Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: HAÇLI SEFERLERİ (standart dışı bir anlatım) - 2  (Okunma sayısı 3573 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Mayıs 14, 2010, 08:28:04 öö
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay



Bu bölümde Birinci Haçlı Seferi’ni gözden geçireceğim. Ancak Haçlı Seferleri tarihinde, belki bu seferler ile olan bağlantısı kurulmadığı için pek değinilmeyen bir olay var ki, ben ikisi arasında sıkı bir bağlantı bulunduğu görüşüne vardığım için ondan da söz edeceğim.


1095 yılının Kasım ayında, Papa 2. Urbanus’un Fransa’nın Clermont kentinde topladığı konsilin gündeminde iki önemli konu vardı. Birincisi, sıradan sayılabilecek bir aforoz kararıydı. Kral Phillippe de France’ın karısını bir yana atıp Kont d’Anjou’nun karısıyla evlenmesi, Katolik benimseyişine göre bunun zina iş eş tutulması nedeniyle kralın aforoz edilmesi karara bağlanacaktı. İkinci ve daha önemli gündem maddesi ise, Bizans Basileusu Alexios Komnenos’un, 1071’de kaybettiği Malazgirt Savaşı’ndan sonra Selçuklu Türklerinin Anadolu’da batıya doğru ilerlemelerini durdurmak için Avrupa’dan istediği destek ile ilgiliydi.

Bizans’a yardım konusunda Papalık politikasının ne olması gerektiği üzerinde uzun uzun tartışıldı ama bir sonuca varılamadı. 1054 yılında Batı Katolik Kilisesi’nden koparak Ortodoks Kilisesi’ni kuran ve bu yüzden aforoz edilmiş bir devlete yardım etmek, kitabına uydurulamıyordu. İlk ve özgün Hıristiyan Kilisesi’nin Bizans’ta kurulmuş olduğu çoktan unutulup gitmişti. Ancak, Kutsal Topraklar’a yapılacak bir seferin kendisine ve Kilise’ye sağlayacağı yararı hesaba katan Papa’nın, buna da bir çıkar yol bulması gerekiyordu çünkü denizden gidilmedikçe yol Bizans’tan geçiyordu.

Papa, halka hitaben yaptığı konuşmada, Hıristiyanların Türklerin egemenliği altında çektiği acılardan söz ederek onları Doğu’ya yapılacak bir sefere çağırdı. Bu arada şöyle demişti: «... yetimleri ezen, dulları soyan, katil, tanrıtanımaz, başkalarının haklarını çiğneyenler… Ruhlarınızın kurtulmasını istiyorsanız İsa’nın silahşörleri olarak Doğu Kilisesi’nin yardımına koşmalısınız.»

Halk Papa’yı candan alkışladı. Konsilin kararsızlığı güme gitti. Ateşli sözleriyle cahil halkı âdeta büyüleyen Papa’nın sözleri hemen etkisini gösterdi. Halk Papa’nığn “Deus le volt” (Tanrı böyle istiyor.) deyişini üst üste tekrarlayarak, sözünün sonrasını getirmesine fırsat tanımadı. Derken Le Puy Başpiskoposu Adhémar de Monteil, yerinden fırlayarak Papa’nın önünde diz çöktü; bu kutsal sefere katılmak için izin istedi. Piskoposun ardından, yüzlerce kişi de diz çökerek dua etmeye başladı.

Durup dururken kendiliğinden oluşan ve tüm halkın rol aldığı bir tiyatro gösterisi başlamıştı. Papa ve yardımcıları ile yardakçıları ellerini ovuşturarak olayı izliyorlardı. Doğu ülkelerinin yağmalanmasıyla Kilise’ye yağacak olan ganimetin büyüklüğünü hesaplıyorlardı belki de…

Kudüs’ün caddeleri, içinde Tanrı’yı taşıyan İsa’nın dolaştığı yerlerdi. Yüce Kurtarıcı orada çarmıha gerilmiş, yakın bir yerde yeniden dirilmişti. Bu yüzden çağın insanları için Kudüs’ün özel bir önemi vardı. Bu kutsal yer, şimdi “kâfir Araplar”ın  (!) eline geçmişti. Ne yapıp edip geri alınmalıydı. Bu yolda şehit düşenlerin nasıl olsa cennette yeri hazırdı.

Kudüs’ün Hıristiyanlığa gönül vermiş insanlar için taşıdığı önemi bilen Papa, Katolik konsilinde karşı çıkışlar olsa ve bu yüzden aforoz kaldırılmasa da Doğu Kilisesi’ne yapılacak yardımın yanında, düzenlenecek hedefin Kudüs üzerine olması gerektiğini söylüyordu. Seferi çekici kılmak için, katılanlara bol bol ganimet kalacağı, tüm günahlarının Tanrı tarafından bağışlanacağı sözünü verdi.

Ganimet yani dünyevi bir kazanç mı, günahların bağışlanması yani öteki dünyada bir ödül mü? Hangisi? Her ikisi de, çünkü ancak bu her ikisi birden olunca galeyana geliyordu halk.

Papa 2. Urbanus’un çağrısının hemen ardından Avrupa’nın çeşitli yerlerine dağılan papaz, misyoner ve vaizler sefer için adam toplamaya başladı. Bunların arasında en başarılısı Pierre l’Ermite adlı vaizdi. (Hiç kuşku yok. Zaten Papa’yı bu seferin düzenlenmesi için ikna eden de oydu daha en başında.) Çevresine toplamayı başardığı ve her uğradığı yerde daha da çoğalan kişilerle, düzenli Haçlı orduları daha hazırlanırken o, sonradan tarihçilerce “Köylülerin Haçlı Seferi” olarak adlandırılacak olan sefere çoktan çıkmıştı bile.

Germen soylularından oluşan çekirdek bir güç yanında, 25 bin kişiden oluştuğu sanılan orduda savaşa katılmayan gruplar da önemli bir yer oluşturuyordu. 5 bini şövalye, gerisi de piyade olmak üzere 15 bin kişilik bir ordu, giysilerinin üzerine büyük bir kırmızı haç takarak yola düzüldü. “Haçlılar” adı da buradan gelir ama onlar kendilerine daha şimdiden “hacı” diyordu. Bu orduya, öncü olarak ilerleyen ve geçtikleri kentleri, köyleri sürekli talan ederek yürüyen, bu arada gereksiz yere bir sürü katliam da yapan bir çapulcular güruhu da katıldı.

Birinci Haçlı Seferi böyle mi başladı?

Tarihte genellikle böyle anlatılır ama bana soracak olursanız (Ben tarihçi değilim.) daha önce çoktan Avrupa’da, Avrupa’nın kendi içinde başlamıştı bile. Bunun için, izin verirseniz şu filmi biraz geri sarmak isterim.

Haçlı Seferine çıkılacağı daha ilan edilmeden önce, Avrupa’da bir Yahudi karşıtlığı akımı oluşmuştu. Kutsal Topraklar’da zulüm gören Hıristiyanlarla ilgili sayısız öyküler, Haçlı Seferinin heyecanının dalga dalga artmasını sağlıyordu. Söylencelerin başlıca suçluları Müslümanlardı ama Yahudiler de yedek hainler olarak bu öykülerde yerlerini alıyordu. Zaten İsa’yı çarmıha gerenler de onlar değil miydi?

Halk, dünyanın sonunun, “İkinci Geliş”in çok yakın olduğuna inanıyor, günahlarının çarçabuk bağışlanmasını istiyordu. Halk bunu kendi kafasından uydurmuş olabilir mi? Elbette hayır. Her zaman ve her yerde olduğu gibi kışkırtıcılar vardı bu işin içinde. Pierre l’Ermite ilk ateşlemeyi verdikten sonra diğer papazlarca bilgisiz toplumlara aşılandığı üzere; kurtuluş için tek çare, ne yapıp edip bir “kâfir”in canını almaktı. Bu kâfir ister Kutsal Topraklar’a el koymuş bir Müslüman (aslında bu bağlamda “Sarasen” terimi kullanılır.) isterse bir Yahudi olsun, fark etmez, sonuç değişmezdi.

Sefer giderlerini ödeyebilmek için erkekler ya ellerinde her ne varsa sattı ya da borçlandı Nakit paraya sahip ender kişilerden olan Yahudiler, tam hedef durumundaydı. En ateşli Haçlılar bile yakın çevrelerinde oturan, kendileri gibi sıradan insanlardan olan Yahudilere normal koşullarda sataşmazdı ama bir Haçlı Seferine niyetlenince çeşitli bölgelerdeki Yahudilere saldırmaya hazır duruma geldiler.

Yerel yöneticiler, Yahudilere karşı durup dururken patlak veren ve çığ gibi büyüyen hiddetin, elden kaçan kontrolün yarattığı kargaşanın karşısında hazırlıksız yakalandı. 1096’da Fransa’da Rouen’den başlayarak bugünkü Almanya’nın Rhein bölgesindeki kentlere doğru gelişen dehşetli bir Yahudi katliamı başladı. Haçlılar, ilk kurbanlarını Yahudi komşuları arasında buldu. Bu hiddet, Fransisken ve Dominiken tarikatı papazlarının Yahudilere karşı halkı sürekli kışkırtmalarıyla daha da ağırlaştı.

Speyer Başpiskoposu, bu işe bir son vermek istedi. Zor kullanarak ve çapulcuların liderlerini astırarak katliamı durdurmayı başardı. Köln Başpiskoposu da aynı şeyi yaptı, aynı sonucu aldı ama aynı girişimi kopyalayan Mainz Başpiskoposu kendi canını kurtarmak için kaçmak zorunda kaldı.

Yahudiler, Haçlı çapulcularla başa çıkamadı. Erkekler zorla din değiştirdi ya da katledildi; çocuklar da bu kıyımdan payını aldı. Birçok Yahudi kadın çaresiz kalarak toplu halde intihar etti.

Yahudilerin birçoğu ya öldürülmüş ya da vaftiz kurnalarına sürüklenmişti. Rhein bölgesinin bu eski, zengin ve kalabalık topluluğu perişan olmuştu. Diğerleri, halkın onlara karşı sergilediği anlaşılmaz nefretin karşısında ürkerek dağıldı. Bir görgü tanığı 1096 yılında Mainz Yahudilerinin üzerine yapılan saldırıyı şöyle anlatmış: “Kentteki Yahudiler kardeşlerinin katledildiğini bildiğinden güvende olma umuduyla Ruthard Piskoposu’na sığındı. Onun korumasına çok değer veriyor, inanıyorlardı. Piskopos Yahudileri kendi evinin geniş bir holüne yerleştirdi. Böylece güvenli ve dayanıklı bir yerde sağ salim kalacaklardı. Fakat çapulcular, olasıdır ki Başpiskoposu da korkutarak kaçırtmışlardı. Gün doğduktan sonra kapıların kilitlerini kırarak holdeki Yahudilere ok ve mızraklarla saldırdılar. Binlerce kişinin saldırısına karşı koymaya çalışan 700 kadar Yahudiyi öldürdüler. Kadınlarını da öldürdüler ve kılıçlarıyla, yaşları ve cinsiyetleri ne olursa olsun körpe çocukları da delip geçtiler...” (Kaynakça: August Krey, “The First Crusade”)

Geçtiği yer yeri yakıp yıkarak, katliamlar yaparak yola koyulan ilk grup Haçlı, Macaristan üzerinden Bizans’a vardı. Basileus Alexios Komnenos onları son derece sıcak karşıladı. Ancak hiçbir düzen ve disiplini olmayan, çeşitli sorunlar yaratan bu ordunun kent içinde kalmasını istememişti. Kent yakınlarındaki Civetot Kalesi’ni onların hizmetine verdi. Seferin âdeta lideri konumundaki Pierre l’Ermite, Bizans’ta arkadan gelecek olan ikinci dalgayı beklemeye başladı. Ancak Fransızlardan oluşan 6 bin kişilik bir grup İznik önlerine kadar uzanarak oraları yağmaladı. Fransızlardan aşağı kalmak istemeyen Germenler de yakındaki bir kaleyi ele geçirdi.

Kalenin düştüğü haberini alan Türkler hemen kuşatmaya girişti. Kaleyi geri aldılar. Sonra da Haçlı Ordusu’nun kampına yürüyerek büyük bir bozguna uğrattılar. Dolayısıyla Pierre l’Ermite’in düzensiz ordusundan ancak Bizans’a sığınabilen birkaç bin kişi kurtulabildi.

Pierre l’Ermite Anadolu’ya vardığı sırada, Avrupa’da Verdun ve Le Puy kentlerinde düzenli askeri birlikler toplanmıştı. Asıl Haçlı ordusu iki kol halinde harekete geçerek, 1097 yılında Bizans’a ulaştı ve ardından İznik’i ele geçirdi. Kılıç Aslan geri çekildi. Eskişehir dolaylarında yaşanır. Haçlı kampını bastıysa da başarılı olamadı. Geçip gitsinler diye bıraktı. Haçlı ordusu, yol üzerindeki çeşitli kaleleri alarak 1097 Kasımında Antakya’ya ulaştı. 50 bin kişilik ordu kale çevresinde kamp kurdu. Kuşatma Haziran ayına kadar sürdü ama bir ilerleme sağlanamadı; ta ki İslâm dinini kabul etmiş bir Ermeni olan Firuz adlı bir komutan kenti Hıristiyanlara teslim etmeyi kabul edene kadar. 2 Haziran 1098 gecesi, şövalyeler surlara tırmanarak kaleyi ele geçirdi. Ardından Haçlı çapulcular, aylarca süren kuşatmanın sıkıntısını günlerce süren hunharca yürüttükleri bir katliam ile çıkardı.

O kadar önemli miydi Antakya’nın ele geçirilmesi? Asıl hedef Kudüs değil miydi?

Evet, asıl hedef elbette Kudüs’tü ama Antakya tutulmazsa Haçlı ordularının arkadan vurulma tehlikesi vardı. Coğrafya’yı şöyle bir düşünün… Orası Anadolu’dan güneye çöl dışında tek geçit noktasıdır.



ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
0 Yanıt
7749 Gösterim
Son Gönderilen: Nisan 28, 2007, 02:06:01 öö
Gönderen: shemuel
10 Yanıt
12437 Gösterim
Son Gönderilen: Temmuz 27, 2012, 03:59:09 ös
Gönderen: Hacamat
4 Yanıt
5187 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 21, 2009, 04:27:14 ös
Gönderen: Prenses Isabella
10 Yanıt
9831 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 21, 2009, 03:22:56 ös
Gönderen: Prenses Isabella
Bir Masonun Düşü

Başlatan kudüs prensi Insan

0 Yanıt
3433 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 08, 2010, 12:39:46 ös
Gönderen: kudüs prensi
1 Yanıt
5540 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 13, 2010, 08:44:06 ös
Gönderen: Texan
1 Yanıt
3821 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 15, 2010, 03:07:40 ös
Gönderen: Texan
2 Yanıt
4913 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 20, 2010, 04:59:56 ös
Gönderen: ADAM
29 Yanıt
25868 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 06, 2020, 04:29:52 öö
Gönderen: NOSAM33
0 Yanıt
1923 Gösterim
Son Gönderilen: Mart 03, 2013, 10:43:26 ös
Gönderen: Etimolog