Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: Tuncay AKDOĞAN  (Okunma sayısı 4622 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Kasım 29, 2007, 12:15:48 ös
  • Skoç Riti Masonu
  • Uzman Uye
  • *
  • İleti: 3734
  • Cinsiyet: Bay

TUNCAY AKDOĞAN

1959 yılında Adana'da doğan Tuncay Akdoğan, Marmara Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Oku-lu'ndan mezun oldu. Üniversite yıllarında müziğe başlayan Akdoğan, 1984 yılında Grup Yorum'un kurucuları arasında yer aldı. Grup Yorum'un Sıyrılıp Gelen, Haziranda Ölmek Zor ve Türkülerle adlı ilk üç albümde beste ve söz yazarlığı yaparken grupta cura ve davul çaldı.

1989 yılında Grup Yorum'dan İlkay Akkaya ile birlikte ayrılan Tuncay Akdoğan, 1990 yılında, İlkay Akkaya ve İsmail İlknur ile birlikte Grup Kızılırmak'ı kurdu.

1990-1997 yılları arasında Kızılırmak'ın Ölüme de Tilli, Geçmişten Geleceğe Pir Sultan Abdal, Gidenlerin Ardından, Aynı Göğün Ezgisi, Güneşin Olsun, Pir Sultan'dan Nesimi'ye Anadolu Türküleri, Çığlık, Rüzgârla Gelen, Günde Dün, adlı dokuz albümde besteleri, şarkı sözleri ve yorumlarıyla yer aldı. 1990 yılında Erol Toy'un yazdığı, Ankara Birlik Tiyatrosu'nun sahneye koyduğu Pir Sultan Abdal adlı oyunda anlatıcı olarak rol aldı.

Akdoğan, 2000'de Serüvenciler'i kurdu ve Veda adlı bir albüm yayınladı. Çok sayıda sanatçı tarafından şarkıları yorumlanan Tuncay Akdoğan, birçok albüme de aranjörlük yaptı.

46 yaşında, Kasım'ın 21ini 22sne bağlayan gece, 3 ay önce taşındığı Beyoğlunda çatı katındaki evinde elektrik fatursanı ödemeyediği için elektirikleri kesik olduğundan birkaç mum yaktı. Bir süre sonra uykuya dalan Akdoğan, devrilen mumların yorganı tutuşturması sonucu yanarak can verdi. 24 Kasım 2004'te sonsuz zamana ve mekana uğurlandı...

TUNCAY AKDOĞAN, ŞARKILARINDA YAŞIYOR!!!








Adressiz Bir Mektuptur
Balona koyulmuş göğe yollanmıştır.


"Tuncay AKDOĞAN'a"

Bir mumun alevi bazen yakabilir
bazen bir gitarı
bazen bir nehiri
bir çatı katında ihanet edilebiliyor
taşımaktan yorgun aşklarına
                              son dans ateşle olabiliyor
                                             öğrendim senden bunu da
                                                   helal olsun bir de su gibi aziz 

şimdi astık mavzerimizi
gitarımızı kömürlüğe hapsettik
notalar gittiğinden beridir tutsak
aşk artık içilesi berraklıkta değildir
tunçtan ve aydan vazgeçtik
farkettik
yağmur yağıyor
farkettik
herşey hep aynı oluyor

gittin ayrılık oldu ve özledik
haklıydın özlemden kimse ölmez
ama işte inat değil mi ölüyoruz
ve seni değil
kendimizi bağışlamıyoruz

skullG, Kasım 2007
« Son Düzenleme: Ocak 13, 2010, 10:36:08 ös Gönderen: skullG »


Kasım 29, 2007, 12:18:15 ös
Yanıtla #1
  • Skoç Riti Masonu
  • Uzman Uye
  • *
  • İleti: 3734
  • Cinsiyet: Bay



Yılmaz ODABAŞI'ndan; Kızılırmak'ın Tuncay'ı (y)anarak;

"deformasyon, kir ve karmaşa sürerken, sistemin yarattığı ucube insan, hem nesnesi hem öznesi olduğu kaosta debeleniyor ve ben bu satırları yazarken, değerlerimiz de yine birer birer günlerin eteğinden düşüp yitiyordu; sonra onlar, gittikleri yerlerde daha sonra gelecekleri, bizleri bekliyorlardı... sanırım sartre demişti: "tek gerçek ölüm olunca, ünün, statünün, hiçbir şeyin önemi kalmıyor."

sonra yitirdiklerimizin oluşturduğu boşluğu da kimseler dolduramıyordu. örneğin, bir başka aziz nesin'i olmuyordu bu ülkenin veya cemal süreya'nın ya da ahmed arif'in şiirimizde bıraktığı boşluğu bir başkası kapatamıyordu. önce serol teber hocanın, ardından da grup kızılırmak'tan tuncay akdoğan'ın hazin ölümüyle sarsıldım bugünler. tuncay'ın yanarak öldüğünü öğrendiğimde, bütün gün iki yeni dize belleğimde dönendi durdu: "siyah bir rutubetti hayat, geçtim/istanbul'un saçlarına kar yağıyordu..."
80'lerde "grup yorum" üyesi olarak tanımıştım onu. "sıyrılıp gelen", hepimizi heyecanlandıran bir ilk albüm olmuştu o yıllar. grup üyeleri şimdi her biri kendi başına birer imge olan ilkay akkaya, metin kahraman, efkan şeşen, tuncay akdoğan ve kemal sahir gürel'den oluşuyor, sık sık yasaklanıyor, gözaltına alınıyor ve çıkıp coşkuyla, kitlesel katılımlarla gerçekleşen muhteşem konserler düzenliyorlardı.
grup yorum gibi 80'lerin sonunda kurulan kızılırmak da kuşatmalar ortasında varolabilmeyi başarmış ve müzik sektörünün acımasız tecimsel kurallarına karşı kendi tercihlerini dayatarak ayakta kalabilmenin güçlükleriyle yıllarca boğuşmuşlardı. tuncay akdoğan da son görüşmemizde bu konuda örnekler sıralayarak ne çok şeye kırıldığını, dahası kırıldıklarını anlatıp duruyordu...
bu ülkenin yasakçı geleneği ve inzibatı, muhalif müzisyenlerini hırpalamaktan, onları bir biçimde engellemekten hiç caymadı. bunu örnekleriyle yazmak, kuşkusuz ayrı bir yazının, hatta bir dosyanın konusudur.

yaşama da tilili
tuncay'ın ölüm haberi bir gazetede "ölüme de tilili" başlığıyla yer almıştı. onun ölüm haberini kendi dizemle okuyacağımı hiç düşünemezdim... o gece grup kızılırmak'ın ilk albümüne ad veren "ölüme de tilili" dizeme takıldım. o şarkıdaki dizeleri ve bir diğer albümleri "aynı göğün ezgisi"ni yazdığım yıllar diyarbakır'da 20'li yaşlarımda bir delikanlıydım. sonra doğduğum topraklardan 30 bin ölü geçti; faili meçhuller geçti, hizbullah geçti. ölümün barbar gözlerine çok bakmış; yakınlarını, dostlarını yitirmenin yanı sıra bölgede bir gazeteci olarak da yüzlerce ceset fotoğrafı çekmiş bir şair olarak, "şimdi olsa o dizeleri yazar mıydın?" diye sordum o akşam kendi kendime.
ve yanıtladım: yazmazdım, evet, yazmaz ve "yaşama da tilili demeyi yeğlerdim", dedim. oysa çok değil, bunca şey olup bitmeden 13 yıl kadar önce, bu dizemi diyarbakır'da bir minibüsün arkasında yazılı gördüğümde, bizi bekleyen onca ölümden habersiz nasıl da sevinmiştim...
hayat, hiçbir şeyi olduğu yerde bırakmıyor ve "hepimiz on yıl önce düşündüklerinden farklı düşünebilen yalancılarız," demişti bir filozof. insan, toplum ve estetik anlayışlar değişiyor, tabii şiir de, şairler de. binlerce dize yazmış bir şair, bir dizesi hakkında, dönüp yıllardan geriye baktığında farklı düşünebilirdi elbette. tuncay akdoğan'ın yazgısı, bu ülkede birçok sanatçının, yazarın "son"undan farklı olmadı. ahmet kaya da o yaşlarda ayrılmıştı aramızdan. fazıl hüsnü ve ilhan berk gibi birkaç şairin istisnai yaşı bir kenarda tutulursa, erken yitirdiğimiz şairlerimizin, 65 yaşın üzerinde yitirdiklerimizle kıyaslanamayacak kadar fazla olduğu görülebilir.
bu ülkede sanatla iştigal ederken muhalif olmak, hep linç olmaya aday olmaktı ve fiziki linçten muaf kalabilenleri de psikolojik linçle bu sisteme kurban ettiğimizi düşünüyorum. tuncay akdoğan, son yıllarda dağınık, kırgın yaşıyordu ve bana kalırsa, yaşadığı nice örselenmeyle tutunamadığı o dağınık yaşamının kurbanı oldu. bu yüzden bir müzisyenin evinde yanarak ölmesini, sırf kendi ihmaliyle açıklamamızın eksik bir yaklaşım olacağına inanıyorum.
tuncay akdoğan'ın yakınlarına, dinleyicilerine ve grup kızılırmak üyelerine başsağlığı diliyoruz. evet, ölüm haberini aldığım gece fısıldıyordu sanki tuncay: "siyah bir rutubetti hayat, geçtim/istanbul'un saçlarına kar yağıyordu/ kar yağıyordu yazgılarımızın titrek yüzüne/çalınmış gülüşlere, kırılan camlara, dökülen kanlara kar..."


Aralık 03, 2007, 06:04:58 ös
Yanıtla #2
  • Ziyaretçi

Super bir yorum gercekten...Ilkay Akkaya ile olan dueti de cok hos durmus. Sanirim Niran Unsal'in oldukten sonra Ahmet Kaya' ile yaptiklari duet gibi bu hatun da aynisini yapmis...


tesekkurler paylasim icin...


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
12 Yanıt
6710 Gösterim
Son Gönderilen: Temmuz 28, 2008, 06:59:52 ös
Gönderen: sun
1 Yanıt
2396 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 13, 2010, 09:30:59 ös
Gönderen: ozak1977