Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: Ayasofya’nın Müzeye Çevrilmesi  (Okunma sayısı 17636 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Ağustos 11, 2011, 03:11:04 ös
Yanıtla #10
  • Ziyaretçi

Sayın Karahan

Yanıtınız hemen geldi ve içimi rahatlattı. Sağolasın.
Ayasofya'yı konunun açılış başlığı olarak alıp tarih boyunca din değiştirilen yapılara değinmemiz için de artık bir engel kalmadı sanırım. Benim için bundan sonra konu tümüyle tarihsel ve kültürel bir bilgi alışverişine dönüşecek demektir.

Ancak Ayasofya ile ilgili olarak bazı kuşkularım var. Eğer bir kaynak bularak açıklama yaparsanız mutlu olurum. Kafamı kurcalayan durum şu:

Tarihçilere göre Fatih Sultan Mehmet 29 Mayıs 1453 Salı günü kenti ele geçirmiş ve kentin tam 3 gün 3 gece Osmanlı töresi gereği yağmalanmasına izin vermiş. Bu durumda yağma 1 Haziran Cuma günü de sürmüş. Kimi kaynaklar Fatih’im emri ile yağmanın durdurulduğu ve bu nedenle sadece bir gün sürdüğünü söylüyor. Benim anlamadığım şu. Bir gün ya da üç gün, bir yandan yağma sürüyor, şehir karmaşa içinde ve bu gürültü patırtı içinde Ayasofya kilisesinde hazırlıklar yapılıyor. Duvarlardaki freskler, aziz ve İsa-Meryem resimleri örtülüyor, iskeleler kuruluyor fresklerin, mozaiklerin üzerleri kireç badana ile mi yoksa kağıtla mı, kumaşla mı kapatılıyor. Acele minber hazırlanıyor ve Cuma günü namaz kılınıyor. Aynı gün Fatih oranın vakfiyesi olduğunu ilan ediyor hem de yazılı olarak…Bana biraz tarihçilerin tahrifatı var gibi geliyor.

Ayasofya'da Fatih Han elbette cuma namazı kılmıştır ama o tarihte değildir...
Ayasofya Fatih'in vakfiyesi olarak kayıtlara yani vakfiyye listelerine işlenmiştir ama 1 Haziran cuma olması söz konusu değildir. Daha sonraki bir tarihte olabilir.
Bu konuda bilgi verebilirseniz sevinirim. Selamlar


Ağustos 11, 2011, 03:31:39 ös
Yanıtla #11
  • Seyirci
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 4031
  • Cinsiyet: Bay

Sn.Dede

Bende konuyu yeni araştırmasktayım, yakın tarih açısındanda önemli olarak düşündüğüm bi,r konu olduğu için burada yayınlayıp fikir tartışmasına açmak istedim.

Tarih bize benim anladığım tarihten herzaman gerçekleri bizim anlamamız gerektiği biçimde verilmiş.İstanbulun fethinde osmanlı kuvvetlerinin sayısı 50 bin ile 100 bin arası verilirken bile tam bir görüş birliği yok.Bizans için bu kayıt daha tutarlı çünkü kentin tam nüfusu biliniyor oda 18000 civarı şimdi bundan yola çıkarsanız bu nüfusun yarısı kadın erkek ve çocuk olsa fethin karşısındaki bizans gücü hemen hemen ortaya çıkıyor.

Bahsettiğiniz konuda tamda onlardan biri tarih övme ilimi değildir,tarih müspet bir ilimdir ve ancak toplumları gerçekliği aydınlatabilir.Verilen tarihler çok sıkışık ve gerçekçi durmuyor,dahada ilginci imparatorun yağmaya izin vermesi burda asıl ilginç sorular var demekki bir imparator asla bu muhteşem gücü elinde yağma(hırsızlık)yapılmasına izin vermeden elinde tutamıyor,üzerinde etkin olamıyor.Konu dağıldı sizin sorunuz ile ilgili benimde bilgim genel şeyler lakin haklısınız tarihler çok sıkışık bu yüzden o kadar işin ve sıkışıklığın arasında cuma namazı ertesi hafta kılınsa  ne olurki kimin ne acelesi var yangından mal kaçırıyorlarmış gibi sıkıştırıvermişler o tarihi oraya.

Sizinle tarihçilerin tahrifatı konusunda hemfikirim.

Saygılar.
ÖZGÜRLÜK BİLE SAHİP OLMAK İÇİN SINIRLANDIRILMALIDIR.

EDMUND BURKE

Hayat Bizi Resmen Dört İşlemle Sınar. Gerçeklerle Çarpar, Ayrılıklarla Böler, İnsanlıktan Çıkarır ve Sonunda Topla Kendini Der.  leo


Ağustos 11, 2011, 05:01:52 ös
Yanıtla #12
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay



Hiç kuşkusuz bu konuda bir şeyler yazanların bilgisi benden çok fazladır.

Forumumuzun yeni üyesi DEDE, gelir gelmez, hoş geldi safa geldi, hemen bu konuya sarılmış. Onun da bu bağlamda pek geniş bilgi sahibi olduğu belli.

Benim bu bağlamdaki bilgim, İstanbul’un fethinden sonra bu yapının camiye dönüştürülüp bu amaçla değişik tarihlerde dört köşesine birer cami minaresi eklenmiş olması.

Sonra bir de Mimar Sinan’ın bu yapıyı aslında pek ağır, oradaki topoğrafyanın da elverişsiz olup, bir toprak kaymasıyla çok ağır ve giderilemeze hasara uğrayabileceği kaygısıyla, bu yapıya payandalar eklemiş olduğu. Nitekim bu nedenle yapının güney yanında dışarıdan bakıldığında bir çirkinlik göze çarpar.

Tüm bunların ayrıntılarını bana bundan çok pek çok yıl önce sormuş olsaydınız, o İstanbul’u adım adım gezerek incelediğim sıralarda ya da hemen sonrasında, size bir sürü ayrıntı anlatabilirdim. Eskilerde kaldı. Edindiğim bilgileri ve gözlemlerimi yazmayı da düşünmedim hiç. Sonuç: Unuttum gitti.

Benim için bu yazışmalar bakımından üç önemli nokta var:

1- Bir İslâm ülkesinde Hıristiyan yapıtı bulunamaz düşünüsü… Böyle saçma sapan, böyle geri kafalı,böyle bağnazca bir düşünce kabul edilemez. Kaldı ki, nüfusunun çoğunluğu Müslüman olsa birle Türkiye Cumhuriyeti demokratik ve laik bir sosyal hukuk devletidir. Dolayısıyla kimi politikacılar ara sıra söylemlerinde bu hatayı yapmakta olsa da Türkiye Cumhuriyeti bir İslâm ülkesi bile değildir. Bu kafa yapısıyla gidilecek olursa, bir Hıristiyan ülkesinde de İslâm yapıtı bulunamaz. Belli bir dinin çoğunlukta olduğu bir ülkede başka bir din ile bağdaşık herhangi bir kültür yapıtı bulunamaz, bulundurulmaz, barındırılmaz, değiştirilir, başkalaştırılır, bozulur, yozlaştırılır. İstenilen bu ise Kapadokya’daki yüzlerce kilisenin de camileştirilmesi gerekirdi. Bunlar kültüre ve sanata önem ve değer veren uygar toplumlara yakışmaz.

2- Geleneksel olarak camilerin ve kiliselerin birbirinden farklı mimari özellikleri vardır. Bir kilise camiye, bir cami kiliseye dönüştürülemez. Yapılmamış değildir; aksine evrensel ve toleranslı bir görüşle davranılmadığı için çok yapılmıştır ama olmamıştır işte. Her birini kendi kültürü içinde bırakmak, üstelik sahip olunan bu kültürü korumak gerekir. Ayasofya gibi 6. yüzyıldan kalma bir kültür mirası bizim ülkemiz için çok önemli ve çok değerlidir. Bu bizim kültür varlığımıza bir katkıdır. Onu değiştirmeye, hele içerdiği sanat öğelerini kendi dinsel düşünülerimizle bize elverişli gelmiyor diye ortadan kaldırmaya kalkışmamız bir kültür suçu işlemektir.

3- Anladığım kadarıyla 1934 yılında Ayasofya’nın müze haline dönüştürülmesi için bir Bakanlar Kurulu kararı alınmış. Bu kararı Gazi M. Kemal onaylamış. (Oradaki imzalara baktım da Ş. Kaya dikkatimi çekiverdi.) Şimdi denilen ne? Bu imzanın sahte ya da taklit edilmiş olabileceği. Vay! Atatürk’ün sağlığında birisi kalkıp onun imzasını taklit edecek ve Ulu Önder’in bundan haberi olmayacak!... Komplo teorisi çok yazılabilir kuşkusuz ama bu kadarının olabileceğini hiç sanmam.

Tüm bunların ötesinde bir başka şey daha ekleyeyim mi?

Hani geçen yıl bir sorun çıktıydı. Bir grup gelecekti İstanbul’a büyük bir sansasyon oluşturarak ve Ayasofya’da bir ayin yapacaklardı güya bilmemnenin bilmemkaçıncı yıldönümünü kutlamak amacıyla…

İşte bu olmazdı. Böyle saçma sapan bir iş olamazdı. Çünkü Ayasofya bir kilise değildir. Cami olmadığı gibi kilise de değildir; o eskidendi.

Ayin yapacaksanız, bunun için İstanbul’a gelecekseniz, İstanbul’da bol bol kilise var. Hem öylesine var ki, 13 ayrı mezhebin kilisesi var İstanbul’da ve bu bakımdan İstanbul tek kenttir dünya yüzünde. İnancınız bakımından hangisi size elveriyorsa o kilisenin yönetimiyle görüşüp anlaşırsınız; TC yasalarına aykırı olmamak koşuluyla orada ayininizi yaparsınız.

Bu açıdan bakıldığında belki kimi camilerimizin de aslında olağan ibadete kapatılıp, onların yerine yenilerinin yapılıp, o camilerimizin kültür değerlerinin koruma altına alınması gerekir. Bunu dedim diye hemen aklınıza Saltanahmet ya da Süleymaniye falan gelmesin… Özellikle Anadolu’da bu bakımdan koruma altına alınması gereken öyle değerli kültür mirasları var ki… Bunların arasında tümüyle ahşap olanları da var.

Çok yazdım, yeter. Ölçüyü bilmeli, burada durmalıyım.



ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


Ağustos 11, 2011, 11:02:58 ös
Yanıtla #13
  • Ziyaretçi

Yazmayayım diyorum fakat merakımdan dayanamayarak sormak istiyorum. Fatih Sultan Mehmet, neye dayanarak ve ne maksatla Ayasofya'yı camiye çevirmiştir. Hristiyan kültürüne ve ümmetine baskı yapmaktan kaçınan bir çizgide görünüp bu şekilde bir davranış bana çok büyük bir hata gibi duruyor. Acaba bu kilise istanbula hakim olan hristiyan mezhebine ait olmadığı için ve kullanılmadığı için camiye çevrilmesi gibi bir durum söz konusu bile olsa o mezhebe yapılan bir saygısızlık örneğidir. Eğer Ayasofya'nın minareleri yıkılarak hangi hristiyan mezhebe aitse restorasyon için onlara verilmesi çok mantıklı olur. Fatih Sultan Mehmet de hata yapabilir yani.

Saygılarımla.


Ağustos 11, 2011, 11:48:52 ös
Yanıtla #14
  • Mason
  • Orta Dereceli Uye
  • *
  • İleti: 229

Sayin Masor1976,

siz kim oluyorsunuz da Osmanli'ya ve hatta Fatih Sultan Mehmet'e laf ediyorsunuz, haddinizi bilin!

Saka tabii ki... Tam tersine anlayisiniza siginarak gonderme yapiyorum bazi kesimlere. Hatta yazdiginiz yaziya cok buyuk oranda katiliyorum.

Osmanli baris doludur, Bati gibi somurgeci degildir, isgalci degildir sacmaliklarina buyuk ornektir bu bahsettiginiz olay. Hala bir de gelmis Ayasofya camii olsun diye yirtiniyorlar. Ayasofya eger orijinaline dondurulecekse Kilise haline dondurulmelidir. Ama bence yine de en uygunu muze olarak kalmasidir.

Esenlikler,
Laus Deo.
YY & Y


Ağustos 12, 2011, 01:37:34 öö
Yanıtla #15
  • Ziyaretçi

Tasavvufçuların sevdiğim bir terennümü vardır. Allah dünyayı yarattı fakat 1 kez bile şefkat nazarıyla bakmadı. Ve dünyayı seven sevgimi bulamaz buyurdu. Allah Hz.İbrahim'in hürmetine  Kabe'ye 1 kez nazar etti asırlarca insanları kendine çekti ve müminlerin secdegahı oldu. Allah mümin kulunun kalbine günde 70bin kez nazar eder. Aslında kamil insan her tür kutsal addedilen yapıdan, dinlerden ve kitaplardan üstündür.

Yani taştan bir yapıya değil, o yapıya kutsal diye inanan insanlara hürmet göstermek önemlidir. Bunu insanları yaratan için yapmak gerekiyor. Neye inanırsa inansın, hangi milletten olursa olsun insanoğlu her türlü hürmeti hak eden bir varlıktır. Yaratılabilecek karşılıklı hürmet savaşları bitirip barışı hakim kılacaktır. Bunun bilincinde olmayan ve nefslerinin elinde oyuncak olan insanların güç ellerine geçince farklı inanca sahip bahanesiyle Allah için insanları inciterek, insanı yaratan Allahı incittiklerinin farkında olmadan yaşadıklarını görmek üzücüdür. Üzücü kısım ego tatminini yaparken "Allah için" diye kılıf uydurulmasıdır.

Saygılarımla.


Ağustos 12, 2011, 02:04:16 ös
Yanıtla #16
  • Seyirci
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 4031
  • Cinsiyet: Bay

Aktarılan güzel görüşlerinizin çoğuna katılıyorum,burda benim hep ısrarla üstünde durduğum saptırılmış tarihi gerçekler ve sorulması gereken sorular.Bazı arkadaşların dediği gibi burası ilk önce kilise idi burayı camiye çevirmek çok güçlü hissedersen kendini, ve bu gücün ilelebet süreceğinden eminsen sonraki nesillere problem teşkil etmeyeceğini düşünüyorsan metezoru kiliseyi camiye çevirirsin.

Daha mantıklı olanı ise kilise olarak bırakırsın aynı zamandada cami olarata kullanılabilecek bir ibadethane haline getirrsin kimse ne mağdur olur nede rencide olup sana kin duyar.Biz avam tabakasıda yıllarca atalarımız ne iyi yapmış kiliseyi camiye çev,rmekle diye övünür dururuz.Bilmeyizki hristiyan dünya bunun kinini içten içe tutar.Nasıl tutmasınki mescidi aksa için bizim benzeri yaşadığımız korku yokmu aynı şiey.

Demekki arkadaşlar tarih bize herzaman işin hep maalesef hep şövanst boyutunu anlatıp türkü yücelterek gözlerimize ve aklımıza mil çekip gerçeği anlatmıyorlar bize.Geçenlerde gazetelerde çıkan yazı 300 kişilik bulgar askerinin bir tabur türkü çatalcaya kadar nasıl kovaladığını anlatıyorlardı.Beni üzsede acıtsada gerçek herzaman daha iyi huzur hep gerçekte.Dünyada eşi benzeri olmayan bir uygulamadır ama bir müslüman isterse kilisede kıbleyi bulup namaz kılar,ben ne zaman beyoğluna gitsem san antuan kilisesini gezerim herseferindede müslüman olduğum halde dua ederim.

Ne zamanki her iki din ortak bir mabedde ibadet yaparlar belki o zaman kardeşlik ve barış gelir.Birazda be utopya yaptım kusura bakmayın artık.

Saygılar
ÖZGÜRLÜK BİLE SAHİP OLMAK İÇİN SINIRLANDIRILMALIDIR.

EDMUND BURKE

Hayat Bizi Resmen Dört İşlemle Sınar. Gerçeklerle Çarpar, Ayrılıklarla Böler, İnsanlıktan Çıkarır ve Sonunda Topla Kendini Der.  leo


Ağustos 12, 2011, 02:37:11 ös
Yanıtla #17

Tarihi olayları yaşandığı günlerin koşulları içerisinde düşündüğümüz zaman, komplo teorilerine, sosyolojik çıkarımlara filan gerek kalmadan görülebilen noktalarla karşılaşabiliriz.

Şimdi bakalım, 1453 yılının bir mayıs günü Constantinopol şehrini alıyor Sultan Mehmet. Şehirde Taksim Gezi Parkında yapılması planlanan cami dahil yaklaşık 3.500-4.000 cami var, ama bunları beğenmiyor, gidiyor sırf Hristiyanlara gıcıklık olsun diye Ayasofyayı cami yapıyor...

Olay böyle mi olmuş? Tabi ki hayır. Dünyanın en önemli şehrini fethediyorsunuz, Roma İmparatoru oluyorsunuz, ibadet edilecek... Cami yok, doğal olarak yok, tarihinde o güne kadar Müslüman olmamış bir şehir...

Koskoca Sultan, Fatih, Roma İmparatoru namaz kılamayacak mı bu şehirde? Ya da kılacaksa bir evde 2 seccade koyup mu kılacak? Yeni cami yapılır yapılmasına ama, inşaat ne kadar sürer, kaç ay veya yıl sonra ibadete açılır, meçhul!

2011'den bakınca belki yanlış görülebilir ama 1453 mayısından bakınca en makul çözüm bir kilisenin camiye çevrilmesi ve ibadete açılmasıdır. Yapılan budur... Yok Fatih Hristiyanlara neden saygı göstermemiş, şuymuş buymuş... Bunlar tarih nedir bilememekten kaynaklanan dirayetsiz yorumlar bence.

İmza meselesine gelince. İddia şu: daha soyadı kanunu yok, Mustafa Kemal İmzasını Atatürk diye atmış olamaz… Diyelim doğru. Diğer imzalara bakalım: Sol üstteki “İNÖNÜ”. Şükrü “Kaya” hem kendi yerine hem de vekaleten başkası yerine atmış imzasını KAYA olarak…  sol alttaki imza da Celal BAYAR. Diğer imzalar için uğraşmadım, bunlar tanıdığım için okuyabildiğim isimler, ve yeterli bence. Herkes imzasını soyadı ile atıyor da neden sadece Atatürk soyadını kullandı diye sorun yaratılıyor? Bu biraz zekalarımıza hakaret olmuyor mu?

Saygılarımla.
Bir kavramın tarihini bilmediğiniz sürece
Kavramın kendisini idrak edemezsiniz


Ağustos 12, 2011, 03:02:47 ös
Yanıtla #18
  • Seyirci
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 4031
  • Cinsiyet: Bay

Sn.Mustafa kemal

Tarihçilerin sevdiğim bir lafı vardır devamlı söylerler her tarihi olayı o zamanki şartların içinde değerlendirmek  tarihi doğru anlamamızı sağlar derler ki doğru bir tanım itirazım yok benimde.Sizin yukarıda belirttiğiniz şartlar da aynen ibadet yeri lazım o şartlar altında onlara göre en doğrusu bu gibi gözüküyor,fakat her zaman doğru yol ve doğru bakış açısı aranmalıdır,yani adaleti sırf kendi çıkarına göre uygulayamazsın.Belki Fatih Sultan Mehmet bu uygulamayı İlk kiliselerden olan Ayasofya için böyle değildi ortak dini mekan olarak düşünse imiş gelinen bu nefret tohumlu duruma düşmezdik.

Alınan bu karar o an ve o şartlarda doğru gibide dursa herzaman hep bir yol daha vardır eğer uygulamak ve uymak istersen.Bugün mescidi aksa için kopardığımız feryad neyse sanırım hristiyanlarda aynını düşünüyor.Bir uyulama o anki şartlar buydu denip meşrulaştırılıp doğru göstermek belki tarihi bakışa doğru düşer ama insani değerlere ve o insanların o kiliseye bağımlılıklarını düşünürseniz bir taraf için güzel olan diğeri için cehenneme döner.Nitekim yüzlerce yıl bu kinin hiç eksilmediği ve bu hayalle yaşadıklarını düşünürsek burada o zaman doğru olan tarihi doğru,gerçekler ve bakış açısı değil tamamen dini ve insani boyut penceresi olduğu görülecektir.

Belkide bu psikolojik baskı altında burasının müze yapılmadığını kim iddia edebilirki.

Saygılar
ÖZGÜRLÜK BİLE SAHİP OLMAK İÇİN SINIRLANDIRILMALIDIR.

EDMUND BURKE

Hayat Bizi Resmen Dört İşlemle Sınar. Gerçeklerle Çarpar, Ayrılıklarla Böler, İnsanlıktan Çıkarır ve Sonunda Topla Kendini Der.  leo


Ağustos 12, 2011, 03:45:56 ös
Yanıtla #19
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay



Bu konu beni niçin çekiyor, niçin dürtüyor, bilemiyorum. Belki o gençliğimde bir Ankaralı olarak İstanbul'u adım adım gezişimde edindiğim izlenimlerden. (Adım adım mecazi anlamda değildir.)

Sayın Mustafa Kemal'in dediklerine katılırım. Elbette kentin fethinin hemen ertesinde cami gerekliydi ve yoktu. Çaresiz kiliseler kullanılacaktı. En elverişlişi büyüklük bakımından Ayasofya idi herhalde Ancak böyle bakılınca kuşkusuz geçici ya da kalıcı olarak cami diye kullanılmış tek yapı Ayasofya değildir sanırım.

Yanıtını bilmediğim bir soru: Osmanlı ordusu ve donanması seferdeyken toplu ibadetini nasıl yapardı? En azından Cuma namazı nasıl, nerede  kılnırdı?

Bu sorunun yanıtı her neyse aynı uygulama İstanbul'un ya da diğer Hıristiyan kentlerinin fetihlerinde de söz konusuydu kuşkusuz.

Sayın Karahan'a da katılırım olaya şövenist yaklaşmamak gerektiği konusunda.

Mescid-i Aksa(ya gelmeden Endülüs'teki camileri düşünün bir kez. Onlardan söz etmiştim sarırım geçen yıl Sayın Yalçın Kaya'nın "Batı'nın İki Yüzü" adlı dört ciltlik yapıtından aktarmalar yaparken. Daha yakın tarihte Bulgaristan, Yuugoslavya ve Batı Trakya'daki camileri düşünün. O Sırpların, Bulgarların, Yunanların yaptıklarını anımsayın.

Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'daki Hıristiyanlarla bağlantılı bir vakfiyesi vardır. Bir örneğini bulup buraya getirecek olan varsa getirsin. Ancak önemli olan bundan 550 küzsur yıl öncesi değildir artık; bugündür. Bugün demokratik ve laik bir huhuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti'nin tutumudur. Bu tutum bir İslâm ya da Osmanlı tutumu olmamalıdır; olamaz. Bu tutum uygar Türkiye Cumruriyeti'nin kültür değerlerine verdiği önemi yansıtan bir tutum olmalıdır.

Üstelik bu tutumun gerekçesi turizm geliri ya da Batı ülkelerinin hayranlığını kazanmak da olmamalıdır. Bu tutum gerekçesi insanlık olmalıdır.

Konuyla bağlantısız olsa da bir anımı özetle anlatmak isterim.

1984 yılında İzmir Enternasyonal Fuarı'nda Polonya pavyonunda görevliydim. O sırada bir gün Bulgaristan pavyonunda yangın çıktı. İtfaiye yetişene kadar koşup elbirliğiyle söndürdük ama Bulgar pavyonunda yangın çıktığı da hemen duyulmuştu.

Basmane kapısının dışında çok sayıda ayakkabı boyacısı bulunurdu. Pabuçlarımı boyatmak için oraya çıkmıştım. Boyacı o bulgar pavyonundaki yangın hakkında bilgim olup olmadığımı sordu. Bildiğimi anlattım kısaca. "Keşke yangın sönmeseydi de hepsi yansaydı. Zatein bu bulgarları kesmek, gebertmek gerek. Hepsini." dedi boyacı.

Ben de şöyle bir yanıt verdim. "Bizim Alamancılar var, biliyorsun,. değil mi?"... Biliyordu boyacı. "Onlar bu mevsimde izne çıkar yurdumuza gelirler arabalarıyla, biliyorsun, değil mi?" Boyacı Alamancıları biliyordu da arabalarıyla geldikleri hakkında pek bilgisi yoktu doğrusu. "Avrupa'dan gelirken, çaresz, başka yol yok, Bulgaristan'da geçiyorlar. biliyorsun." Boyacı bir şey demedi. "Şimdi sen diyorsun ki bizim Alamancı Türk Müslüman vatandaşlarımız Bulgaristan'dan geçerken, Bulgarlar onları yakalayıp kessin, öldürsün."

Alık alık suratıma bakıyordu boyacı parasını alırken.


 
ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
12 Yanıt
11403 Gösterim
Son Gönderilen: Haziran 01, 2012, 11:45:29 öö
Gönderen: peacewings
9 Yanıt
8643 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 05, 2012, 01:56:49 ös
Gönderen: ceycet
0 Yanıt
4206 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 20, 2012, 12:53:43 öö
Gönderen: Genius Loci