Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: TOLERANS – 8 (SON)  (Okunma sayısı 3642 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Kasım 22, 2009, 02:00:15 ös
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay



Ülküsel tutkular insanın en soylu, en yüce yönlerinden biridir. Büyük ülkücüler yani idealistler, tarihin tembel akışını hızlandırıp, toplumsal dönüşümlere öncülük eden yenilikçilerdir. Toplumlara doğru atılımlar veren birer dürteç görevini üstlenirler; kimisi de yanlış yapar. Ancak toplumsal yaşamın hangi alanında olursa olsun ülküsel hiçbir ereğe, ülküsel araçlar kullanılarak varılamadığı tarihin çeşitli denemeleriyle öğrenilmiştir.

Ülküsel olan bir şeyin yani idealin sabrı yoktur. Ereğine bir an önce ve her ne pahasına olursa olsun varma tutkusu, ona kullanılacak her aracı geçerli gibi gösterir. Her ülküsel nitelikli toplumsal öğreti, kendi öznel gerçeklerine bağnazca bir tutkuyla sarılmak, bu gerçekleri kabullenerek kendisiyle paylaşmak istemeyenleri zorla kendine göre doğru olan yola sokmak dürtüsünden kendini kurtaramaz. Hele dava “insanlığı kurtarmak” gibi yüce bir amaca yönelik olursa, bu kutsal erek uğruna özgürlüğü çiğnemek suç olmaktan çıkar; bir görev biçimini alır.

Şimdi sorulması gereken soru şu: «Demokrasiler totaliter öğretilere göz yumabilir mi? Her ideoloji bir dünya görüşü olduğuna göre, neden tolerans burada da uygulanmasın?»

Hiçbir toplum düzeni, dayandığı ana değerlere tümüyle aykırı görüşlere göz yumamaz. Demokrasi toleransa dayanır ama kendi varlığını tehlikeye düşürecek öğretilere göz yumacak kadar toleranslı olmasını beklemek yanılgılı bir beklenti olur. Düşünce özgürlüğünün de bir sınırı vardır. Tolerans, toleranssızlığa göz yumacak kadar toleranslı olamaz.

Bu bağlamda genellikle şu yargıya varılıyor: “Demokrasi, toleransa en fazla yer veren bir yönetim biçimidir. Ancak toleransı kökçe toleranssız ideolojilere göz yumma derecesine vardırmak, demokrasiler için düpedüz intihar demektir.”

Kimileri toleransın demokrasinin ana ilkesi olduğu kanısını önemle vurguladıktan sonra, teorik olanla pratik birbirinden ayrılabildiği sürece demokrasiyi devirmeyi güden bir toplum anlayışına bile tolerans gösterilmesini ister. Bu bağlamda, düşünme özgürlüğünün son kerteye kadar geçerli sayılması gerektiği, bunu kısmanın onun kötüye kullanılmasından daha tehlikeli olduğu görüşü ileri sürülür.

Günümüz dünyasında toleransın özellikle düşünce özgürlüğü açısından önem kazanması, 20. yüzyılda ortaya çıkarak gelişen totaliter rejimlerin, özellikle komünizm, faşizm ve Alman nazizmi ardından daha da belirginleşmiştir. Tarihte Roma İmparatorluğu, üç yüz yıl kadar ezmeye çalıştığı Hıristiyanlığı sonraları bağrına basarak kendine resmi din olarak kabul ettiğinde, bu dinin daha sonra 1500 yıl sürecek bir toleranssızlık ortamı yaratacağının elbette farkında değildi.

Benzer bir toleranssızlık 21. yüzyılda neden ortaya çıkmasın?... Batı demokrasileri özgürlük ilkelerini tüm güçleriyle çiğnerken, insanlık için yeni bir toleranssızlık çağı başlatmış olmadılar mı?

İşte komünizmin, faşizmin, nazizmin kötülenip yerden yere vuruluşunun ardından günümüzün pratiği de ne yazık ki böyle. Fakat gelin biz yine teoriye, ideal olana dönelim. Orada toplumlar ve uluslar açısından olmasa bile bireyler açısından umut var. Bireyler arasındaki sorunlar çözümlenebilirse, belki oradan toplumları, sonra uluslara, sonra evrensel boyutta tüm insanlığa ulaşmak söz konusu olabilir. İşte bu da bir ülkü… Masonlukta olduğu gibi… Hatta bir açıdan Masonluğun amaçlarından biri.


Bir İlke Olarak Toleransı Savunma


İnsanlar arasındaki tartışma ve uzlaşmazlıkların çıkmaza sürüklenmesi, genellikle her birinin kendi görüşlerinin doğru oluşunu kesin olarak kabul edip bununla çelişkili olanı kabul edememesinden doğar. Oysa kişinin yaşamında edindiği bilgi ve görüşlerin başkalarınınkiler ile çelişmemesi, o görüş ve bilgilerin “mutlak doğru” olmasını hiç de gerektirmez ve öyle olduğunu da göstermez. Başka görüşlerde de doğrular vardır.

Her bilgi ve düşünü ya da kanı göreli (nispi/rölatif) bir nitelik taşır. Kişinin, bilgi ve düşüncelerini kesin doğru olarak ileri sürmesi, en büyük yanılgısıdır. Bu bağnazlıkla özdeştir. Sanmayın ki bağnazlık sadece din ve inanç alanında geçerlidir; her alanda görülebilir.

İşte tolerans burada devreye girer. Karşısındakileri tolerans göstererek dinleyen, dinlemekle de kalmayıp anlamaya çalışan kişiler, kendi noksan ve yanılgılarını kolayca giderir. Bu türlü bir anlaşma, birlik ve bütünselliğin oluşturulmasında çok önemli bir aşamadır. Olgunluk ve uygarlığın gerçek bir denektaşı olan tolerans, insan sevgi ve saygısının olduğu kadar toplumsal uzlaşmanın da vazgeçilmez bir öğesidir.

Tolerans, belli bir sınıra kadar başkalarına katlanmamızı gerektirir ama bu davranış bir tür edilgenlik (pasifizm) değildir. Edilgenlikte mutlak bir ılımlılık söz konusudur. Toleransta ise bir sınır vardır; bu sınırın ötesine geçildiğinde gereken tavır alınır yani edilgenlikten etkinliğe (pasiflikten aktifliğe) dönülür. Tolerans; kanı, düşünce ve inançlarını yayma ve savunmaktan vazgeçme değil, bunu yaparken zor kullanmamaya, diretmemeye özen göstermek, , karşısındakine hak vermeye çalışmaktır.

Bu anlamda tolerans bir etik (ahlâk) buyruğu, bir huzur kaynağı, aynı zamanda bir zekâ göstergesidir. Unutmamalıyız ki, bizimkinden farklı inanç ve düşüncelerin bize yeni ufuklar açtığı, bizi zenginleştirdiği de görülmüştür.

Tolerans anlayışı, her şeyden önce tüm insanların ırk, dil, din, cinsiyet ve ülke ayrılıkları ötesinde insan olarak eşitlikleri ilkesini içerir. Kaba güç ve baskıya dayanan insan ilişkilerinin yerini karşılıklı anlayışa, tahammüle bırakmasını sağlar.

Konuya toplum düzeni açısından bakarsak; tolerans, başka ve farklı olanı hoş görmek ve ona yaşam hakkı tanımakla sınırlı değildir. Başka ve farklı olan ile eşit ve eşdeğer koşullarda bir arada yaşamayı kabul etmek demektir.

Kimileri farklı tutar ama bence düşünme hatta düşünce özgürlüğü, tolerans kavramından apayrı ve bağımsız sayılamaz; aralarında sıkı bir bağ vardır. Aklını kullanmak yürekliliğini gösteren insan, düşünmekten korkmaz. Dahası, düşünülmüş olanlar üzerinde de düşünür ve eleştiriyi yolu üzerinde karşılaştığı karanlıkları aydınlatmak için çekinmeden kullanır. Güçlükler içinde ilerlenen gerçek yolunda, insanın en önemli kılavuzu eleştiri ve toleranstır.

Günümüzden neredeyse iki buçuk yüzyıl öncede kalmış olsa bile Voltaire’in Jean Jacques Rousseau olan mektuplaşmasında geçen şu sözü bize hâlâ yol gösterebilir:

«Tolerans insan olmanın en güzel yönüdür. Hepimiz zayıflıklarla, yanılgılarla yoğrulmuşuz. Birbirimizin budalalıklarını karşılıklı olarak tolerans gösterelim; doğanın ilk yasası budur. …….  Söylediklerinizin hiçbirini kabul etmiyorum. Fakat düşüncelerinizi söylemek hakkınızı ölünceye kadar savunacağım.»

Voltaire gibi daha birçok düşünür, yazar ve halk önderinin özlü sözleri var. Bana göre bunları kimin söylemiş olduğu pek önemli değil; sözün ne olduğu, bize bir ders verip vermediği önemli. Aşağıda bunların birkaçını sıralayacağım.

Tolerans karşımızdakileri bizim istediğimiz gibi değil, kendi istedikleri biçimde mutlu edebilme  büyüklüğüdür.

İyi geçinme, iki bireyin kusursuz olmalarıyla değil, karşılıklı olarak birbirlerinin kusurlarına tolerans göstermeleriyle oluşur.

Erdem, anlayışlı ve toleranslı olmaktır.

Tolerans uygarlığın gerçek denektaşıdır. Bence en iyi,  en akıllıca din toleranstır.

İnsanlığın kurtuluşu ancak toleransla olanaklıdır. Gerek birey olarak gerekse toplum içinde gönençli bir yaşam sürmek istiyorsak, tolerans sahibi olmalıyız.

Toleranssızlık kendimize ve davamıza güvenemediğimizin bir işaretidir.

Bir yandan kültürümüzün düzeyine göre giderek genişleyen akıl kullanma yeteneğimiz, diğer yandan eğitim düzeyimize göre değerlendirebileceğimiz ruhsal ve etik olgunluğumuz, tolerans tutumumuzun derecesini saptar. Bu nedenle, tolerans derecemizi, kültürümüzün ve eğitim tarzımızın bir ölçütü alabiliriz.

Tolerans; iyiye, erdeme ve olgunluğa ulaşmamıza ışık tutan değerli bir araç, bir nimettir. (Bu bir başkasının sözü değil, benim düşüncem.)

İnsanlar, özgür düşünce üretme, söz ve konuşma özgürlüğü gibi kavramları toplumsal bir gerçek olarak kabul ettiği gün, kendilerinden başkalarının da özdeş haklara sahip olduğunu kavrayacak, başkalarının da düşünme ve düşünce özgürlüğünün olabileceğini öğrenecek, insanlığı tutsaklığından kurtaracak biricik yol olan toleransın doğabileceğini anlamış olacaktır.


Kuşkusuz tolerans konusu üzerinde daha çok düşünce üretilebilir. Tarihte bu sorunun nasıl ortaya çıktığı, çeşitli ulus ve toplamlarda, özellikle dinlerde nasıl yansı gösterdiği incelenebilir. Derinlemesine felsefesi yapılabilir. Ancak buradaki konu “Kavramlar” genel başlık altında olduğu için, ben de diyeceklerime son veriyorum.


Forum üyelerimizden kimisi kaynakçaya pek meraklı... Peki, ben de onların bu tutumunu toleransla karşılayayım ve birkaç kaynakça önereyim:


 Hüseyin Batuhan
Avrupa’da Tolerans Fikrinin Gelişmesi
Anıl 1959
 John Bury
Düşünce Özgürlüğünün Tarihi
Erdini 1978
 Julius Ebbinghause
Über die Idee der Toleranz
Archiv für Philosophie 1952
 Ernst Gerhard
Toleranz
Zollikon 1955
 David Hume
An Enquiry Concerning Human Understanding
New York 1985
 Hendrik Willem van Loon
Toleration
Boni & Liveright 1925
 John Locke
Hoşgörü Üstüne Bir Mektup
Liberte 2004
 Amédée Matagrin,
L’Histoire de la Tolérance Religieuse
Paris 1905
 Gustav Mensching,
Toleranz und Wahrheit in der Religion
Wartburg Verlag 1996
 Thomas Paine
Rights of Man
Adamant Media Corp. 2000
 Walter Rest
Toleranz
Schnell 1948
 J. Milton Yinger
Religion, Society and the Induvidial
MacMillan 1965


ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


Kasım 22, 2009, 07:57:12 ös
Yanıtla #1

Bişey söylemeden edemedim, affedersiniz Sayın Adam; izninizle..

Elbette birçoğu kaynakçanın heveslisidir, bunun temelinde yeralan düşünceyi merak etmedim de değil, gerçi beni pek de ilgilendirmiyor. Ama şahsen ben Bilgi'nin kaynağına bakmaktansa, geldiği yerin bir önemi olmayıp, aslolan şudur ki, acaba bize neyi verdiği ve ne yarar taşıdığıdır. Yoksa kaynakçasını merak edip duranlar çokbilmişliğin esaretinden kurtulamayıp, 'çok bilen çok düşer' misali damdan düşer gibi bi anda ne duruma düştükleri de muhakkak ki kaçınılmazdır, her neyse amacım elbette polemik yaratmak değil ama gördüğüm kadarıyla karşılaştığım yoğun şeylerden birini sundum. ( Lafım kimseye değil:) )

Saygılar,
  
הדבר היחיד לשמור על אנשים בחיים הוא אהבה וכבוד

Aimer et être aimé c’est sentir le soleil des deux cotés.

«Ոսկե Տարիքը - Փոթորիկները, չի կարող կանխել մարդիկ սիրում են ծովը.


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
2 Yanıt
7714 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 09, 2017, 03:41:44 ös
Gönderen: Etimolog
0 Yanıt
3088 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 15, 2009, 01:33:31 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2643 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 16, 2009, 11:23:56 öö
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
3589 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 17, 2009, 08:44:36 öö
Gönderen: ADAM
1 Yanıt
3425 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 19, 2009, 12:50:54 ös
Gönderen: Isis
6 Yanıt
5002 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 20, 2009, 06:07:51 ös
Gönderen: ADAM
6 Yanıt
5135 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 21, 2009, 11:53:13 öö
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
8155 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 22, 2009, 11:00:38 öö
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2890 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 17, 2010, 08:25:01 öö
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
3082 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 18, 2010, 08:32:43 öö
Gönderen: ADAM