Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: İlk Ayet ''OKU''  (Okunma sayısı 22916 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Aralık 31, 2010, 09:25:11 ös
Yanıtla #20
  • Ziyaretçi

Sayın Ceycet,

Üstte yazmış olduğunuz konularda size farklı bir perspektif den açıklamalar getirebilirim,yani bu sorularınıza cevap verebileceğime inanıyorum...Yani bunlar Müslümanlara dayatılan anlamda açıklanamaz.

Öncelikle 1. sorunuz olan ( Kuran'daki sembolleri ve alegorileri,sembol veya alegori olduklarını bilerek mi okumalıyız;yoksa,binlerce yıldır müslümanlara dayatılan hikayeler,efsaneler gibi mi ?)

Alegori, Yerine, bir görüntü, bir yaşantı veya bir davranışın daha iyi kavranmasını sağlamak için göz önünde canlandırıp dile getirme sanatıdır. Soyut bir düşünceyi heykel ya da resim ile göstermek, örneğin adalet düşüncesinin gözü bağlı ve elinde terazi bulunan bir kadınla(Themis) anlatılması gibi.( Wikipedia ) Kur'an bundan dolayı Edebiyat Mucizesi olarak bilinir...

Tanrı'ya : Kamu Vicdanı...

Süleyman'ın Karıncası ve Hüdhüd'ün Konuşması...

Yine Süleyman'ın Rüzgarın emrine verilemeside böyledir..

Musa'nın Asa/sı ile Kızıldeniz'i yarması olayıda..

yazılarını ara ara takip ettiğim bir Yazar'ın yazıları bana bu konuda İlham olmuştu.

Örneğin İslam'ın Ritüelleri ve Sembolleri hakkında  bilgi vermiş yazar alta alıyorum yazıyı..


İSLAM’IN RİTÜELLERİ

“Ritüel” sözcüğü Hind-Avrupa kökünde “ritu” (saymak) imiş… Oradan Letinceye “ritus” (ayin, tören, merasim, örf, adet) olarak geçmiş, Orta-Latincede “ritüale”  olmuş… Ordan da Fransızcaya  “rituel”, İngilizceye “ritual” olarak yerleşmiş…

“Âyin” kelimesi ise Türkçeye Farsçadan geçmiş ve görenek, tören, merasim anlamına geliyor. Osmanlıcada kullanılan “Şehrâyin” bu anlamda tören, merasim, şenlik ayı demek. “Ayna” kelimesi de bu kökten.  Ayin ve törende belli hareketlerin tekrar “aynısı” yapılır, aynada da kendinin “aynısını” görürsün. “Aynen” de bu kökten olup tekrar ifade eder…

Görüldüğü gibi ritüel veya ayinde bir hareketin “sayısı, tekrarı ve aynılığı” esastır: Her yıl Ganj nehrine girersin (Hinduizm)… Her Pazar kilisede toplanırsın (Hristıyanlık)… Her ramazan ayında bir ay oruç tutarsın… Namazda bir rüku iki secde yaparsın… Abdestte dört uzvunu yıkarsın… Hacda şeytan taşlarsın… Kabe etrafında yedi defa dönersin (İslam)…

Kur’an’da ritüeli karşılayacak kavramın “nüsuk/menâsik” olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla “İslâm’ın ritüelleri” aslında “İslâm’ın nüsukları” demek oluyor.

Nusuk/menâsik kelimesinin Arapçada toprağı ıslah için gübrelemek (nusuku’l-ard), yeni yağmur yağıp yeşillenmiş toprak (ardun nâsike), bir adamın alıştığı yer (en-Neseki) kelimelerinden da anlaşılacağı gibi “gübrelemek, alışmak” gibi anlamları var.

Kur’an’da nusuk altı yerde salât, oruç, hacc, kurban vb. ile birlikte kullanılır.  Bütün ritüelleri kendinde topladığı için özellikle hacc için “menâsik” denir ki aslında diğerlerini de kapsar. Kur’an namaz, oruç, hac, kurban vb. ritüllere ibadet demez. İbadet Kur’an’da 278 civarında yerde geçer ve hiç bunlarla birlikte kullanılmaz.  (bkz. ‘Din ve ibadet anlayışımız 1-2” ve “Dinin direği nedir?” başlıklı makaleler).

Şu halde İslam’ın ritüellerine nüsuk diyeceğiz.

Nüsuk belirli hareketlerin sayılı, tekrarlı ve aynı tarzda yapılması bakımından ritüel ve ayine benzer. Fakat kelime kökünden de anlaşılacağı gibi bunlardan maksat sırf “aynı şeyleri tekrar” edip durma değildir. Amacını kaybetmiş, manasız tekrar olunca ayin, hayatın içindeki bir amaca  “alıştırma” veya hayatta ürün almak için “gübreleme” olunca tekrarlanan hareketler nüsuk oluyor. Bu durumda nüsukun amacı “ibadet” oluyor. İbadet ise bir şeyi hayatın içinde yapmak, iş ve değer üretmek, ortaya çıkarmak, etmek, eylemek demektir.

***

Şimdi, bu ikili ayırım (nüsuk-ibadet; gübre-ürün) çerçevesinde İslam’ın belli başlı tekrar edilen hareket, tören ve merasimlerine (ritüellerine) bakalım.

HACC:

Nüsuku: Her (kamerî) yıl sonunda Mekke’deki Kabe (Beyt) etrafında toplanılır. İhrama girilir. Beyt tavaf edilir; etrafında yedi kez dönülür. Arafat’da vakfe’ye durulur…

İbadeti: Hayatta eve (beyt) dayalı yaşamı yüceltmeyi ve yaşatmayı ifade eder. İnsanlığın ve uygarlığın kökenini hatırlatır. Kabe’yi Adem yapmıştır. Çünkü Adem/Adam ilk ev (beyt) kuran, aileye dayalı yaşamı başlatan, bir arada yaşama hukuku getiren (şeriat) ve insanoğlunun (yeme içme, şehvet, tutku, ihtiras) konusunda kendini frenlemesi (savm/oruç) bilinci uyanan ilk insanın/insanların sembolüdür.

İlginçtir “Allahuekber” e benzer tek ifade Kur’an’da “Hacc-ı ekber” olarak geçer (Tövbe; 3). Dikkat ediniz; Allah yerine Hacc geçmiş. Bu durumda Hacc, insanlığın toplaşma, karışma, kaynaşma ve eşitlik ritüeli oluyor. Verdiği mesaj Allahuekber’in yere indiğinde nasıl anlaşılması gerektiğinin tatbikatıdır: Allah’tan (en-Nâs’tan/halktan/toplumdan) daha büyük değilsin! Ona dön!

Hacc “yöneliş” veya “yürüyüş” demek olduğundan, etrafında dönülen Kabe bir an için yukarıya çekilip alınsa ortada esas amaç kalır.  Geriye iki parça beze bürünmüş, karışmış, kaynaşmış, sınıf, tabaka ve kastlardan arınmış, “eşit” hale gelmiş insanlık (en-Nâs) kalır.  İşte tüm yeryüzünde “yöneliş” buna, “yürüyüş” buna doğrudur.

Hac boyunca telbiye yapılması [Lebbeyk Allahume lebbeyk… La şerike leke lebbeyk… İnne’l-hamde, ve’n’imete ve leke mülk la şerîke leke lebbeyk…] topluca yeri göğü inleterek mülkün Allah’a ait olduğunun ve şirkin esasında mülk ile ilgili olduğunun apaçık ilanıdır. [Anlamı: Buyur Allahım buyur. Senin ortağın yoktur buyur. Hiç şüphesiz övgü sanadır, nimet ve mülk (zenginlik, mal ve egemenlik) senindir; kimse sana ortak olamaz , buyur…]

Demek ki hacc ritüelinin bize öğrettiği rütbe, tabaka ve kastlardan arınmış (ihram/tavaf) sınıfsız topluma yöneliş ve insanlıkta/yeryüzünde/toplumlarda bunu sağlamak için durmadan çaba, gayret ve yürüyüş halinde olmaktır. Asıl ibadet budur, diğerleri bunu öğretmeye yönelik menâsiktir. Haccın diğer bütün nüsukları (Arafat, Müzdelife, Mina, Şeytan taşlama, kurban, bayram) bunun nasıl sağlanacağına yönelik sembolik hareket ve ritüellerdir. Her biri bu amacın bir aşamasını/safhasını öğretir. Hacılar bunları öğrenmiş ve hacc menâsikinden gerekli talimatları çıkarmış olarak memleketlerine dönerler. Asıl ibadet döndükten sonra başlar.


Konuya istek olursa diğer İbadetlerde ki ''Sembolik Ritüeller'' ile  devam edebilirim..

Saygılarımla.


Aralık 31, 2010, 10:53:23 ös
Yanıtla #21
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 180
  • Cinsiyet: Bay



Nasıl  cansız putlara taş atim oysa canlı putlar yer yüzünde yaşıyorlar. ( Hz Hüseyin )


Ocak 01, 2011, 02:38:04 ös
Yanıtla #22


Konuya istek olursa diğer İbadetlerde ki ''Sembolik Ritüeller'' ile  devam edebilirim..


Gordugum kadariyla Sayin Rohani; guzel ve anlamli paylasimlar sergiliyorsunuz. Bundan ben de yararlanmaktayim. Bilgi dagarcigimi geniletmeye calisiyorum. Bu nedenle rica etsem diger ibadetlerdeki '' Sembolik Ritueller '' ile devam etmeniz mumkun mu ?

Saygilarimla 
הדבר היחיד לשמור על אנשים בחיים הוא אהבה וכבוד

Aimer et être aimé c’est sentir le soleil des deux cotés.

«Ոսկե Տարիքը - Փոթորիկները, չի կարող կանխել մարդիկ սիրում են ծովը.


Ocak 01, 2011, 11:12:15 ös
Yanıtla #23
  • Ziyaretçi

İSLAM'IN RİTÜELLERİ

Ritüeller hakkında Sayın ,Prenses Isabella 'Namaz' konusunu paylaşacağım, Konuya rağbet olursa diğerlerinide paylaşabilrim 'Alıntı' yaptığım yazılar bu konularda çalışma yapan Bir İlahiyatçı'nın Mekalesi,ancak ben bu konularda İlahiyatçı Yazar'a katıldığım için paylaşmak istiyorum...



NAMAZ:

Nusuku: Günün belirli vakitlerinde en önemli hareketleri rüku ve secde olan hareketleri yapmaktır. Hac, cuma ve bayram namazlarında saf halinde dizilinir ve topluca (cemaat halinde) yapılır.

İbadeti: Hayatta hiç kimsenin önünde eğilmemek (ruku), mütevazi olmak (secde) ve eşitliktir (saf).  Eğer ömrünüz onun bunun önünde eğilerek geçiyorsa yaptığınız ruku sadece nüsuk olarak kalır ve ibadete dönüşmüş olmaz. Peygamberimiz der ki: “Kim birisinin önünde sırf zengin olduğu için eğilirse (ayağa kalkarsa) dininin yarısı gider.” (Beyhakî)… Keza kibirli, kendini beğenmiş, kasıntılı, böbürlenerek yürüyenlerin namazı boştur. Yaptıkları sadece nusuk olarak kalır; ibadet yapmış olmazlar… Yine namazda safa dizildiği, önündeki bir yoksulun çorabının dibine secde ettiği halde dışarı çıkınca kâşanelerine çekilenlerin, topluma üstten bakanların, kast yaratıp sınıf oluşturanların, öksüzü korumayan ve yoksulun yanında olmayanların namazı boştur.

 Çünkü eşitlik ritüelinden (saf halinde diziliş) çıkıp toplumda eşitsizlik yaratmaktadırlar. Bunların yaptıkları da sadece nusuk olarak kalır, ibadet olmuş olmaz. İbadet dışarıda, hayatta olur; tapınakta değil.

ABDEST:

Nusuku: El ve yüzü su ile yıkama, baş ve ayakları da mesh etme (veya ayakları yıkama) ritüelidir. Gusl abdesti ise bütün vücudu su ile yıkamadır.

İbadeti: Eline, yüzüne (gözüne, kulağına, ağzına), başına (kişiliğine) ve ayaklarına (gittiği yere) sahip olmaktır. Abdest ve gusl bu anlamda “Eline, beline, diline sahip ol” sözünün anlamını çağrıştırır. Çünkü su dinî sembolizmde arınmayı ifade eder.  Bunları su ile yıkamak, bunlara sahip olmak, buralardan insanların zararına bir şey çıkarmamak, yapmamak demektir. Bunları yaparsınız ibadet yapmış olursunuz, aksi halde nusuk olarak kalır.



Saygılarımla.


Ocak 01, 2011, 11:15:00 ös
Yanıtla #24
  • Ziyaretçi

Ancak bu İslam'ın Ritüelleri'ni okurken altta geçen Yazarın ntanımı Dikkate alınmalıdır,bundan dolayı bu tanımı olduğu gibi alta alıyorum..

İSLAM’IN RİTÜELLERİ

“Ritüel” sözcüğü Hind-Avrupa kökünde “ritu” (saymak) imiş… Oradan Letinceye “ritus” (ayin, tören, merasim, örf, adet) olarak geçmiş, Orta-Latincede “ritüale”  olmuş… Ordan da Fransızcaya  “rituel”, İngilizceye “ritual” olarak yerleşmiş…

“Âyin” kelimesi ise Türkçeye Farsçadan geçmiş ve görenek, tören, merasim anlamına geliyor. Osmanlıcada kullanılan “Şehrâyin” bu anlamda tören, merasim, şenlik ayı demek. “Ayna” kelimesi de bu kökten.  Ayin ve törende belli hareketlerin tekrar “aynısı” yapılır, aynada da kendinin “aynısını” görürsün. “Aynen” de bu kökten olup tekrar ifade eder…

Görüldüğü gibi ritüel veya ayinde bir hareketin “sayısı, tekrarı ve aynılığı” esastır: Her yıl Ganj nehrine girersin (Hinduizm)… Her Pazar kilisede toplanırsın (Hristıyanlık)… Her ramazan ayında bir ay oruç tutarsın… Namazda bir rüku iki secde yaparsın… Abdestte dört uzvunu yıkarsın… Hacda şeytan taşlarsın… Kabe etrafında yedi defa dönersin (İslam)…

Kur’an’da ritüeli karşılayacak kavramın “nüsuk/menâsik” olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla “İslâm’ın ritüelleri” aslında “İslâm’ın nüsukları” demek oluyor.

Nusuk/menâsik kelimesinin Arapçada toprağı ıslah için gübrelemek (nusuku’l-ard), yeni yağmur yağıp yeşillenmiş toprak (ardun nâsike), bir adamın alıştığı yer (en-Neseki) kelimelerinden da anlaşılacağı gibi “gübrelemek, alışmak” gibi anlamları var.

Kur’an’da nusuk altı yerde salât, oruç, hacc, kurban vb. ile birlikte kullanılır.  Bütün ritüelleri kendinde topladığı için özellikle hacc için “menâsik” denir ki aslında diğerlerini de kapsar. Kur’an namaz, oruç, hac, kurban vb. ritüllere ibadet demez. İbadet Kur’an’da 278 civarında yerde geçer ve hiç bunlarla birlikte kullanılmaz.  (bkz. ‘Din ve ibadet anlayışımız 1-2” ve “Dinin direği nedir?” başlıklı makaleler).

Şu halde İslam’ın ritüellerine nüsuk diyeceğiz.

Nüsuk belirli hareketlerin sayılı, tekrarlı ve aynı tarzda yapılması bakımından ritüel ve ayine benzer. Fakat kelime kökünden de anlaşılacağı gibi bunlardan maksat sırf “aynı şeyleri tekrar” edip durma değildir. Amacını kaybetmiş, manasız tekrar olunca ayin, hayatın içindeki bir amaca  “alıştırma” veya hayatta ürün almak için “gübreleme” olunca tekrarlanan hareketler nüsuk oluyor. Bu durumda nüsukun amacı “ibadet” oluyor. İbadet ise bir şeyi hayatın içinde yapmak, iş ve değer üretmek, ortaya çıkarmak, etmek, eylemek demektir.

(Alıntı)

Saygılarımla


Ocak 02, 2011, 07:03:29 ös
Yanıtla #25
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 1731
  • Cinsiyet: Bay


Sayın Rohani'nin yazılarını ilgiyle takip ediyorum.Katıldıklarım olduğu kadar,katılmadıklarım da var.

Namaz,oruç,abdest,kurban uygulamalrı İslam'ın ifşasından önce,İslam peygamberinin de mensubu olduğu Sabii'likte uygulanmaya başlamıştır.

Hatta Kurban uygulaması çok daha öncelere aittir.

İbadet,değer üretmek demektir,yani sayın Rohani'nin belirttiği gibidir.

Bu uygulamaların nasıl yapılacağı(ritüele edileceği)Kuran da açıkça belirtilmemiştir.

Uzun zamandır zaman,zaman namaz kılmama rağmen,namaz esnasında,ayetleri(Bilindiği anlamıyla Tanrı'nın sözlerini)yeniden "O"na tekrar etmenin akl-ı hikmetle bağlantısını çözemedim.

Hacc,sembolik anlamıyla Tanrı'ya "O"nun evine,yani müminin kendi kalbine yönelmesidir.Bizlere şahdamarımızdan daha yakın olanı başka yerde aramanın ne anlamı olabilir.

Sembol dilini yani kuş dilini anlamakta,anlatmakta tefekkür gerektirir.Zira sembol dili,bilinç altının evrensel dilidir.

Bu söylemler,benim şahsi düşüncelerim ve tamamı değişime açıktır.Şimdiik kısa kesmeliyim,gerekirse sonra devam ederiz.


Saygılarımla



Ben"O"yum,"O"ben değil...


Ocak 02, 2011, 11:32:31 ös
Yanıtla #26
  • Ziyaretçi

Sn Ceycet

Kurban ve Namaz,Oruç,abdest ve daha bir çok uygulama ''Şirk Toplumu'' nun Sosyolojik yapısında yaşanmaktaydı ,buna dair bir çok Tarihi kaynakda yazılı olarak geçer, bu ''Ritüeller'' in yeni olmadığı, bu yüzden Namaz'ın şekli Kur'anda yoktur..Çünkü Muhammed'in Dünya Görüşünü yaymak istediği Kentte Halkın büyük çoğunluğu Namaz kılıyor,Oruç tutuyor,Hacc Görevini yapıyor ve ayrıca Kent'te ''İmtiyazlı Dindar Aileler'' tarafından Kabe'nin ( Beyt ) in ziyaretçileri misafir ediliyor ve bu İmtiyazlı Aileler tarafından ANAKENT yönetiliyordu...Tüm Ritüller bilindik bir konu olduğu için yabancısı değillerdi...

Hacc İbadeti : Halkın Rabb Allah önünde ''Eşitliğini ve Statüsü,Sınıfsız,Hiyarerşik olmayan'' ve ''Yeniden Doğuş'' Ritüeli olarak İnsanın Aklı ve Elleri ilk İnşaa etmiş olduğu Mahremi olan Alet kullanma beceresini kullandıkları,Hayvan Irkından büyük farklılıklarını ortaya koydukları ''Sembol'' leridir..Bundna Dolayı Allah bu Ev'e ''Beytullah'' yani ( Allah'ın/Benim Evim ) demektedir.

Ancak bu Toplumda ''Fakirler,Düşkünler,Miskinler ve Köleler'' en ağır şartlar altında yaşıyordu ''Zekat-İnfak-sadaka-Maun ve bir çok Mülkü ve Sosyal yapıyı ilgilendiren Konuda ''Sınıflı'' Hiyerarşik bir toplum ortaya çıkmış...Halkın bir çoğu Gücü ve Emeği sömürülüyordu..Kutsal İmtiyazlı Aileler tarafından Halk'ın İş Gücü ve emeği sömürülmekteydi.

Faiz gibi İktisadi sorunlar büyüdüğü için Halk fakirlik ve düşkünlük sonucu 'Kız Çocuklarının'' bu tefecilerin eline düşmemesi ve Fuhuşa sürüklenmesi için Öldürüyordu...

Kur'an da   hiçbir yerde Namaz'da Kur'an okuyun yazmaz...Bunun yerine ''Zikir veya Dua'' edin yazar...

Sabiiler ile Müslümanların Sembolik ve Teolojik anlamda birçok benzerlikleri var.Sosyolojik anlamda da birçok Ritüelleri aynı..Fakat Sosyolojik boyutu ile İslam bir Reform Hareketi olarak ortaya çıkar...Diğer ''Dünya Görüşlerini'' ve Yozlaşmış Kültü ve Sömürgeye dayalı anlayışı ortadan kaldırmak amaçlı bir Hareket Noktasından ilerler.

Alıntı
Sembol dilini yani kuş dilini anlamakta,anlatmakta tefekkür gerektirir.Zira sembol dili,bilinç altının evrensel dilidir.

Bu konuda size katılıyorum özellikle ''allegori'' olarak anlatımlar Kur'anda sık sık Beyan edilir...Bunlar 'içrek'' bir bilgi barındırır...

Örnekleri: Melekler ,Şeytan,İblis,Cin,Dağlar,Ağaç v.s gibi Unsurlar ile Kur'anda ''prolog'' ve ''allegori'' kullanarak Sembolik konuşma yoluna gider.

Saygılarımla.


Ocak 03, 2011, 11:43:14 öö
Yanıtla #27
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 1731
  • Cinsiyet: Bay


Sayın Rohani,

işte tam bu vurguladığınız konularla ilgili olarak size birkaç soru yöneltmek isterim.

Sizce Kuran,bireyin kendisini geliştirilmesine yönelik olarak yazılmış,her bireye zaman ve ruh haline göre hitap eden bir kitap mıdır;yoksa dönemin toplumunu ıslah etmek için hazırlanmış yasa niteliğin de bir kitap mıdır?

Saygılarımla


Ben"O"yum,"O"ben değil...


Ocak 03, 2011, 02:08:50 ös
Yanıtla #28
  • Ziyaretçi

Alıntı
Sizce Kuran,bireyin kendisini geliştirilmesine yönelik olarak yazılmış,her bireye zaman ve ruh haline göre hitap eden bir kitap mıdır;yoksa dönemin toplumunu ıslah etmek için hazırlanmış yasa niteliğin de bir kitap mıdır?


Sayın Ceycet,


Bu Konu hakkında söylenecek O kadar 'şey' var ki,bir cümle ile kısaca yazmanın yollarını arıyorum bulamıyorum.

Sorunuz üç ayrı başlık altında değerlendirilecek olursa.

a) Kuran,bireyin kendisini geliştirilmesine yönelik olarak yazılmış bir Kitap mıdır ?

b) Her bireye zaman ve ruh haline göre hitap eden bir kitap mıdır ?

c) Kendi döneminde toplumunu ıslah etmek için hazırlanmış yasa niteliğin de bir kitap mıdır?

Sn Ceycet, Sorularınız hakkında yeterli bir cevap olmayacak aşşağıda vereceklerim,ancak bir fikir edinmemizi sağlayabilir.Sorunuzun cevabını beraber bulmak istiyorum uygun görürseniz..'Biz' bu sorularınızı  cevaplamaya çalışalım.

................................................................

Her üç Sorunun Temelide ''Tanrı ve Elçi'' ile ilgili bir algıdan kaynaklanıyor,

Birincisi Kur'anda Ayetlerden kast edilen Gece ,Gündüz,Doğa Gökler ve Yerler v.b...Bunlar Ayet olarak geçiyor bunlarıda düşünüyorum.

Ellerin ayakların konuşturulması ayetleri

Şah Damarından yakınlık ayeti ( Canımızdan daha yakın )

İkincisi Kur'anda ''Allah Gerçeğin ta Kendisidir'' der bir çok yerde,

Yerler ve Gökler,Melekler,İblis,Adem,Dağlar,Meryem,Musa'nın Annesi ile İnsanlar ile temsili 'prolog' yönetemi ile konuşma ( allegori )

 Muhhammed'in ''OKU'' emrini Vicdanında hissetmesi ve Toplumu,Evreni ve Kainatı okuması,


 “Biz onu Arapça bir Kur’an olarak indirdik. Onda her tür uyarıyı apaçık yaptık ki belki onu okuyan Allah’ın öfkesini çekmekten sakınır veya titreyip kendine döner. Demek ki egemen olan Allah GERÇEĞİN TA KENDİSİDİR; yüceler yücesidir! Dolayısıyla vahyi bütünüyle okumadan Kur’an’dan sonuç çıkarmada acele etme ve ‘Rabbim bilgimi artır’ de.” (Taha; 20/113-114)



“Ey insanlar! Eğer öldükten sonra dirilmekten kuşkuda iseniz; bilin ki, Biz sizi topraktan, sonra atılıp saçılandan, sonra ilişip yapışandan, sonra da belli belirsiz bir çiğnem et parçasından yarattık ki olacak olanı ortaya çıkaralım. Böylece dilediğimizi belirli bir süreye kadar rahîmlerde tutar sonra bir bebek olarak çıkarırız. Artık kiminiz ergenlik çağına erişir, kiminize ölüm erken gelir, kiminiz de ne dediğini bilmez bunak bir ihtiyar oluncaya kadar yaşar… Yine yeryüzünü de kupkuru görürsün ama üzerine su yağdırdığımız zaman harekete geçer; kabarır ve her güzel çiftten bitkiler bitirir.
İşte bütün bunlar gösteriyor ki Allah GERÇEĞİN TA KENDİSİDİR. O, ölüleri kesinlikle diriltecektir! O’nun her şeye gücü yeter; bundan hiç şüpheniz olmasın. Kıyamet kesinlikle kopacak! Onda hiç şüphe yok. Allah mezarlarda yatan herkesi kaldıracak; bundan asla şüpheniz olmasın.” (Hacc:22/5- 7).


Yani: Ey insanlar! Eğer Allah’ın gerçeğin ta kendisi olduğunu anlamak istiyorsanız, bizzat yaşanan gerçekliğe bakın. Kendi doğumunuza, hayatınıza, ölümünüze bakın. Doğada yaşanan gerçekliğe bakın. Yağmurlar nasıl yağıyor, kuru toprak nasıl yeşeriyor, bitkiler nasıl bitiyor bakın… Bunlar nasıl gerçekse, yazdan sonra sonbahar, sonbahardan sonra kış nasıl geliyorsa, dünya hayatından sonra da ahiret hayatı öyle gelecektir. Bebek nasıl yaşlanıyor, doğururken ölen annenin bebeği nasıl yaşıyorsa, sizden sonra nasıl yeni insanlar yeryüzüne geliyorsa, yeryüzünden sonra da ahiret hayatı öyle gelecektir. Yalnızca ve sadece GERÇEK’tir hep yaşayan…

“Onlara ‘Gökleri ve yeri kim yarattı?’ diye sorsan hiç şüphen olmasın ‘Allah’ diyecekler. De ki: ‘Bütün övgüler Allah’a aittir.’ Fakat çoğu bunun ne demek olduğunu bilmez. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ındır. Allah’ın hiç bir şeye ihtiyacı yoktur. Yegane övülmeye layık olan O’dur; bundan hiç şüpheniz olmasın. Eğer yeryüzündeki bütün ağaçlar kalem olsa, deniz de mürekkep, sonra buna yedi deniz daha eklense Allah’ın sözleri tükenmez. Allah çok güçlüdür, bilgedir; bundan hiç şüpheniz olmasın. Sizin yaratılmanız da, tekrar diriltilmeniz de ancak bir tek kişinin yaratılması ve diriltilmesi gibidir. Allah her şeyi işitir, her şeyi bilir; bundan hiç şüpheniz olmasın. Allah’ın geceyi gündüze, gündüzü de geceye çevirdiğini görmüyor musun? Güneş ile ayı da emrine amade kılmış. Her biri belirli süreye doğru akıp gidiyor. Allah yaptıklarınızdan haberdardır; bundan hiç şüpheniz olmasın. Bu şundan: Allah GERÇEĞİN TA KENDİSİDİR. O’ndan başka çağırdıklarınız hepsi sahtedir. Ulu ve büyük olan yalnızca Allah’tır; hiç kuşku yok! Allah’ın lütfuyla gemilerin denizde nasıl akıp gittiklerini görmüyor musun? Böylece Allah size varlığına dair işaretleri gösteriyor. Bunda güçlüklere göğüs germesini bilen ve şükrünü eda etmek isteyenler için büyük dersler vardır; hiç kuşku yok! Bakın, denizde kimilerini dağ gibi dalgalar sardığında, hemen dine sarılıp Allah’a yalvarıp yakarırlar. Tehlike geçip de sağ salim kıyıya ulaştırdığında ise içlerinden kimileri hala kararsızdır. Zaten hiç kimse haince bir nankörlüğe kapılmadıkça ayetlerimizi bile bile inkâr etmez” (Lokman: 31/25-32).


 Dikkatle okuyun. İnsanı, hayatı ve doğayı nasıl tasvir ediyor, neye gerçeklik diyor görün. Yerleri ve gökleri yaratanın “Allah” olduğunu söylediği halde hepsi apaçık ayetler (gerçekler) olan insan, hayat ve doğadan kopmuş olanları anlatılıyor bu ayetler…

Ayetleri böyle yoğun bir şekilde vermeme bakarak üzerinize bıkkınlık çökmesin. Dikkatle okuyun. İnsanı, hayatı ve doğayı nasıl tasvir ediyor, neye gerçeklik diyor görün. Yerleri ve gökleri yaratanın “Allah” olduğunu söylediği halde hepsi apaçık ayetler (gerçekler) olan insan, hayat ve doğadan kopmuş olanları anlatılıyor bu ayetler…

Onlar bir Allah’a inanırlar ama gerçeklikten kopmuşturlar. Gözlerinin önündeki gerçekliğe karşı sağır, dilsiz ve kör olmuşlardır. Yeryüzündeki bütün ağaçlar kalem olsa, deniz de mürekkep, sonra buna yedi deniz daha eklense anlatmakla, öğrenmekle, bilmekle tükenmeyecek olan yaşayan gerçeklikten habersizdirler. Allah’ı, gecenin gündüze, gündüzün de geceye çevrilmesinde, güneş ile ayı emre amade kılmasında ve her birinin belirli süreye doğru akıp gitmesinde, gemilerin denizde nasıl akıp gittiklerinde yani açık tabiatta, yaşayan doğada ayetlerini göstermesinde aramazlar da cinde, peride, sırda, büyüde, tılsımda, kırklarda, yedilerde vs. ararlar. O inandıklarına da Allah derler. “Cenâb-ı Hakk” yani gözlerinin önünde ayetleriyle kendini gösteren gerçeğin ta kendisinden habersizdirler.

“Hiç bir şeyden habersiz, kendi halinde namusuyla yaşayan mümin kadınlara zina iftirası atanlar dünyada ve ahirette lanetlenmişlerdir. Onları büyük bir azap bekliyor. Dilleri, elleri ve ayaklarının yaptıklarını dile gelip anlatacağı gün…O gün Allah onlara hak ettikleri cezayı verecektir. Böylece onlar, Allah’ın her şeyi açığa çıkaran GERÇEĞİN TA KENDİSİ olduğunu bileceklerdir. (NUR: 24/23-25).


Neye inandığınızı iyi düşünün…

* “İman edenlerin Allah’ı ve O’nun katından inen GERÇEĞİN TA KENDİSİNİ hatırlamaları için titreyip kendilerine gelme zamanı gelmedi mi? Yoksa önceki çağlarda kendilerine kitap verilip de sonra üzerlerinden uzun zaman geçince günaha dalarak kalpleri katılaşanlar gibi mi olacaklar? (HADİD: 57/16)

Yani; iman iddiasında bulunanların “Cenâb-ı Hakk’ı” (gerçeği, hakkı ve adaleti) ve O’nun katından gelen gerçeğin, hakkın ve adaletin evrensel sesi Kur’an’ı hatırlamaları, ona dönmeleri ve onunla titreyip kendilerine gelme zamanı gelmedi mi? Yoksa önceki çağlarda kendilerine kitap verilenler gibi, aradan uzun zaman geçince gerçeklikten (tarih, insan, hayat ve tabiattan) koparak dinlerini tapınak dinine çevirenler, kitaplarını terk edenler, duvarlara asanlar, ölüler kitabı haline getirenler, cenaze ritüeli haline sokanlar, haktan ve adaletten sapanlar, günaha dalanlar, inançlarını hurafe çöplüğüne döndürenler, sanki Allah yokmuş gibi yaşayanlar, sanki Kur’an bize seslenmiyormuş gibi arkasına bakınıp duranlar, sanki Kur’an bize değil de duvarlara okunuyormuş gibi kalpleri kaskatı kesinler gibi mi olacaklar?

Konuya dair verdiğim bilgiler bir kaç Kaynaktan Toplanmıştır..
« Son Düzenleme: Ocak 03, 2011, 02:13:41 ös Gönderen: Rohani »


Ocak 04, 2011, 10:43:11 öö
Yanıtla #29
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 1731
  • Cinsiyet: Bay


Sayın Rohani,yeni bir üyemiz olduğu halde emek verdiği katkılarıyla takdir edilmeyi hak ediyor.İslam ve Kuran konusunda ki birkimini de beğeniyle takip ediyorum.

Öncelikle,Kuran'ın kendisinin bizzahati mucize olduğuna inandığımı belirtmek isterim.Ancak,ilgi alanım özellikle ezoterizm olduğu için,kutsal metinlerde yazılmış olanların içrek anlamları konusunda tefekkür ederim ki,bu durum beni çoğu tevil üstadından,ilahiyatçıdan özellikle de kabukçu,dinci,istismarcı olarak nitelendirdiğim zevattan ayırır.Bu özel durum nedeniyle de zaman,zaman eleştirinin de ötesinde ithamlarla karşılaşırım.Olsun,olmalı da, ben halimden ve idrak ettiklerimden şimdilik memnunum.

Öncelikle,elçilik konusunu bir kenara bırakırsak,Kuran'da da belirtildiği gibi,her insanın Tanrı'nın halifesi olduğuna,iman yoluyla farkındalıklarını arttırabilen her insanın Tanrı'yla birebir iletişim kurabildiğine,bu iletişim aracının da içimizde hiç susmayan Vicdanın sesi olduğuna yürekten inanırım.Aklın ürettiği,bilginin desteklediği ve Vicdanın onayladığı her karar,bizzat Tanrı'nın vahyidir.

Yaradılmış olarak tanımladığımız,canlı-cansız algıladığımız nesnelerin hiçbirisi Tanrı'dan azade,uzakta veya ötede değildir.Kainatta varolan hernesne,özellikle de canlılar,herdaim değişime tabidir.Dolayısıyla,bizlerin ölüm olarak algıladığımız olay,aslında bir değişimden başka birşey değildir.Evrim ve devinim devam ettiği için beşer sıfatı taşıyan İnsanın da evrimi halen devam etmektedir.Bizler,henüz olması gereken insanlar değiliz,daha olmaya devam ediyoruz.Olduğumuz da ise halen insan mı oluruz,o konu da şimdilik birşey söyleyemem.

İnsanın varolduğunun bilindiği yazılı tarihten bugüne varolan dinler,kültler,antik gizemlerin tamamı aynı konuya işaret eder.Burada sorgulanması gereken en önemli husus,Tanrı mı bizleri yarattı,yoksa bizlermi Tanrı'yı yarattık,olmalıdır.

Yoksa aslında ikisinin de birbirinden farkı mı yoktur?...İnsan zihni,herhangi bir olguyu kabullenebilmek için "İmge"ye ihtiyaç duyar.Doğa,bünyesinde barındırdığı yaptırım erkini insana anlayacağı dilde anlatamadığı için dir ki,insan bu sorunun cevabını kendisi aramış,enkolay çözümü de kendisini yaradan Tanrı'yı yaratmada bulmuştur.Zaman içinde evrilen bu inanç sistemleri,tevhid dinlerinin ifşasıyla dondurulmuş olsa da,neredeyse her inananın zihninin bir köşesinde bir Tanrı imgesi vardır.

Çoğumuz da,gökyüzünde tahtında oturan nur yüzlü,eli bastonlu sakallı bir ihtiyar olarak beliren bu imge bilinenin ötesinde,Kuran'ın tanımıyla bizzahati gizli Şirktir.

Bu benzetmeleri,benzeri şekilde antik dönemde ve sonraları anlatmaya çalışan;Pitagoras'ın,Sokrates'in,Platon'un,Bruno'nun,Nesimi'inin,Hallac-ı Mansur'un,Arabi'nin,Mevlana'nın,Şeyh Bedrettin'in ve daha birçok katledilen tefekkür üstadının Tanrı'nın bilinen elçilerinden farklı düşündüklerini zannetmiyorum.

Sayın Rohani'nin de vurguladığı gibi aslında söylenecek daha çok şey var.

Umarım,şimdilik bukadarı yeterli olur.


Saygılarımla



Ben"O"yum,"O"ben değil...


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
5 Yanıt
3839 Gösterim
Son Gönderilen: Temmuz 27, 2013, 10:17:50 ös
Gönderen: 418