Masonlar.org - Harici Forumu
Masonluk Bilgidir. Bilimdir. Ilimdir. => Felsefe => Konuyu başlatan: redkit - Ağustos 04, 2010, 04:38:46 ös
-
Felsefe kitaplarında mevcut olan etik teorilerini ana hatlarıyla ikiye ayırabiliriz. Davranışların sonuçlarına göre şekillenmiş teoriler ile davranışları başladıkları ilkelere bakarak değerlendiren teoriler. Birinci kategoriye giren teoriler, etik eylemleri, ürettikleri yarar ve zarar ölçütüne göre değerlendirirler. Yararın genel olması, kalıcı, hacimli ve yüksek kalitede olması o eylemin etik eylem olarak nitelenmesinde önemli faktörlerdir.
İkinci kategorideki etik teorilerin en kapsamlı ve gelişmiş olanı Immanuel Kant'ın geliştirmiş olduğu "ödev ahlakı" teorisidir. Bu teoriye göre pratik aklın yapısında "a priori" olarak ahlaksal bir kanun mevcuttur. Bu kanun şöyle ifade edilebilir: "Öyle bir ilkeye dayanarak hareket et ki bu ilke tüm insanlar için geçerli bir prensip olsun." Kant'a göre her ahlaksal eylemimizde bu eylemi yönlendirecek subjektif ilkemizi sorgulamalıyız. Acaba bütün insanlar bu ilkeyle hareket edebilirler mi? Bu ilke herkes için geçerli olabilir mi? Yoksa herkes uygularsa bazı sorunlara mı yol açar? Sonunda bu sorun bana kadar gelebiliyor mu? Bu sorulara sağlıklı cevaplar verilebiliyorsa, o ilke ve onun yönlendireceği eylem doğrudur; yoksa o ilke ve eylemden vazgeçmek gerekir.
Kant'a göre aklın özündeki bu ilkenin varlığına her insanın farkında olduğu sorumluluk duygusu sayesinde ulaşabiliriz. Bu sorumluluk duygusu aynı zamanda eylemlerimizde özgür olduğumuz sonucuna da bizi götürür. Bu sebeple, ahlak kuralları için dışardan herhangi bir kaynağa başvurmaya gerek yoktur. Hatta böyle bir olası dış kaynaktan etkilenerek bir ahlaksal eylemde bulunmuşsak, bu eylem, biçim olarak etik bir görüntü verse dahi, prensip olarak, özgür aklımızın "ahlak kanunu"nu nazarı itibara almadığı için ahlaki sayılmaz. Başka bir deyişle aklın özünde mevcut olan bu "ahlak kanunu"nu gözardı edip herhangi bir vesileyle bir ahlaksal eylemde bulunmuşsak bu eylemde özgür değil bağımlı davranmışızdır, dolayısıyla bu eylem ahlaksal vasfını yitirmiştir. Güzel ahlakı emreden dini emirler de bu dış kaynaklardan biridir. Bu ölçüte göre inanan bir insan, dinin emirlerini yerine getirmek adına ahlaklı davranırsa, aslında bu davranışında ahlakın şartını yerine getirmiş olmaz.
Ahlak teorilerinde ortaya çıkan en büyük zorluklardan biri "erdem" ile "mutluluk" arasındaki ilişkidir. Aristoteles'e göre insanoğlunun en nihai amacı mutluluktur. Tüm davranışlar ona ulaşmak içindir. Mutluluk amaçların amacıdır. Bu sebeple ahlaksal eylemin de mutluluğa yol açması gerekir. Aristoteles, bu tezini ispatlamak için, etik üzerinde yazdığı üç eserinde eski Yunan kültüründe mevcut olan erdemlerin nasıl "başarılı ve mutlu" insanın vasıfları olduğunu anlatmaya çalışır.
Kant'a göre ise mutluluk adına icra edilen etik eylemler ta baştan sakattır. Çünkü pratik aklın temel 'ahlak kanunu' gözardı edilmiş, irade dışardan yönlendirilmiştir. Mutluluk, herhangi bir şekilde eylemi yönlendiren düşünceye (ilke) bulaşmışsa bu eylem patolojik bir durum arz eder ve saf ahlaksal olma şartını kaybeder. Sonuç olarak Kant'a göre ahlaklı insan erdemleri gereği mutlu olması gerekir denilemez. Hatta çoğu zaman mutsuzdur.
Ahlaksal eylemin iradeye hükmeden "ahlak kanunu"nun ötesinde bazı temel inançlarla ilgisi vardır. Kant'a göre ahlaksal eylemin insan yaşamında mükemmelliğe doğru bir dinamizm içerisinde olabilmesi için, üç temel olasılığı göz önünde bulundurmak gerekir. Bunlar "özgürlük", "ruhun ölümsüzlüğü" ve "Tanrının varlığı" kavramlarıdır. Kant bunlara "teorik aklın ideaları" der. Teorik aklın, bu üç şeyin ispatına gücü yetmez. Ancak yok olduklarını da ispatlayamaz. Bu "idea"ların yani akıl mahsulü bu düşüncelerin var olabilecekleri, pratik aklın alanı ile ilgilidir. Ahlaksal eylemimin tutarlı ve mükemmelliğe doğru seyredebilmesi için başta özgür olmam gerekir; sonra bu mevcut yaşamımda mükemmelliğe erişemeyeceğim için ruhumun ölümsüz olması gerekir. Daha sonra "bütünsel iyilik"e "hayr-ı mahz" kavuşmam için Tanrı'nın varolması gerekir. Çünkü "bütünsel iyilik"in iki temel unsuru vardır. Bunlar yüce ahlak ve mutluluktur. Yüce ahlak mutluluğun sebebidir. Yani insan ahlak ve ulaştığı erdemler mertebesinde mutluluğu hakeder. Bu mutluluğu ona verecek olan da Tanrı'dır. Çünkü dünya hayatında hakedilmiş mutluluklar çoğu zaman yaşanmadığı gibi bazen hakedilmemiş mutluluklar yaşanmaktadır. Bu nedenle Tanrı'nın varolması gerekir.
Kant, bilgimiz ile bir türlü kavrayamayacağımız bu üç kavramı pratik aklın postülatları olarak adlandırır. Yani teorik bilgimizle hiçbir zaman ispat edemeyeceğimiz ve özlerinin ne olduklarını bilemeyeceğimiz bu kavramları ancak postülat olarak kabullenebilir veya inanabiliriz. Çünkü ahlaksal eylemin tutarlılığı ve anlam kazanması için bu inançlar gereklidir.
Kant'ın ahlak felsefesinden çıkaracağımız sonuç şudur: İnsan etik bir misyonla yükümlüdür. İnsanın bu dünya yaşamındaki nihai amacı, mutlu olmaya çalışmak değil, ahlaki görevini yerine getirmektir. İnsan, sadece bu yönüyle doğadaki diğer tüm canlılardan ayrılır. Bu, akıl sahibi olmanın gerektirdiği bir yükümlülüktür.
PROF. Yasin Ceylan ODTÜ FELSEFE
-
Saygıdeğer arkadaşlar az önce National Geographic'in CIA'in Gizli Deneyleri adlı bir belgesel izledim ve bilim etiğini aşarak masum halk üzerinde biyolojik deneyler yapan Dr. Olsen'ın hazin sonunu gördüm, sonunda çıldırıyordu.
Etik konusunda tavsiye edebileceğiniz başka filozoflar ve de kaynaklar var mı?
-
Sayın Escalation,
Benim önerebileceğim bir kaç düşünür var doğrusu;
Descartes
Prof. Dr. Şahin Yenişehirlioğlu
Doç. Dr. Harun Tepe
J. Habermas
Karl O. Apel
Moore
I. Kuçuradi
Thomas Hobbes
Thomas More
Proudhon
Saymakla bitcek gibi değil, bunlar aklıma gelen birkaçı sadece, umarım işinize yarayacak kaynaklara yer verebilmişimdir.
Saygılarımla...
-
"Etik konusunda tavsiye edebileceğiniz başka filozoflar ve de kaynaklar var mı?"
Mevlana.
-
KANT VE AHLAK
Kant, dogal ihtiyaç ve isteklerden, egilimlerden kaynaklanan davranısları “ödeve uygun”
davranıslar olarak nitelendirir ve ahlaklı davranısların karsısına koyar; ahlaklı davranıslara, yani salt
pratik aklın yönettigi istemlerden kaynaklanan davranıslara ise, “ödeve dayanan” ya da “ödevden
dogan” davranıslar der. Örnegin, bir bakkalın kendisinden çikolata almaya gelen bir çocugu
kandırmaması ödeve uygun ama ödeve dayanan ya da ödevden dogan bir eylem olmayabilir. Bu
bakkal, çocugu kandırdıgı duyulursa, insanların artık, kendisine güvenmeyeceklerini ve alıs-verise
gelmeyeceklerini, bunun da kazancını azaltacagını düsünerek böyle davranmıs olabilir. Buna karsılık
bu bakkal, sadece hiç kimseyi aldatmaması gerektigini düsünerek bunu yapmıssa, bu eylem
ahlaksaldır; çünkü salt ödev duygusundan kaynaklanmaktadır. O halde, içimizde, kesin bir sekilde
varlıgını hissettigimiz, bir ödev duygusu (vicdan) vardır ve o “yapmalısın”, “etmelisin” seklinde kesin
buyruklarla (kategorik emperatif) varlıgını belli etmektedir. Madem ki, içimizde böyle bir sorumluluk
duygusu vardır, o halde, özgürüz demektir. Aste bu yüzden, Kant, özgür oldugumuz için sorumlu
olmadıgımızı, tersine, sorumlu oldugumuz için özgür olmamız gerektigini savunur. Bir seyden
sorumlu olmak için, onu, yapma veya yapmama gücüne sahip olmak gerekir. Böylece, Kant, insanın
özgür oldugu için sorumlu oldugunu varsayan geleneksel ahlak felsefesinde ortaya konmus olan
özgürlük ve sorumluluk iliskisini tersine çevirmis olmaktadır. Özgürlügün metafizik bir sorun
olduguna inandıgı için, özgürlükten kalkılarak sorumlulugun tesis edilemeyecegini, aksine,
sorumluluk duygusundan kalkılarak, özgürlügün saglanabilecegini vurgular.
Kant, ahlak kanunu olarak nitelendirdigi kategorik buyrugu, ilkin söyle ifade eder: “ Öyle
davran ki, senin iradenin maximi her zaman aynı zamanda genel bir kanunun ilkesi olarak
geçebilsin”. Veya: “Genel bir kanun olmasını isteyebilecegin bir ilkeye, maxim’e göre eyle”. Bu genel
kanunu, ki artık kategorik buyrugun ikinci formülüdür bu, Kant, “Ahlak Metafiziginin
Temellendirilmesi” adlı eserinde daha kolay anlasılır bir sekilde söyle ifade etmistir: “Öyle davran ki,
bu davranısında insanlıgı hem kendinde hem de diger insanların her birinde her zaman bir amaç
olarak göresin; asla bir araç olarak kullanmayasın”. Baska deyisle,“/nsanlıgı, kendinde ve
baskalarında hiçbir zaman bir araç olarak degil, hep bir amaç olarak görecek gibi eyle” (Kant, 1995,
Öte yandan, insanı bir araç olarak degil, daima bir amaç olarak görmek ve buna göre eylemde
bulunmak, elbette, insandan is alanında faydalanılmaması anlamına gelmez. Bu faydalanma her yerde
olup bitmektedir. Her iste insanlar kullanılır; ama Kant’ın burada söylemek istedigi sey baskadır. Ona
göre, her insan, insanlıgın tasıyıcısı olarak, kutsal bir varlıktır. Bu nedenle, biz, her insanda, insanı bir
son amaç, kendi basına bir amaç olarak görmeli, asla bir araç olarak görmemeli; yani, kategorik
buyrugun buyurdugu gibi, her insanda insan onuruna saygı göstermeliyiz. Böylece Kant, bu genel
kanunlarıyla, hayattaki bütün davranısların ahlaka uygun olup olmadıklarını kesin olarak açıga
çıkaracak bir kriter vermek istemektedir.
Pekiyi, acaba ahlak kanununu, irademizin, istememizin maximi yapan, içimizden bizi harekete
getiren, iten sey nedir? Bizi içimizden iten, harekete geçiren biricik sey, Kant’a göre, ancak saygı
duygusudur. Bu duygu, temelini a priori olarak bizde buldugu için özel bir duygudur; kaynagı, acıma
duygusu gibi, dısarıda degil, akıldadır. O halde, saygı, ahlak kanununun uyandırdıgı birinci derecede,
saf bir ahlak duygusudur. insanın davranıslarını ahlaklı yapan sey ise, bu davranısların ödeve, baska
deyisle ahlak kanununa karsı saygıdan dogmus olmalarıdır. insanın her iyi davranısını doguran, onun
kendi içindeki ahlak kanununa karsı duydugu saygıdır. Bu nedenle, her iyi davranısta, davranısı yapan
ve diger insanlar hesaba katılırlar. Nitekim, ahlak kanununun biraz yukarıdaki formülü de bize bunu
ifade etmekteydi. O, bizden, insanlara karsı yapıp ettiklerimizde, onların sahsındaki insanlıga saygı
duymamızı istiyordu. Her insan, eylemde bulunurken, bir sey yapmaga karar verirken, ahlak
kanununun bir süjesi, bir akıl süjesidir; bundan dolayı da, ahlak kanunu, onun için saygı duyulacak bir
kanundur. Kategorik buyruk, insanlara, kendilerine ve birbirlerine saygıyla baglanmalarını ve
davranmalarını buyurmakla onlar arasında, yani akıl varlıkları arasında ideal bir birlik, beraberlik
hazırlamıs olur. Ahlak kanununun, aklı ve iradesi olan herkes için geçerli olması gerektiginden,
nesnel olarak zorunlu oldugu düsünülür. Ahlak kanunu, herkese hem de tam olarak kendisine uymayı
buyurur. Bu nedenle, ahlak kanunu, kisinin kendi mutlulugu ilkesinden baska bir seydir. (Kant, 1995,
s.42-43)Ahlaks.46; Heimsoeth, 1967, s.135)
“En yüksek iyi” ancak Tanrı’nın var
olusu kosuluyla olabildiginden Tanrı’nın varlıgını kabul etmek, ahlaksal bakımdan zorunludur. Kant,
insanın ahlak bilincinden, genel geçerligi olan ahlak kanunundan yola çıkarak, insanın eylemlerinin
sonucu ve ahlak kanununun bir geregi olarak elde etmek istedigi “en yüksek iyi” kavramına varır.
Bunun gerçeklesebilmesi için de Tanrı’nın varlıgına ve ruhun ölümsüzlügüne inanmayı zorunlu kabul
eder. Kısacası o, Tanrı’nın varlıgını salt pratik aklın zorunlu bir postulatı olarak ortaya koyar ve ahlakı
rasyonel bir temel üzerine oturtmaya çalısır; böylece, kendi zamanına kadar ısrarla savunulmus olan
teolojik ahlakı reddederek, ahlaktan Tanrı’nın varlıgına geçip, bir ahlak teolojisi kurar. (Aydın, 1981,
s.2-3) Buna göre, kategorik buyrugun bizi istemege zorladıgı “en yüksek iyi” nin bizim için mümkün
olması gerekir. O halde,“en yüksek iyi”yi gelistirme bizim ödevimizdir.
Sonuç olarak diyebiliriz ki, Kant ahlakının temel kaygısı ya da amacı, akla uygun davranmak,
aklın sesini dinlemek ve bir ödev olarak kendisini ortaya koyan ahlaki buyruga itaat etmektir.
Kuskusuz, bu konuda, “Kant, bize, ‘iyi niyetli ol gerisini düsünme’ demektedir. Oysa, gerçek hayatta
biz hep gerisini, davranıslarımızın sonuçlarını düsünmek zorunda degil miyiz? Gerçekten ahlaki olan
bir eylem, sadece salt iyi niyete dayanan bir eylem degildir; aynı zamanda, iyi sonuçları olan bir
eylemdir” gibi, Kant’a yöneltilen elestiriler de olmustur. Örnegin, ünlü 19.yy Alman filozofu Hegel’e
göre, onun “iyi niyet” kuramında gizli bir bencillik saklıdır. Aynı sekilde, ahlak kanununun bir geregi
olan ‘en yüksek iyi’nin gerçeklestirilmesi için çaba harcamayla, Tanrı’nın varlıgına inanma arasında
Kant’ın kurmak istedigi sürekli iliski de, çesitli yorum ve elestirilere maruz kalmıstır. Söyle ki:
Bazıları, onun bu tutumunun ahlakın otonomluguna ters düstügünü öne sürerken, bazıları da kurulan
Tanrı-ahlak iliskisinin çok yetersiz, hatta egreti oldugunu söylemislerdir. Bu itirazların bir kısmı,
henüz Kant hayattayken ortaya çıkmıstır. Ama, Kant, Tanrı postulatının ahlakın otonomlugunu
zayıflattıgı iddiasını siddetle reddetmistir. Ona göre, ahlaktan Tanrı’nın varlıgına gidis degil, tersine,
Tanrı’dan ahlaka gidis -ki o bunun karsısındadır- otonomlugu tehlikeye düsürür. Fichte, Lotze, Ritschl
ve Hermann gibi bazı düsünürler ise, Kant’ı yakından izleyerek, ahlak kanıtını gelistirmeye
çalısmıslardır. Öyle ki, Fichte, ahlak kanununa inanmayla, Tanrı’ya inanmayı bir ve aynı sey gibi
görmüs, bu nedenle, Kant’ın çizmis oldugu sınırın ötesine geçmis ve birçok elestirinin hedefi
olmuştur..ÜLKER ÖKTEM..
Metnin tamamı şu adrestedir..http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/34/922/11498.pdf