Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: SİNAN MEYDAN'DAN CAMİİ KAPATMA YALANLARINA CEVAP 2 (Devamı)  (Okunma sayısı 2136 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Aralık 11, 2015, 10:02:02 öö
  • Aktif Uye
  • ***
  • İleti: 640
  • Cinsiyet: Bayan

Atatürk'ün Yaptırdığı Camiler
 
Atatürk'ü, "din düşmanı" diye adlandıran "utanmazların", "Atatürk'ün camileri kapattırdığı" yalanını yerle bir eden çok önemli bazı belgeler var elimizde... Bu belgeler, Atatürk'ün bırakın camileri kapattırdığını, tam tersine cami yaptırdığını kanıtlamaktadır.
Atatürk, Erzurum Kongresi`nden ölümüne kadar hep yanında ve hizmetinde olan Mihallıççıklı Emir Çavuşu Ali Metin aracılığıyla 5 bin lira gönderip, Yunanlılar`ın işgal sırasında yakıp yıktıkları ve imkanları olmadığı için Mihallıççıklıların yaptıramadığı kasabanın tek camisini yeniden yaptırmıştır.
Atatürk`ün tüm masraflarını bizzat karşılayarak yaptırdığı bu cami, bugün Mihallıççık`tadır ve `Aşağı Camii` veya "Mihalıççık Atatürk Camii" diye adlandırılmaktadır.
Ali Çavuş (Metin), Atatürk’ün en yakınlarındandır. Ailesi aslen Malatyalı’dır. 1877-78 yıllarındaki Osmanlı-Rus savaşı sırasında, aile Eskişehir’e göçmüş, eski ismiyle Mihalıççık “Çukurviran” köyüne yerleşmiştir. Bilahere babası Hacı İsmail, aileyi Mihalıççık’a getirmiştir. Babasından dolayı da “Hacıların Ali” diye anılmıştır.
Ali Metin Çavuş, Birinci Dünya Savaşı’nın en hızlı olduğu dönemde 1915 yılında, daha 18 yaşındayken askere alınmıştır. O zamana göre iyi bir eğitimi vardır. Bunun için de Sivas’ta askerken “Küçük Zabit Mektebi”ne alınmış. Burada Enver Paşa’nın dikkatini çekmiş, onun karargahında hizmet vermiştir. Savaştan yenilgiyle çıkmamız üzerine tekrar Anadolu’ya dönmüş, Kazım Karabekir Paşa’nın başında bulunduğu 15. Kolordu’da askerliğine devam etmiştir.Orada da kendisini göstermiş. Atatürk’ün Erzurum’a gelmesi üzerine Karabekir Paşa, Ali Metin’i, 3 Temmuz 1919 günü Atatürk’ün hizmetine “Emir çavuşu” olarak vermiş, Atatürk’ü ölümüne kadar, özellikle Kurtuluş Savaşı süresince yakınlığı devam etmiştir. Atatürk’ün yemeklerini Ali Çavuş yapmıştır.
Halk dilinde “Aşağı Cami”, asıl ismiyle “Cami-i Kebir” 1302(1886) yılında Sivrihisarlı Hacı Süleyman tarafından yaptırılmıştır. O tarihlerde Mihalıççık, Sivrihisar’a bağlı bir kasabadır. Mihalıççık da Yunan işgaline uğramıştır.Cami, Yunanlılar tarafından tahrip edilmiştir. Uzun süre tamir edilememiştir. Ta ki, Atatürk yeniden yapımı için 5 bin lira gönderinceye kadar.
Özetle, Ali Metin’in vesile olmasıyla Atatürk, 5000 lira vererek Mihalıccık Camii'nin yeniden yapılmasını sağlamıştır.[16]
- Atatürk’ün çizdiği, “İdeal Cumhuriyet Köyü’nün” tam merkezinde bir de camiye yer verilmiştir. Atatürk, çizdiği projede 22 numarayla gösterdiği camiyi, köy hamamı ve etüv makinesinin hemen yanına yerleştirmiştir.(10 )
- Atatürk, çıkan büyük bir kasırgada hasar gören Edirne Selimiye Camii’nin onarılması için ödenek göndermiştir.[11]

- Atatürk, sadece Türkiye’deki değil yurt dışındaki camilerle de ilgilenmiştir. 1919’da başlanıp 1926’da tamamlanan Paris Camii’ne yardım yapanlar arasında Atatürk de vardır. Paris Camii’nde büyük emekleri olan Bencheikh El Hocine Abbas “Mustafa Kemal Atatürk’ün de Paris Camii’nde izleri bulunduğunu” ifade etmiştir. Şeyh Hamza Ebubekir’in, Bencheikh El Hocine Abbas’a anlattıklarına göre: Mustafa Kemal Atatürk, Abdülhamid’in ölümünden sonra 1938 yılına kadar her yıl Paris Camii’ne “bizim de çorbada tuzumuz bulunsun” diyerek, bir miktar para göndermiştir.[13] Caminin şeref defterine göre de II. Abdülhamit ve Atatürk’ün caminin yapımına katkıları olmuştur.[14] Batı’da Paris Camii’ne yardım eden Atatürk, Doğu’da ise Tokyo Camii’nin yapımına katkıda bulunmuştur. 1931 yılında Türkiye’ye gelip Atatürk’ü ziyaret eden Japon Elçisi Torijori Yamada, Atatürk ile yaptığı görüşmede Türklerin Tokyo camiinin yapımına katkıda bulunmasını istemiştir. Yamada’nın bu isteğini geri çevirmeyen Atatürk, iddiaya göre Tokyo Camii’nin yapımına da katkıda bulunmuştur.[15] Bu nedenle olsa gerek ki, Tokyo Caimii'nin 1938'deki açılış töreni sırasında camiye Japon bayrağı ile birlikte bir de Türk bayrağı asılmıştır. (15a)
Atatürk Edirne Selimiye Camii’nde
7 Şubat 1923 Çarşamba günü Balıkesir Paşa Camii’nde öğle namazı kılan ve bir hutbe veren Atatürk, özellikle Kurtuluş Savaşı yıllarında öğle ve Cuma namazlarını, Anadolu’nun değişik şehirlerindeki (Havza, Amasya, Ankara, Balıkesir gibi) değişik camilerde kılmıştır. Atatürk, cumhuriyetin ilanından sonra da yurt gezilerinde özellikle tarihi camileri ziyaret etmeye büyük özen göstermiştir.

Örneğin Atatürk, Edirne ziyaretinde Edirne Selimiye Camii’ne gitmiştir.

Atatürk Edirne'de Selimiye Camii ve Külliyesini gezerken. (25 Aralık 1930)*
Caminin giriş kapısının üstündeki kitabeyi inceleyen Atatürk, orada yazılı olan AYETİ okumuş ve caminin imamı Fereli Ahmet Efendi’ye bu ayetin anlamını sormuştur. Daha sonra da camiye girerek incelemelerde bulunmuş ve bazı açıklamalar yapmıştır:

Atatürk, caminin içinde minberle avize arasında durmuş ve, “Beyler, hiçbir dine bağlı olmayan kalp istirahattan mahrumdur” diye söze başladıktan sonra şunları söylemiştir:

“Bakınız, ecdadımız İstanbul’un fethinden tam 125 sene sonra bu şaheser camiyi İstanbul’da değil de Edirne’de yapmış, böylece Edirne’ye mührünü basmış, tapulamıştır. Dahi Mimar Sinan sanat ve din aşkıyla bu eseri bina etmiştir.” Daha sonra avizenin üzerinde yarım kubbede yer alan Arapça yazıyı okuyan Atatürk, Müftü’ye dönerek “Hocam, bu ayet Tövbe Suresi’nin 18. Ayeti değil mi?” diye sormuş, Müftü, “Evet Paşa Hazretleri” cevabını vermiştir. Atatürk, tekrar Müftü’ye dönerek, “Bana bu ayetin manasını söyleyebilir misiniz?” diye sormuştur. Müftü de, “Bildiğim kadarıyla bu ayette ‘Allah’ın, mescitlerini, camilerini yapan ve imar edenler Allah’a ve ahiret gününe iman edip, namazlarını kılan, zekatlarını veren ve ancak Allah’tan korkanlardır. Onlar doğru yoldadır’ demektedir.” demiştir.[17]

Atatürk’ün Cami Araştırmaları
Atatürk, ayrıca belki de Türk siyasetçileri arasında ilk ve tek “cami araştırması” yapan liderdir. İslam tarihinde ilk camilerin nasıl ortaya çıktığını merak eden Atatürk, Leon Caetani’nin “İslam Tarihi” adlı eserinin 3. cildinde “Caminin Kökeni”, “Medine’de Caminin Kurulması” başlıkları altındaki satırlarla ilgilenmiş, önemli bulduğu satırların altınız çizmiş ve sayfa kenarlarına bazı notlar almıştır.[18]

Keşke İnönü Gibi Dindar Olabilseniz!
Atatürk’ün, İsmet İnönü’nün veya tek partinin “Cami düşmanı” olduğu kocaman bir cumhuriyet tarihi yalanıdır. Evet, daha öncede anlattığımız gibi İnönü döneminde bazı camiler kapatılmış , bazı camiler başka amaçlarla kullanılmıştır. Ancak bu durumun nedeni İnönü’nün “din düşmanlığı” değil, Türkiye’nin o dönemdeki iç ve dış koşullarıdır. Kurtuluş Savaşı yıllarında askeri nedenlerle, silah ve cephaneyi saklamak için bazı camiler kapatılarak depo olarak kullanılmış, Cumhuriyet döneminde nüfus oranına göre ihtiyaç fazlası olan camiler tespit edilerek başka amaçlarla kullanılmak için tasnif edilmiş, II. Dünya Savaşı yıllarında ise Topkapı Sarayı’ndaki Kutsal Emanetler Niğde’deki bazı camilere taşınmış, dolayısıyla bu camiler ibadete kapatılmış, kapsına kilit vurulmuştur. Çok daha önemlisi Tek parti CHP, Atatürk ve İsmet İnönü, Kurtuluş Savaşı sırasında Yunan’ın kaçarken ateşe verdiği çok sayıda camiyi ya yeniden yaptırmış ya da tamir ettirerek yeniden ibadete açtırmıştır.

Değişik kaygılarla “cami kapatan”, “din düşmanı” diye belletilen İsmet İnönü, mitinglerinde, “din istismarı olur” diye “Allah” sözünü ağzına almaktan çekinen, yatak odasındaki “ALLAH'IN DEDİĞİ OLUR” levhasının fotoğrafının bir gazetede yayınlanmasına çok kızan, buna karşın geceleri gizlice namaz kılan, gerçek ve samimi bir Müslüman’dır.

İsmet İnönü'nün torunu Gülsün Bilgehan'ın yazdığı "Mevhibe" adlı kitapta, İnönü'nün bazı notları da yayınlanmıştır. O notlar içinde İsmet İnönü'nü, zaman zaman namaz kıldığından söz etmiştir.

İşte o notlardan bazı bölümler:

"Saat altı, sabah namazı vaktinden evvel Mevhibe beni uyandırdı...Kalkıp kırmızı odaya geçtik. Sabah namazını kıldım"

Mevhibe Hanım'ın notların da İsmet İnönü'nün "son derece dindar" bir insan olduğunu kanıtlamaktadır.

İşte o notlardan bir bölüm:

"22 Nisan 1922'de Konya'ya giderken, saat 15:00'da Malatya'dan ahreket ettik... Hamdi Bey'in evinde misafir ettiler... Ramazanın ilk günü oruçlu olduğumuzdan fena halde acıkmıştık. Ertesi gün 12'de yola çıkıp Kangal'a vardık... oraya yerleştik. Yemekten sonra namazlarımızı kıldık"

"3. Mayıs 1922'de bizi otelden aldılar. Dört arabayla Abdülvehap Gazi'yi ziyerete gittik. Kurban götürerek orada kestik. Etini türbedara bıraktık"

İnönü'nün kızı Özden Toker de 2000 yılında Vatan gazetesine verdiği bir demeçte babası İnönü'nün ve İnönü ailesinin "dindarlığını" şöyle anlatmıştır:

"Annem (İnönü'ün eşi) kuran okurken başını örterdi.Evimizde ramazanlarda huzur dolu bir hava yaşanırdı. Ev halkı, başta Cevriye ve Mevhibe olmak üzre İslam dinine tümden saygılı ve bağlı kişilerdi. İsmet Paşa ve Mevhibe Hanım'ın yatak odalarındaki duvarda kocaman harflerle 'ALLAH'IN DEDİĞİ OLUR' yazılı bir levha asılıdır. Bu yazı hiçbir zaman yerinden kaldırılmamıştır. Mevhibe, resmi ve sosyal görevlerinin yanında dinin vecibelerini de mükemmel olarak yerine getirirdi. Alice sahura kalkılır, iftarlar neşe ile yapılırdı."[19]

Bu İnönü mü "din düşmanı", "cami düşmanı"!

Atatürk’ün ölünceye kadar yanından ayrılmamış Fevzi Paşa da beş vakit namazını kılan, dinini gösterişten uzak biçimde yaşayan gerçek ve samimi başka bir Müslüman’dır… Dahası, Atatürk’ün en yakın dostlarından biri Ankara Müftüsü Rıfat Börekçi’dir.

Atatürk’e ve cumhuriyeti kuran kuşağa, “din düşmanı” demek her şeyden önce “günahtır”.

Bugün Camiler Açıksa ve Ezan Sesleri Hala Yankılanıyorsa…
Her şeyden önemlisi, “Cami düşmanı” olmakla suçlanan Atatürk ve İsmet İnönü gibi silah arkadaşları olmasaydı, bu vatanseverlerin “kelle koltukta” verdikleri o “kutsal mücadele” olmasaydı, 15 Mayıs 1919’da İzmir’e çıkan çoluk çocuk demeden korkunç bir katliama başlayan Yunanlılar, camileri yakıp yıkacak, ezanları susturacak ve işte o zaman camiler; ahır, tuvalet, eğlence merkezi yapılacak, hatta Ayasofya’ya çan takılacaktı. Nitekim İzmir’in işgal edildiği günlerde, Yunanlılar camilere saldırmış, camileri yakıp, minareleri yıkmış, Yunanlılardan cesaret alan Rumlar da camilerdeki halı ve kilimleri çalmışlardır. Örneğin, o günlerdeki bir gazete haberine göre, “Şehrin camilerinin de Rumlar tarafından basıldığı ve birçok kıymetli halı ve kilimin kaçırıldığı da tespit edilmiştir. Bu arada Hisar ve Bölükbaşı camilerinde bir tek halı ve kilimin kalmadığı görülmüştür.”

Bugün bu ülkenin camileri açıksa ve bugün bu ülkenin semalarından hala ezan sesleri yükseliyorsa bunu “cami düşmanı” ilan ederek saldırdığınız o Atatürk’e, o İsmet İnönü’ye, o cumhuriyeti kuran iradeye borçlusunuz beyler.


-Atatürk Adlı Camiler-


Bugün Türkiye'deki 83.000 camiden sadece 6'sının adı “Atatürk Camisi”dir. Benim tespit edebildiklerim şunlardır:

1- Bitlis, ATATÜRK CAMİ-İ ŞERİFİ,

2- Mardin-Kızıltepe ATATÜRK Camii,

3- Eskişehir-Mihallıçcık ATATÜRK Camii,

4- İstanbul-Kartal Soğanlık ATATÜRK Camii,

5- İzmir-Karşıyaka MUSTAFA KEMAL PAŞA Camii,

6- İstanbul-Büyükçekmece Beykent ATATÜRK Camii…

Bırakın Atatürk adını taşıyan camileri, bugün Türkiye'de "Atatürk rozetine" bile tahammül edemeyen sözde “imamlar” vardır: Örneğin, 27 Kasım 2010 tarihli Hürriyet'in haberine göre: "Trabzon'un Beşikdüzü İlçesi Merkez Camii İmamı Sezai Yaşar, yakasında Atatürk rozeti ile gelen 80 yaşındaki Ömer Atalar'a, “Bunu takıp camiye gelmeyin, günah işliyorsunuz” demiştir.[20]


-Menderes’in Yıktırdığı Camiler ve Mescitler-


AKP'nin "cami söyleminin" Mehmet Şevket Eygi'den etkilendiği açık. Ancak başta Başbakan olmak üzere AKP'li yetkililer, Mehmet Şevket Eygi'nin yazıp söylediklerini bile işlerine geldiği şekilde kullanmışlardır. Şöye ki, Eygi "Cami Kıyımı" adlı kitabında, "Cami kıyımı 1950-60 arasında da devam ederek yol açma bahanesiyle nice tarihi caminin temellerine kadar yıkılmasına sebep oldu" diyerek 1950-1960 arasında DP ve Menderes döneminde yıkılan ve satılan camilerden de söz etmiştir. Ancak başta Başbakan olmak üzere AKP'li yetkililer "cami söylemlerinde" hiç bir zaman bu durumdan söz etme gereği duymamışlardır.
Bu nedenle ben de DP lideri Menderes’in sattırdığı ve yıktırdığı camilerden söz edeyim. Kim bilir belki Sayın Başbakanımız gelecek grup toplantısında da DP’nin ve Menderes’in yıktırdığı camilerden söz eder!
Araştırmalarım sonunda Menderes zamanında sadece İstanbul'da 54 tane caminin yol açma ve değişik imar faaliyetleri sebebiyle yıkıldığını öğrendim. DP döneminde İstanbul Tophane, Karaköy, Fatih, Eminönü, Beşiktaş'da tam anlamıyla bir tarihi cami katliamı yaşanmış.
DP ve Menderes döneminde İstanbul'daki tarihi cami ve mescit katliamı İstanbul'un imarı için getirilen Fransız Mimar Henry Prost eliyle gerçekleştirilmiştir.

 Zeki Bağlan Hoca, 2010 yılındaki bir konferansında bu gerçeği  şöyle ifade etmiştir:

"İlk darbeyi Saraçhane-Unkapanı arasında vurur. Çandarlı ibrahim Paşa Hamamı, Altuncuzade Tekkesi ve Süleyman Halife Mektebi bir yana Hoca Teberrük Mescidi sanat değeri çok yüksek bir binadır. Revani Mescidi hiç gereği yokken yıkılır. Divan Edebiyatının ünlü isimlerinden Revani Çelebi'nin mezar taşı dahi kırılır. Bir Bayezid devri eseri olan Firuzağa Mescidi yola tesadüf etmez. Buna rağmen bileti kesilir, ortadan kaldırılır.

Hoca Sinan tarafından yaptırılan Azepler Mescidi Fatihli yıllardan kalmadır ama hamamı ile birlikte yola katılır. Kanuni devri hatırası Tüfenkhane Mescidi üç kuruşa satılır. Saraçhane Mescidinin üzerinde ise şu an resmi daireler vardır.

Prost, bu kadarla yetinmez. İkinci yıkım Furyası ile (1955-57) yol kenarında kalan mescidleri de ayıklar. Zeytinciler Mescidiyok edilir.. Voynuk Şücaeddin Camii'nin yıkım emrini kimin verdiği hiç anlaşılamaz. Hazire bile darma duman edilir, istanbul'un ilk Belediye Başkanı Hızır Bey'in mezarı ortada kalır. Arsalar tekrar camileştirilemesin diye hızla betonlaştırılır ki bu alanda iMÇ blokları yayılır.... Sadece 56-57 yılları arasında 54 camiyi yıktırır. Bunun yanında hamamların, tekkelerin, sebillerin, çeşmelerin hesabı yapılmaz..."(20a)
Prof. İlber Ortaylı, Milliyet gazetesinde "Cami Olmaktan Çıkan Camiler" başlıklı yazısında Menderes'in İstanbul'da Mimar Sinan'ın mescitlerini, camilerini buldozerle yıktırdığını, ancak hiçbir Müslümanın nedense bu gerçekten söz etmediğini şöyle ifade etmiştir: "70 ila 50 sene evvelinin camiyi ambar yapma, kışla yapma olaylarını tekrarlamak ne tarihi açıklamaya yeter ne de politika yapmaya, üstelik yeterince delil de ileri sürülmüyor. Falan mahallelerdeki camilerin depo yapıldığı söyleniyor ama Menderes’in imar çalışmaları sırasında rölöveleri ve albümleri bile çıkarılmadan tarihe gömülen Mimar Sinan mescitlerinden, Beyazıt’ta yıkılan Kemankeş Kara Mustafa Paşa Camii ve medresesinden, Topkapı’daki Kara Ahmet Paşa’nın Mimar Sinan eseri zarif sebilinden (ki bence istisnai bir Rönesans tipi fontanaydı, inşaat makinelerini dayayıp yıkılışını gözümle gördüm) bahseden Müslüman yok. Bu memleketin tahribi şu veya bu grubun işi değildir. Toptan yaptığımız bir kepazeliktir." (20b)
İstanbul'un tarihini en iyi bilen Türkiye’nin sayılı sanat tarihçilerinden Prof. Dr. Semavi Eyice, Milliyet gazetesinde Neşe Mesutoğlu'na verdiği röportajda, Menderes’in bazı camileri yıktırdığını ileri sürmüştür.

1950’lerde Yeni Sabah gazetesinde yazar olan Semavi Eyice, Adnan Menderes'in Sekban Paşa Mescidi, Mimar Ayaz Camii, Velide Camii'nin türbesi gibi dini eserleri yol yapmak için yıktırdığını anlatmıştır.

Eyice, kendisinin bu cami, mescit ve türbelerin yıkılmasına gazetesinde itiraz ettiğini ancak uyarıldığını da belirtmiştir. Eyice, Türk tarihi için önemli olan Zeyrek evlerinin de bu dönemde yıkıldığını söylemiştir.[21]

Prof. Semavi Eyice, “Sanat Alemi” dergisinden Ülkü Ö Akagündüz’e verdiği röportajda da bu gerçeğin altını çizmiştir:

İşte Semavi Eyice’in o röportajından bazı bölümler:

“Menderes döneminde nice ibadethaneler şuursuzca yıkıldı. (Menderes'in) adına görkemli bir türbe yapıldı; ama günahı da çoktu hani.” diyen Eyice, İstanbul’da geniş caddelere, meydanlara ve yeşil sahalara karışıp giden elliden fazla caminin bazısı, projeleri hiç tehdit etmediği hâlde biraz da keyfî uygulamalarla ortadan kaldırılmış. Semavi Hoca, Menderes’in açtırdığı Atatürk Bulvarı’na kurban giden iki camiden şöyle söz ediyor:

"Bozdoğan kemerinden Aksaray’a inerken sağda iki küçük cami vardı. Baba Hasan Alemi ve Oruç Gazi Camileri. Baba Hasan Alemi’yi daha o zaman vakıflar kiraya vermişti. Hatta bir öğretmen oturuyordu içinde. Cadde üstünde olmamasına rağmen yıktılar onu. Oruç Gazi mamurdu, kullanılıyordu. Hiç lüzumu yokken yıkıldı o da. Bulvar açıldığında, dört tarafında servi ağaçlarıyla çok şirin bir durumu vardı, caddeden dışarıda ve biraz çukurdaydı zaten. Kimin aklına estiyse, lüzumsuz burada dediler, yıktılar.”

“Adana’da kentin göbeğinde, camisi, medresesi, kütüphanesiyle görkemli bir külliye düşünün. 1650’lerde Cafer Paşa yaptırmış, 1950’de cadde genişleyecek bahanesiyle yıkılmış. Ne var ki arsa hala boş, külliye yıkıldığı ile kalmış, şehrin anıtsal yapısının yerinde şimdi çömlekçi var".[22]
İşte İstanbul'da DP döneminde Menderes'in yıktırdığı ve tahrip ettirdiği tarihi camilerden bazıları:
-1465 tarihinde inşa edilmiş olan tarihi Murat Paşa Camii Vatan caddesi yapılırken 1957'de yıkılmıştır.
-Pertevniyal Lisesi yakınlarında bulunan tarihi Oruç Gazi Camii, 1956 yılında yol yapım çalışmaları sırasında yıktırılmıştır.

-Yeni Kapı yakınlarında Fatih döneminden kalma 1479 tarihli Çakır Ağa Camii yine yol yapım çalışmaları nedeniyle 1958'de yıkılmıştır.

-Aksaray'da Vatan cadesinin başlangıcında yer alan Fatih döneminden kalma Camcılar Camii ve çeşmeleri, 1957 yılında yol yapım çalışmaları nedeniyle yıkılmıştır.

-Aksaray'da,1555 yapımı tarihi Kazasker Abdurrahman Camii 1957'de yol yapım çalışmaları nedeniyle yıkılmıştır.
-Karaköy Kabataş arasında -bugünkü Mimar Sinan Üniveristesi'nin tam karşısındaki- Salıpazarı Süheyl Bey Camii 1957'de yol yapım çalışmaları sırasında yıkılmıştır.
-Karaköy Kabataş arasındaki 1878-1879 yapımı, özgün mimariye sahip çok nadide eserlerden biri olan Karaköy Mescidi veya camisi 1958'de yol yapım çalışmaları sırasında yıkılmıştır.
-Karaköy Kabataş arasındaki II. Mahmut döneminden kalma, 1826 yapımı, tarihi Nusretiye camii ve sebili 1958'de yol yapımı sırasında tahrip edilmiştir.
-Karaköy Kabataş arasındaki Mimar Sinan eserlerinden Kılıçali Paşa Camii ve dükkanları 1958'de yol yapım çalışmaları sırasında tahrip edilmiş, bazı duvarları yıkılarak yeniden yapılmıştır. (20c)

İstanbul'un birçok tarihi camisini yıktıran DP ve Menderes, (tarihi camilerin bakım ve onarımı konusunda çıkarılan yasaya rağmen)İstanbul'un abidevi camilerine de ilgisiz kalmıştır. Bu durum dönemin basınınca eleştirilmiştir. Örneğin, Sultanahmet Camii'nin etrafının gecekondularla kuşatılmasını ve bakımsızlığını Metin Engin, 1953 yılında Cumhuriyet gazetesinde şöyle eleştirmiştir: "İstanbul'un en büyük tarihi abidelerinden olan Sultanahmet Camisi gecekonduların ve usulsuz inşaatın istilası altında... üç beş teneke parçası ya da taş bulan her şahıs caminin duvarına bitişik bir gecekondu inşa ediyor. Sultanahmet Camisi'nin hali ise büsbütün utanç verici.1950'de Vakıflar tarafından tamir edilirken bir amalenin dikkatsizliği yüzünden kül olan, camiye bitişik mahfil-i hümayun üç seneden beri harap ve yanık bir vaziyette bırakılmış.Bu feci manzara muhteşem caminin bütün güzelliğini ortadan kaldırmaya kafi geliyor. Vakıflar Umum Müdürlüğü acaba neden burasını tamir edip camiyi bu çirkin vaziyetten kurtaramaz." (22a) 
Bu noktada insanın aklına birkaç soru geliyor:

1. İsmet İnönü keyfi nedenlerle camileri kapatmadığı halde “İsmet Paşa camileri kapattı!” diye birileri yıllardır milleti kandırırken; Adnan Menderes, bazı tarihi camileri ve mescitleri yıktırdığı halde neden hiç kimse “Menderes camileri ve mescitleri yıktırdı!” diye çıt bile çıkarmamıştır.

2. Menderes döneminde Türkiye’nin dört bir yanındaki tarihi kiliseler, cemaati olmadığı halde, törenlerle ibadete açılırken, neden hiç kimse “Menderes Türkiye’de Hıristiyanlığın yayılmasını sağladı!” diye bağırıp çağırmamıştır.[23]

3. Çok daha önemlisi AKP döneminde 2010 yılında satışa çıkarılan İzmir Foça’daki Kozbeyli köyü camiinden neden hiç söz eden yoktur?[24]

4. “Tek parti CHP camileri kapattı” diye sızlananlar neden hiçbir zaman “Tek parti döneminde açılan Halkevleri ve Köy Enstitülerini DP kapattı. Böylece Türk aydınlanması büyük bir darbe yedi.” demez? 1951’de DP ve Menderes, Türkiye’nin dört bir yanındaki 478 Halkevi merkezini, 5000 Halkevi şubesini ve 4000 Halkodasını kapatmıştır. 1954’te de o güne kadar 25.000 öğretmen yetiştiren Köy Enstitülerini kapatmıştır.[25]

Sonuç olarak diyeceğim şu ki: Tarih üzerinde işinize geldiği gibi tepinemezsiniz beyler...





KAYNAK :  SİNAN MEYDAN -  CUMHURİYET TARİHİ YALANLARI, 2. KİTAP

http://sinanmeydan.com.tr/index.php?option=com_content&view=article&id=393:babakana-cevap-veryorum-konu-tek-parti-atatuerk-noenue-menderes-ve-camiler&catid=62:yazlar&Itemid=228
« Son Düzenleme: Aralık 11, 2015, 10:04:20 öö Gönderen: Fay Frin »
Sonsuz ışığa kavuşabilmek için...


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
74 Yanıt
23578 Gösterim
Son Gönderilen: Temmuz 31, 2008, 11:35:56 öö
Gönderen: sun
0 Yanıt
1977 Gösterim
Son Gönderilen: Nisan 10, 2008, 08:48:52 ös
Gönderen: naval
4 Yanıt
3633 Gösterim
Son Gönderilen: Temmuz 11, 2008, 02:39:38 ös
Gönderen: BILGI
5 Yanıt
2888 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 27, 2008, 08:59:58 ös
Gönderen: dogudanesen
0 Yanıt
2494 Gösterim
Son Gönderilen: Temmuz 25, 2011, 09:31:03 öö
Gönderen: MASON
3 Yanıt
7442 Gösterim
Son Gönderilen: Ağustos 05, 2011, 03:43:44 ös
Gönderen: Atila
7 Yanıt
4134 Gösterim
Son Gönderilen: Haziran 22, 2016, 09:10:43 öö
Gönderen: Birisi
1 Yanıt
2648 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 17, 2015, 05:28:11 öö
Gönderen: Risus
1 Yanıt
3711 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 22, 2015, 12:38:28 öö
Gönderen: ozkann
11 Yanıt
5602 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 14, 2015, 09:27:59 ös
Gönderen: Tij