Masonluğun Ana İlkelerinden TOLERANS Hoşgörü Değildir
HOŞGÖRÜ
Eski dilde, müsamaha etme, hoş görme, dikkatsiz, kayıtsız, davranma anlamlarına gelen "tesâmuh" sözcüğü, cömertlik, eli açıklık, iyilikseverlik anlamındaki "semahat" sözcüğünden, bu sözcükten de sonradan "müsamaha" sözcüğü türetilmiştir. Develioğlu'nun lûgatında müsamaha'nın karşılığında : "görmezlikten gelme, göz yumma, hoş görme; aldırış etmeme; savsaklama" tanımlaması gelmektedir. 1959 yılında yayımlanan Türk Dil Kurumu'nun Türkçe sözlüğünde, hoşgörü sözcüğü hâlâ yer almamıştır. 1969 tarihli TDK sözlüğünde ise, hoşgörü "her şeyi anlayışla karşılayarak olabildiği kadar hoş görme hali, müsamaha" olarak tanımlanmaktadır. 1974 yılı sözlüğünde, bu tanımlamaya bir de eş anlamda "tolerans" sözcüğü İlâve edilmiştir. Hoşgörü kavramı içinde bir hoş gören bir de hoş görülen vardır. Hoş gören, bulunduğu yüksek noktadan, aşağıdaki zavallı yaratığı hoş görebilir, küçük hatalarına lütfen göz yumabilir, affedicidir; kısaca, yalnızca güçlü güçsüzü hoş görebilir.
TOLERANS
Fransızca dilinde "tolérer" fiili
" tahammül etmek - hoş görmek - göz yummak" anlamına gelir. Böylece sözcüğün eski anlamıyla, "tolerans" sözcüğü, dinsel özgürlük araştırmalarının doğduğu günlere kadar, "hoşgörü" gibi aşağılayıcı bir anlam taşıyordu.
Din savaşları döneminde, Ortaçağ idealleri ile yoğrulmuş olan egemen din, ilk önce her türlü baskıyı uygulayarak sapmaları önlemeye çalışmış, ancak bu yöntemlerle sapmaları yok etmenin olanaksız olduğu kanaati hâkim olunca da, ehvenişer olarak, dinsel bölünmeye tahammül etmek (onu tolere etmek) zorunluluğu belirmişti. Günümüzde dahi, söz konusu dinsel bölünmeyi hazmetmemiş bağnaz çevreler, bu "tolerans" sözcüğünü sözlüklerinden çıkarmak istemektedirler. Katolik mezhebine bağlı yayıncılar, hâlâ, yayınlarında tolerans sözcüğünü aşağılayıcı anlamında kullanmayı yeğlerler. Aydınlanma Çağında, inanan insan yerine düşünen insan kaim olunca, XVI. Yüzyılın sonundan itibaren, "tolerans" sözcüğünün anlamının, kamuoyuna ve başkasının özgürlüğüne saygıyı ifade eden olumlu yönde geliştiğini söyleyebiliriz. Voltaire'in "evrensel tolerans" diye ifade ettiği kavram, aşağılayarak ve tahammül ederek kabul edilen bir taviz anlamında değildir ve tarih yüklü bu "tolerans" sözcüğü sözlüklerde ayrı bir konuma gelmiştir. "Tolerans" kavramında artık kesinlikle bir hoş gören-hoş görülen İlişkisi içinde" "güçlünün güçsüzü hoş görmesi" veya "birlikte yaşamayı ona lütfetmesi" anlamını değil, karşılıklı birbirine katlanma, farklı dinsel görüşlerin birbirlerine tahammül ederek bir arada yaşamaları gibi anlamları içermektedir. Nitekim, XVIII. yüzyılda laik devlet kavramı ile birlikte bu kavramı da insanlığın siyasal gündemine sokan Batılı toplumların dillerinde, toleransın dışında, "hoşgörü" anlamını içeren başka sözcükler vardır. Örneğin, İngilizler ve Fransızlar "hoşgörü" karşılığı olarak "indulgence", Almanlar da "Duldung" sözcüklerini kullanmaktadırlar. Bu nedenle, 1789'da devrimle gerçekleştirilen laik düzen de, kesinlikle Katolik kilisesinin Protestan kilisesine daha hoşgörülü davranmasını değil, aksine, hiçbir kilisenin Ötekilerden üstün durumda olmadığını ve bütün dinlerin eşdeğerde olduklarını vurgular. Fransa'da artık, fertlerin birbirlerine katlanmasını müdahalede bulunulmamıştır. Diyebiliriz ki, günümüzde, "tolerans" sözcüğü, dinsel ve felsefî konularda vicdan ve
ifade özgürlüğü ideali ile eş anlama gelmiştir ve artık bu ideale açıktan açığa karşı çıkmak zorlaşmıştır. Doğaldır ki, bu İdeal özellikle kişisel özgürlüklerin savunucusu olmakla beraber, karşı siyasî düşüncelere karşı susmayı içermez. Tolerans, ard niyetli propagandaya, polemiklere boş vermek anlamına gelmez; bu ideal uğruna, demokrasiyi yok etmek isteyenlere karşı susulmayacaktır.
Toleranssızlık, karşısında tepki olarak Cihad zihniyetini yaratarak Haçlı Seferlerine yol açan, Optât de Milleve tarafından başlatılan, Aziz Augustin tarafından geliştirilen ve Orta Çağlarda müesseseleşerek Fransız İhtilâlinden önceki dönemlerde karşımıza çıkan tipik, bağnaz Hristiyanlığın davranışıdır. Günümüzde bu bağnazlığın, tarikatlarda gizlenerek tüm dinlerde gizli bir varlık sürdürdüğünü, inançların istismar edilerek halkların sömürüldüğünü görüyoruz. Toleransı savunanlar din savaşları döneminde ortaya çıkmışlardır. Dogmalara en az bağlı olarak tanıdığımız düşünürler " tolerans"ı daima savunmuşlardır. Descartes, Spinoza, Locke, Bayie ve Voltaire açıkça tolerans düşüncesini yayarak bu kavramı halka mal etmişlerdir. İktidarlarını kaybetmek istemeyen XIX. yüzyıl Papaları ise hiç duraksamadan dinsel özgürlüklere karşı tavır koymayı sürdürmüşlerdir.
Günümüzde artık bu savaşın kazanılması yolunda çok yolun kat edildiğini iddia edebiliriz; ancak Mason olarak sürekli uyanık olmak görevimizdir, zira, kendileri gibi düşünmeyenlere yaşam hakkı tanımayan bazı odaklar her zaman pusuda bekleyecektir. Bu çalışmayı Voltaire'in toleransı tanımlayan bir sözü ile tamamlamak istiyorum:
"Söylediklerinden nefret ediyorum kardeşim, ancak bunları söyleme hakkını savunmak için hayatımı feda etmeye hazırım."
Not:
Descortes (1596- 1650), filozof, matematikçi, fizikçi ve fizyolog, mekanikte hareket ile ataletin izafîliğini belirterek diyalektiğin ilerlemesine yol açmıştır. Bacon gibi, Descartes da, tabiat kuvvetlerinin insan egemenliğinin altına alınmasını, sebep ve sonuçların kavranmasını ve insan özünün ileriye götürülmesini bilginin nihaî hedefi olarak gösterir.
Spinoza (1632 - 77) Hür düşünceyi savunan bu materyalist filozof, düşünceleri nedeniyle Hollanda Yahudi cemaatından aforoz edilmişti. Ona göre, insanın tabiat üzerinde egemenlik kurması ve insanlığın ilerlemesi bilgi'nin başta gelen amacı olmalıdır.
Locke (1632- 1704) Filozof, iktisatçı ve siyasî yazar olarak sınıf ve parti mücadelelerine katılmış, bilginin materyalist ampirizm teorisini geliştirmiştir.
Voltaire (1647- 1706) Felsefesini şüphecilik üzerine kurmuştur. Katoliklikle polemiğe girmiş, sonunda dinin aleyhine tavır almış ve dini toleransın savunuculuğunu yapmıştır.(1694 - 1778). Les Neuf Soeurs Locasında tekris edilen Voltaire Aydınlanma felsefesinin liderlerinden olup 17. yüzyıl teolojik metafiziğine karşı tabiatın bilimsel tarzda araştırılması düşüncesi üzerinde durmuş, gözlem ile tecrübeyi bilgi'nin kaynağı olarak kabul etmiş ve Locke'nin materyalizmini yaymağa çalışmıştır. Geliştirdiği "tarihsel felsefe" kavramı, toplumun Tanrı'nın iradesinden bağımsız şekilde ileriye doğru geliştiği düşüncesine dayanıyordu.