Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: DİN ÜZERİNE DÜŞÜNCELER  (Okunma sayısı 16018 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Eylül 15, 2009, 04:45:09 ös
Yanıtla #20
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 1731
  • Cinsiyet: Bay


Sayın ADAM;

bahse konu öyküyü bende hayal,meyal hatırlıyorum;dolayısıyla tam olarak aktarabileceğimi zannetmiyorum.Uyuşma noktamız olan"yol"ların farklılığı konusu,elzem bir saygıyı hakkediyor.Farklı olmak zorunda...Zaten başka türlü olmaz,olamaz.Keza,yolcunun bütün derdi "yol"olmamalı;"yol"un varış noktası olmalı.Seyahat acentaları rant kaygısıyla,yolcunun ilgisini "yol"a çekmeye çalışıyorlar sanırım.


Saygılarımla
Ben"O"yum,"O"ben değil...


Eylül 15, 2009, 04:51:52 ös
Yanıtla #21
  • Skoç Riti Masonu
  • Uzman Uye
  • *
  • İleti: 3734
  • Cinsiyet: Bay

Bu da Mesnevi'nin 2. cildindeki Musa ve Çoban oykusu. Hz. Pîr'in anlatımıyla.

"Musa, yolda bir çoban gördü. Çoban, şöyle söylenip duruyordu: “ Ey kerem sahibi Allah! Neredesin ki sana kul, kurban olayım, çarığını dikeyim, saçını tarayayım elbiseni yıkayayım, bitlerini kırayım. Ulu Allah, sana süt ikram edeyim. Elceğizini öpeyim ayacığını ovayım. Uyuma vaktin gelince yerceğizini silip süpüreyim.

Bütün keçilerim sana kurban olsun. Bütün nağmelerim, heyheylerim senin yadınladır Allahm!” o çoban, bu çeşit saçama sapan şeyler söyleyip duruyordu. “Musa kiminle konuşuyorsun?” diye sordu. Çoban, “ bizi yaratanla, bu yeri göğü halk edenle” diye cevap verince, Musa dedi ki: “ vah ,vah, sen sersemlemişsin. Daha Müslüman olmadan kafir oldun, bu ne saçma söz, bu ne küfür, bu ne olmayacak şey? Ağzına pamuk tıka küfrünün pis kokusu dünyayı tuttu. Küfrün, din kumaşını yıprattı. Çarık, dolak,ancak sana yaraşır. Bir güneşe bu çeşit şeylerin ne lüzumu var? Böyle sözlerden ağzını kapamazsan bir ateş gelir, halkı yakar. Zaten ateş gelmedi de bu duman ne?

Can niye kapkara bir hale geldi, ruh merdutlaştı? Allahnın her şeye kadir ve her hususta adil olduğunu biliyorsan nasıl oluyor da bu hezeyanlara, bu küstahlığa cüret ediyorsun? Akılsız dost, zaten düşmandır. Ulu Allah, bu çeşit hizmetlerden ganidir. Sen bunları kime söylüyorsun. Amcana, dayına mı?

Allah sıfatlarında cisim sahibi olmak ve ihtiyaç var mı? Büyüyüp gelişmekte olan süt içer. Ayağı muhtaç olan çarık giyer eğer bu dedikodu, kulu içinse. Allah, onun hakkında da “ o, benim” dedi. Yine beyhude ve batıl. Allah onun hakkında, “ hastalandın da yine halimi hatırımı sormadın. Yalnız o hastalanmadı, ben de hasta oldum” demiştir. Bu çeşit sözler, “ benimle duyar benimle görür” haki katına erişen kişi içinde batıldır.

Allah haslarıyla edepsizce konuşmak gönlü öldürür amel defterini kapkara bir hale koyar. Sen bir erkeğe Fatma desen erkekle kadın hep bir cinsten olmakla beraber imkan bulursa kanına kasteder, isterse hattı zatında halim ve mülayim olsun. Fatma sözü, kadınlar için övünçtür. Fakat erkeğe söylersen kılıç yarası gibi tesir eder.

El ayak bizim için övünç vesilesidir; fakat Allahnın arılığına nispetle kusur. “ Doğmaz, doğurmaz” vasfına layıktır . Babayı da halk eden o, oğlu da doğma, cisim olanın vasfıdır. Doğan, ırmağın bu yüzüne mensuptur. Çünkü doğan kevnü fesat alemindendir aşağılıktır, sonradan olmadır. Elbette onu bir meydana getiren lazım çoban, “ ya Musa ağzımı bağladın, pişmanlıktan canımı yaktın” dedi; elbisesini yırtıp yana ,yana bir ah çekti, başını alıp çöle doğru yola düştü.

Musa’ya Allahdan şöyle vahiy geldi: “ Kulumuzu bizden ayırdın. Sen ulaştırmaya mı geldin, yoksa ayırmaya mı? Kaadir oldukça ayrılığa ayak basma. Bence en hoşlanılmayan şey ayrılıktır. Ben, herkese bir huy, herkese bir çeşit ıstılah verdim. Ona medih olan söz, sana zemdir, ona göre baldır, sana göre zehir! Bizse temizden de münezzehiz, pisten de. Ağırlıktan da arıyız, çeviklik ve titizlikten de!

Kullara ibadet edin diye emrettimse bir kar, bir fayda elde edeyim diye değil, kullara ihsanlarda bulunayım diye. Hintlilere, Hintlilerin sözleri medihtir. Sintlilere, sintlilerin. Onların beni tespih etmeleriyle münezzeh, mukaddes olmam. Bu tespih incilerini saymakla kendileri temizlenirler.

Biz dile söze bakmayız gönle hale bakarız. Kalp huşu sahibiyse kalbe bakarız, isterse sözünde kulluk ve aşağılık olmasın! Çünkü gönül cevherdir söz söylemekse araz. Bu yüzden araz, ariyettir,maksat cevherdir. Manası gizli kapalı, yahut başka olan bu çeşit laflar ne vakte kadar sürecek? Yanıp yakılmak isterim ben yanıp yakılmak.

O ateşe düş! Canda sevgiden bir ateş tutuşur, düşünceyi sözü, baştanbaşa yakıver! Musa, edep bilenler başka, canı ruhu yanmış aşıklar başka. Aşıklara her nefeste bir yanış var. Yıkık köyden haraç aşar alınmaz. Hatalı söz söylerse bile ona hatalı deme. Kana bulanıp şehit olursa yıkamaya kalkışma. Şehitlere kan, sudan yeğdir. Bu yanlış sözde yüzlerce doğrudan yeğ. Kabe’nin içinde kıbleden eser yoktur dalgıcın ayağında dolak olmazsa ne gam1 yürü, sarhoşlardan kılavuzluk arama. Elbisesi paramparça olana yamadan bahsetme. Aşk şeriatı, bütün dinlerden ayrıdır. Aşıkların şeriatı da Allah’tır, mezhebi de. Lain, lal olduğunu ispat eden bir damgası olmasa da ne çıkar? Aşk gam denizinde gamlanmaz ki! "


Eylül 15, 2009, 04:53:21 ös
Yanıtla #22
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 1731
  • Cinsiyet: Bay


Sayın Skullg'un aktardığı ve özü aynı olan başka versiyonlarının kapsadığı ana tema,konumuzun içeriğini basitçe özetliyor;teşekkür ederim

Saygılarımla
Ben"O"yum,"O"ben değil...


Eylül 15, 2009, 05:04:51 ös
Yanıtla #23
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay

Evet... İşte o öykü. Ben anlatmaya kalkışsaydım yanlış ve eksik olacaktı.

Şimdi sanırım din üzerine düşüncelerime bırakmış olduğum yerden devam edebilirim.

Sayın SkullG ve Sayın Ceycet'e teşekkürler, tüm okuyanlarla sevgiler,   
ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


Eylül 15, 2009, 06:23:47 ös
Yanıtla #24
  • Ziyaretçi



Eylül 15, 2009, 07:10:48 ös
Yanıtla #25
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay


Kusura bakmasın ama Sayın Özak1977'ye katılamam. O bir şiir değil, çok derin bir anlatımdır. Nazım olması bir şey değiyüirmez. Nesir de olabilirdi. Nitekim öylesi de var. O zaman da "güzel bir öykü" deyip geçemeyiz. Kıssadan hizsse almak gerek.

Bunu belirttikten sonra Hıristiyanlık konusuna devam ediyorum…

Birbirleriyle çelişkileri olan çok sayıda İncilin yok edilerek, kabul edilen dört İncilin de türlü biçimlerde yorumlanması ile birlikte Kilise yönetiminin nasıl olacağı konusunda çıkan uzlaşmazlık, Hıristiyanlıkta birbirine karşıt iki büyük mezhebin oluşmasına neden oldu.

Katolik ve Ortodoks mezheplerinin en yüksek din otoriteleri olan papa ve patrikler, Orta Çağın iki büyük devletini paylaştılar. Bu din otoriteleri, yüzyıllarca devletleri sadece din konusunda değil, her konuda denetim altında tutan birer politik güce dönüştü. Ancak Katolik Kilisesi bu bağlamda daha ileriydi çünkü onun tutumu Ortodoks Kiliseleri’nden farklı, tam anlamıyla merkeziyetçiydi. Nitekim bu nedenledir ki sonradan bir Kilise’ye karşı çıkılacak, dogmaları sorgulanacak, tutum eleştirilecekse bu öncelikle Katolik Kilisesi oldu.

Çok zaman sonra insanların dünya ve ahiret mutluluklarını kendi tutku ve buyrultularına göre ayarlayarak yöneten bu iki mezhebe, özellikle de Katolikliğe karşı önemli bir reform hareketi başladı. Luther’in öncülük ettiği, Calvin ile Knox’un sürdürdüğü bu eylemin amacı, bir yandan halkın ekonomik haklarını korumak, diğer yandan da kralların egemenliklerini Kilise etki ve baskısından kurtarmaktı. (Aslında Luther’in bambaşka bir amacı vardı ama ona burada girmeyelim. Luther başlı başına bir inceleme konusu olmalı.)

Fakat ancak sonradan kendi içinde türlere ayrılan ve genelde Protestanlık adını alan birkaç mezhep daha doğdu. Hatta bunun aslında sadece iki ayrı mezhep olduğunu bile söyleyebiliriz: Calvincilik ve Luthercilik. Bunlar da kısa bir süre sonra kendinden öncekilerin yöntemlerini benimseyerek aşağı yukarı aynı yolu tuttu. (Hele Calvinciliğin bağnazlığı Katolik Kilisesi’nin bile bastırır.) Öte yandan İngiltere’de doğan Anglikan Kilisesi olayı da apayrı bir konudur. Ona bir başka başlık altında sırası geldiğinde değineceğim.

Hıristiyanlık, tüm insanlık üzerinde mutlak egemenliğini kurma uğraşısında dil üzerine de bir dogma kondurmuştur. İncil’in ilk yazılışında dilinin Latince olmadığını gizleme olanağı bulunamamıştır. Bunun üzerine dünya yüzündeki ilk ve asal dilin İbranice olduğu gibi yanlış bir iddiada bulunulmuştur. Bunun nedeni İbraniceye ve İbranilere sempati beslenmesi değildir; İncil’in özgün dilini yüceltmeye çalışmaktır.

İleri sürüldüğüne göre bu dil ilk kez Tanrı tarafından Âdem’e öğretilmiştir. Fakat onun soyundan gelenler Babil Kulesi’ni inşa ederek Tanrı’ya karşı küstahça bir eyleme girişince, Tanrı dillerini çoğaltıp karıştırarak onları cezalandırmıştır. Böylece insanlar, dünyada kendi aralarında birlik kuramamaya tutsak edilmiştir. (Tevrat’ta anlatılan öykü.)

Fakat Tanrı, Musa ile de İsa ile de İbrani dilinde konuşmuştur. (Bu iddia, “vahiy” diye bir şeyin olmadığına yönelir ama üzerinde durmayalım.)

Bu dogmayı kanıtlamaya çalışan 17. yüzyıl dilbilimcileri, bunun için akıl almaz yöntemlere başvurmuş, binlerce sayfalık kitaplar yazmışlardır.

Özetle, neresinden tutsanız Hıristiyanlık parçalanıp dökülüyor ama bunu ancak bugün ve özellikle Hıristiyanlığı kötülemek amacıyla değil, tam bir özgür düşünce ve objektif bir tutum ile incelediğimizde söyleyebiliyoruz.

20. yüzyılda bilim, teknoloji, uluslar arası ilişkiler, ekonomik etkileşim ve sosyal değişimler nedeniyle insanın “insan”a ilişkin bilgi ve görüşlerinde epeyce farklılık oluşmuştur.

20. yüzyıl öncesinde Avrupa’ya oranla ilkel denilebilecek bir yaşam sürdüren bir geri kalmış ülkenin yerlileri arasında kısa bir süre için kalan bir Avrupalı, oralarda ne kendi bildiği türden bir tapınak, ne bir papaz ne de bir dinsel ayin görebilince, bu insanları Tanrı düşüncesi bile olmayan zavallılar sanabilirdi. Bu sanı, Hıristiyanlığın daha önceki çağlarda Avrupa insanının düşünce evrenine yapmış olduğu kötülüklerin bir kalıntısıdır.

Hıristiyanlık, insanın değerinin inançlarının türüne göre ölçülmesini gelenekselleştirmiştir.

Bir inanca değer biçmek, ancak o inancın topluma ve insanlığa getirmiş olduğu iyilik ve kötülükleri kavramakla olanaklıdır. Ne yazık ki insanlar çağlar boyunca bu olumlu düşünceden uzaklaştırılmış, saptırılmıştır. Tersine Hıristiyanlık öyle düşünenleri “sapkın” saymıştır.
Dolayısıyla Hıristiyanlığın insanlık tarihini evrimsel doğrultuda etkilemiş olduğu söylenebilir mi?

Burada özenle belirtmek istiyorum: HİÇ KİMSEYE DİN YA DA İNANÇ SALDIRISINDA BULUNMUYORUM. ÖYLE BİR NİYETİM YOK. Eğer sözlerimden öyle bir izlenim çıkıyorsa lütfen beni uyarın. Özür dileyerek yanlışımı düzelteyim.

Bir sonraki aşamada,  Müslüman oluşuma karşın aslında pek az bildiğim İslâm’a değinmek istiyorum.

Sevgiler,


ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


Eylül 15, 2009, 08:50:24 ös
Yanıtla #26
  • Ziyaretçi

Sayın ADAM,



Çok güzel  bir  anlatım  tarzı , uzun  olmasına karşın bir çırpıda okunuyor. Teşekkürlerimi  sunuyorum...


Eylül 17, 2009, 10:51:12 öö
Yanıtla #27
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay



Dinler tarihinin insanlık tarihini çekip çevirdiği konusu üzerine İslâm dininden söz etmemek olanaksızdır.

Müslümanları öteki toplumlardan ayıran niteliklerden biri, dinlerine yeterince ve gereğince bağlı olmasalar da bağlı görünme tasası ve çabasıdır.

Bu tasa ve çaba, yalnızca dışa, başkalarına karşı değildir. İslâm toplumunun insanları, dinlerinin dogmalarına gerçekten inanmamış ve bağlanmamış olsa da, kendi kendilerini inanmış ve bağlanmış saymışlardır. Örneğin namaz kıldığı görülsün diye namaza duranların yanı sıra, namazı aslında gerçek inanç dışı bir ruh haliyle gerekli görenler de vardır.

Bu kendini kandırışın nedeni, Hıristiyanlıkta olduğunun tersine öteki dünya ile ilgili oluştan çok bu dünya ile ilgilidir. İnancı olmayanların güncel işlerinin yolunda gitmeyeceği benimsenmiştir. Bundan ötürüdür ki, İslâm dinini benimseyen toplumlarda Tanrı’nın adı, yaşamın ana koşulu, insanların nefes almak gibi anlık gereksinmelerinden biri olagelmiştir. Bir başka deyişle İslâm toplumunun insanları, yaşamlarının her anını dinleriyle haşır neşir olarak sürdürmüştür.

Birçok din, -özellikle Hıristiyanlık- yalnızca kendi inançlılarını “kurtuluş”a yöneltme amacını güderek, kendi inançlılarından olmayanları din ve Tanrı düşmanı saymıştır. Buna karşılık Müslümanlık, belirli bir toplumun ve belirli bir zamanın değil, bütün insanların ve bütün zamanların dini olarak önerilmiştir. Müslüman olmayanlara kâfir ya da gâvur yakıştırması, onların aşağılanması İslâm’ın özüne aykırıdır.

Fakat her din gibi Müslümanlık da peygamberinin ülküsünden saptırılmıştır. Bilgisiz ve bilinçsiz imamların elinde türlü tutkulara araç edilmiş, insanları birbirine yabancı ve düşman kitleler halinde bölmüş hatta diğer hiçbir dinde olmayan ölçüde kendi inançlıları arasında küçük görüş farklılıklarının kanlı savaşlara dönüşmesini izlemiş, her bir mezhep asıl ve gerçek Müslümanlığı kendi başına sahiplenmiş, belli bir zaman diliminde bilimin ve felsefenin beşiği olup Avrupa’daki Rönesans’a ışık tutmuş olmasına karşın sonradan o da kendi dogmalarının yanıltılmasını önleyebilmek amacıyla düşünce özgürlüğüne, bilimsel bilginin yaygınlaşmasına ve evrimsel gelişmeye set çekmiştir.

Müslümanlıkta diğer dinlerde olduğundan çok daha fazla mezhep ve tarikat oluşmuştur. Hatta bu nedenle de Hz. Muhammed’in tarikatından pek kimse kalmamış olduğu söylenir.

Bunları da belirttikten sonra bu konuyu sonlandırmaya geçeceğim ama her keresinde olduğu üzere gene eleştirilerinizi bekliyorum.

Sevgiler,
ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


Eylül 17, 2009, 07:38:51 ös
Yanıtla #28

Bunları da belirttikten sonra bu konuyu sonlandırmaya geçeceğim ama her keresinde olduğu üzere gene eleştirilerinizi bekliyorum.

Benden herhangi bir eleştiri beklemeyiniz:) öncelikle kendi adıma söyliyeyim, o kadar çok ayrıntılı ve anlaşılır bir şekilde ifade ediyorsunuz ki açıkçası anlatımınızın şekli ve görselliği beni çok etkiledi, diyebilirim.

Dinler ve inanç şekliyle ilgili olarak Sayın Adam; maalesef gördüğüm kadarıyla yeryüzündeki tüm toplumların kendilerine özgü bir inanç ve ibadet şekli oluşturulmuş fakat ne yazıkki hersi de genelinde olması gıyabında söylüyorum sadece şekilde kalmıştır. İşte bu sebepten dolayı da aralarında farklılıklar meydana gelmiş ve kimisi inancı başka şekilde anlamış ve sadece şekilsel ibadetle olayı halledebileceklerini düşünmüş ancak ne yazıkki fayda vermediğini şuanki dünya yaşam formunda pek çoğumuz anlayabilmiş durumdayız. Bazılarımız ise inancı özü itibaiyle kavramış ve kendilerini Bilgi yoluyla geliştirmeye çalışarak ibadetini öğrenme ve bilgi alma yoluyla gerçekleştirmiş haliyle de ortaya Mükemell Insan profilini koyarak aynı zamanda birer örnek teşkil edebilmişlerdir. Yolumuzu açarak bizleri de kendi yollarından ilerlememize yardımcı olarak sahip oldukları Bilgileri Insanlığa sunmuş ve gelişimi de bu sayede sağlamışlardır.

Şimdi şöyle birşey demek istiyorum. Boyut farklılıkları!

Dünyamız bir *** gezegen olduğu için farklı boyutları da bünyesinde barındıran aynı zamanda değişik bilgi yelpazesine açık olduğundan birbirinden bir hayli farklı bilgi hazinesine sahip olanlarımız da mevcuttur.

 Değişik bilgi yelpazesinin açılımı ise, farkı boyutlarda yeralanların dünyamızda bedenlendiğini düşünün, Dünyamıza ne kadar çok farklı açılardan birer katkı sağladıkları da bu sayede anlaşılabilinmektedir. Önemli olan sahip olunan Bilginin doğruluğu ve yararıdır. Akıl ve mantık yoluyla irdelenmeye açık olması zaten vazgeçilmez unsurdur.

Insanlarımız hala ne yazıkki Kiliseye, Camiye giderek ibadetlerini yapmış ve görevlerini yerine getirmiş sanmaktadırlar. Halbuki o dönemleri biz çoktan aştık ve şuanki durumda mümkün olduğunca ruhsal bilgi seviyemizi yeterince yükseltmek, Insanlık Bilgi ve Bilinç seviyesinin yükselmesine yardımcı olabilmektir.

Özde yapılan ibabet şekli ise, daha çok bir kısmımızın farkındalı dediği olayı yaşayarak Evrensel Gerçekleri anlayabilme, kavrayabilme düzeyine gelerek yaptığı aşamaları Insanlığın ve Dünyamızın gelişimi için kullandıkları yol ve yöntemlerdir, diye düşünüyorum.

Saygılarımla       
הדבר היחיד לשמור על אנשים בחיים הוא אהבה וכבוד

Aimer et être aimé c’est sentir le soleil des deux cotés.

«Ոսկե Տարիքը - Փոթորիկները, չի կարող կանխել մարդիկ սիրում են ծովը.


Eylül 18, 2009, 10:17:52 öö
Yanıtla #29
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay


Sayın Isabell'in görüşlerine ben katılıyorum.

Katılmayanlar da olabilir.

Kimilerine şekilsel ibadet yeterli gelir.

Kimileri şekilsel ibadet ile duygusal ibadetin bağdaştırılmasını gerekli görür.

Kimileri (özellikle din adamları) duygusal ibadetten hoşlanmaz çünkü onu göremez ve konrol edemezler. Oysa onların derdi, kendileri değil başkalarını kendi denetimleri altına almaktır. Bunun için de ibadetin kendi istedikleri biçimde yapılmasını isterler.

Kimileri şekilsel ibadeti çoktan aşmıştır; onu gereksiz görür.

Kimileri daha da öteye, astoya geçmiş, boyut değiştirme deneyimini yaşamıştır. Artık onun için "Tanrı", "evren", "gerçek" gibi kavramların içeriği bambaşkadır. (Bu konuya girersek kendimizi dağıtırız.) 

Ancak biz şimdilik bu boyutta kalalım. Sanırım diyeceklerim daha bitmedi.

Sevgiler,


ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
0 Yanıt
4244 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 18, 2009, 12:28:07 ös
Gönderen: ADAM
5 Yanıt
6039 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 07, 2009, 08:02:17 öö
Gönderen: ADAM
1 Yanıt
4275 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 20, 2009, 05:21:53 ös
Gönderen: Prenses Isabella
1 Yanıt
4528 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 21, 2009, 11:03:42 öö
Gönderen: Prenses Isabella
3 Yanıt
4927 Gösterim
Son Gönderilen: Mart 23, 2013, 04:49:05 ös
Gönderen: ruzber
0 Yanıt
2445 Gösterim
Son Gönderilen: Temmuz 11, 2011, 04:08:03 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
3181 Gösterim
Son Gönderilen: Temmuz 12, 2011, 11:43:13 öö
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2287 Gösterim
Son Gönderilen: Temmuz 13, 2011, 02:12:08 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2979 Gösterim
Son Gönderilen: Temmuz 14, 2011, 10:10:02 öö
Gönderen: ADAM
1 Yanıt
3877 Gösterim
Son Gönderilen: Temmuz 15, 2011, 11:11:01 ös
Gönderen: Alşah