Mason Locaları Kapanmalıdır
Daha III. Sultan Ahmet devrinden itibaren Türk topraklarında kirli faaliyete başlayan Masonlar, 19.Yüzyılda özellikle İstanbul ve İzmir’de ardı ardına açtıkları mahfillerle bu faaliyetlerini yoğunlaştırma yoluna gittiler. Osmanlı’yı gerek içten, gerekse dıştan kontrolleri altına alabilmek için büyük gayret gösterdiler. Hepsi yurt dışındaki büyük mason localarına bağlı olan bu mahfillerin kimisi Cenevre Büyük Meşrikinin kimisi Fransız Büyük Meşrikinin, kimisi Marsilya Ana Mahfili’nin himayesi altında çalışmalarını sürdürmekteydiler. Masonlar kendi kaynaklarında, Türkiye’de kurulan bu ilk mason localarının yurt dışındaki büyük mason localarından onay ve yetki alarak resmen uluslar arası masonluk örgütünün bir parçası hâline gelmelerini büyük bir başarı ve övünç kaynağı olarak anlatırlar.
“1738 yılı 24 Mayısında Saint James Evening Post adlı Londra gazetesinde Türkiye’de masonluğun var olduğunu, İstanbul, İzmir ve Halep’teki locaların ve yüksek kademelerden Türklerin masonluğa tekris edildiklerini ifade ederek, Dünya ve Masonluk tarihine adımızı yazmıştır. Yine dünya masonluğu tarihinde resmî yetki ile yabancı memleketlerde ilk kurulan loca unvanı 3 Şubat 1748’de İskoçya Büyük Locasına bağlı olarak Halep’teki İngiliz Konsolosu Alexander Drummond tarafından İskenderun’da kurulmuştur.
… 1861’de ilk Türk tarihi deyimiyle Osmanlı-Mason organizasyonu kurulmuştur. İstanbul’daki Bulvar locası üyesi Halim Osman Paşa, Osmanlı Şûrasını, Fransız Yüksek Şûrasının yardımıyla kurmayı başarmıştır.
… Nihayet 1909’da ilk Yüksek Şûra kurucusu olan Halim Osman Paşa’nın yeğeni, Prens Azîz Hasan Paşa’nın başkanlığında, Belçika ve Mısır Yüksek Şûralarının yardımıyla Osmanlı Yüksek Şûrası reorganize edilerek başladığı gibi…
… Ayrıca 1909 kuruluş tarihi de dünya masonluğu içinde Türkiye Büyük Locasının kuruluş tarihi olarak kabul edilmiştir.” (Mimar Sinan Dergisi, yıl 1986, sayı 62, s.30-31)
Yukarıdaki satırlar, masonların yalnızca kendi üyelerine gönderdikleri yayın organlarından “Mimar Sinan” Dergisinde, Abdurrahman Erginsoy isimli bir mason biraderin, Türk Masonluğun müstakil bir hareket olmadığını, tamamen uluslar arası masonluk örgütünün bir uzantısı olarak, Türkiye dışındaki büyük masonik merkezlerin himaye ve denetimlerinde faaliyet gösterdikleri çok net olarak anlaşılmaktadır.
Zaten üstteki ifadelerde övünçle vurgulanan noktalar da Türk masonlarının, “dünya masonluğuna kabul edilmeleri”, “resmî yetki kazanmaları”, “yurt dışı büyük mason localarından destek görmeleri” gibi hususlardır. Yoksa Türkiye’de kendi hâlinde bağlantısız bir Mason locası kurmanın elbetteki masonlar açısından sevindirici ve gurur duyacak bir yanı yoktur. Zira yurt dışındaki büyük merkezlerden tabir-i caizse, “icazet alınmamış” bir teşebbüsün dünya çapında bir anlam ve geçerliliğinin olmadığını, masonların kendi yasalarıyla sabittir.
Dolayısıyla, bizim vurgulamak istediğimiz asıl nokta şudur: Türk Masonluğu, her ne kadar kendisini kamuoyuna karşı “millî bir kuruluş” olarak ilân etmekte ise de, gerçekte, Türkiye’de faaliyette başladığı ilk yıllardan itibaren, hâlen de olduğu gibi, dünya masonluğunun tamamen yurt dışındaki merkezlerine bağlı bir parçasıdır.
Masonluğun Türkiye’ye girişinden daha ileriki tarihlere, Cumhuriyet dönemine doğru uzanırsak, bu gibi gizli örgütün “kökü dışarıda” bir kuruluş olduğunu daha iyi anlarız.
Atatürk daha talebelik yıllarından itibaren bu örgüte mensup yakın çevresinden insanlar ve kimi çalışma arkadaşları vasıtasıyla masonluğu yakından tanımıştı. Ve bu teşkilâtın ülke menfaatlerine bir katkısı olmadığı gibi, millî birlik ve beraberliğimize karşı da önemli bir tehdit oluşturabileceğini düşünmüştü. Sonunda, uzunca bir süredir yakın takibe aldığı bu karanlık kurumun resmen kapatılmasına karar verdi. 8 Ekim 1935 gecesi aynı zamanda bir mason olan dönemin İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’ya tüm mason localarının bir gün içinde kapatılmasını ve mallarının Halkevlerine devredilmesini emretti.
Locaların kapatılmasındaki gerçek sebebin, bu örgütün esas yönetim merkezinin yurt dışında bulunması olduğu Cumhuriyet Gazetesinin kapanma olayını duyuran 14 Ekim 1935 tarihli nüshasında şu ifadelerle yer almıştır.
“… Mason teşkilâtı memleketimizde de ilga edilmiş bulunuyor. Bu teşkilâtın kaldırılmasını icap ettiren gerçek sebep, son fırka programında kökü dışarıda bulunan teşekküllerin memleketimizde yer bulamayacağına dair olan kayıttır.”
Dönemin Millî Eğitim Bakanı Hikmet Bayur da mason localarının Atatürk tarafından kapatılış nedeninin, bu teşkilâtın dışarıdan yönetilmesi olduğunu belirtmiştir.
“Localar kökü dışarıda olduğu için kapatıldı. ‘Atatürk, masonluğu üyelerini etkileyebilecek, kökü dışarıda veya başı dışarıda olduğu için yasaklamıştır.’ diyor, Atatürk’ün en yakınlarından dönemin Eğitim Bakanı Profesör Hikmet Bayur. Şevket Süreyya Aydemir de bunu onaylıyor.” (Nihat Gürata, Masonluk Nedir?, s. 41)
Bu karardan sonra masonlar tamamen yer altına çekildiler. Dışarıya karşı da gerçekten faaliyetlerini bırakmış gibi bir izlenim verdiler. Böyle de zannedildi. İstanbul’da İdeal, Kültür ve Ülkü, İzmir’de İzmir locaları Atatürk’ün ölümünü izleyen günlerde kapanma kararını ve yasaları hiçe sayarak gizli gizli çalışmalarını sürdürdüler. Bu illegal faaliyetlerini de kendi literatürlerinden “uykuya yatırılma” olarak tanımlanır. 1948’de ise masonların bir kısmı uykuda bırakılarak, masonluk bir Büyük Loca olarak faaliyetlerinde daha aleni bir şekilde hız verildi.
Ancak bu tarihlerden sonra uykuya yatma döneminin getirdiği “dış bağlantının kopukluğu” problemi masonları uzunca bir süre meşgul eden konu oldu. Locaların 1935’te resmî olarak kapatılması, Türk masonlarının yurt dışı ilişkilerinin, yazışma ve görüşmelerinin, emir, komuta ve kontrol sistemlerinin sekteye uğramasına sebep olmuştu. 1948’de, her ne kadar eskiden daha rahat hareket eder bir hâle gelmiş olsalar da, masonların yurt dışındaki merkez localarla irtibatları oldukça sınırlı ve düzensiz bir seviyeye gelmişti. Bu yüzden, o dönemde kendi başına buyruk gözüken Türkiye’deki Büyük Locanın eski bağlı bulunduğu İngiltere Büyük Locasına varlığını kabul ettirme, denetim ve himayesine girme, bağlılığını teyit ettirme gibi işlemleri yerine getirmesi gerekmekteydi. Kısacası, zayıflamış olan dış bağlarını yeniden pekiştirilmeli, köklere sıkı sıkıya tutunmalıydı. Bu güveni oluşturmak belli bir zaman aldıysa da, nihayet, uzun yazışmalar ve görüşmeler sonucunda Türk masonları 11 Eylül 1970 tarihli İngiltere Büyük Locasının kabul mektubuyla yeniden enternasyonal masonluğa kabul edilmiş oldular.
Dönemin Büyük Üstadı Hayrullah Örs “Mimar Sinan” Dergisinde ki başyazısında Locanın beynelmilel masonluğa kabulünden duyduğu sevinci şöyle dile getiriyordu:
“Kardeşlerim,
Bugün, dünyaca muntazam sayılmalarını isteyen Büyük Locaların aşmak için çok uğraştıkları en büyük merhaleyi iyi niyetimiz, sebatımız ve istisnasız bütün kardeşlerimizin yılmak bilmez tutumları ile aşmış bulunuyoruz.
İngiltere Büyük Locasının bir Büyük Locayı muntazam olarak tanınmasının ne demek olduğunu size uzun boylu açıklamam gerekmez. Bu işin bundan 253 sene önce kurucusu olmak sıfatıyla İngiltere Büyük Locası, masonluk göğünde kutup yıldızı gibi şaşmaz bir yol göstericisi gibidir. Büyük Loca kurulan her müesseseyi kolay kolay tanımaz. Hele gayrimuntazam localarla ilişkisi olan ve kökeninin bunlara bağlayan Büyük Locaları asla. Bizim iyi niyetimiz sonucu olarak bu iş de tamamlanmış oldu.
Daha 1956 yılında, Dünya İntizamsız Büyük Locaları listesinde adının yanında “menşei belli olmayan veya egemenliği bulunmayan bir kurul kaydını gördüğümüz Büyük Locamız için bu gerçekten sevindirici bir durumdur.”
Bu sevinçli durum üstteki ifadelerden de rahatça anlaşıldığı gibi, Türkiye Büyük Mason Locasının yeniden bir kökene kavuşmuş ve İngiltere Büyük Locasının egemenliği altına girmiş olmasından kaynaklanmaktadır. Büyük Üstat sözlerine şöyle devam eder:
“14 Kasım 1970 tarihinde toplanan Büyük Loca Umumî Heyeti, yıllardan beri sürüp gelen bir meseleyi de bir günde, büyük yorgunluk ve emekler pahasına sona erdirdi. Muntazam bir Büyük Locaya yaraşır bir Anayasayı kabul etti. Artık kendimizi tamamıyla, gerçek masonca faaliyetlere vermeliyiz.” (Mimar Sinan Dergisi, yıl 3, sayı 10, s. 5)
Burada kastedilen Anayasa, elbetteki Türkiye Cumhuriyeti Anayasası olmadığı açıktır. Bu anayasa, uluslar arası masonluğa kaydolanların tâbi olmak zorunda oldukları Anderson Anayasasıdır. Tük masonların da bu masonluk yasaların emirlerine büyük bir gizlilik ve ketumiyet içinde riayet ederler.
Bu tarihten itibaren Büyük Locanın adı “Türkiye Hür ve Kabul Edilmiş Masonları Büyük Locası” olarak tanzim edildi. Hâlen de bu isim altında faaliyet gösteren locanın yalnızca İngiltere Büyük Locasının kendileri kabulünü belirten “kabul edilmiş” sıfatı bile masonluğu yurt dışındaki kaydı bulunan gayrimillî bir örgüt olduğunu kanıtlamaya yeterlidir.
Ayrıca İngiltere Büyük Locasının, Büyük Loca tanınmasında şart koştuğu temel prensiplerinin 1. maddesi şöyle der: “MENŞEİN İNTİZAMI; yani, her büyük loca muntazam tanınmış bit Büyük Loca veya muntazam şekilde kurulmuş üç veya daha fazla loca tarafından usullü dairesinde tesis edilmiş olmalıdır.”
Masonluğun, uluslar arası ve gayrimillî bir teşkilât olduğunu masonların kendileri de kabul etmektedirler. Büyük Mason Mahfili Derneği tarafından bastırılan “Masonluk Nedir ve Nasıldır?” isimli kitapta durum şu ifadelerle belirtilmektedir.
“Masonluk ulusal değildir, evrenseldir denilecek olursa, bu söz doğru kabul edilebilir. Çünkü ayrıntıdaki uyuşmazlıklar bir yana bırakıldığında, dünyadaki tüm mason kuruluşlarının evrensel bir ortak amaç ve ülküde birleştikleri görülür.” (Murat Özgen Ayfer, Masonluk Nedir ve Nasıldır?, 1992, s. 312, Büyük Mason Mahfili Derneği yayını)
Türkiye’de masonlar hâlen iki büyük loca ve bunlara bağlı diğer küçük mahfiller hâlinde faaliyetlerini sürdürmektedirler. Bunlarda İskoç Ritine bağlı olan “Nuri Ziya” Locası, İngiltere Büyük Locasına kayıtlı olup bu locanın talimat ve denetimi altında çalışır. Merkezi Tepebaşı’nda olan “111” numaralı loca ise, Fransa Obediyansına bağlıdır ve emirleri, kayıtlı olduğu Fransız Büyük Locasından alır. Her iki loca ve bunların alt olduğu locaları, yasalarından faaliyetlerine, seremonilerinden sembollerine kadar enternasyonal masonik ilkelere harfiyen riayet ederler.
Buraya kadar incelediğimiz gibi, kuruluşu, yasaları, emir-komuta ve denetim zinciri gibi siyasî yönlerden kökleri tamamen dışarıda olan bu gizli örgüt, ritüelleri, felsefesi ve nihaî amacı açısından da âdeta gizli bir Yahudi tarikatı olarak karşımıza çıkar. Masonların nihaî amaçlarını da, 15. Derecedeki masonların toplantı tutanaklarında yer alan bir diyalogdan öğrenmekteyiz:
“Büyük Üstat: Kimden saklanmalıyız?
I. Nazır: Düşmanlarımızdan ve kardeşlerimizden.
Büyük Üstat: Kardeşlerimizden sakınmamızın sebebi nedir?
I. Nazır: İsrailoğulları esarettedir. Biz onların kurtulmaları maksadını takip ediyoruz. Lâkin yeni kardeşlerimiz bizim bu projemizi anlamayacaklar ve tatbikini engelleyeceklerdir.
Büyük Üstat: Kardeşlerim, nizam ve vaziyeti alalım, Yahudi diyarının kurtarıcısını selâmlayalım.” (15. Derece Çalışma Rehberi, s. 24)
Selâmet Mahfilinde verilen bir konferansta da masonluğun gerçek felsefesinin ne olduğu açıklanmaktadır:
“Görüyoruz ki, Kitab-ı Mukaddes’in haricinde Yahudiliğin gizli bir ananesi, bir geleneği vardır. Ve yalnız buna vakıf olanlar hakiki Kitab-ı Mukaddes’in manasını anlayabilirler. Biz de bu gelenek etrafında teessüs eden yüksek felsefeyi hülâsa etmeye çalışıyoruz.” (4. Konferans, Selâmet Mahfili, s.
Tüm bu ifadelerden anlaşıldığı üzere, mason üstatları, amaçlarının açıkça Yahudi diyarının kurtulması olduğun, felsefelerinin Kitab-ı Mukaddes’ten, gizli anane ve geleneklerden kaynaklandığını övünerek belirtmekten çekinmemektedir. Böyle bir anlayışın Türk milliyetçiliğiyle, Türk örf ve âdetleriyle, gelenekleriyle bağdaşan yönü olabilir mi?
Masonların localarında düzenledikleri törenlerin ve buralarda kullandıkları sembollerin de Türk örf ve âdetleriyle, gelenekleriyle en ufak bir ilgisi bulunmamaktadır. “Ritüellerimizde Tevrat’tan sayısız alıntılar mevcuttur” (Mimar Sinan Dergisi, 1987, sayı 47, s. 39) diyen masonların tüm sırları Kabbala, Talmut ve benzer, Yahudi mistik kaynaklarından aldıkları sembollerin arkasına gizlenmeleri, bunların hiç de millî ve mukaddes amaca hizmet ettikleri gibi bir izlenim vermemektedir.
“İsrail mabedi bizim doğal müttefikimizdir.” (Akasya Mason Dergisi) diyebilecek kadar ileri giden “Yahudi takvimini”, “İbranî alfabesini” kullanan masonların gerçek köklerinin en son aranacağı yer kuşku yok ki Türkiye’dir.
Kökü yurt dışında olan, yurt dışındaki örgütlerin de tesis ettikleri emir-komuta zinciri, denetimi ve himayesi yurt dışındaki merkezlere bağlı olan bir dernek veya örgüt kurmanın Türk yasalarına göre açıkça bir suç teşkil ettiği bilinen bir gerçektir.
Şu gerçek de kaçınılmazdır ki, tüm emirleri yurt dışında bağlı bulundukları ülkenin mason localarından aldıkları emirleri uygulayacaktır.
Tüm bu somut gerçeklerden yol çıkarak, yıllardır gayri meşru varlıklarını her nasılsa sürdüregelmiş bu örgüte karşı gerekli yasal tedbirleri uygulamaya çağırıyoruz. Dahası, üniter devletimizin varlığı ve bütünlüğe karşı her zamankinden daha yoğun fiili ve lojik saldırıların başlatıldığı şu kritik dönemde, kapalı kapıların ardında dönen dolapların karanlık plânların acilen önünün alınması için güvenlik görevlilerimizi ve istihbarat birimlerimizi de acil müdahaleye ve önlemler almaya davet ediyoruz.
Hulki Cevizoğlu’nun “MASONLUK ve ROTARYENLİK”
(1. Baskı, Beyaz Yayınları, Ağustos 1998) adlı kitabından alıntıdır