Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: KUDÜS KRALLIĞI - 2  (Okunma sayısı 3061 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Ekim 27, 2009, 07:39:19 öö
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay




Godfrey de Bouillon, Kudüs kralı olunca amacının ilk aşamasına ulaşmış ya da amacı doğrultusunda en önemli engelleri aşmış sayılırdı. Kente girer girmez kendi ordugâhını Siyon Tepesi üzerinde kurmuştu. Çünkü onun için Siyon Tepesi, Kudüs kentinin herhangi bir yerinden çok daha önemliydi.

Kudüs Kralı olması kesinleşince, rakibi Raymond de St. Gilles’in “Davut’un Kulesi” olarak da anılan iç kaleyi boşaltmasını istedi. Çünkü kentin merkezi orasıydı ve yönetimi oradan yürütülmeliydi.

Raymond önce direndi hatta oralı olmazdan, bu isteği duymazdan geldi. Fakat şimdi Godfrey kral olmuştu. Raymond da, hiçbir zaman ve hiçbir yerde bir kralın isteklerine karşı gelinemeyeceğini çok iyi bilirdi. Nitekim kendisine hatırlatılınca razı olmak zorunda kaldı. Ancak bu konuyu bireysel bir sorun haline getirdi. Aslında burası herhangi bir kralın ülkesi değil, “İsa’nın ülkesi” olduğuna göre, kentin yönetim merkezini de ancak doğrudan İsa adına hareket edebilecek birine teslim ederdi. Bir diğer deyişle, Raymond’a göre burada kral olmak yeterli değildi.

Gerek henüz Kudüs’ten ayrılmamış diğer komutanlar gerekse Raymond’un kendi şövalyeleri bile onun bu tutumuna şaştı kaldı. Bir kez inadı tuttu mu, bunu kırma olanağının bulunmadığını bilirlerdi ama bu kadarı da insanı pes ettirirdi doğrusu.

Şimdi Kudüs’e bir de patrik seçmek gerekiyordu. Gerçi Haçlı seferinin öncesinde Kudüs’te Simeon adlı bir patrik vardı; Pierre l’Ermite ona papaya götürmek üzere bir mektup dikte ettirmişti Ancak o adamın daha sonra ne olduğu hakkında hiçbir bilgi yok. Belki de haçlı seferinden önce ölmüştü. Belki kent ele geçirilirken kim vurduya gitmişti. Hiç kimse bilmiyor.

Bu kez yeni patrik seçimi...

Şövalyeler bu işe karışmadı. Sadece piskoposların toplanıp kendi içlerinden birini patrik olarak seçmesini sağladılar.

Bunun üzerine Raymond de St. Gilles, iç kaleyi patrik olarak seçilen Arnulf’a teslim etti.

Yeni Kudüs Patriği ise bu emaneti anında Kral Godfrey’e aktarıverdi.

Buna çok içerleyen Raymond da, tüm askerlerini toplayıp Kudüs’ü terk etti.

Raymond tüm ordusunu da alıp gidince, gelecekte karşılaşılabilecek olası bir Müslüman saldırısına karşı Kudüs hayli zayıf düşmüş oluyordu. Hele bir süre sonra Robert de Flandre ile Robert de Normandie de gidince mutlaka destek gerekecekti. Bereket, diğer iki komutan burada yeterli savunma gücü sağlanana kadar askerlerinden bir bölümünü Kudüs'te bırakmaya razı oldu da gözlerine rahat uyku girebildi.

Goddfrey de Bouillon Kimdir?

İyi bir Hıristiyan, Kudüs’e hep Hıristiyanların egemen olmasını ister ama Godfrey’in “iyi bir Hıristiyan” olup olmadığı tartışma götürür. Gerçi öyle görünüyordu ama sadece köprüyü geçene kadar.

Godfrey de Bouillon, soy adını aldığı bölgenin kontu Eustache II ile Lorraine Düşesi Ida de Lorraine’in büyük oğluydu. 1082 yılında Aşağı Lorraine ülkesinin dükü olmuştu. Ancak dük sıfatıyla o ülkenin sahibi ya da kendi başına buyruk hükümdarı olduğu sanılmasın. 11. yüzyılda Lorraine, Batı Avrupa’daki diğer birçok ülke gibi Kutsal Roma İmparatorluğu’nun sınırları içindeydi. İmparator, egemenliği altındaki ülkelerin düklerini dileğince atardı. Gerçi ülkelerdeki iç dengeleri koruyabilmek bakımından öncelikle bir dükün en büyük oğlunun babasından sonra dük olmasını öngörürdü ama bu zorunlu değil, sadece geleneksel olarak öyleydi. Hiç kimse imparatorun buyrultusuna karşı gelemezdi. İmparator isterse geleneğe uyar isterse uymaz, hatta dilerse geleneği değiştirirdi.

Dolayısıyla, o sıradaki İmparator 4. Heinrich’in Godfrey’i düklüğe getirirken ne düşünmüş olduğu bilinemez. Belki de İngiltere’ye yerleşmiş ve dönmeye hiç niyeti olmayan Godfrey’in dayısını yani önceki dükün oğlunu yeğlerdi.
Zayıf kişiliği nedeniyle, Godfrey’in düklüğü doğru dürüst beceremeyeceğinin önceden belli olduğu söylenir. Kim bilir, imparator belki de ona bir fırsat tanıyıp denemek istemişti. İşin aslına bakılırsa, zaten Lorraine’deki tüm devlet işlerini Godfrey’in babası sağ iken bile annesi Ida de Lorraine yürütüyordu.

Godfrey’in kimliği bakımından asıl önemli olan, soyudur. Soy ağacı, haçlı seferine niçin katıldığını, üstelik neden ön safta yer almaya çalıştığını ortaya koyar.

Bouillon ailesinin yüzyıllar boyunca geriye doğru uzanan bir soy ağacı diğer birçok aileyi de kapsar. Buna ilişkin belgeler arasında en doğru ve en güvenilir sayılan çizelgeleri 20. yüzyılın İsviçreli tarihçisi Leo Schidlof düzenlemiştir. Bu çizelgelerin kapsamında yer yer birtakım yanlışlar olabilir çünkü bir soy ağcı çizelgesi yani şecere düzenlemek çok zor ve isim benzerliklerinden ötürü kolayca yanlışlık yapılabilecek bir iştir.

Bu bağlamda pek önemli olan bir nokta var: Söz konusu soy ağacı çizelgesi doğru olsa da olmasa da, bunun kesinlikle doğru olduğuna inananlar çıkmıştır. Buna inananlar, tarihin akışına yön vermiş, bundan ötürü çok önemli birtakım olayların doğmasına yol açmışlardır.

Bu soy ağacı çizelgesinin önemi de kesinlikle doğru oluşundan değil, öyle kabul edilişinden ileri gelir.

42 yaşında, daha Kudüs kralı olmanın keyfine bile varamadan, ardında bıraktığı karısı ile oğlunu bir daha göremeden, Kudüs’ün haçlılarca ele geçirilişinden bir yıl sonra (1100 yılında) ölen Godfrey de Bouillon, bu soy ağacının ince dallarından birinde kuruyup kalmış son yapraklardan biri gibi gösterilmiştir. Her nedense çizelgeye ne oğlu ne de ondan sonra gelmiş olanlar işlenmiştir. Dolayısıyla bu çizelgelerde Godfrey de Boullon’un dalların son yaprağı gibi gösterilmiş olmasında da bir art niyet aranabilir. Belki de bu soy ağacının düzenlenişinin gerekçesi Godfrey de Bouillon’un bu çizelgenin neresinde yer aldığını gösterip, sonra geriye doğru incelenmesini sağlamaktır.

Soy ağacı çizimlerinde Godfrey de Bouillon’un gösterildiği noktadan geriye, daha öncelere doğru gidersek, adını hiç duymamış olduğumuz, oldukça ayrıntılı tarih kitaplarında bile pek değinilmeyen birçok kişi görürüz. Bu kişilerin adları sadece bir profesyonel meslek olarak tarihçiliği seçenler için anlamlı olabilir. Bu nedenle ben de burada çizelgeyi yüzlerce yıllık dönemleri atlaya atlaya açıklayacağım. Sadece önemli adlara değineceğim.

11. yüzyıldan başlayıp geriye doğru giderek 7. yüzyıla kadar indiğimizde, Orta Çağ tarihi ile yakından ilgilenmiş olanlara tanıdık gelecek bir kişiyle karşılaşırız: 2. Dagobert.

2. Dagobert, Merovenj hanedanından gelme Frank krallarının sonuncusu sayılabilir. Gerçi ondan sonra bir de 3. Childeric vardır ama onun ne denli “kral” olup olmadığı tartışılır çünkü yaşamının çoğnu tutsaklıkta geçirmiştir. Hemen ardında Frank Krallığının egemen hanedanı değişmiş, Karolenj hanedanı dönemi başlamıştır.

Godfrey de Bouillon, haçlı seferine kendi kafasından çıkmak istemiş değildir. Bu işe girişmesi için âdeta itilmiştir. Daha Papa 2. Urbanus Cylermoınt’taki çağrısını yapmadan önce bu soy ağacı kendisine gösterilip açıklanmış, Merovenj hanedanının varislerinden biri olduğuna inanması, bu mirasa sahip çıkmaya girişmesi sağlanmıştır. Fakat bunun için de acele etmemesi, çok dikkatli bir manevra yapması gerektiği öğütlenmiştir. Bu onun yıllarını alacak bir misyondur ama sabırlı olup beklemeye, fırsatları iyi kullanmaya değer.

Godfrey de Bouillon’un soyu Merovenjlerden gelmeyse bundan ne çıkar? Orta Avrupa’da soyu Merovenjlere dayanan daha birçok aile yok muydu?

Elbette vardı. Önemli olan Merovenjlerin soyunun daha gerilere gidildiğinde nereye ulaştığıdır. Önemli olan bunun bir “sır” olarak nitelenmesi ve içlerinden birine bu sırır verilerek gereğini yapmasının sağlanmasıdır. O “biri” Godfrey’den başkası da olabilirdi. Bu bağlamda Godfrey’e âdeta bir piyango çıkmıştır. Belki de bir başkası bu masala inanmazdı. Bu bağlamda Godfrey, kişilik yapısı elverişli olduğu için rahatça doldurulmuştur. Onun yerine bir başkası seçilmiş olsaydı, belki de sahnesinde Birinci Haçlı Seferi oynanan bu tiyatronun perde arkasındaki bu entrika gerçekleştirilemezdi.

Dolayısıyla Godfrey’in Merovenj hanedanından gelme oluşunun anlaşılması, Kudüs üzerine düzenlenen bir haçlı seferine niçin katıldığını, hele oraya giderken bir daha hiç dönmemeye kararlı oluşunun gerekçesini açıklamaz. Kaldı ki, Merovenjlerin 6. yüzyılda Hıristiyanlığı kabul etmeden önce çok tanrılı, paganist bir inanç sistemini izledikleri bilinir. Üstelik Hıristiyanlığı kabul ettikten sonra da gerçekten “iyi ve doğru bir Hıristiyan” olup olmadıkları sorgulanabilir. Nitekim Katolik Kilisesi’nin 2. Dagobert döneminde bir entrika çevirerek ortadan kaldırışı, ardından Merovenjlerin yerine Karolenjleri getirişi gelişigüzel bir eylem değildir.

Bu olayın altında ne gibi bir amaç, nasıl bir tasarım hatta entrikalar zinciri bulunduğunu anlayabilmek için, tarihte biraz daha gezinmek, biraz daha derine inmek, epey eskilere uzanmak gerekir.

Ancak bunu Kudüs Krallığı başlığı altında yapmamız doğru olmaz. Bu nedenle bir başka başlık açacağım. Gelin ona “Merovenjlerin Soyu” diyelim; işimiz daha kolay olsun.

ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
0 Yanıt
6660 Gösterim
Son Gönderilen: Nisan 26, 2007, 10:04:39 ös
Gönderen: shemuel
28 Yanıt
14155 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 05, 2009, 12:09:02 ös
Gönderen: karahan
0 Yanıt
3254 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 23, 2009, 12:36:57 öö
Gönderen: degas
0 Yanıt
2377 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 26, 2009, 01:02:30 ös
Gönderen: ADAM
6 Yanıt
6489 Gösterim
Son Gönderilen: Haziran 02, 2016, 09:30:18 öö
Gönderen: Birisi
0 Yanıt
4989 Gösterim
Son Gönderilen: Mart 22, 2011, 04:22:59 ös
Gönderen: ADAM
KUDÜS PRENSİ

Başlatan kudüs prensi Benim Siirlerim

3 Yanıt
3600 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 30, 2015, 11:00:53 ös
Gönderen: Frenzyfire
KUDÜS PRENSİ II.

Başlatan kudüs prensi Benim Siirlerim

1 Yanıt
2966 Gösterim
Son Gönderilen: Nisan 01, 2014, 01:34:40 öö
Gönderen: anatolia
0 Yanıt
3571 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 28, 2014, 08:23:25 ös
Gönderen: MEDUSA