Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: ANAERKİL – ATAERKİL DÜZENLER (GEÇMİŞİN CİNSİYET ANEKDOTU)  (Okunma sayısı 7505 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Aralık 17, 2012, 09:12:34 ös
  • Seyirci
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 4031
  • Cinsiyet: Bay

Latincede ve günümüz batı dünyasının dillerinde “Matriarka” olarak telaffuz edilen ve Türkçe’ye “Anaerkil” olarak Fransızca’dan geçmiş olan terimin kabaca anlamı ‘kadının etkin olduğu bir örgütlenme-toplumsallaşma düzeni’dir. Egemenliğin kadınlarda olduğu, soyun kadınlar tarafından belirlendiği, kadınların erkeklerden daha saygın oldukları kısacası temeli kadının üstünlüğü fikrine dayanan bir düzendir. Bu konuda çok geniş bir mutabakat sağlanamamışsa da, günümüz antropologlarının önemli bir kısmının, birçok aşamasında hemfikir olduğu ve erkek egemen sistemi olan “ataerkil” düzenden önce yeryüzündeki toplulukların önemli bir kısmında anaerkil sistemin egemen olduğu, olmayanların ise cinsiyet özneli herhangi bir vurgusu olmayan yaşam biçimlerini benimsediklerini kabul edilmektedir.

 

Mevcut düzenin değişmesi ve erkek egemen sisteme geçişimizin tarihsel olarak hangi zaman dilimlerine denk geldiğini, bu değişimin hangi sebeplerden ötürü meydana geldiğini henüz bilememekteyiz. Bu değişimin doğal yollarla gerçekleştiğini iddia eden bilim insanlarının özellikle vurguladıkları, kadının cinsiyetinden ötürü erkekle farklılar gösteren fiziki yönlerinin ilkel dünyanın çetin yaşam koşullarına uygun olmadığı ve sürdürülen “hayatta kalma mücadelesi” referansıyla yürütülecek bütün işlere erkeğin daha yatkın olduğunun keşfi ile yaşanan doğal değişimdir. Ancak işin içinden çok kolay kurtulmayı hedeflediklerini düşündüğüm için böylesine saçma bir teoriyi geliştirdiklerine inandığım bilim insanlarının acaba bir çocuğun bile sormadan edemeyeceği kadar basit olan şu soruya da kendi aralarında cevap olup olamadıklarını merak etmekteyim; Peki binlerce yıl süregelen anaerkil sistemde ve üstelik yaşam koşulları daha ağırken hayatta ve ayakta kalan kadın nasıl oldu da aniden bu yükün altından kalkamayacağını düşünmeye başladı?

 

Erken Neolitik Dönem’den (M.Ö. 4000) bile günümüze ulaşan ve herhangi bir konuda veri mahiyeti taşıyabilecek neredeyse hiçbir şey bulunmamaktadır. Oysa antropologlar, özellikle bu dönemlerde kadınların üstün ya da en azından erkeklerle eşit role sahip olduklarını ve ana soyluluğun var olduğunu düşünmektedirler. Bunun kanıtlarını bulmak her ne kadar zor olsa da hayat geçimine baktığımızda; o dönemde insanların hayatlarını avcılık ve toplayıcılıkla sürdürdükleri için farklı bir sosyal yapı içinde yaşadıklarını tahmin edebilir ve bu sayede toplumsal cinsiyetçiliğin bu dönemde var olmadığını tahmin edebiliriz. Araştırmalara göre eski topluluklar yaşamak için gereksinimlerini duydukları besin maddelerini %20 avcılıkla ve %80 toplayıcılıkla karşıladıkları bilinmektedir. Bundan; toplayıcılıkla uğraşan kadının hayatın idamesinde sahip olduğu rol göz önünde bulundurulduğunda avcılık yapan erkekten üstün bir konumda olmadığını varsayarsak bile en azından eşit oldukları neticesini kolaylıkla çıkarabilmekteyiz. Eski toplumdaki sınıfsal cinsiyetçilik hakkındaki fikirlerimizi biraz daha güçlendiren bir başka husus da doğum olayıdır. Cinsellik ve üreme konusunda çok kısıtlı bilgilere sahip olan insanlar, doğumdaki rolü sebebiyle kadına daha fazla önem vermekte ve soyun devamını sağladığı için çoğu zaman tanrıça olarak sıfatlandırmaktaydılar.

 

Anaerkil toplumun kültürüne baktığımızda cinselliğin baskısız ve doğal bir olgu olarak algılanmakta olduğunu ve kuralların doğal olanlarla ilintili olduğunu bilmekteyiz. Bulunan resim ve figürlerden, uzmanlara göre o dönemde cinselliğin bastırılmasıyla ilgili hiçbir kanıt bulunmamaktadır. Vücut çıplaklıkları ve cinsel organların yansıtılması o dönemin cinsi serbestîsinden kaynaklanmaktaydı. Eric Fromm; anaerkil düzendeki insanlar oral kişiliğe sahipken ataerkil toplumdaki bireylerin anal kişilik dediğimiz kişiliğe sahip olduklarını söylemektedir. Detaylarını “Anaerkil Toplum ve Kadın Hakları” isimli kitabında genişçe anlatan Fromm’a göre; yaşadığımız ataerkil toplum düzeninde “anal toplum”da yaşamaktayız. Anal Toplum ise kapitalizm toplumu, yani doymak bilmeyen, hırslı, etnosentrist, bireysel ve geleceği pek düşünmeyen, erkeği yücelten ve aynı zamanda ayrımcılığa en yatkın toplumdur.

 

Anaerkil toplumda toplumsal sınıflandırma konusunda bilim çevrelerinin elinde hatırı sayılır verilerin olmaması bizleri sadece tahminler yaparak kimi neticeleri elde etmeyle alternatifsiz bırakıyor. Ama tahminlerin de doğruluğa yatkınlıklarının bulunduğunu söylemek gerekir. Ataerkil düzenle geliştiğini düşündüğüm, toplumsal cinsiyetçiliği oluşturan öğelerin; üretim araçları, ekonomi, din, töre, aile düzeni olduğunu biliyoruz. Bundan yola çıkarak eski toplumda üretim araçlarının her iki cins tarafından kullanılmakta, ekonomik pazar oluşmadığına göre, kâr olmadığı gibi ekonomik çıkarların da olmamasından ötürü dayanışmanın söz konusu olduğu düşünülmektedir. Bugünkü toplumda insan-doğa ilişkisi olarak tanımladığımız kaidelerin tamamının eski toplumda mevcut olmadığını, doğayla hukuki ya da akitsel bir ilişki biçimini benimseyen “modern” insanın aksine eski toplumdaki kültürün tamamen doğayla uyum felsefesi etrafında şekillendiğini tahmin etmekteyiz. Bütün kaideler ve inançlar doğayla bütünleşmekteydi.

 

Sebebini bilmediğimiz ve insanlık tarihinin en büyük sosyal değişimi olarak kabul edilen anaerkil toplumdan ataerkil topluma geçiş evresinin şüphesiz birdenbire ya da tek veya birkaç olay ve sebeple gerçekleşmediği malumdur. Bu sebepleri bilemeyişimizdeki esas etken tarihin kaydının tutulmaya başlanmadığı o eski zamanlara ait elimizde “kesin” sayılabilecek değerde bulguların olmamasıdır. Günümüzde arkeoloji, antropoloji ve tarihlendirme bilimlerinin geçmişe nazaran çok daha ileri bir safhada olmalarına rağmen hala birçok tarihsel olgu hakkındaki bilgimiz sadece tahminler, iddialar, savlar üzerinden yapılan değerlendirmelerle sınırlı kalmaktadır. Mısır hiyeroglifleri ve Mezopotamya kalıntıları söz konusu olduğunda aynı bilim çevrelerinden farklı bilim adamlarının aynı toplantıda ve aynı olgu üzerinde birbirine tamamen zıt sayılabilecek teoriler geliştirmeleri ve ellerinde yeterli veri olmaması sebebiyle iki tarafında eşit ölçüde haklı-haksız olduğu gerçeği bize bu durumun doğrulunu yeniden tescillemektedir.

 

Ataerkil Toplum ise kendisine yön verdiği, içinde bulunduğumuz heteroseksüel toplum düzeninde erkeğin her konuda imtiyazlı olmasını kabul eden sosyal durumdur. Gerek binyıllar boyunca bu toplumsal düzenin hâkimiyeti altında yaşıyor olmamızın getirdiği kanıksama ve bununla beraber bu düzenin kendini hayatımızın bütün detaylarında hissettirmesi ve gerekse de erkeğin bu imtiyazlı konumunu kaybetmemek için gösterdiği direnç artık bu toplumsal hastalığın sorgulanmasını bile engellemektedir. Hatta öyle ki artık insanlar böyle bir toplumsal durumun varlığından bile bihaber bir hale gelmiş ve sanki içinde yaşadıkları “babasoylu” durumun alternatifsiz tek düzen olduğunu düşünmeye başlamışlardır. Tek olmadığını düşünse bile “anasoylu” düzenin “babasoylu” düzenle kıyaslandığında çok daha ilkel, vahşi, barbar olduğunu düşünmektedirler. Oysa bu savlarının tamamen gerçek dışı olduğunu, gerçeğin bunun tam aksi olduğunu bilimsel çalışmalar kanıtlamaktadırlar. Özellikle ülkemizde yapılan arkeolojik kazılardan elde edilen bilgiler bunu açıkça ortaya koymaktadır.

 

İnsanlığın en önemli sosyal dönüşümü olan babasoylu düzene geçişten önceki yıllara ait olduğu saptanan (M.Ö. 6500 – 5700) ve Çatalhöyük’te bulunan çok sayıda mağara resimleri, ev ve tarım aletlerinin yanında yine çok sayıda tanrıça figürüne de rastlanmıştır. İlginç olan ve deminki tespitimizi doğrular nitelikte kabul edilebilecek bir başka husus ise bu döneme ait olduğu saptanan hiçbir savaş aleti, savunma aleti, savaşı tasvir eden hiçbir resim ve figüre rastlanmamış olmasıdır. Resimlerde silah ve zorba sahnelerin bulunmaması ya da savaşçıların zafer sahnelerini yansıtacak hiçbir kalıntıya rastlanmamış olması bu dönemin barışçıl olduğunu göstermektedir. Uzmanlara göre mezarlıklarının durumu göz önünde bulundurulduğunda buradan kadın ve erkeğin eşit bir statüye sahip oldukları sonucunu da çıkarabilmekteyiz. Yine Batman’ın Kozluk ilçesi çevresinde yapılan ve henüz bitirilememiş kazılardan şimdiye kadar çıkan neticenin bununla paralellik arz ettiğini bilmekteyiz. Bu da söz konusu tespitimizin bir bölge, bir kabile, bir çevre için değil, o dönemin bütün dünyası için geçerli olduğunu gerçeğini doğurmaktadır. Söz konusu yerlerde yapılan kazılarda ortaya çıkan alet ve resimlerden bu toplumların doğaya ve tarıma önem verdikleri bilinmektedir.

 

Anasoylu düzenin değişmesinde etkili olduğu varsayılan ama kesinlikle müsebbip bunlardır diyemeyeceğimiz bazı temel başlıklar bulunmaktadır. Bu başlıklar her ne kadar elimizdeki tek teorinin bileşenleri olsalar bile bu sosyal değişimin izahı için kesinkes doğru diyememekteyiz. Bunlar;

 

-          Değişen hava koşullarının sebep olduğu göçler.

-          Özel mülkiyetin oluşması.

-          Tek tanrılı (erkek tanrılı) dinlerin oluşması.

 

Ataerkil düzene geçiş veyahut kadının saygınlığının kaybolduğu zaman yaklaşık M.Ö 4000-3500 yıllarına rastlamaktadır. Halen devam etmekte olan ve “çağdaş” dünyanın ilkeleri çerçevesinde bile erkeği imtiyazlı konumundan alamayan ataerkil düzenin, erkeğin egemenliği üzerine kurulmuş olan sisteminin ortadan kolay kaldırılamayacağı malumdur. Bu toplumsal olgunun, karşısına kendisiyle eşdeğer sayılabilecek ve daha tutarlı, makul, kabul edilebilir bir gerçeklik konulmadığı sürece devam edeceği de kuşku götürmez bir husustur. Onun için değişen toplumların yaşam biçimlerinin, yönetim şekillerinin, hukuklarının, dinlerinin, kültürlerinin günümüz dünyasında bakıldığında “olumlu” yönde değişmesi ya da bizim olumlu olarak kabul etmemiz, bu durumu değiştirmemektedir. Dünyanın en demokratik ve eşitlikçi toplumunda bile babasoylu düzen üzerine kurulu olması sebebiyle kadın-erkek eşitliğinden söz etmek mümkün değildir. Esas amacımız maviye boyanmış bir masanın renginden kurtulmaksa eğer ne o masayı beyaza boyayarak ne de üzerine farklı renkte bir örtü örterek mavi renkten kurtulabiliriz. Maviyi istemediğimiz zaman masayı baştan aşağı yenilememiz gerekir.

 

Erkek toplumu hükümranlığını elde ettiği zamandan beri birçok yönetim, yaşam, hukuk ve din çeşit ve kaidelerini benimsemiştir. Yönetim biçimleri ve dinler kapsamsallıkları açısından bakıldığında tesir ettikleri kişi sayısının diğerlerinden fazla olması sebebiyle erkek zihniyetinin kendini en çok bu alanlarda hissettirmeye çalıştığını görebilmekteyiz. Kendi gücünün kaynağı olan bu her iki kaleyi asla kaptırmaması gerektiğini bilen erkeğin bu kolektif soyut aklı bu her iki kutba da neredeyse eşit ölçülerde “kutsallık” atfetmiştir. Babasoylu düzenle birlikte insanların keşfettiği hiyerarşi ise erkeğin dünyasının her alanında kendini korumuş ve kurulan tüm sistemler bunun üzerine kurulmuştur. Feodalizm, teokrasi, monarşi, aristokrasi, demokrasi, komünizm, sosyalizm, anarşi, bu güne kadar ki bütün dinler, dinsizlik, sanat, kültür, tarih, ikili ilişkiler, aşk ve aklınızın alabileceği her şey ya tamamen erkeklik olgusunun ilkeleri çerçevesinde şekillenen ya da bu babasoylu düzenin belirli yerlerinden referansları olan durumlardır. Özcesi hayatımızın bütününü oluşturmaktadır. Ancak ne yazık ki bunun farkında olmadığımız gibi sözde kadın erkek eşitliği konusunda kadınlığa verilecek en küçük hakkı bile lütuf gibi görmekteyiz. Ve belki de en trajik tarafı ise bu babasoyluluğun artık fiziksel cinsiyetçiliğin ötesine geçmiştir. Yani günümüzde kadınlar bile “erkek”leşmişlerdir.

 ALINTIDIR

Ne dersiniz acaba hakikaten bir dönem bu anaerkil dönem varmıydı ?varsa insanlar dahamı mutlu idi?
ÖZGÜRLÜK BİLE SAHİP OLMAK İÇİN SINIRLANDIRILMALIDIR.

EDMUND BURKE

Hayat Bizi Resmen Dört İşlemle Sınar. Gerçeklerle Çarpar, Ayrılıklarla Böler, İnsanlıktan Çıkarır ve Sonunda Topla Kendini Der.  leo


Mart 27, 2013, 01:28:59 ös
Yanıtla #1
  • Aktif Uye
  • ***
  • İleti: 856
  • Cinsiyet: Bayan

Mutlak bir Anaerkil toplumda kadın hegemonyası kağıt üzerinde kurulacakmış gibi görünüyor. Orta Asya'daki kazılarda, Anaerkil dönemden kalma buluntuların, kadın üstünlüğü değil de kadın-erkek statü eşitliği,birbirine denkliğini gösterdiği söyleniyordu. Yani Anaerkil düzenle yaşarken daha eşit bir seviyedelermiş. Bence bu denk olma durumu yine olabilir, kadının iktidar hayali yerine daha geniş bir açıdan üstün olma durumu olacaktır.
Antropolojik araştırmalarda ' Anaerkil toplumlarda kadının daha üst bir statüde olmadığı ve iki cinsin birbirine eşit olduğu söylenmektedir. ' (kaynak yok) Kimi düşüncelerce ise, ' Kadının adalet duygusunun daha az olduğu söylenir. Lakin Anaerkil dönemde, kadının doğurganlığı  nedeniyle toplumda statü sahibi olduğu düşünülüyor.
« Son Düzenleme: Mart 27, 2013, 01:55:12 ös Gönderen: Melina »
Adequatio intellectus et rei


Mart 27, 2013, 02:44:14 ös
Yanıtla #2
  • Seyirci
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 4031
  • Cinsiyet: Bay

' Kadının adalet duygusunun daha az olduğu söylenir. Lakin Anaerkil dönemde, kadının doğurganlığı  nedeniyle toplumda statü sahibi olduğu düşünülüyor.


bu düşünce enteresan işte pek aklıma yatmaz nedeni ise?

Kadın ile erkeğin vicdani muhakemesinden yola çıkarsak kadınlar erkeğe göre daha vicdanlıdırlar zaten bu bakışa görede adaletin terazisi eğer vicdan ise kadın daha adildir.

Kadın hegoman dünyada ise ilginçtir savaş yaşanmamış erkek hegomanyası başlayana kadar belki sırf bu yüzden bile dünyayı kadınlar yönetebilirler.

Aslında zaten yönetiyorlarda biz erkekler pek farkında değiliz.
ÖZGÜRLÜK BİLE SAHİP OLMAK İÇİN SINIRLANDIRILMALIDIR.

EDMUND BURKE

Hayat Bizi Resmen Dört İşlemle Sınar. Gerçeklerle Çarpar, Ayrılıklarla Böler, İnsanlıktan Çıkarır ve Sonunda Topla Kendini Der.  leo


Mart 27, 2013, 02:54:45 ös
Yanıtla #3
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 405
  • Cinsiyet: Bay

Soyun kadından geçmesi ile yönetim yetkisinin kadında olması ayrı şeyler. İngilterede kraliçe var diye ingiltere "kadın egemen toplum" oluyormu? Sembolik değil sahici kraliçe olsa bile bu söylenemez.