Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: Tohum savaşçıları  (Okunma sayısı 1802 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Nisan 13, 2011, 10:55:15 öö
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 159
  • Cinsiyet: Bay

Tohum savaşçıları
Sunay Demircan

Fritz Haber ve Carl Bosch iki Alman kimyacıdır. I. Dünya Savaşı başlarında amonyak ve onun nitrat türevlerinin sentezini keşfederler. Keşfederler de başları göğe mi değer? Neredeyse. Bu önemli keşif bir yandan azotlu sentetik gübrelerin üretimini geliştirirken, diğer yandan da bomba ve benzeri kitle imha silahlarının üretiminde bir dönüm noktası olur.

İki arkadaş bu sayede Nobel alırlar, çalıştıkları Alman BASF şirketi de bu buluşu 1913 yılında geliştirir ve kısa süre içinde nitrat gübresinden bomba üretmeye başlar.  BASF, I. Dünya Savaşı boyunca dur durak bilmeden patlayıcı üretir. Kısa bir süre sonra savaş parasının tadına varacaklar ve işi büyütüp zehirli gaz üretmeye de  başlayacaklardır. Savaş biter, Almanya yenilir ama BASF yenilmez!  Tutana aşk olsun!  II. Dünya Savaşında zehirli gaz üretiminde nazilerle işbirliği yaparlar.  Auschwitz toplama kampındaki Yahudileri bir taraftan fabrikalarında köle/işçi olarak çalıştırken, bir taraftan da esirlerin dut kurusuna dönmüş bünyelerini ortadan kaldırmak için Zyklon B gazını üretirler.
 
BASF bu marifetleri tek başına mı becerir? Hayır tabii! O zamanların (1925 ve ötesi) büyük Alman birleşik şirketler grubunu oluşturan IG Farben’in tüm ortakları (Bayer, Hoechst, Agfa) savaş esirlerini fabrikalarında çalıştırırlar ve savaş gazları ürettiler. Bundan dolayı da Nürnberg  mahkemesinde IG Farben’in yöneticileri savaş olarak ceza almışlardır. BASF ve AGFA’yı ürettikleri fotoğraf  filmlerinden ve bir zamanların teyip kasetlerinden anımsarız.  Hatta dijital teknoloji çıkınca bunların haline üzülenler olduğunu da bilirim. 1970-80 yıllarında BASF’ın kromlu kasetlerini büyük keyifle açar, bir de koklardık iştahla, nedense? IG Farben’in bir ortağı da Bayer’di.

Bayer bant üretmedi ama o da evimizden eksik etmediğimiz Asprin’i üreterek gönüllere girmenin yolunu bulan Almanlardandır. Bayerin kimyacıları bir yandan Asprin üretirken, bir yandan da organofosfat  bileşiklerinin son derece güçlü bir zehir olduğunu (1930’larda)keşfederler. Bu keşif onlara savaşlarda kullanılan sinir gazlarını (serin, soman, tabun gibi) üretme fırsatı verir. “Ee biz ürettik birileri de tüketir” herhalde diyerek ürünlerini piyasaya çıkartırlar. Bayer’de işler büyüdükçe büyür. Gün gelir Güney Afrika’da Amerikan kimya devi Dow ile birlikte dünyanın en büyük krom madenlerini işletirler; gün gelir eroini keşfedip üretirler; gün gelir Kongo Cumhuriyeti ve Ruanda’da koltan (kolumbit) madenleri üzerinde çevrilen oyunlara ve bunun sonucunda milyonlarca kişinin ölmesinde rol oynarlar. Bayer’in krom ortağı Dow da şapkadan tavşan çıkartma işlerinde Alman ortağından aşağı değildir (bu arada Dow kimya bu gün BASF’dan sonra dünyanın en büyük kimya şirketidir).  

I. Dünya Savaşı kimyasal gazların bol kullanıldığı, ciddi bir zengin olma fırsatı sunar kimya şirketlerine. Fırsatı gören Dow hardal gazı üretip satar. II. Dünya Savaşı’nda da napalm bombası üretecektir. Üstelik bu konuda Dow tekel olmuştur. Ardından Vietnam savaşı gelir, ABD ordusu eski napalmları yetersiz bulunca Dow daha güçlü napalm bombaları imal eder. Böylelikle piyasanın gurur kaynağı napalm-b ortaya çıkar.  Özelliği, müthiş sıcaklık oluşturup ne var, ne yok bir çırpıda yakıp kavurmasıdır.  
  
Dow ayrıca Vietnam savaşı için ünlü pestisit agent orange’ı da üretmiştir. Bu da bir kimyasal,  uçaktan atınca aşağıda yeşil adına ne varsa öldürüyor. Kısa sürede arazi çırılçıplak kalıyor. Orada yaşayan diğer canlılar da nasibini alıyorlar elbet bu yok oluştan. Asker milletinin ormanla ilişkisi dillere destan malum, ya yakacak ya kurutacak.  Boş vakitlerinde de vakıf kurup sağa sola meşe dikecek ki, dünya çöl olmasın! Neyse, dedikoduyu bırakalım da konuya dönelim, yoksa benim ocağa da bir incir ağacı diker birileri.
Agent orange’ı üretip pazarlayanlar arasında ünlü GDO’lu tohum üreticisi Monsanto da vardır. Monsanto bu günlerde ürettiği genetiği değiştirilmiş organizmalarla başımıza çoraplar örmekle ünleniyor ama eski şöhreti de yabana atılır cinsten değil.  Hazretin ilk üretimlerinden biri Asprin.  

Bakın siz şu işe!  Monsanto da 1917’de Bayer’den izin alıp başlamış asprin üretmeye.  Bakmışlar asprin satıp zengin olunmuyor, onlar da Bayer’in yolunu izleyip II. Dünya Savaşı sırasında askeri amaçlı kimyasal üretmeye karar vermişler. Roket yakıtlarında kullanılan sentetik kauçukla başlayıp, TNT ve Vietnam’a atılan agent orange’a kadar bir dizi sempatik şey üretmişler, insanlık ve barış için tabii. Dünya barışı için çalışan devler liginin ilk beşinde ünlü DuPont da yer alıyor.

DuPont ABD’de Exxon Mobil ve Dow’dan sonra üçüncü büyük kimya şirketi. Kim ne derse desin ben en çok bunları seviyorum. Bu sevginin birinci nedeni teflonu buldular, zehirli de olsa satıyorlar ve halen pilav tenceresi olarak kullanmaktan vazgeçemiyorum. İkinci nedeni de öyle asprinle, yollarda mendil, kalem, telefon şarjı satarak zaman kaybetmemişler. Doğrudan barut üretimiyle açmışlar gözlerini. 1802’de Delaware, ABD’de şirketi kurmuşlar. 1811’de ülkenin en büyük barut üreticisi olmuşlar.  Bu başarıyı I. Dünya Savaşı’nda dumansız barut ihtiyacını karşılayarak büyütmüşler.  II. Dünya savaşında baruta talep artar.  Bu defa  ürettikleri barut miktarı I. Dünya Savaşı’nda müttefiklerin ürettiği tüm patlayıcılardan %20 daha çoktur.  Ne kadar mı? Vallahi madem şunun şurası biz biz bizeyiz, söyleyelim: 2.3 milyar ton patlayıcı pazarlarlar II. Dünya Savaşı süresince.  Bunun dışında savaşta orduların ihtiyacı olan her türden sentetik malzemenin üretimini de üstlenirler. Arkadaşların asıl marifetlerini sona sakladık.  

Projenin adı Hamford Projesiydi (veya Manhattan Projesi). Vaşington yakınlarında Colombia nehri kıyısında II. Dünya Savaşı yıllarında (1943) başlattılar projeyi. DuPont ve ABD ordusu dünya kadar işçi aldı, aylarca çalıştılar... Çalışanlar ne ürettiklerini Nagazaki ve Hiroşima’daki patlamalar olduktan sonra öğrenebildiler. 2002 yılında da DuPont ABD ordusuyla yaptığı bir anlaşma çerçevesinde, askeri nanoteknoloji üretiminde ordunun önemli bir ortağı oldu.

Peki, bilin bakalım bu arkadaşlar şimdilerde boş vakitlerini nasıl geçiriyorlar?  Hepsinin ortak eğlencesi bahçelerinde domates, biber, hıyar, mısır filan yetiştirmek. Evet, aynen öyle. Her biri büyük iştahla tohum yetiştiriciliğine giriştiler. Çevrelerindeki minik şirketleri satın aldılar, kendi aralarında da çoklu anlaşmalar yaptılar.  Tüm dünya gıda pazarını ele geçirdiler. Nasıl, iyi mi? Tarımsal kimyasalları da, tohumları da, teknolojiyi de bunlar üretiyorlar. Bunlar karar veriyor şimdilerde nerelerde, kimler doysun, kimler aç kalsın meselesine.  Benim tarlama ne ekeceğime de; ülkemde kaç köylünün tarlasını, tabağını bırakıp gurbete çıkacağına da; açlık sorunu diye bir palavranın ardına oluşturulmuş uluslararası politikalara da...  

Napalm bombasıyla ortalığı ateşe vermektense, ülkelerin tarım alanlarına genetiği değiştirilmiş tohum atıyorlar.  Esir kampları kurmaktansa köylüleri bankalara borçlandırıp kurdukları sisteme köle ediyorlar. Sosyal sorumluluk projeleriyle ruhlarımızı ele geçiriyorlar. Farkında mısınız, bu para kazanma hırsı değil, bu dünyaya sahip olma hırsı.  Bir zamanlar napalm alevinden kaçan Vietnamlıdan çok daha fazla şanslı değiliz şu anda. Domateslerini de yiyeceğiz, muzlarını da, teflon tavalarını da, Ruanda’da çıkarttıkları kolumnit’den yaptıkları DVD çalarları da, cep telefonlarını da.

Direnmemiz gerekiyor, zihinlerimizi formatlatmaya karşı direnmeliyiz, kurdukları eğitim sistemine karşı, ezberlerine karşı, medyaya karşı, domateslerine, mısırlarına ve bize “hayat” diye sundukları bu illüzyona karşı hep birlikte direnmeliyiz.
veritas lux mea.