Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: CENNET BAHÇESİNDEN ÇIKARILMA ÖYKÜSÜ -3  (Okunma sayısı 7201 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Kasım 03, 2009, 07:00:45 ös
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay



Adem şimdi doğayı, toplumu, yaşamın gereklerini kavramaya başlamıştır. Artık gereksinmelerini kendi istemi olmaksızın bile karşılayacak olanaklar yoktur. Bunları kendisi bulmak ve sağlamak zorundadır. Hatta yalnız kendisi için değil, bir öğesi olduğu toplum ve bir parçası olduğu doğa için çalışmak zorundadır. Çünkü yalnız kendisi için çalışacak olursa, gene tekliğe ve yalnızlığa tutsak olacaktır.

Çalışmak da çalışmak zorunda olmak da Adem’e ağır ve güç gelmektedir. Yaşamın süregitmesini sağlayabilmek için acılara, yüklere, yorgunluklara, zaman zaman başarısızlık ve umutsuzluklara, korkulara, uğraşılarının boşa gitmesine, birçok şeyi tekrar tekrar ve yeniden yapmaya, yapılanın sonucunu elde edebilmek için beklemeye, yitiklere karşın direnmeye, didinmeye, savaşmaya, korunma önlemleri almaya, dayanmaya, güçlenmeye gerek vardır. Üzerinde çalışılması ve ondan bir şey elde edilmesi hem çok güç hem bir o kadar da ödüllendirici, kendisine gösterilen güven ve özen oranında vefalı olan bir şey vardır karşısında: Toprak.

Adem için çalışmak, başlangıçta bir cezadır. İstense de istenmese de yeniden perdeye yansıtılamayacak olan kopuk filmin ardından gelen ve çekilmesinden kaçınılamayacak olan bu ceza, kabullenilmek zorunda kalındığından dolayı da bir sıkıntı, bir zahmet, bir azaptır. Öyledir ama yaşam süregidecektir; bunun için de çalışmaktan başka çare yoktur. Bu nedenle katlanılmasına başlanılan bu zahmet, artık bir gereksinmedir.

Bu gereksinme giderek bir alışkanlık yaratır. Öylesine ki artık mekanik bir uğraşı, bir eğlence, bir zevk biçimine dönüşür.

Bu kez gereksinmenin kaynağı değişime uğramıştır. Artık çalışmak, yaşamın süregitmesini sağlayabilmek için bir zorunluluk değil, bireysel doyumu sağlayabilmek, yaşama bir anlam ve değer kazandırmanın tadına varmak için bir gereksinmedir.

Derken çalışmanın salt kendine değil, doğaya ve topluma da yarar getirmekte olduğunu kavrar Adem. Demek ki o, doğadan ve toplumdan soyutlanmış “tek” bir varlık değildir. Her çabası, her olumlu girişimi, evrende bir değerdir. Şu halde çalışmak, daha çok ve daha iyi, daha bilinçli çalışmak bir görevdir de. Bu görevin yerine getirilmesi, başkalarına da mutluluk kazandırmaktadır.

Başkalarına mutluluk kazandırmak… Ne büyük, ne kutlu,  ne olumlu bir mutluluk!

Adem mutludur.

Adem'in yaşadığı evrendir Cennet Bahçesi.

ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


Kasım 03, 2009, 08:03:34 ös
Yanıtla #1

Çok güzel ve Değerli bir Paylaşım, Teşekkürler. Bizi taa en başa götürdünüz Sayın Adam; aslında Cennet Bahçesi dedik de aklıma geldi hemen.. Normalde çoğu uzmanların görüş birliği anılan bahçenin Mezopotamya' da ( Fırat ve Dicle nehirleri arasında ) olduğu yönünde olan araştırmalarını takip ettiğim özellikle geçen yıllarda gidip bizzat söyledikleri- belirtilen yerleri gezdim. Aslında mitolojik olarak belki tam da yeri olmayabilir ama netice itibariyle bir tarihsel- dinsel gezi olduğu için kültürel amaçlı olarak benim için de eğlenceli olmuştu. Artık gerçekten bu yörelerin Cennet Bahçesi mi değil mi bilemicem ama sonuç itibariyle Dinlerin çıkış noktasını da hesaba katarsak özellikle Ibrahim Peygamberin Harran çevresinden Mısıra yönelmesi belki de ipuçlardan birtanesidir. Belki de kayda değer değildir, bilemiyorum.

Esas itibariyle Konu çok zengin ve içerik bakımından mükemmel seyretmiş:)  

Saygılarımla
הדבר היחיד לשמור על אנשים בחיים הוא אהבה וכבוד

Aimer et être aimé c’est sentir le soleil des deux cotés.

«Ոսկե Տարիքը - Փոթորիկները, չի կարող կանխել մարդիկ սիրում են ծովը.


Kasım 03, 2009, 08:23:46 ös
Yanıtla #2
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 1731
  • Cinsiyet: Bay


Sayın ADAM;

aslında çok önemli,herzaman yanlış yorumlanan birokadar da teferruatlı bir konu açtınız;dokununca okadar detaylanacak ki,inanın bakarken yorulduğumu hissediyorum.

Çok kısa olarak değerlendirmek gerekirse bu kadim alegoride;beşerin ruh hali cennet,cehennemle,yine beşerin fıtratında mevcut eril ve dişil yönleri adem ve havva ile sembolize edilmiştir.Eril ve dişil yönler beşerin birliğinde aynı anda barındırdığı,fiziksel olmayan özelliklerine işaret eder.

Bu tanımlar da kullanıldıkları yerin özelliğine göre çok farklı anlamlarda ve değişik isimlerle kullanıla gelmiştir.Bu alegoride adem,havva olarak kullanılan semboller,zaman,zaman,Güneş-ay,iyi-kötü,ışık-karanlık,ruh-nefs,yin-yang vb.tanımlamalarla tasvir edilerek,"bir"liğin içinde barındırdığı "zıt"lıkların anlaşılmasını sağlamak kasıdlı olmuşlardır.

Malesef binlerce yıldır değişik dinlere mensup din adamlarınca bu gerçek çeşitli sebeplerden dolayı açıklanmamış,dogma olarak kalmasına izin verimiştir.Avam da bunu anlatıldığı gibi zahiren kabullenmiş,sorgulamaktan veya özgün yorumdan imtina etmiştir.Dolayısıyla zahiren,sorgulamadan veya yorumlanmadan kabullenilen dini metinlerden hiçbirşey anlayamayan avam,herdaim din adamlarına ihtiyaç duymuş,onların dayatmalarını dini kurallar olarak benimsemiştir.


Saygılarımla
Ben"O"yum,"O"ben değil...


Kasım 03, 2009, 08:30:27 ös
Yanıtla #3

Evet, aslında söyledikleriniz çok Mantıklı Sayın Ceycet; belki de dinsel dogmaların asıl sebebi buydu. Anlaşılması ya da açığa çıkması istenilmeyen şeylerin kapalı kalması gerekliliğiydi ama neden? Neden bu kadar bazı şeyler örtülü kalınması istenildi ki? Belki şimdiye dek çeşitli aşamalardan geçen- geçirilen Insanoğlunun tekamül gelişimi sürecinde sanırım şuanki pozisyonda olunması bekleniliyordu. Benimkisi sadece birer ön tahmin.. yanlış olabilir üzgünüm, ama söylediğim gibi bazı şeyler direkt olarak Insanlığa açılmadıysa bunun arkasında çok önemli bir sebep vardır o da bilinirse.. Yani lafı gevelemeden direkt söylemem gerekirse eğer bazı gerçekler yani Insanlıktan saklanılan gerçekler eğer hiç Insanlık tarafından bilinmeyecektiyse o zaman neden şimdiki süreç itibariyle herşey açığa çıkıyor, çıkarılıyor? Demekki hiç de bilinmemesi anlamına gelmiyor tam tersi bazı şeyler zamanını bekliyormuş, diye düşündüm.

Saygılarımla
הדבר היחיד לשמור על אנשים בחיים הוא אהבה וכבוד

Aimer et être aimé c’est sentir le soleil des deux cotés.

«Ոսկե Տարիքը - Փոթորիկները, չի կարող կանխել մարդիկ սիրում են ծովը.


Kasım 03, 2009, 08:52:28 ös
Yanıtla #4
  • Ziyaretçi

Bakis aciniza gore dogru;

Ancak, tarihsel olarak bilginin belirli sekilde saklanmasi degil, -zannimca-zamanin sartlarinin degismesinden oturu farkli ve detayli eskisinden cok daha basite indirgenmis bilgiler, -kisiler bilgiye ulasmak istediklerinde- ortaya serilebiliyor.

Misalen, ortacaglarda matbaa bile olsa kitaplar elyazmalar halinde cogaliyordu, okuma yazma oranlarindan ve sozlu anlatimlardan sadece ilim irfanin tum halka yayilmasi dusunulemez. Mesela bir sene muhasebe dersi gorup de anlamadigimiz bir suru nokta varken bir hocamiz, sadece 15 dakikada tum muhasebe mantgini anlatmayi basarabilmisti... Din konusunda ve dinsel ogretilerin yayiliminda illaki avam kesimin kismen engellemesi olsa da, o gun ile bugunu salt bir kesimin hegamonyasi ile degerlendirmeyi yanlis buluyorum, ve bilginin belirli kisilerin elinde kasitli olarak sakli tutuldugu savi cok mantikli gelmiyor. Sonucta, Hz. Isa"nin ogretileri Romada yayilmaya basladiktan sonra kilise kurumsallassa da halk arasinda halen belirli kesimlerin elden ele kilise disinda birlestigi ve farkli teamulleri takip ettigi tecrube ile sabit. keza Yahudilikte de Hz. Musadan sonrasinda ve oncesinde de benzer seyler var. Mesela mevzunun derinlemesine hakim olmayan 3. kisinin iki fizikcinin tartismasina mudahil olmasi ve anlamasi beklenemez, hatta kismen anlatilmaya calisilsa da bildigi az bir bilginin de darmadagin olmasi yuksek ihtimal. Ayni durumun, diger tum disiplinlerde ozellikle de teolojide gecerli olduguna inaniyorum. Ancak, bugunku durum dedigim gibi, bilginin serbestce yayilmasinin verdigi guzellik ayni zamanda yanlis bilgi ile dogru bilginin ayirt edilmesi de bilgi arayana kalan agir bir durum olarak goruyorum

Neyse bunu fazla uzatmiyim.... Paylasim icin tesekkurler.... Saygilar.....
« Son Düzenleme: Kasım 03, 2009, 08:55:30 ös Gönderen: cardiffmonster »


Kasım 04, 2009, 11:34:51 ös
Yanıtla #5

Sorumluluksuzluktan sorumluluğa geçiş olarak Hz. Adem. Evet, mantıklı.

Adem hiç eyleme girmeseydi, öyle devam edecekti. Acaba?

Ben bu konuyla fazla ilgilenmedim, ancak Kadıköy'de kitapçıda gezerken tanımadığım biriyle karşılaşmıştım. Ayaküstü konu nerden buraya geldi bilmiyorum; Adem hikayesinde "yılan" simgesini penis, "elma" simgesini de "vajina" olarak algıla demişti. Adem ile Havva mutlaka arzularına yenileceklerdi, Yılan, Havva'yı tahrik edecek, Adem de Elma'yı yiyecekti :) (Elma'yı ortadan ikiye böldüğünüzde koçan kısmına bakarsanız, vajen anatomisi ile şekilsel benzerliğini farkedersiniz).

Şimdi durumu böyle algılayınca, benim daha önce de bahsettiğim "yaman çelişki" ortaya çıkıyor. Ben demiştim ki, ben tanrı varlığının farkında olmama rağmen, dindar olamıyorum, dünyevi işlerim her zaman daha önde oluyor. Bir türlü kendimi inandığım değerlerle yürütemiyorum; kendi bencil yararlarımla ilgilenmek daha cezbedici oluyor.

Eğer bu simgesel anlatım doğruysa, buradaki mesaj açıktır; Tanrı karşınızda olsa, onu görseniz, onu duysanız bile, insan yine eninde sonunda kendi arzularına yenik düşebilir. Çocukluk dönemimizde hepimiz en azından bir kez şu basit ama gayet mantıklı soruyu sormuşuzdur çünkü; "Adem neden elmayı yedi? Yemeseydi biz cennette olacaktık".

Adem, Sayın Adam'ın dediği gibi "sorumluluk" almayı seçti. Yiyip, içip rahat etmekten hoşlanmadı, bir takım şeyleri göze alarak, daha büyük zevkler tatmak istedi (Buradan insan ihtiyaçlarının sonsuzluğu, ve insanı bir kümes hayvanı gibi zapturaptına almak isteyen ve onun ihtiyaçlarını "belirleme" cüretinde bulunan totaliter siyasi sistemlere de büyük bir tepki çıkar. Zira insan doğası, yiyip içip, uyumakla doyum yaşayacak bir doğa değildir. O, bir takım sorumlulukları üzerine alır, daha kalitesiz yaşamak veya daha çok çalışmak uğruna bir şeyler yapar. )

Bu bu şekilde de yorumlanabilir. 

Ama bu büyük ölçüde Judeohristiyan kaynaktan gelme bir yorumdur. Kuran, Tevrat'taki kadar ayrıntıya girmez. Bu olgulardan gayet somut bir şekilde bahseder. O yüzden bunun simgesel bir anlatım mı olduğu, yoksa olayın gerçeği mi olduğu konusunda şüphelerim var. Bu konuda agnostik kalmayı tercih ediyorum açıkçası. Tıpkı "yaratılış" konusunda olduğu gibi. Kitap ne diyorsa ona uyuyorum. Ama böyle yorumların da olabileceğinin farkında olarak.
Karanlıklar prensi bir beyefendidir. W.Shakespeare


Kasım 04, 2009, 11:39:57 ös
Yanıtla #6

Bu sorumluluk alma konusunda aslında doğu dinlerinin kaynaklarını da incelemek gerek.

Budistler (veya Brahmanlar ? ) hiçbir eylemde bulunmayarak ibadet ederler diye biliyorum. Eğer bir şeyler yaparlarsa, sorumlu oldukları için, bu şey eğer kötü bir sonuca yol açarsa, gelecek yaşamlarında daha alt seviye bir varlık olarak doğacaklarına inanırlarmış. Bu yüzden, analarından nasıl doğuyorlarsa öyle ölmek uğruna suya sabuna dokunmadan bir dağda kendilerini dinlerlermiş. Tabi şu dönemde bu imkansız, ama ibadet şekli de manidar.
Karanlıklar prensi bir beyefendidir. W.Shakespeare


Kasım 05, 2009, 08:30:18 öö
Yanıtla #7
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay


Sayın Popperist bu konuya ne güzel bir yorumsal açılım getirmiş....

Kuşkusuz farklı yorumlar da yapılabilir; farklı açılımlar getirilebilir. Ancak bunlar Sayın popperist'in dediği gibi Yahudi-Hıristiyan dogmasına ters düşer.

Büyük günah... Hep bunu merak edip durmuşumdur. Nedir bu? Cinsel ilişkiyi bir zevk haline getirmek; sevişmek...  Neden günah oluyormuş bu? Çünkü cinsel ilişki sadece çoğalmak içindir. Peki o zaman bazı hayvanlar bile niçin çiftleşme içgüdülerinin dışında sevişiyor?

Sevgi... Sevme, sevişme... Tanrısal oluşumun ve oluşturmaların içinde asıl aranması gereken öğeler bunlar... Ancak işte o dinler, kendilerine din adamı diyerek Tanrı ile insan arasına yerleştirmiş olanlarca dehşetli bir biçimde yozlaştırılıp, bu asal öğeleri insandan uzaklaştırmışlardır. Hele Hıristiyanlık bu bağlamda açıkça Hz. İsa'ya ihanet etmiştir.

Çalışma... Emek... Üretim... Bunlar insanları sınıflara ayıran birtakım kişilerce alt sınıfın insanlarının yapması gereken işler biçimine getirilmiş; o insanlar bilgisizliğe ve bağnazlığa tutsak edilmiştir.

Dağıtmış olduğum bu konuyu toparlayıp Sayın Popperist'in yazdığı, benim daha önce duymamış olduğum simgesel yoruma geleyim. Yılan = penis; elma koçanı = vajina.   Ne kadar anlamlı, üzerinde ne kadar çok düşünü üretilebilecek bir simgesel yorum bu... Ancak birtakım yanlış ahlâk değerleriyle penis de vajina da tabu sayılmıştır; ille de örtülecek ve bunlardan söz bile edilmeyecek.

Arasıra içimden kahkahalarla gülmek geliyor. Hani bir ara İstanbul Kadıköy'de sahneye konmuş bir oyun vardı: "Vajina Monologları"... Kadıköy kaymakamı, bu oyunun adı değiştirilmezse yasaklayacağını söylemiş. Oyunun yönetmeni de «O kendi adına baksın.» demiş.

Sevgiler.

   
 





ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


Kasım 05, 2009, 06:02:24 ös
Yanıtla #8
  • Seyirci
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 4031
  • Cinsiyet: Bay

Büyük günah... Hep bunu merak edip durmuşumdur. Nedir bu? Cinsel ilişkiyi bir zevk haline getirmek; sevişmek...  Neden günah oluyormuş bu? Çünkü cinsel ilişki sadece çoğalmak içindir. Peki o zaman bazı hayvanlar bile niçin çiftleşme içgüdülerinin dışında sevişiyor?

Sn.Adam  belki bu tanım hayatın en yaman çelişkisidir bu kadar zevkli bukadar insanı uçuran bir duyguya ve tatmine birde hangi manayı yükleyip yasak getireceksin.Aslında açıklaması çok basit bir soru sadece gözlemle bile verilebilir cevabı.Doğuda en çok cinayetler neden işlenir? töreler nerden çıkmıştır? kan davaları toplumsal hoşnutsuzluklar gibi bir çok sosyolojik konuya bakmak yeterli.Hepsinin en temel özelliği cinsellik.Tek eşli yaşadığında sorun çıkmıyor çok eşli yaşantıya döndüğünde ise tooplumsal pproblemler hasıl oluyor.En güzel şeye konan yasak bundandır sanırım.
saygılarımla esenkalın
ÖZGÜRLÜK BİLE SAHİP OLMAK İÇİN SINIRLANDIRILMALIDIR.

EDMUND BURKE

Hayat Bizi Resmen Dört İşlemle Sınar. Gerçeklerle Çarpar, Ayrılıklarla Böler, İnsanlıktan Çıkarır ve Sonunda Topla Kendini Der.  leo


Kasım 05, 2009, 09:42:42 ös
Yanıtla #9

"Doğuda en çok cinayetler neden işlenir? töreler nerden çıkmıştır? kan davaları toplumsal hoşnutsuzluklar gibi bir çok sosyolojik konuya bakmak yeterli.Hepsinin en temel özelliği cinsellik. "

Sayın Karahan'ın bu tespitine katılıyorum.

Bundan evvel "aile terbiyesi" bölümünde de kafamdaki karman çorman, ama düzenlenmesi gereken bilgi yığını hakkında bir şeyler söylemiştim. Kısaca, seküler düzene alışamamış doğu toplumlarında daha iyi görülebilir bir şeye işaret etmiştim.

Sayın Adam'ın "kötü din adamları"nda işaret ettiği kötülükler üzerine bir şeydi bu. Ben, açıkçası "kötü din adamları"nın, böyle bir proje üretip, insanları bu şekilde sinik, tabucu, yasakçı yapabileceklerine pek ihtimal vermiyorum.

Ama şuna inancım büyük; insan yeteneklerle birlikte birazda "zaaf"larıdır da. Her insan, yetenek ve zaaf gösterir. Onda bu potansiyel vardır.

Şu son dönemde Dark Knight filminde Joker'in bir sözü vardı. Joker, yıllardır başarılı bir avukat olmuş, ve organize suç örgütlerinin, mafyanın başına bela olmuş bir savcıyı, bir cani yapmıştı. Buna şaşıran Batman'a şöyle bir söz söylemişti;

"Bir insanı kötü yapmak çok kolaydır. O yer çekimi gibi bir şeydir. Ben sadece iterim, o kötülük de onu çeker"

Şuna gelmek istiyorum; insan yetenek ve zaaftır dedik, ama insanın bu ikisinden zaaflara yönelmesi çok basittir. Neden? Yetenek, herşeyden evvel "çalışma, sebat" ister. Fakat zaafların "zaaf" olarak kalması için insanın enerji sarfetmesi gerekmez. O hep vardır. Biraz tembellik, o zaafı hemen ortaya çıkarır.

Kötü din adamları bahsine gelince... Bence insanlar kendi zaaflarını, kendi yeteneksizliklerini dinin "ahlak" buyruklarını YANLIŞ YORUMLAYARAK rasyonelleştirmişlerdir. Yanlış yorumlamak işine gelir; çünkü zaafı, artık onun "zaaf"ı değil, yeteneği olmuş olur. Kendi tembelliğine "yetenek" diyen bir şey bulmuştur; dinin ahlak yorumu.

Evet bu noktada zaafa eğilimli din adamları da katalizör etkisi görür. Bir din adamı çıkar (Örn. Gazali) ve insandaki tüm rekabetçi duyguları, tüm çalışma şevkini, "siz uzun süreli amaç belirleyemezsiniz, eğer uzun vadeli amaçlarınız varsa, Allah faktörünü ortadan kaldırmışsınız gibi algılanır. İnsan her an bir belaya uğrayacağını bilmeli, ve mütevazi hedefler peşinde, ihtirassız yürümelidir" der, ve o noktada insan, kendi zaafıyla gurur duymaya başlar.

Cinsellik!

Ne büyük bir motivasyon.

İnsanın penisi ve vajinası vardır, ve her insan bu organların sadece dışkılamak için yaratılmadığını bilir. İnsan, eşini bulmak ister. Ona, Allah, hormonlarıyla bunu her an hissettirir. Bu, insanın doğasıdır.

Ama erkek ile kadının iletişimi bizim toplumuzca her zaman kötü görülmüştür.

Neden? Çünkü erkek ile kadının iletişimi yetenek ister. Bir insanın beğendiği bir karşı cinsiyle evlenmek istemesi ve o karşı cinsiyle iletişime geçmek istemesi, bizim toplumumuzca kötülenir.

Neden? Çünkü bu iş yetenek ister. Hangi birimiz doğuştan çapkın doğdu? Ben kendi adıma söyleyeyim; kesinlikle bu konuda acemiyim. Toplumumuzda, benim gibi bir çok insanın olduğunu biliyorum. Dünyada benim gibi bir çok insanın olduğunu biliyorum. Sosyal yetenekler, insan mutluluğu için vazgeçilmezdirler. Sadece akademik başarı, sadece kariyer başarısı insanı mutlu etmez. İnsan bunlara sosyal başarıyı da eklemeli; yani istediği kişilerle iletişim kurmakta (cinsel anlamda değil, tüm başarılı kişilerle iletişim kurmayı kastediyorum) yetenekli olmalıdır.

Çoğunluk bunu yapamayınca, bunu yapabilenlere bir kin doğar; Kıskançlık.

Bir din yorumu çıkar ve der ki "karşı cinsle iletişiminizde dikkat edin". Kötü din adamı bunu "karşı cinsle iletişimde bulunmayın" olarak algılar, ve topluma böyle yansıtır.

Artık o "beceriksiz" yığının, becerikli kitleye karşı olan kıskançlığı MEŞRUlaşmış olur. Artık çekilemeyen kişiye kaba kuvvet uygulanımı meşrulaşmış olur. Birinin yeteneği zaaf görülmeye başlanmış, ve diğerinin yeteneksizliği sözümona "ahlakilik" "iyi ahlaklılık" "hanım hanımcıklılık" "efendi adamlık" olarak görülmeye başlanır.

Yetenek öldürülürken, zaaf "efendi" olmakla yüceltilir. Ve karşı cinsine düşman nesiller yetişmeye başlar.

GÖRÜCÜ USULÜ EVLİLİK zulmü başlar. İnsanlar, artık eşini sadece evlendikleri gün görmeye başlar. Uyuşamazlar; ama beceriksiz yığınlar onları uyuşmaya zorlar. Onlar da bu durumu kanıksar, ve çocuklarına aynı "ahlaki" ilkeleri dayatır.

Ama insan duyguları hala sağlıklıdır; o, içinde her zaman bir rahatsızlık hisseder. Ve ortaya kompleksler, alınmalar, öfke nöbetleri çıkar.

Doğu'daki kan davaları, böyle patolojik bir zihniyetin en somut örnekleridirler.

Ve Zina!

Her zaman hayret etmişimdir; nedense "zina" günahı, İnsanların öfkesini, Allah'ın öfkesinden daha çok çeker.

Allah kitabında zina yapana sopa atın der, o altına not düşer "bunu Allah bekar olanlara uygun görmüştür. Evliler recm edilmelidir" der.

Gıybet gibi fitne bir günahı herkes yapar. Gıybet gibi bir çirkeflikte kimse zina kadar kötü bir şey göremez. Ama zina, insanların öfkesini daha çok çeker. Çünkü zina yapmış biri, "haksızca mutlu olmuş"tur ?! Halbuki o yapamıyor! O böyle mutlu olamıyor! Nasıl olur da o adam bunu yapar! Bu engellenmeli! diye düşünür.

Bu olayın sadece cinsellik boyutu.

Bir dinin anlamı, insan zaaflarını "başarı" olarak "iyi ahlaklılık" olarak yorumlanmaya başladıkça, o toplumda çöküş de başlar.

İş yaşamında da girişimcilik kötülenir. Okul sıralarında çalışkan çocuk "inek" olur. Maç seyretmeye gitmeyip, kitap okumayı tercih eden bir delikanlı "efemine" görünür.

İşte doğu budur. Bu durumu ben kabullenemem. Bu durum "doğu'nun kültürü böyle, batınınki öyle, hepimizin kendi güzellikleri var" diye de geçiştirilemez. "Aile terbiyesi" başlığında birkaç kişiden böyle açıklamalar okudum.

Çalışma nerede kötülenirse, orada kompleksler ve kıskançlıklar, yani kötülük baş gösterir. Başarılı insan kendi toplumundan illallah der.

Duygusal gelişim oturmadıktan sonra, bilişsel gelişim bir işe yaramaz.

Bunun politikaya da yansımaları var, ama onu da ilgili bir başka başlığa bırakıyorum şimdilik. Zaten konu bütünlüğünden epey uzaklaştığımı hissediyorum.

Karanlıklar prensi bir beyefendidir. W.Shakespeare


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
8 Yanıt
7119 Gösterim
Son Gönderilen: Temmuz 16, 2012, 02:25:04 ös
Gönderen: BULGARIA
CENNET

Başlatan GölGe « 1 2 3 » Diger Inanclar

23 Yanıt
10338 Gösterim
Son Gönderilen: Ağustos 14, 2007, 10:03:10 ös
Gönderen: GölGe
Cennet

Başlatan ONE Islam

6 Yanıt
4760 Gösterim
Son Gönderilen: Nisan 22, 2016, 10:10:15 ös
Gönderen: kurt
0 Yanıt
2280 Gösterim
Son Gönderilen: Nisan 13, 2008, 08:39:12 ös
Gönderen: Santander
5 Yanıt
5291 Gösterim
Son Gönderilen: Temmuz 27, 2009, 01:33:17 ös
Gönderen: goksel475
1 Yanıt
3191 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 02, 2009, 11:34:26 ös
Gönderen: ceycet
3 Yanıt
6288 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 03, 2009, 07:00:01 ös
Gönderen: zarathustra
1 Yanıt
5530 Gösterim
Son Gönderilen: Mart 25, 2011, 03:47:30 öö
Gönderen: Prometheus
0 Yanıt
1745 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 18, 2013, 07:56:30 ös
Gönderen: karahan
4 Yanıt
3691 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 11, 2016, 05:38:37 ös
Gönderen: Tık-Tik-Tak