Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: Geri Gel Ey Osmanlı!  (Okunma sayısı 9623 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Kasım 29, 2007, 01:41:36 ös
  • Seyirci
  • Aktif Uye
  • ***
  • İleti: 654
  • Cinsiyet: Bay

Bir İsrailli’nin haykırışı: Ey Osmanlı geri gel!

Israel Shamir *

Kermil Dağı’nda, köyden az büyük Zichron Yaakov adında bir sevimli kasaba vardır. Şimdi şarapları ve Fransız restoranlarıyla tanınan bu yer 1. Dünya Savaşı’nda İngiliz yanlısı bir Siyonist casus şebekesi olan NILI’nin ini idi. Şebeke üyeleri öndegelen Siyonist göçmenler ve Osmanlı vatandaşı olan bu kişiler Mısır’daki İngiliz ordusu ile ilişki kurup onlara Türk kuvvetlerinin konum ve harekat bilgilerini sızdırarak sonuçta imparatorluğun yenilgisini hazırladılar. İlişkili oldukları kişilerden biri Haim Weizman’dı. O, isteksiz İngilizlerden zorla Balfour Deklarasyonu’nu koparacak ve Yahudi Devleti’nin ilk cumhurbaşkanı olacaktı. Bugüne dek NILI İsrail’de saygıyla anıldı. Okul çocukları onun müzesine götürülerek onlara Yahudilerin ancak Yahudilere sadık olacağı öğretildi; eğer bu sadak için gerekiyorsa herhangi bir güce ihanet edilebilirdi.

Onların ülkeleri Osmanlıya ihanet için iyi bir nedeni vardı; çünkü eğer imparatorluk yaşasaydı, ne Yahudi Devleti denen canavar, ne tecrit duvarı ardına sürülen milyonlarca toprağın yerlisi, ne aynı derecede ezilmiş ve gecekondulara doldurulmuş göçmen işçiler ve karşılarında malikaneler içinde birkaç zengin Yahudi olmayacaktı. aynı şekilde çaresiz bir Irak’a ABD saldırısı ve sonuçta yüzbinlerce ölü ve acı hiç olmayacaktı, çünkü Irak o güçlü imparatorluğun parçası olacaktı.

İmparatorluğun yıkılışından sade Ortadoğu çekmedi. NATO uçakları asla Belgrad’ı da bombalayamazdı, eğer imparatorluk bizimle olaydı. Hatta ilk ayrılan eyalet Yunanistan’ın şimdi Euro tarafından ekonomisi mahvedilmiş ve zengin Kuzeylilerin otelcisi haline getirilmezdi. Onun da, Rumların, İskenderiye’den İstanbul’a dek imparatorluğun kalburüstü ahalisi olduğu günleri özlemek için iyi bir nedeni var.

İmparatorluk kurucu unsur olan Türklere Avrupa hayrandı ve onlardan korkuyordu, oysa şimdi onlar da Frankfurt ve Londra’nın çöpçü-bulaşıkçıları için işlerinde istenmeyen rakipler.

Şimdi kimi Türk liderler AB’ye girmek hülyalarıyla kendilerini avuturken, belki de artık imparatorluğu geri getirmeyi düşünmeye başlamamızın tam sırası. Aslında imparatorluk çok büyük ve etkisiz olduğundan yıkılmadı: En görkemli zamanlarında bile Brezilya ya da Rusya’dan küçüktü. O yıkıldı, çünkü toy yerel elitler zehirli ulusçuluk meyvasından yediler; bunu onlara Batılı lafazanlık üstadları sunmuştu.

Avrupa’nın icadı olan ulusçuluk, muhtemelen Ortaçağ’ın kara veba salgınından daha çok insan öldürdü. Dahası, o imparatorluğa makul bir seçenek de sunamadı. Oysa orada düzinelerle kavim, kabile barış içinde birlikte yaşıyordu. Kopan ülkelerin hiçbiri başarılı bir devlet kuramadı. Ve Batılı yırtıcılar, giderek daha ve daha da küçük gruplar arasına kavga ekmeye devam ettiler, şimdi Türkiye ve Irak’taki Kürt hadiselerinde görüldüğü gibi. Nasır ve Baas Pan-Arabizmi, Bin Ladin İslamcılığı, Ziya Gökalp ve Halide Edip Pantürkizminin hepsi de Batı’nın ilerleyişini durduracak güvenilir bir ideoloji oluşturmakta aynı başarısızlığa uğradılar.

Belki Batılı kardeşlerin kitabından kendimize bir yaprak ödünç almalıyız. AB ile Avrupa, bin yıl önce çökmüş Şarlman imparatorluğunu yeniden kurdu; bizim İmparatorluğumuz ise hala insanların zihninde, görkemli saraylarda, kalelerde, camilerde ve kiliselerde dipdiri. Tekrar kurulan imparatorluğumuz tüm Bizans sonrası kazanımları kucaklamalı: Türkiye’nin, Ortadoğu’nun, Balkanların, Rusya, Ukrayna ve Orta Asya Türki cumhuriyetlerinin birlikte parlak bir geleceği var.

Bizans’ın iki parlak varisi Rusya ve Osmanlı İmparatorlukları, yüzlerce yıl birbiriyle savaştılar. ama aynı şey, Batı Roma’nın varisleri Fransızlar ve Almanlar için de doğru. Eğer Batının ezeli düşmanları birleşiyorsa bu niye Doğu’da da olmasın?

Bu yaz Rusya ve Ukrayna’yı gezdiğimde, Ruslar ve Türkler (ya da Rus tabiriyle Tatarlar arasında çok benzerlik gördüm. “Bir Rusu hamamda keseleyin, altından Türk çıkar,” Churchill’in purosundan derin bir duman çekerken söylediği söz. “Tersi de doğru,” der büyük Rus tarihçisi ve Rus Doğuculuğunun babası Leon Gumilev. Gerçekten Rusya Müslüman Türkler ve Ortodoks Slavların ortak ülkesi olarak doğdu. Gumilev Batılı “Tatar (Türk) boyunduruğu” efsanesini yıktı ve Moskova devletini Cengiz evladı Altınordu’nun varisi ilan etti. “Rusya cesur Türklerle birliği sayesinde yenilmezdir,” diyen Gumilev, Batı’yı Rus kimliğine en büyük tehdit gördü.

Milli Bolşevik lider ve ünlü yazar Edward Limonov geçenlerde yazdığı yazıda Rusya için “Alman kaplamalı Türkiye” dedi. Ruslar halen “şarovari”yi (şalvar) çok sever, ki aynısı Anadolu köylüsü ve eski Osmanlının giyimidir. Aynı Türkler gibi çömelir, bağdaş kurarlar der Limonov. Rusların Türklere bu yakınlık hissi Avrupa’nın Türk kuşkusundan çok farklıdır. Sinemada da bunun etkisi görülür: Yeni Rus süper prodüksiyonu “Türk Gambiti” Plevne’deki Rus-Türk savaşını, Hollywood’un (Amerikan düşmanlarına, ç.n.) takındığı ırkçı tavırdan çok farklı sergiler ve Gazi Osman Paşa’yı bir kahraman olarak gösterir.

Türk-Slav beraberliği çok gerilere gider. Ukrayna’nın kuzeyinde eski Rus prensliklerinin başkentleri Novgorod, Çernigov ve Kiev’i ziyaret ettim. Bu şehirlerin Rus beyleri Türk prensesleriyle, steplerin kızlarıyla evlenmişler ve Türk savaşçıları, onların saray heyetlerinin hep bir parçası olmuş. 12. y.y.dan kalma bir Rus destanında Novgorod Prensi İgor Türk steplerine akın yapar, ama yenilgiye uğrar. Onu esir eden Konçak Han, onu kızıyla evlendirir ve Novgorod’a dönerler. Rus soylularının önemli bölümü hala Türk adları taşır, “Lolita”nın yazarı Nabokov ya da 2. Nikola zamanının en zengin prensi Yussupov gibi.

Son çıkan kitabı “Avrasya Senfonisi”nde St. Petersburg’lu yazar van Zaichik küremizin bu bölümü için farklı bir kurgusal tarih yazar: Eğer Türk Altınordu İmparatorluğu’nun hakanı bilge Sertak Han (Aziz Aleksandr Nevski onun arkadaşıdır) kendisine düzenlenen suikastten kurtulsa ve Ruslarla Türkler müreffeh bir devlette birlikte yaşamaya devam etselerdi ne olurdu? Van Zaichik devam eden imparatorluğa “Ordus” (orj: Hordus) der. “Ordus”, “Ordu” ve “Rus” kelimelerinin bir bileşenidir. Avrasya’nın çok daha geniş bölgelerine yayılmıştır. Hordus’ta modernlik gelenek ve dinle buluşur; aile kurumu ayaktadır; tektük zengin kapitalistler varsa da sınırsız servet birikimi hoşgörülmez.

“İşbirliği (imece) yapıyor, bencilliğimize engel oluyoruz”, Ordus’un sloganıdır; bu Doğu’nun modelidir. Camiler ve kiliseler çok sayıdadır; vatandaşlar ise birlik içinde yaşar. Bu farklı dünya seçeneği Ruslar için o kadar çekici olmuştur ki, caddelerde, tamponlarında “Xochu v Hordus” (”Ordus’ta yaşamak istiyorum”) yazan kaç araba gördüm. Bu arada Ordus’un bir de Kudüs “vilayet”i (orijinal kelime, ç.n.) vardır. Hitler Almanyası’ndan kaçan birçok Yahudi buraya sığınır (evet bu farklı dünyada da Hitler Almanyası vardır), ama burada yerli halkla eşit vatandaşlar olarak yaşarlar.

Yeni ve parlak Rus tarihçisi Fomenko “heretik” bir tarih seçeneği sunar : Onun dünyasında bir büyük devlet ya da “İmparatorluk” hep vardır ve Boğaz kıyısındaki şehir onun doğal başkentidir. Geçmişte böyle olsun ya da olmasın, gelecekte böyledir.

Avrasya’da hakimiyet kavgaları vermek yerine Türkler, Slavlar, Araplar (ve küçük komşuları) güçlerini birleştirebilir, Konstantiniye’yi (İstanbul bu ismin farklı okunuşudur) ortak başkent ve imparatorluk hükümeti payitahtı yapabilir. Konstantiniye bizim Brüksel, New York ve Pekin’e cevabımız olabilir. Yüzyıllar sürmüş hakimiyet kavgaları Avrasya’da nice savaşlar çıkarmış iken, birlik tüm istekleri tatmin edebilir: Ruslar da Türkleri oradan çıkarmadan İstanbul’u başkent edinebilirler; Türkler ise Kırım ya da Taşkent’le komşu olur, Yakutistan’ın uzak elmas madenleri ve Pravoslav Türklerinin diyarları, tek bir Rusla savaşmadan elde edilir. Ortadoğu birkez daha, hep ait olduğu Avrasya’ya dahil edilir; Washington’dan, Londra’dan, Brüksel’den gelecek emirlere boyun eğmez. Çok uzak bir yer olmaktan çıkan Türkiye Bağdat’la Kiev’den, Belgrat ve Kahire’den, Vladivostok ve Ankara’dan gelenlerin buluşma yeri olur.

Bir kez daha çift başlı kartalı Doğu uygarlığımızın, Ortodoks ve Müslümanların birliğinin sembolü olarak yükseltelim, hükümdarımıza iki ünvanı, İslam halifesi ve Ortodoksların imparatoru sıfatını verelim, küçük milliyetçilikleri geçmişe gömelim ve tarihte yepyeni bir çağ başlatalım. Bu Doğu Milletler Topluluğu (Commonwealth), Doğu Roma’nın, Bizans’ın Rus ve Osmanlı imparatorluklarının bu varisi devasa maddi ve manevi kaynaklara hakim olacak, bir süpergüç olacak, Birleşik Avrupa, ABD ve Çin’in karşısına çıkacaktır.

Bu Milletler Topluluğu hem manevi hem maddi amaçlarla birleşecektir. Doğu ve Batı metafizik temellerde bölünmüştür. Batıda Mammon (Para Tanrısı) galip gelmiştir. Batı iştaha korkunç bir imanı, bireyci başarıya dizginlenemez hırsı, alabildiğince tüketme hak hatta görevini kabul etmiştir. Dayanışmaya, “insanın mutlak özgürlüğü” adı altında egoizmi tercih etmiştir. O kadını erkeğe benzetmeye çalışarak yoketmiş, erkeği kadınla rekabete sokup yoketmiştir. Tanrı’yı reddetmiştir, kiliseleri bomboştur, şehirleri iş merkezlerinin etrafına kuruludur; bizimkiler ise bilgi, sanat ve duanın etrafına kurulu.

Doğu daha Hıristiyan kalmıştır; bence İslam Ortodoks Hıristiyanlıktan, Jean Calvin’in Kalvinist Protestanlığının olduğundan daha uzak değildir. Doğu Mammon’u reddeder, çünki biz Tanrı’ya inanırız; bizce manevi ihtiyaçlar maddeden önce gelir, hiçbirimiz Hz. İsa’yı reddetmeyiz. Kadınlara saygı gösteririz, çünkü Hz. Meryem’i reddetmeyiz. Doğu hala tabiatı sever, ahlaksız zenginliği kötüler, emeğe saygı duyar, uyumu başarının üstünde tutar. Adam gibi erkekleri ve hanım gibi kadınları severiz, çünkü gelenek ve aileye saygılıyız.

Batı göçebe bir uygarlık düşler; burası aile ve topraktan kopuk atomize bireylerin bir açık toplumudur. Doğu illetler Topluluğu’nda biz başka yönde ilerleyeceğiz. Göçü zorlaştırıp sermaye hareketini teşvik edeceğiz. Özerklik taraftarıyız; çünkü özerk iradeler kendi yerel ihtiyaç ve isteklerini daha iyi bilirler.

Batı özel mülkiyetin kutsallığını savundu. Biz de o küçük iken ona saygılıyız, ama aşırısını reddediyoruz. Biz süper zenginlere ağır vergi koyacağız, gerekirse malını millileştirecek, şirin bir Anadolu ya da Sibirya köyüne yeniden eğitime göndereceğiz. Milli kaynaklar özeleştirilmeyecek, yabancılara toprak satışı yasaklanacak, köylüler toprağından edilmeyecek. Kenti değil köyü teşvik edeceğiz.

Batı özel hayatın her alanına müdahale ederken biz Doğu’nun kadim özgürlüklerini savunacağız. Komşularımıza çok iyi dost olacağız; ama bunu istemezlerse de yaman düşman olacağız.

Bu hayal, Avrupalı Kuzey Amerikalı ve Çinli süpergüçlerin vatanlarımızı sömürgeleştirmesine karşı tek çıkış yoludur. Yoksa sömürgeleşme devam eder.

—————————————————————-

*Israel Shamir su anda Jaffa’da yasayan bir muhalif Yahudi dusunur-yazardir. Rusya’da prestijli Bilimler Akademisi Okulu’nda egitim gormus, Novosbirsk Universitesinde hukuk ve matematik okuduktan sonra Israil’e goc etmis ve 1973 Savasi’nda Israil ordusunda parasutcu olarak gorev yapmistir. Ordudan ayrildiktan sonra Ibrani Universitesi’nde hukuk egitimini tamamlamis fakat daha sonra gazeteciligi meslek edinmistir. Mariv, Haretz gibi bircok Israil gazeteleri yaninda BBC icin savas muhabiri ve yazarlik yapmistir. Ibranice’de yazilmis bircok onemli eseri ve Ingilizce bircok Bati klasigini de Rusca’ya cevirmistir. Filistinliler’in dramini ve savasin ahlaki ve felsefi boyutlari uzerine yogunlasan The Flowers of Galilee (Galile’nin Cicekleri), Our Lady of Sorrow (Elem Azizesi) , ve The PaRDeS (Bag) gibi kitaplari bircok lisanlara cevrilen Shamir en cok Filistin-Israil icin “Bir kisi, bir oy, bir devlet” cozum onerisi ve aktivizmi ile bilinir.

Kaynak: www.israelshamir.net

Çilesini çekmediğin dert senin değildir...


Kasım 29, 2007, 01:46:35 ös
Yanıtla #1
  • Seyirci
  • Aktif Uye
  • ***
  • İleti: 654
  • Cinsiyet: Bay

'Geri gel, ey Osmanlı!'
MUSTAFA ARMAĞAN
‘Osmanlı adası’nın önce zihinlerimizdeki zincirlerinden kurtarılması gerek. Kabul edelim ki, bize sığmayan, fazla gelen, ateşteki tencere gibi kenarından taşan bir tarafı var bu adanın. Çapını 777 bin kilometrekare içerisinden algılamaya çalışmak, cüssesini Anadolu platosuna sıkıştırarak anlatmaya kalkmak, sırtına modern şablonlar giydirmek, efsanedeki zalim Prokrust gibi o görkemli tabloyu kırpıp fakir dolaplarımıza tıkmak anlamına gelir. Prokrust da, tıpkı bizim gibi, standart ebatlardaki yatağına, uzun gelenlerin bacaklarını kırarak, kısa gelenlerin de gövdelerini de uzatarak yatırmıyor muydu?
O engin ve zengin coğrafyanın bir paftasında yaşıyoruz. Yunanistan’dan Cezayir’e, Yemen’den Moldova’ya, Mısır’dan Gürcistan’a kadar onlarca devlet ve millet onun harita parçaları üzerinde ikamet etmesine rağmen beyinler, tasavvur kabiliyetleri, algı eşikleri, atlasın bütününü kavramaktan aciz hale getirilmiş. Bu yüzden o bütünü her anlama çabamızda ister istemez kendimize benzettiğimiz bir ‘karikatür’ fırlıyor masamıza.

“Osmanlı mucizesi” denilince, Macaristan’daki sarıklı kadıdan tutun da Somali’deki esmer fellaha, Cezayir’deki ak sakallı deniz gazisine, Adriyatik’teki tecrübeli Raguzalı tüccara, Selanik’teki bıyıkları yeni terlemiş Mevlevi müridine, Süleymaniye’de çalışan Kayserili taşçı ustasına ve mahyacı Abdüllatif Efendi’ye kadar yatay ve dikey dilimler halindeki milyonlarca isim ve resim ile onlarca neslin terlerinden dikilen muazzam bir elbiseyi kastediyoruz. Bu engin coğrafyada yaşayan rengarenk halklar hangi maharetle idare ediliyor, bu denli farklı soydan insan ve cemaat ne tür bir sihirli tutkalla tutturuluyor, hangi sırlı kazanda karıştırılıp onlardan bugün hayran kaldığımız ürünler çıkarılıyordu?

Osmanlı, kendisini bir iddia ile kabul ettirdi. Neydi bu iddia? Osmanlı kendisini bir projeyle kabul ettirdi. Neydi bu proje? Osmanlı çağında tam da yapılması bekleneni yaptığı için başarılı oldu. Neydi o yapılması beklenen?

Osmanlı’nın iddiası, Braudel’in Balkan fütuhatı için söylediği gibi, mevcut düzenden daha insanî, daha akılcı, daha gerçekçi olanı getirmekte yatıyordu. Mevcut çelişkilere önerdiği daha elverişli çözümdür Osmanlı’yı başarılı kılan. Çözümünün alternatiflerinden iyi olduğunu, kabulündeki coşkudan anlayabiliriz: Timur kuvvetleri Ankara Savaşı’nda Osmanlı ordusunu yenince toprakları eski sahiplerine dağıtmıştı. Bir yerde sayaç sıfırlanmış, yüz yıl öncesine dönülmüş oldu. Diğer beyliklere bir şans daha verilmişti. Ama Fetret Devri’nden birkaç yıl sonra görüldü ki, çözüm yine Osmanlılardadır. Diğerleri yine başarısız oldu, Osmanlı önerisi yine kabul gördü.

Bu da bize, Osmanlıların gayet planlı, programlı, uzun vadeli bir strateji izlediklerini gösteriyor. Bunun için Gazi Evrenos Bey’in adımlarını takip etmek yeterlidir. Kuzey Yunanistan’ı adım adım fethederken, arkasında çil çil hanlar, hamamlar, camiler, vakıflar bırakıyordu bu akıncı gazimiz. Böylece “şimşek hızıyla yayılma”nın sırrını da açıklamış oluyordu. Velhasıl, yalnız kılıçla değil, hayır eserleriyle de fethetmiştik Rumeli’yi.

Osmanlı bugün bir çıkış yolu olabilir mi? Bu soru ‘Hangi Osmanlı?’ konusunu gündeme getirir. Eğer Osmanlı’yı bitmiş bir hadise olarak telakki ediyorsanız, evet tarihe karışmıştır. Ondan ancak müzecilik anlamında yararlanabilirsiniz. Oysa benim gibi Osmanlı’nın bitmediğine inanıyorsanız, durum tamamen değişir. Osmanlı, insanlığın şafağından bugüne kadar uzanan “sonsuzluk kervanı”nın görkemli duraklarından biriydi. Bir mücadeleyi devraldı ve bayrağı, atom çağına kadar iyisiyle kötüsüyle getirmeyi başardı. Daha da önemlisi, sancağı ellerimize devretti ve gitti. Gitti mi gerçekten de? Aslında hayır, bir yere gitmedi. Aramıza karıştı. Osmanlı ruhu bizde yaşamaya devam ediyor.

‘İnsanlığın Son Adası’na böyle bakarsanız, sular altında kaldığı için bir kıtayken bir adaya, Anadolu’ya büzülmüş görünen ve bu yüzden de gönül kasları bir yay gibi gerilmiş olan bizlere çok iş düşüyor. Suların çekileceği ve hatta kuruyacağı bir zaman mutlaka gelecektir. Kitabımız, zulüm ebediyen payidar olamayacaktır, demiyor mu? Dünyada zulüm devam ettikçe bir Osmanlı’ya her zaman ihtiyaç duyulacaktır. Buna inanıyorsak, bir zindana çevrilmiş bulunan beyinlerimizi temizlemek ve fıkrada Temel’in başını zindanın duvarlarına vurarak “Hatırla oni!” diye ağlaması örneğinden yola çıkarak, ne olduğumuzu hatırlama çabasına girmemiz gerekir. Bu muharref, bu felç edici, bu kötürüm bırakıcı tarihin zincirlerinden kurtulduktan sonradır ki, kurtuluş umudumuz yeniden filizlenecektir. Yani kurtuluş umudumuz aslında tarihte değil; bizde. Biz tarihte değil, tarih bizde kurtulacaktır.

300 yıldır gerileyen bir tarihin evlatları olduğumuz öğretildi bize. Bir başka gözlükle bakınca görüyoruz ki, bu 300 yıl, yükseliş dönemine parmak ısırtacak başarılarla, inceliklerle, adam gibi adam resimleriyle örülü. Karlofça bize bir utanç sayfası olarak okutuldu. Oysa şimdi anlıyoruz ki, Rami Mehmed Paşa’mız, Kutsal İttifak karşısında hiç de yenik bir devletin diplomatı gibi diz çökmemiş, Osmanlılık şeref ve namusunu sonuna kadar korumuştu. Öte yandan Lozan’ın zafer olduğundan övgüyle söz edilir. Oysa Yunanlılardan Anadolu’da zulümlerinin, yaktıkları kasaba ve şehirlerin tazminatını dahi almamış, böylece en azından onları tarihin gözünde suçlu bırakacak en değerli kozu elimizden kaçırmışızdır.

Yenik düşmüş bir tarihin vârislerinin kalp ve beyinlerinin özgür ve kendine güveni tam olarak yetişmesini bekleyebilir misiniz? Umut, kendimizdedir dostlar. Tarihi yeniden ve farklı bir gözle okumak, karanlık sayfalarında şimşekler çaktırmak bunun için önemli. Onu bir masal kitabı gibi esneyerek okumanın faydası yok. Öğrensek ne olacak o tarihi? Hatta öğrenmesek daha iyi belki de. Önemli olan, bizi geçmişe değil, bugünün kördüğümlerinin üzerine, geleceğin ufuklarına itecek bir tarih okumak ve okutmak.

Velhasıl, umudumuz tarihte değil. Aksine, tarihin umudu bizde. Baksanıza, tarih, gövdesindeki donmuş enerjiyi boşaltacak yer arıyor ve ayçiçeğinin yüzünü güneşe dönmesi gibi, bize her fırsatta göz kırpıyor.

Muhalif Yahudi yazar İsrael Şamir’in başlıkta alıntıladığım çağrısını bunun için önemsiyorum: “Geri gel ey Osmanlı!” Asırların yirmi birincisi de senin gür sesini hasretle bekliyor. 


 
Çilesini çekmediğin dert senin değildir...


Kasım 29, 2007, 02:22:55 ös
Yanıtla #2
  • Aktif Uye
  • ***
  • İleti: 562
  • Cinsiyet: Bay

Amman gelme Osmanlı, binip gittiğin İngiliz gemisiyle, Kuvvacılar hakkında çıkardığın ölüm fermanlarıyla, fesinle, sarığınla, hanedanınla, Farsça-Arapça düşkünlüğünle, alfabenle, kimselerin önemsemediği hilafetinle düştüğün yerde kal ve bırak da ülkeyi senin Etrak-ı bi-idrak diye tabir ettiğin, toprağın esas sahibi olmaya hakkı olan, 936 senedir kendi dilinde konuşan bu halk yönetsin biraz; inançları ve zulme karşı baş kaldırısı yüzünden katledilip kuyulara doldurulan bu halk...

Sen de haklısın Osmanlı, yedi düvele verdiğin Kapitülasyonları Lausanne'la kaldırmış olmamız senin için zafer değildir belki. Bu kapitülasyonların ülkeye verdiği zararın Yunan mezalimiyle kıyaslanamayacak kadar büyük olması da senin ilgini çekmez. Sen ki hep savaşta kazanıp masada kaybeden, Atina'ya girecekken Avrupa'lı güçler tarafından durdurulansın; Lausanne'a savaş galibi olarak bu halkın imza koymasını kaldıramamışsındır hakkındır. Sen o anlaşmada taraf olarak Britanya, Fransa, Japonya, Yunanistan, İtalya, Romanya, Sırp-Hırvat-Sloven devletinin karşısında bütün gururu ve vakarıyla Türkiye'nin tek başına var olmasına anlam veremezsin.

Sen senin imzaladığın Sevres'i yine senin halkının yani Mebusan Meclisi'nin reddetmesinin ardından başkentini işgal ettirensin. Sen Lausanne'ı eleştirirsin ama kendi Sevres'ini katlayıp iç cebine koyarsın. Senin padişahın İngiliz Muhipleri Cemiyeti'ne üyedir bizim liderimiz Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'ne. Senin gafilce kaptırdığın Kıbrıs'ta bizi söz sahibi yapan Lausanne senin nasıl hoşuna gitsin?

Kültürüne, edebiyatına, kılıcına diyecek yok Osmanlı; gençken yakışıklıyken Viyana kapılarını gören sensin. Biz bir garip Etrak-ı bi-idrak'ız, Anadolu yurdumuz, Türkçe dilimizdir. 70 milyon hamdolsun bu yurda sığıyoruz Osmanlı, bize Nemçe illeri, Ulah illeri gerekmez. Önce karnımız doysun isteriz, insanız ya neticede... Senin ne zaman karnının doyması derdi oldu ki Osmanlı? Mültezimden aldın parayı verdin bizleri yine ona ki çıkarsın zararını. Sen Nedim'sin çatıdan düşen, biz Dadaloğlu. Sen Baki'sin çok şükür avazeyi aleme Davut gibi salmışsın gözümüz yok ama biz Köroğlu'yuz. Ruşen Ali'nin babasını kör eden senin valindi Osmanlı. Pir Sultan'ı dalda sallandıran senin Hınzır Paşa'ndı. Gün geldi devran döndü, biz onların çocukları yani biz toprakta karınca, suda balık, havada kuş kadar çok olanlar. Korkak, cesur, cahil, hakim ve çocuk olanlar ağır ellerimizi bastık toprağa ve doğrulduk yavaş yavaş. Bize zincirlerimizden başka kaybedecek ne bıraktın mirasında Osmanlı? Gençtin yakışıklıydın güçlüydün sözümüz yok da ne zaman bizi düşündün?

Amman gelme Osmanlı... Ben Hınzır Paşa'nın değil Pir Sultan'ın torunuyum. Özüm, sözüm Türk'tür ve bir ağaç gibi tek ve hür, bir orman gibi kardeşçesine yaşamak isterim. Benim Viyana'larda, elin Yunan'ının memleketinde gözüm yok, kuşça canıma şu Anadolu yeter de artar bile hamdolsun...

Düştüğün yerde kal ki Osmanlı biz senin gençliğini gururla yad edelim...
Mea mihi conscientia pluris est quam omnium sermo


Kasım 29, 2007, 02:33:16 ös
Yanıtla #3
  • Seyirci
  • Aktif Uye
  • ***
  • İleti: 654
  • Cinsiyet: Bay

Anlamam atasının düşmanı yurttan kovmasıyla övününpte Osmanlıya söveni Osmanlı olmasaydı nereyi kurtaracaktı atan. (atam)
Çilesini çekmediğin dert senin değildir...


Aralık 06, 2007, 05:57:43 ös
Yanıtla #4
  • Aktif Uye
  • ***
  • İleti: 562
  • Cinsiyet: Bay

Osmanlı olmazdı, Karamanlı olurdu; Karamanlı olmazdı, Artuklu olurdu... Anadolu'yu Türk vatanı haline getirenin Osmanoğlu Hanedanı olduğunu sanıyorsanız yanılıyorsunuz. İsimlere takılmayalım, olmamış konular hakkında fikir yürütmenin alemi yok. Anadolu'nun Türk nüfusu Osmanoğlu Hanedanıyla bağımsızdır. Bu durum bir evrim sürecidir, Osmanlı da ömrünü tüketti gitti.
Mea mihi conscientia pluris est quam omnium sermo


Aralık 07, 2007, 03:00:41 öö
Yanıtla #5
  • Ziyaretçi

Cok ilginc analizler,
Bunlarin uzerine haddim olmayarak iki kelam yazmak isterim. Oncelikle Osmanli, cok farkli bir filozofiye sahipti, Veritas'in dedigi gibi isim Osmanli degilde baska bir sey baska bir beylik olabilirdi, kurulus doneminde Selcuklunun dagilmasi sonrasindaki beyliklerin varlik mucadelesi ve anadolu halkinin icinde bir bas olma mucadelesi vardi. Sonrasinda Osmanli gucunu tebaasina gosterdigi koruma gudusu ile sayginligini arttirdi. Yukselme donemine kadar bir hayli yol alarak ilmi, siyasi, ekonomik bir super guc haline geldi. Lakin gerileme doneminde ozellikle son donemlerindeki karisikliklarda dikkat ceken, Avrupanin zoru ile ilan edilen tanzimat, mesrutiyet ve bunun gibi ozgurlukcu akimlarin fikir babalari Avrupayi yakindan takip eden ve bir sekilde azinliklarin manipule edilmesi tuzagina dustuler.

Zira, Ozellikle Ittihat Terakki hareketi Turkculugu savunsa da ilk basta ve Turkiyenin kurulusunda da bu akimin esintilerini gorsek de, bu halkin yada Osmanli'nin ic dinamiklerinin verdigi, azinliklarin guclenerek yonetimde halktan daha fazla kollanmasi ve icte de dista da her turlu tavize acik hale getirilmesine meydan vermesine, karsi bir reaksiyondur. Hatalari, isin ehli olmamalarina ragmen darbelerle hukumet kurarak, yikarak, saltanat makamini hice saymalari. Mesela, Balkan savaslarinda askerler birbirlerine karsi siyasi mucadele ve husumet beslemislerdir, Ittihat-Terakki'nin yaptigi darbelerde asker kendi askerine silah dogrultmustur. Sonrasinda ise siyasi egitim ve tecrubesi olmayan kisiler Devleti, Dunya Savasina sokarak ve daha da sonrasinda mutarekede hic olmamasi gereken kadar toprak kaybedilmesine sebep olmuslardir.

Osmanli, binlerce yilin getirdigi Turk devlet geleneginin bir ornegidir. Misal olarak saltanat kavgalari basladiginda yeniceri isyan edip de bir padisahi oldurdugunde yada indirdiginde kesinlikle henadan disindan bir baskasi Sultanlik makamina oturamaz, cunku soyagacinin Turk geleneklerine gore bir yerlere dayanmasi gerekli. Timur II. Beyazit ile savasirken kendisinin asagilanmasi yada diger devletler zanninca itibar gormemesinin nedeni onun Hakanligi kendi adina degil Aseyan soyundan baska biri adina hukumdarligini mesru kilmasiydi.

Dogu'ya gelince Osmanli ile RUsya nin iliskileri cok ilginctir, Rusya Asya'ya dogru indiginde neredeyse hicbir direnisle karsilasmadan Orta Asya'da hakimiyet kurmustur, ve 15.yuzyilda yuzbinlerce Ozbek'i katlettiginde Osmanli sadece protesto etmekle yetinmis bir karsi harekata girismemisti -en guclu oldugu zamanlarda- . Osmanli o donemlerde kendi icindeki celiskiler cok ilginctir, mesela Yavuz Sultan Selim'in Iran seferlerinde Anadoluda ki halka olan tavri, ve daha sonrasinda, ozellikle Mevlevilere ve Sufilik orgutlenmelerin yasaklanmasi da cok ilginc ve detay;li olarak arastirilmasi gereken konulardir. Israil ve F|ilistinde Osmanli sonrasi bir turlu dikis tutturulamamasi hatta Osmanli'nin cekildigi tum topraklarda olmadik halk ile devletin barisamadigi gercegi unutulmamali, Osmanli her devlet gibi dogdu, buyudu, yasadi ve oldu.

Turk devletlerine bakildiginda Orta-Asya'dan beri Selcuklulara ve bugunku Turkiye'ye hep sancak dustugu yerden kalkmistir. Osmanli'nin son doneminde sancak kendini bilmezlerin elinde yere dustu, sonrasinda bir sekilde ayaga tekrar kalkti. ve ozellikle son donemde turkiye'nin kendi dinamikleri herhangibir ayrimciliga yada kayrimciliga dusmez ise tekrardan yek-vucut olmasi mumkun.  Son sozum, bir olu dirilmez, ancak yeni doganlar onun dustugu hatalara dusmez ise daha yukseklere cikar.


Aralık 09, 2007, 02:30:58 ös
Yanıtla #6
  • Aktif Uye
  • ***
  • İleti: 562
  • Cinsiyet: Bay

Şimdi okuyunca biraz tahrik olmuş şekilde yazdığımı ve esasen fikrimi çok da iyi belirtemediğimi fark ettim. Yazımda örtülü bir saldırganlık var, bu muhtemelen inandığım bir fikre saldırıldığını hissetmemden dolayı olmuş. Sayın cardiffmonster ise benim anlatmak istediğimi özellikle son paragrafında çok güzel özetlemiş. Kendisine teşekkür ediyor ve fikrine katıldığımı beyan etmek istiyorum.
Mea mihi conscientia pluris est quam omnium sermo


Aralık 09, 2007, 06:36:18 ös
Yanıtla #7
  • Ziyaretçi

Bilmukabele sayin Veritas


Aralık 09, 2007, 06:45:31 ös
Yanıtla #8
  • Ziyaretçi

guzel konu, boyle konularda bi az dikkatli olmak lazim


Aralık 14, 2007, 08:57:13 ös
Yanıtla #9

Osmanlı'yı anlamak övmekten çok önce gelir. Maalesef bu konuda da başarılı olunamadığı ortada.  85 yıllık cumhuriyetimizin değerlerine sahip çıkılmıyor bırakın asırlık Osmanlıya sahip çıkılmasını..
ars longa, vita brevis...


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
4 Yanıt
4848 Gösterim
Son Gönderilen: Haziran 05, 2007, 02:09:20 öö
Gönderen: SublimePrince
24 Yanıt
17885 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 06, 2011, 09:20:47 ös
Gönderen: NOSAM33
35 Yanıt
14201 Gösterim
Son Gönderilen: Mart 31, 2009, 01:56:24 öö
Gönderen: Isis
0 Yanıt
2482 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 09, 2009, 04:38:26 ös
Gönderen: karahan
0 Yanıt
2833 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 04, 2010, 02:04:01 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
4768 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 24, 2010, 08:56:42 ös
Gönderen: Mozart
2 Yanıt
8053 Gösterim
Son Gönderilen: Nisan 02, 2022, 01:33:55 ös
Gönderen: Mandıra Filozofu
4 Yanıt
18709 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 05, 2010, 12:07:04 ös
Gönderen: ADAM
1 Yanıt
3740 Gösterim
Son Gönderilen: Mart 07, 2013, 12:09:45 ös
Gönderen: Samuray
2 Yanıt
2009 Gösterim
Son Gönderilen: Ağustos 01, 2015, 08:57:39 ös
Gönderen: ARARAT