Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: Hıristiyanlık mı, Avrupa mı?*  (Okunma sayısı 2885 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Ağustos 19, 2012, 11:13:47 öö
  • Seyirci
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 4031
  • Cinsiyet: Bay

Hıristiyanlık mı, Avrupa mı?*

Novalis
Avrupa’nın tek bir Hıristiyan toprağı oluşturduğu, tek bir Hıristiyanlığın, dünyanın medeni kısmı boyunca yaşadığı ve tek bir ortak çıkarın bu büyük manevi imparatorluğun en uzak bölgelerini birbirine bağladığı zamanlar aydınlık ve görkemli zamanlardı.

Büyük dünyevi mülk yokken tek bir manevi lider büyük politik güçleri yönetti ve birleştirdi. Herkesin erişebildiği birçok toplum, bu lidere itaat ederek var oldu ve o, büyük bir coşkuyla hayırsever güçlerini sağlamlaştırmaya çalışırken onun isteklerini yerine getirdi. Bu düzenin her üyesi evrensel olarak onurlandırıldı ve insanlar onun elinden rahatlık ve destek beklediğinde sayısız isteklerini fazlasıyla yerine getirdi. Muhteşem güçler bağışlanmış, varlıkları ve iyi niyetleri etraflarına dağılmış insanlar bereketi artırdığı için seçilmişleri el üstünde tutarken güçlü olan herkesi korudu, düşündü ve hepsine ilgi gösterdi. Onun evladı olmanın verdiği güven insanları onların öğretilerine sıkı sıkı bağladı. Bu kutsal insanlar sayesinde güvenli bir gelecek hazırken, onlar aracılığıyla her türlü ihlal affediliyorken ve yaşamın kırıcı bütün kusurları ortaya çıkarılıp gideriliyorken, her biri nasıl da memnun bir şekilde günlük işlerini yerine getirdi! Bunlar, rehberliklerinde herkesin her fırtınadan nefret edebileceği ve kendi gerçek anavatanına güvenli bir şekilde erişebilecekleri, derin, bilinmeyen bir denizin deneyimli kaptanlarıydı. İnsanlar canlandırma resimleriyle süslenmiş, hoş bir tütsü kokusuyla dolu ve ruhu yükselten kutsal bir müzikle canlandırılmış gizemli kiliselerdeki bu güzel toplantılardan nasıl bir zihin dinginliğiyle ayrılır! Minnetle korunan değerli tapınaklarda saygı duyulan iyi insanların kutsal kalıntıları vardı; orada Tanrı’nın gücü ve iyiliği görkemli işaretler ve mucizelerle ve bu kutsal ruhların yaptıkları büyük hayırların etkileriyle gösterilirdi. Birbirini seven kalpler dünyadan ayrılmış aşklarının saç tutamlarını veya imzalarını sakladığı ve böylece ölüm onları birleştirene kadar tatlı şefkat kıvılcımlarını besledikleri için, bu kutsanmış ruhlara ait ne varsa içten bir özenle toplanırdı ve bu tür avutucu kalıntıların bir kısmına sahip olabilen ve hatta sadece dokunabilen kişiler kendilerini mutlu sayardı. Cennetten gelen iyilikler sık sık belirli bir görüntünün veya kabrin üzerine inerdi. Her yerden insanlar, değerli armağanlarıyla oraya koşarak gelir ve karşılığında ruhun huzuru ve beden sağlığı gibi ilahi armağanlarla geri dönerlerdi. Bu nedenle, bu güçlü ve barışı sağlayan toplum bütün insanları ilahi inancın bir parçası yapmak için istekli bir şekilde çabalar, yaşamın sırrını bütün insanlara açıklamak ve yeryüzündeki tek krallık olarak cennet krallığını kurmak üzere dünyanın her tarafına misyonerler gönderirdi. Kilisenin mantıklı lideri, Papalığın refahına karşı olan bireysel çalışmanın aceleci arzularına ve bilgi alanında ahlaka aykırı tehlikeli keşiflere haklı olarak karşı çıktı. Bu nedenle, cesur bir düşünürün, dünyanın önemsiz bir kuyrukluyıldız olduğunu açıkça söylemesini engelledi, çünkü insanların dünyevi anavatanına olan bütün saygısını kaybettiğinde, ilahi yuvaları ve orada yaşayanlar hakkında da daha az düşünmeye başladıklarını ve ebedi inanç yerine sınırlı bilgiyi tercih etmeye, muhteşem ve büyük olan her şeyden nefret etmeye ve kendilerini yasanın ölü eserleri olarak düşünmeye alıştıracaklarını gayet iyi biliyordu.

Onun mahkemesinde Avrupa’nın her tarafından akıllı ve itibarlı herkes toplandı. Her hazine oradaydı. Yerle bir edilmiş olsa da Kudüs öcünü almıştı ve Roma, yeryüzündeki ilahi yönetimin kutsal ikamet yeri olarak ikinci Kudüs olmuştu. Prensler anlaşmazlıklarında Hıristiyanlığın babasına danıştı ve tahtlarıyla onurlarını gönüllü olarak onun ayaklarına bıraktı, hatta bu kutsal toplumun üyeleri olarak hayatlarının bir akşamını ıssız bir manastırın duvarları arasında ilahi düşüncelerle geçirmeyi görkemli saydılar. Bu yönetimin insanın en gizli doğası için ne kadar faydalı ve rahatlatıcı olduğu; kişinin zihinsel gücünün güçlü yayılımı, her yeteneğin uyumlu gelişimi, sanatın her dalında ve yaşam bilgisi anlamında bireylerin eriştiği yüksek nokta ve her şeyden öte, Avrupa sınırlarından Hindistan’ın en uzak sahillerine kadar dünyevi konuların yanı sıra ruhani konularda devam ettirilen ticaretin gelişiminden yeteri kadar anlaşılırdı. Bunlar gerçek Katolik veya Hıristiyan zamanların güzel doğal özellikleriydi. Fakat insanoğlu henüz olgunlaşmamıştı ve bu ihtişamlı krallık için yeteri kadar gelişmemişti…

Hıristiyanlık dünyevi bir ilham yıkımını ve karakterini gittikçe artan bir zayıflatmayla ve alay ederek hükmedene kadar gücü ve heybetiyle ihtişamlıydı. Akıl almaz bir tembellik, din adamları arasında derinlere kök saldı ve şimdi yerini sağlamlaştırdı. Din adamları dışındaki halk kendilerini tecrübe ve öğrenme alanında geliştirirken ve medeniyete doğru güçlü adımlar atarken din adamları kendi önemleri ve yararlılıklarını düşünmeye gömüldüler. Din adamları bilgi, dâhilik ve hüküm açısından insanlar arasında ilk sırada olma görevini unuttukça temel arzular yeniden canlandı ve fikirlerinin kabalığı ile adiliği toplum içindeki konumla gittikçe daha fazla çatışmaya başladı. Bu yüzden dünyevi bir devletin yanında ruhani bir devletin de ayakları olan saygı ve güven giderek azaldı ve böylece Kilise’den nefret edildi ve Roma herhangi bir şiddetli isyan çıkmadan çok uzun süre önce kendine mahsus heybetini sessizce kaybetti. Akıllı ve iyi zamanlanmış önlemler devletin iskeletini bir arada tuttu ve hızlı bir şekilde dağılmasını önledi. Bu sebeple, örneğin özellikle benzer şekilde uygulandığında benzer bir devletle çok iyi bir tutarlılık oluşturan ve devletin ömrünü uzatan bir kural olan, din adamları arasında evliliğin kaldırılması çok yerinde oldu. Fakat en sonunda hemen galeyana gelen bir bireyin (Luther) önceki devletin despotik karakterine karşı açıkça direnmeyi öğütlemesinden ve kendisi de bu toplumun bir üyesi olduğu için bu hareketinin başarılı olmasından daha doğal ne olabilirdi?

Ayaklananlar kendilerine haklı olarak Protestan dediler, çünkü vicdan üzerindeki uygunsuz ve görünüşe göre sınırsız bir gücün yağmasına karşı resmi olarak karşı çıktılar. Dini sorulara gelince, bir süreliğine istenildiğinde kendi hatiplerini seçme ve çağırma hakkının kendilerine sessizce verildiğini varsaydılar. Her şeyi daha adil bir temel üzerine koydular; övgüye değer birçok değişiklik yaptılar ve kötü yasaları bir tarafa attılar. Fakat yaptıkları işlemlerin kaçınılmaz sonucunu unuttular; ayrılmazı ayırdılar, bölünmezi, yani Kilise’yi, böldüler ve sadece onların sayesinde ve onların içinde gerçek ve kalıcı bir yeniden doğuşun mümkün olduğu evrensel Hıristiyan birliğinden kendilerini günahkârca ayırdılar. Bir nevi ruhanilik taşıyan Kardinaller Kurulu’nun kurulması da bu belaya çözüm olmadı; bunlar yeterli bir onarım değildi. Maalesef, prensler kendilerini anlaşmazlıkların içine soktu ve birçok insan kendi egemenlik güçlerini ve etkilerini güçlendirip yaymak için onları destekledi. Protestan kiliselerinin birleşmesini önlemek için en ateşli halleriyle çalıştılar ve bu yüzden din, çokuluslu çıkarlarını giderek baltalayan durumların temelinin atıldığı devletlerin sınırları içinde dine uymayan bir şekilde hapsedildi. Böylece din büyük politik barış yapıcı etkisini ve Hıristiyanlık da birleştirici, bireyselleştirici özelliği ilkesini kaybetti. Din huzuru da en hatalı ve en tehlikeli ilkelerle ve tamamen çelişkili bir durumla, sözde Protestanlığın devam etmesiyle derinden yaralandı ve devrimci yönetim kalıcı olarak kuruldu.

Bu sırada, bu karakter Protestanlığın üzerine kurulduğu tek saf zemini oluşturmaktan oldukça uzaktı, çünkü Luther, Hıristiyanlığın bütününe keyfi bir tavırla yaklaşmıştı. Dinin ruhunu yanlış anladı ve tamamen farklı bir karakter ile başka bir dini, İncil’in kutsal geçerliliğini ileri sürdü ve böylece dini konulara tamamen yabancı dünyevi bir bilim olan ve o andan itibaren yıkıcı etkisi apaçık ortada olan filoloji karıştı. Luther, bu hatayı belli belirsiz hissederken, birden Protestanların çoğu tarafından evangelist kademesine çıkarıldı ve Yazıt çevirileri kutsandı. Bu tercih, dindar zihne oldukça zararlıydı, çünkü harf dışında hiçbir şey onun duyarlı doğasına daha fazla zarar veremezdi. Eski günlerde İncil’in “gizli” karakteri büyük oranda kutsal kurulların ve Kilise’nin ruhani liderinin yetkileriyle Katolik inancının zengin malzemesine bağlı olarak hiç bu kadar zararlı hale gelmemişti. Fakat bunlar Reform döneminde yok edildi ve İncil’in mutlak gücü ortaya kondu. Şimdi sadece anlamsız içerik, dinin olgunlaşmamış soyut bir şeması bu kitaplarda daha belirgin olarak görüldü ve her türlü özgür inceleme ve ortaya koymayı dindar bir zihin için oldukça zor bir hale getirdi. Bu yüzden Protestanlık tarihinde doğaüstü bir duygunun muhteşem ve ilahi bir alameti olmadığı görülür; sadece başlangıcında gökyüzünden geçici bir ateş parlar fakat daha sonra dindar zihindeki “kuruluk” dikkate değerdir. Dünyevi olan üstünlük kazandı; sanat teşviki denemesi acı çekti. Ara sıra saf ruhani bir kıvılcım birden ortaya çıkar ve kendine küçük bir topluluk katar. Bu kıvılcım söndürülür ve toplum yeniden bölünüp akışla birlikte aşağıya doğru gider. Zinzendorf, Jacob Böhme30 ve diğerleri için de durum böyleydi. Ilımlılar, üstünlük kazandı ve daha yüksek kurumların tamamen bezginliğini, inançsızlık dönemini göreceğimiz zaman yaklaşıyor. Reform’la birlikte Hıristiyanlık ortadan kaldırıldı ve o zamandan sonra bir daha var olamadı. Katolikler ve Protestanlar birbirlerine Müslümanlar ve Paganlardan daha bağnaz bir karşıtlıkla baktılar. Geride kalan Katolik devletleri, komşu Protestan devletlerin kötü etkilerini en acımasız haliyle hissederek kuru ve anlamsız bir hayat sürdürmeye devam ettiler. Bu bağlamda ilk olarak yeni bir politika türü ortaya çıktı ve birçok güçlü bireysel devlet boş olan Evrensel Liderliği ele geçirip onu bir tahta dönüştürmeye çalıştı. Çoğu prense zayıf ruhani bir güce bağlanmak karakterlerinin bozulması gibi göründü. Papanın coşkun bağımlıları olarak düşünüldüklerine bakmaksızın külfetli esaretini üzerlerinden atmaya ve bağımsızlaşmaya çalışırken ilk defa yeryüzündeki bedensel etkilerinin önemini hissettiler; ruhani gücü, temsilcilerinin önyargılarının etkisiyle yargıladılar. Sonuç olarak, hiçbir şey kaybetmeyen akıllı bakanlar, rahatsız olan vicdanlarını, Kilise’nin gücüne karşı ruhani çocuklarının bu çözümü benimsediğini söyleyerek sakinleştirdiler.

***

İnsanlar, modern düşünme biçiminin sonucuna “Felsefe” dedi ve antik çağlara karşı olan ne varsa özellikle de dine yapılan her türlü saldırı bu tanıma dahil edildi. Katolik dinine olan bu kişisel nefret dereceli olarak İncil’e, Hıristiyan inancına ve en sonunda tamamen dinin kendisine yöneltildi. Daha da fazlası, bu din nefreti doğal olarak ve sonunda coşkunun bütün amaçlarına yöneltildi; hayal gücünü ve duyarlılığı, yani ahlaklılık ve sanat aşkını, geleceğin yanında geçmişi lanetledi. İnsanı zorla doğal varlık kademesine yerleştirdi ve evrenin sonsuz yaratıcı müziğini “şans” akışıyla hareket ettirilerek ve o akış üzerinde yüzerek, mimarı ya da değirmencisi olmadan gerçek bir sürekli devinimle kendi kendine öğüten bir değirmen olması beklenen büyük bir değirmenin çakıldağından ibaret bir şeymiş gibi temsil etti. Fakat coşkunun tek bir çeşidi cömertçe fakir insan ırkına bırakıldı ve bu görkemli, memnuniyet verici felsefe ve özellikle onun papazları ve liderleri için gelişimin en yüksek çatısı olarak sistem için gerekli kılındı. Fransa, bu yeni inanç için seve seve merkez oldu; saf bilgiyle bir araya getirildi. Fakat şiir, yeni kilisede kınanmasına rağmen eski süslemeler ve eski ışıkları tepki adına kullanan bazı şairler vardı ama onlar da yeni sistemi eski ateşle yakma tehlikesi içindeydiler! Daha akıllı üyeler çok ısınan dinleyicilerin üzerine nasıl soğuk su atılacağını biliyordu. Üyelerin kendileri sürekli olarak doğayı şiirinden soyutlamaya, yeryüzünden, sanattan veya bilimden ve hatta ruhun kendinden kovmaya, bütün kutsal izlerini yok etmeye, iğnelemeyle insanların ve olayların yüceltici hafızalarını kınamaya ve dünyayı bütün güzelliklerinden mahrum bırakmaya çalışıyordu. “Işık”, cesurluğu ve tam bağlılığı sebebiyle en büyük favorileriydi; ışınlarının kırılmasına renklerinin ihtişamından daha fazla sevinirlerdi, bu nedenle, büyük girişimlerine “Aydınlanma” adını verdiler.

Halk tercihlerine göre adil bir şekilde “aydınlatıldı” ve yeni coşkuyla eğitildi, böylece modern Avrupa Filantropi ve İlluminati31 Topluluğu ortaya çıktı. Bütün modernleştirme çabalarına rağmen hâlâ muhteşem ve anlaşılmaz, yani kendi güzelliğinde şiirsel ve sınırsız kalması ne kötü! Daha üstün bir dünyada eski bir “batıl inanç” herhangi bir yönde görünürse, bütün taraflarda alarmlar çalardı ve tehlikeli kıvılcım mümkünse akıl ve felsefe ile söndürülürdü. Fakat hoşgörü hâlâ aydınlatanların parolasıydı ve özellikle Fransa’da felsefe ile eşanlamlıydı. Modern inançsızlığın tarihi oldukça dikkate değerdir; daha sonraki zamanların bütün büyük olgularının temel taşıdır. Bu yüzyılda, özellikle de ikinci yarısında inançsızlık ortaya çıktı ve kısa bir süre içinde sınırsız bir dereceye ve çeşitliliğe ulaştı. Kapsamlı ve olağandışı ikinci bir Reform kaçınılmazdı. Bu durum öncelikle büyük bir ölçüde modernleştirilmiş ve uzun süredir bağımsızlık istekleri sebebiyle tanrıtanımaz durumda bulunan ülke üzerinde harekete geçmiş olmalıdır. Dünyevi güç ve etki devlete yardım elini uzatmış olmasaydı “İlluminizm’in” akıllı planları başarısız olduktan sonra bu ilahi ateş uzun süre yanardı. Bilgeler ve yönetim arasında, yani Hıristiyanlık düşmanlarıyla onların topluluğu arasında anlaşmazlık baş gösterdiği anda din, üçüncü kişi, araya giren üye olarak yükseldi ve şimdi dinin gerçek dostlarının henüz yeterince belirgin olmasa da bu gelişimi fark etmesi ve bildirmesi gerekir. Onu tamamen batırmakla32 tehdit eden, varlığına karşı yöneltilmiş olayların kendileri bile yeniden canlanmasının en yararlı belirtileri haline geldiği için canlanma zamanının geldiğini hiçbir tarihsel zihin inkâr edemez. Her faydalı kurumun yıkımından dünyanın yeni kurucusu olarak görkemli başını havaya kaldırır. Dünyevi hiçbir şey onu bağlamadığından insanın gökyüzüne doğru yükselmesi gibi daha yüksek kurumlar ortak tek tip durumlarından aynı anda ayrılıp insanın gücü ve dayatmalarından dünyevi her şeyin tohumunun ilk yaptığı gibi kusursuz özgürlüğe doğru yükselirler. Tanrı’nın ruhu, suların üzerinde hareket eder ve ilahi bir ada geri çekilen dalgaların ardında yenilenmiş insanlığın yuvası ve ebedi yaşamın kaynağı olmak üzere görülür.

Dikkatli gözlemcinin zamanın yeni politik devrimlerini sessizce ve tarafsız bir şekilde fark etmesine izin verelim. Devlet reformcusu bize Sisifus gibi görünmüyor mu? Denklik noktasına şimdi ulaştı fakat büyük yük çoktan diğer taraftan aşağıya yuvarlanmaya başladı. Gökyüzüne doğru onu dengede tutmak için dikkat harcanmazsa asla zirvede durmayacaktır. Devlet yeryüzüne doğru meyilli olunca bütün dayanaklarımız çok güçsüz kalır. Onu daha kutsal bir istekle gökyüzünün yüksek yerlerine bağlarsanız, dünyanın ötesine çekerseniz, sonsuz bir güce sahip olacaktır ve bütün çabalarınız bolca ödüllendirilecektir. Tarihten örnek vereyim: Benzer dönemlerdeki bilgi verici ve bağlantılı olayları araştırın ve sihirli benzerlik çubuğunu kullanmayı öğrenin. Fransız İhtilali, Luther’in Reform’u gibi aynı kalacak mıdır? Protestanlık, devrimci bir yapı olarak, doğal olmayan bir şekilde yeniden oluşturulacak mıdır? Karakter diğer karaktere yerini verecek midir? Kötülüğün kaynağını olayların eski düzeninde, eski ruhta mı arıyorsunuz? Daha iyi bir düzenlemenin ve daha iyi bir ruhun yükselmesin mi umuyorsunuz? Ah! Ruhların ruhu size sahip olsun ve ahmakça tarihi ve insanlığı yeniden şekillendirme çabasından uzak tutsun. Bunlar kalıcı değil midir? Bağımsız ve isabetli oldukları kadar son derece sevgiye değer değiller midir? O zaman onları takip etmekten, onları çalışmaktan, onlardan öğrenmekten, aynı hızda onlarla gelişmekten ve emirleriyle uyarılarını bağlılıkla yerine getirmekten başka hiçbir şey düşünmeyin. Fransa’da, vatandaşlık hakkı alındığından beri din için çok şey yapılmıştır ve bu sadece bir kişide değil, sayısız bireysel biçimde görülmüştür. Din, bir yabancı ve fakir bir öksüz olarak, törenlerini halk arasında yapmadan, cana yakın danışman ve yoldaş olarak dünyevi meselelere karışmadan önce ilk olarak bütün kalpleri yeniden kazanmalıdır ve her şeyin ötesinde, insanlar tarafından sevilmelidir…

Almanya’nın yanı sıra, diğer Avrupa devletlerinde de barışla birlikte diğer çıkarların hepsini emecek yeni ve derin bir dini yaşamın başlayacağını tahmin edebiliriz. Almanya’da, olayların yeni düzeninin izleri kesinlikle gösterilebilir. Diğer Avrupa devletlerini yavaş ve istikrarlı bir ilerleme ile geçmektedir. Diğerleri savaşla, maddi kurgularla ve parti tartışmalarıyla meşgulken Almanlar daha üstün bir medeniyet düzenine katılmak için hazırlanmaktadırlar. Bu gelişim zamanla onlara diğer milletlerden daha fazla üstünlük verecektir. Sanat ve bilimin bütün dallarında güçlü bir heyecan hissedebiliriz. Sonsuz bir ruh kendini bütün yönleriyle serbest bırakır. Yeni ve taze zihinler incelenir ve araştırılır. Bilim hiç bu kadar iyi ellerde olmamıştı ve en azından yine hiç bu kadar büyük beklentiler oluşturmamıştı. Konular, her türlü bakış açısı altında incelenir; hiçbir şey karıştırılmamış, incelenmemiş ve eleştirilmemiş bırakılmaz. Her bölüm geliştirilir; yazarlar daha özgün ve güçlü hale gelir; yeni bir şevkle kucaklanan ve verimli hale getirilen her eski tarihi anıt, her sanat ve bilim dalı kendi dostlarına ve hayranlarına sahiptir. Eşsiz bir çokyönlülük, muhteşem bir derinlik, gösterişli bir edebiyat, kapsamlı bilgi dağarcığı ve zengin ve güçlü bir hayal gücü her yerde bulunur ve sıklıkla birleştirilir. Yaratıcı özgür iradeye güçlü bir muhalefet, sınırsızlık, sonsuz çeşitlilik, kutsal kişilik, içine dönük insanın bütün yetenekleri her alanda hareketlenmeye başlar. Çaresiz çocukluğun gündüz düşünden uyanan insanlığın bir kısmı, onları uzuvlarını kullanmaktan yoksun bırakma arzusuyla beşiklerine dolanmış yılanlar üzerinde ilk güç denemelerini yaparlar. Fakat her şey göstergedir; her şey bağlantısızdır ve kusurludur. Fakat tarihi bilen bir göze göre, sevgi dolu Tanrı ve onun kilisesi beklenmedik bir anda en tatlı kucaklaşmayla birleştiğinde; zihin, bin bir türlü gücü içinde manen yeni bir Mesih’i ortaya çıkardığında, evrensel bireyselliği, yeni bir tarihi ve yenilenmiş insanlığı açığa vuracaktır. Bu güzel umutlar alevini kim hissetmez ki? “Yeni doğan” Babasının benzeri olacaktır. İlahi özellikleriyle yeni altın bir çağ; bizi rahatlatan ve ebedi yaşam umutlarını ateşleyen, kâhince, mucizeler yaratan ve yaraları saran; bir teskin etme çağı; iyi bir dâhi gibi insanlar arasında gezerken görülmeyen ama inanılan, sayısız formlarda inanan kişiye görünen bir Kurtarıcı, o, ekmek ve şarap gibi tüketilecek, sevgili gibi kucaklanacak, içimize hava çektikçe boğulacak ve öldüğünde aşkın en derin acıları içinde sakin ruhun en iç kısımlarında hissedilecektir...

Şimdi de dikkatimizi günümüz manzarasına çevireceğiz. Yeni ve eski dünya savaşmakla33 meşgul ve devlet yönetimlerinin eksiklikleri ve zayıflıkları korku dolu olgularla açıklanıyor. Belki de bilimde olduğu gibi bu olaylarda da Avrupa devletleri arasında daha gizli ve çeşitli bir bağlantı, savaşın o zamana kadar etrafı yağmalayan güçler içinde yeni bir hareket meydana getirmesi, Avrupa’nın yeniden ayaklanabilmesi, devletlerin bir olması ve bir politik bilgi sisteminin kurulması sonuçları gibi hazır beklemektedir. Hiyerarşi, devletlerin muntazam temellerini oluşturmak, politik üyelerin entelektüel damarı gibi birliğin başı olmak zorunda mıdır? Dindışı güçlerin kendilerini denkleme koymaları imkânsızdır. Aynı anda hem ruhani hem de dünyevi olan üçüncü bir unsur sadece bu sorunu çözebilir. Çatışan güçler arasında hiçbir barış sağlanamaz; barış kelimesi bir yanılsamadan, sadece bir ateşkesten başka bir şey değildir. Kabineye göre, hiçbir bilgi birliği akla yatkın değildir. Çağın ve toplumun ruhu tarafından harekete geçirilen her iki taraf da ileri sürmeleri gereken büyük gerekli hak iddialarına sahiptir.

Her ikisi de insan canavarının bitmez tükenmez gücünü temsil eder; bir tarafta eski çağlara saygıyı, ruhani kurumlara bağlılığı, atalarımızın ve eski ihtişamlı devlet ailelerinin anıtına duyulan sevgiyi ve itaat neşesini görürüz; diğer tarafta ise kendinden geçmiş bir özgürlük duygusu, daha geniş bir eylem alanı için sınırsız bir beklenti, yenilik sevgisi, her makamla sınırsız bir ilişki, kişinin işe yaramasından duyduğu gurur, kişisel haklardan yararlanmaktan, her şeye sahip olmaktan, güçlü bir milliyet duygusundan alınan zevk gözle görülür haldedir. Birinin diğerini yok etmesine izin verin. Burada yağmalamadan bahsetmeyeceğim, çünkü her devletin manevi başkenti kale duvarları arkasında değildir ve ayrıca oralarda fırtına gibi esilemez.

Yeterince savaş oldu fakat sadece ruhani bir gücün bize önerebileceği hurma dalı alınana kadar savaş asla bitmeyecektir. Uluslar etraflarında dönen korkutucu deliliğe karşı duyarlı hale gelene, kutsal müzikten etkilenip yumuşayarak eski dostlarının kalabalığına dönene, barış için çalışana ve kötü kokan savaş meydanında yanan gözyaşları içinde sevgi bayramını bir barış festivali gibi kutlayana kadar kan Avrupa’da akmaya devam edecektir. Yine sadece din bütün Avrupa’yı uyandırabilir; sadece o insanlara güvence verebilir; Hıristiyanlığı daha da şereflendirir ve gözle görülür bir şekilde eski barış sağlama görevinde yeryüzünde onu eski haline getirebilir.

Uluslar onun kutsal organı, kalbi dışında insandan her şeyi almadı mı? İlahi Anlayış onlarla konuştuğunda sevgi tabutlarındaki her türlü düşmanlığı unutmayacaklar mı? Keder ve duyarlılık gözlerini yaşlarla doldurmayacak mı? Her Şeye Kadir olana yeniden dost ve müttefik olmak üzere sunmayacak ve teslim olmayacaklar mı? Tanrı yönetimindeki eski, sevecen ve günahtan arındıran inanç, insanların birbirine duyduğu ilahi güven nerede; Hıristiyanlığın her şeyi kucaklayan ruhun, ilahi zihinlerin coşkunluğuna duyulan o tatlı saygı nerede? Hıristiyanlık üç katlı bir karaktere sahiptir: Biri, bütün dinlere arkadaş olarak dinin üretici unsurudur; diğeri dünyevi her şeyin ebedi yaşamın ekmeği ve şarabı haline gelebilmesine inanarak genel olarak arabuluculuğun üretici özeliğidir ve üçüncüsü, İsa’ya, Anne’ye ve azizlere inancın üretici özelliğidir. İstediğinizi seçin, üçünü de seçin, bunlar manevidir, böylece ebedi, anlatılmayacak derecede mutlu bir topluluğun üyesi bir Hıristiyan olacaksınız.

Hıristiyanlığın eski Katolik inancı hareketli ve ateşliydi; bu, karakterinin son şeklidir. Yaşamdaki varlığı, sanat aşkı, derin insanlığı, evliliklerinin sağlamlığı, insanlara sevecenliği, fakirlikteki neşesi, itaatkârlığı ve bağlılığı gerçek bir din olduğunu açık bir şekilde kanıtlar ve kuruluşunun temellerini de içerir.

Dünyanın diğer kısımları yeniden birleşmek ve bu ilahi krallığın üyeleri olabilmek için Avrupa’nın uzlaşmasını ve canlanmasını beklemektedir. Avrupa’da gerçekten kutsal zihinler yeniden ortaya çıkmayacak mı? Dinin gerçek dostlarının hepsinin cenneti yeryüzünde görme, memnuniyetle bir araya gelme ve kutsal bir koro oluşturma arzusuyla dolu olması gerekmez mi? Hıristiyanlık yeniden canlı ve etkili hale gelmelidir; sınır işaretlerine bakmaksızın gözle görülür bir kilisede kendini yeniden oluşturmalıdır, böylece ilahi şeylere susamış ruhları bağrına bastırabilir. Eski ve yeni dünyanın arabulucusu olmalıdır. Eski hayır dualarını yeniden insanların üzerinden dökmelidir. Yüce Avrupa Konseyi’nin kutsal kaynağından Hıristiyanlık doğacak ve daha sonra herkesi kapsayan ilahi bir plana uygun olarak dinin canlandırılması gerçekleştirilecektir. Kilisenin varlığı gerçek özgürlük olacağı ve onun rehberliği altında düzgün ve sevecen bir devlet işlemi olarak her türlü gerekli reform gerçekleştirileceği için hiç kimse bir daha ruhani ve dünyevi kısıtlamaya karşı “protesto” yapmayacaktır. Bu, ne zaman olacaktır? Bunu söylemek bize düşmez. Sadece sabırlı olalım; yeni Kudüs’ün dünyanın başkenti olduğu, kutsal ebedi barış dönemi gelecektir, gelmelidir; o zamana kadar günümüzün tehlikeleri içinde mutlu ve cesaretli olun; inancıma refakatçi olun; sözünüzle ve davranışınızla ilahi Hakikat’i öğütleyin ve ölene kadar gerçek ve ebedi inanca sadık kalın.

*   Novalis, Christianity or Europe, çeviri John Dalton, Londra, John Chapman, 1844, s. 9-23, 26-29.
ÖZGÜRLÜK BİLE SAHİP OLMAK İÇİN SINIRLANDIRILMALIDIR.

EDMUND BURKE

Hayat Bizi Resmen Dört İşlemle Sınar. Gerçeklerle Çarpar, Ayrılıklarla Böler, İnsanlıktan Çıkarır ve Sonunda Topla Kendini Der.  leo


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
Avrupa Hun İmparatorluğu

Başlatan Ittihatci Turkler

0 Yanıt
3479 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 06, 2007, 04:00:45 ös
Gönderen: Ittihatci
19 Yanıt
12873 Gösterim
Son Gönderilen: Ağustos 01, 2011, 11:36:44 ös
Gönderen: Masor1976
5 Yanıt
3767 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 25, 2007, 09:18:29 öö
Gönderen: zarathustra
0 Yanıt
2672 Gösterim
Son Gönderilen: Ağustos 21, 2008, 01:28:29 ös
Gönderen: bugfree
0 Yanıt
2161 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 10, 2009, 02:32:16 öö
Gönderen: Mozart
0 Yanıt
2728 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 04, 2010, 08:42:41 öö
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2352 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 05, 2010, 11:11:20 öö
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2287 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 07, 2010, 06:12:27 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
1794 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 20, 2012, 10:02:47 ös
Gönderen: Tij
2 Yanıt
2416 Gösterim
Son Gönderilen: Ağustos 03, 2013, 02:38:10 ös
Gönderen: karahan