ös
Yanıtla #9


Ancak benim için kabullenmelerin en önemlisi ve mutlak olanı olan "Tek Yaradan,yaradılan"konusunda anladığım kadarı ile ortak bir nokta da buluşamıyoruz.Bu durumda geliştireceğimiz diyaloğun içi boş kalacaktır.Çünkü ben,bir inancın üzerine doğrularımı yoruyorum.Siz benim esas aldığım tema yı yadsıyorsunuz.Hal böyle olunca,sizinle kabullenme konusundan önce inanç konusunu tartışmamız gerekiyor.Ortak bir dilde uzlaşmadan nasıl bir diyalog oluşturabiliriz?


Hak veriyorum. Gerçekten de güzel bir düşünce ve bunun icraatte uygulanması ise daha güzel olur ki bunu başarabiliyorsanız ne mutlu size..

Yukardaki yazınızı okudum ancak ben, olaya yani kabullenme olayına çok farklı olarak bakıyorum ki bunu da burada rahatlıkla aktaramam.
« Son Düzenleme: Haziran 16, 2009, 07:17:02 ös Gönderen: Isabell »
הדבר היחיד לשמור על אנשים בחיים הוא אהבה וכבוד

Aimer et être aimé c’est sentir le soleil des deux cotés.

«Ոսկե Տարիքը - Փոթորիկները, չի կարող կանխել մարդիկ սիրում են ծովը.