Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: Yahudilikte kavramlar ve semboller  (Okunma sayısı 61613 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Mart 19, 2007, 10:31:44 ös
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 3120
  • Cinsiyet: Bay

 
SÜNNET NEDİR?(Brit Mila)  Basit bir mitzva, nasıl tüm Yahudiler üzerinde bu kadar sonsuz ve evrensel bir etki yaratabildi.

Brit Mila ya da diğer bir adıyla sünnet, Yahudi çocukları doğduktan sekiz gün sonra yapılır.

Bu prosedür, moel; yani Yahudi kurallarına uygun olarak yetiştirilmiş ve sünneti de içeren kapsamlı bir eğitim görmüş kişi tarafından gerçekleştirilir.



Brit Mila’da, moel; bebeğe bir Yahudi adı verildikten sonra bebeğin sünnet derisini alır ve üreme organından kan akıtır.



NEDEN BRİT MİLA?

Brit Mila’ nın sözlük anlamı “sünnet sözleşmesi” dir. Yahudi dinin babası olan Avraam, tarihte ilk Brit Mila olan kişidir ve kendi kendini sünnet etmiştir.

Avraam, kendi soyundan gelenlere büyük bir sadakatla Tanrı’ ya hizmet etmelerini öğreteceğine dair yemin etti. Buna karşılık Tanrı, Avraam’ ın soyunun hayatta kalacağını garanti edeceğine dair söz verdi. Bu İbrani ailesi, Yahudi olarak bilinen ve hala soyu devam eden İsrael milletini oluşturdu.

Tanrı, Avraam’a dünyada insanlar var oldukça Yahudilerin de olacağının teminatını verdi.

Tanrı, Avraam’a dünyada insanlar var oldukça Yahudilerin de olacağının teminatını verdi. Tanrı ile Avraam arasındaki bu sözleşme ya da diğer bir deyişle anlaşma, sünnet kanunu olarak kabul edildi.

Bugün, Yahudiler sünnet olayını yerine getirirken, bu sözleşmeyi sürekli kılıp, çocuklarını verilmiş olan bu ebedi sözün bir parçası yapmış oluyorlar.



DERİN ANLAM

Brit Mila’nın, erkek çocuk doğduktan sekiz gün sonra yapıllması Yahudi toplumunun sonsuz sürekliliğini ifade eder.

Tora’ da bahsedilen bütün sayıların büyük bir önemi vardır; örneğin altı sayısı; dört yönü (kuzey, güney, doğu ve batı) yukarı ve aşağı olan fiziksel dünyayı; yaratılışın altı gününü ve haftalık altı çalışma gününü temsil eder.

Yedi, bedenselliğe manevi bir öğe katar, sekiz ise tamamıyla bedenselliğin sınırını aşar.

Yedi, bu fiziksel dünyaya manevi bir öğe katar. Yedinci gün olan Şabat, yaşamımıza manevilik katmakla beraber fiziksel dünya aleminin içinde yerini daima korur. Diğer taraftan sekiz, tamamıyla bedenselliğin sınırını aşar. Örneğin, Hanuka’ nın sekiz gün mucizesi doğa üstü olmakla beraber doğal kuralların ve standartların ötesindedir. Sekiz, gerçekliğin daha yüksek boyutunu temsil eder.

Tanrı, Avraam’ ın çocuklarının tabiat kanunlarına meydan okuyan millet olarak sonsuza kadar hayatta kalacaklarını garanti etti. Tarih, bunun en güzel ispatlarıyla dolu, yeryüzündeki en güçlü milletler bile er geç yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmışlar; Mısırlılar, Yunanlılar ve Romalılar bu durumun en belirgin örnekleridir. Fakat Yahudiler sayısal olarak çok fazla olmamalarına rağmen hala buradalar, hayattalar ve iyiler.

Sekizinci gün yapılan Brit Mila bize Yahudilerin hayatta kalmalarının doğal bir fenomen olmadığını , ancak doğaüstü olduğunu gösterir.Yahudilerin hayatta olmaları tabiat kanunlarına meydan okuyor. Bu da sünnet işaretinin neden üreme organına yapıldığını açıklıyor -- bu Yahudi toplumunun kökünün asla yok olmayacağı düşüncesini simgeliyor.

Buna ek olarak Brit Mila, spesifik olarak güçlü fiziksel arzularımızla özdeşleşen bölgeye yapılıyor, bu bize vücudumuzun yükselen isteklerine yetki vermemizi sağlıyor.

Eğer 8.gün Şabat’a ve bayram gününe rastlıyorsa Brit Mila iptal edilmez, aynı gün yapılır.Fakat çocuk sezaryenle dünyaya gelmişse bu ertesi hafta içinde bir güne ertelenir.



ADET OLAN SÜNNETİN AMACI
Brit Mila’ nın tercümesi sünnet sözleşmesinden ziyade sünnet olarak geçer, Fazlalık olan sünnet derisinin alınması mitzvanın en önemli unsurunu içerir.

Tanrı ile Yahudi toplumu arasında yapılması amaçlanan sözleşme ile sünnet arasında bir bağlantı kurulmalıdır.

Gerçekten, Tanrı ile Yahudi toplumu arasında yapılması amaçlanan soy sözleşmesi ile sünnet arasında bir bağlantı kurulmalıdır.

Bu nedenle, bu emri yerine getirme amacı olmadan tıbbi sünnet olan kişi, bu mitzvayı tam anlamıyla yerine getirmek için onu takip eden prosedürleri uygulamalıdır. Onu takip eden prosedür diğerlerine nazaran daha ağrısızdır, sadece üreme organından kan akıtmayı içerir ve bu işlem Brit Mila adı altında gerçekleştirilir.

KİŞİSEL TAAHÜT
Yahudiliğin devamlılığının sırrı, insanın Tanrı’ya olan kişisel taahüdünü kuvvetlendiren Brit Mila’da gizlidir. Başarıya ulaşır ulaşmaz bu toplumsal taahüt kendiliğinden ortaya çıkar.

Avraam, kendi sünnet sözleşmesinde, soyundan gelenlere kusursuz bir sadakatla Tanrı’ ya nasıl hizmet edeceklerini öğreteceğine dair yemin etti. Bu Brit Mila’ nın özüdür – bu bireyin Tanrı’ya olan kişisel taahüdünü temsil eder. Bireyin Yahudilikle toplumsal kişiliği arasında gerçekten pozitif birşey vardır ama Brit Mila mitzvası bize kişisel taahüt olmadıkça dayanmanın çok zor olduğunu öğretir.

Umarız hepimiz çocuklarımızı Avraam’ ın sözleşmesinin geçerli olduğu dünyaya getirmeye layık olup, onların Yahudi kişiliklerinin büyüyüp geliştiğini görebiliriz


Mart 19, 2007, 10:48:26 ös
Yanıtla #1
  • Ziyaretçi

bence buraya bir DIN konusu acilmasi lazim. bunlarida oraya koymak.
Guzel yazilar .
daha okuyamadim ama okuycam.


Mart 20, 2007, 09:29:35 ös
Yanıtla #2
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 3120
  • Cinsiyet: Bay

bence haklısın ama zaten yazmamızada izin veriliyor.


Mart 20, 2007, 09:34:50 ös
Yanıtla #3
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 3120
  • Cinsiyet: Bay

ÖLÜM VE MATEM
Ölüm, hala bilinmeyen konular arasında yer almaktadır. Ölümden sonra hayatın olup olmadığı hala birtakım insanlar arasında tartışma konusudur. Ancak Yahudi dinine göre ölüm hayatın sonu değildir.

İçinde yaşadığımız dünya bizi başka bir dünyaya götüren koridor gibidir. Diğer yaşama , gelecek dünyaya (olam haba )insanların yargılanıp ruhlarının yeniden canlanacağına inanmak Yahudi düşüncesinde ve felsefesinde vardır.Tüm İsrael’in gelecek dünyada payı vardır. (Mişna sanhedrin 11:1)

Fakat kişinin değeri ölümünü de bir o kadar üzücü kılar.Özellikle de ailesi, arkadaşları,cemaati için üzüntü çok daha fazladır.Yahudi geleneği ölüye saygıyı koruyarak yas tutanların acılarını rahatlatmak üzerine oluşmuştur.

Yaşam, bize Tanrı tarafından verilmiş en değerli hediyedir. Ve bu hediye de Tanrı’dan başka kimse tarafından geri alınamaz. Onun için intihar etmek veya başkalarını öldürmek Yahudi dininde en ciddi günahtır.

Verdiği canı geri alabilen sadece Tanrı’dır. Bu yüzden kişi hasta da olsa, acı çekiyor da olsa, onun ölümünü çabuklaştıracak hiçbir şey yapılmamalıdır.

Sahip olduğumuz bir bedenimiz varolduğu gibi bir de ruhumuz vardır. Bedenimiz ölünce tekrar toprağa dönüşür. Yani kısaca yok olur. Ruhumuz ise yaşamaya devam eder.

Yahudi inanışına göre, dünyada yaşanan hayat, bir sonraki yaşam için yapılan hazırlıktır. İnsanın hayatı, kişi onu faydalı bir şekle sokana kadar, olumlu hale getirene kadar boştur.

Ölümle yok olan bedenimizden kurtulan varlığımız tekrar yeni bir hayata başlar. Hemen olmasa da bir süre sonra bu varlık tekrar başka bir hayat yaşayacaktır. Bu seferki hayatında, bir öncekinde yaptıklarının ödülleri veya cezalarıyla karşılaşacaktır.

Hayatın kutsallığı adına her Yahudi tüm mitzvalarını sadakatle gerçekleştirmelidir. Her mitzva yapılırken “Tanrı” hatırlanmalı ve onun için yapılıyor olunmalıdır. Çünkü bize hayat veren odur.

Ölüm ve yasla ilgili dini kanun ve uygulamalar iki prensip üzerine kurulmuşlardır.

Yaşamını yitirmiş te olsa insanoğlunu onurlandırmak ve saygı duymak(kibud ha-met)

zihinsel,hissi,ruhi olarak yasta olanları rahatlatıp iyi olmalarını sağlamak(nihum avelim)


Ölmeden Önce İtiraf

Yahudi inançlarına göre Talmudistler ölüm öncesi itirafta bulunanların bir sonraki hayatta yer alacaklarını söylerler.

Onlara göre bir kişi ölümcül hastalığa yakalandığında itirafta bulunmalıdır ve hiçbiri, itiraftan sonra başına kötü olayların geleceğinden korkmamalıdır. “Hatta tersine, itiraf eden kişilerin, itiraf etmeyi reddedenlere oranla daha yüksek derecede iyileştiklerine rastlanır.” Zaten bir inanca göre itiraf edenlerin hayatlarının uzatılacağı söylenir.


Ölüm Sırasında

Ölüm döşeğindeki kişi yalnız bırakılmamalıdır. Bu esnada onun yanında bulunan kişilerin boş, esası olmayan konulardan konuşmamaları gerekmektedir.

Ölüm döşeğindeki kişinin her ne kadar öleceği çok belirgin olsa da, o ölmeden cenaze hazırlıklarına başlanmamalıdır.

Cesedin bulunduğu yere yemek türü şeyler sokmak yasaktır. Hatta su bile içmek doğru olmaz.

Kişi öldükten sonra ceset cenaze gününe kadar kesinlikle yalnız bırakılmamalıdır.

Ne koşullarda olursa olsun ceset kesinlikle Cumartesi günü kaldırılmamalıdır.

Günümüzde Türkiye’de de bu uygulama aynen geçerlidir.



Giysilerin Yırtılması (Keriya)

Giyilen kıyafetlerin yırtılması çok eskilere dayanır. Ölüm haberi üzerine, ölenin yakınının giysisini yırtması, ilk İbranilere kadar uzanan bir gelenektir. “Yaakov, oğlu Yosef’in öldüğünü öğrendiğinde üstündekileri yırtmıştı.”

Bu yüzden birinci dereceden yakınını kaybeden kişi, yani yas tutacak kişi kıyafetini kol tarafından yırtar. Bu eylem kişiler ayaktayken gerçekleştirilir. Keriya’nın sebebi, kişinin içindeki Tanrı’ya olan isyanı yatıştırmak içindir.

Ölen kişi 1. dereceden akrabaysa, yas tutan kişi yedi günlük yas süresince giydiği tüm elbiseleri yırtmalıdır. Ve bir daha dikmemelidir.

Şabat günü geldiğinde ise farklı bir kıyafet giyilmelidir. Farklı kıyafetler giyilmediği takdirde, kıyafetin yırtık olan kısmı içe dönük olmalıdır ve yırtık görülmemelidir.

Günümüzde Türkiye’de hiçbir dinsel gerekliliği olmamasına rağmen Yahudiler yas sırasında, siyah giyinmektedirler.

Keriya uygulaması devam etmektedir, ancak 1. dereceden akrabası ölen kişi, yırtığını dikmek isterse, hafif aralık kalacak şekilde dikmelidir.

Şabat günü yeni ölen için dua okunmadığı gibi yas da tutulmaz.

Giysi yırtıldığı zaman yastakiler tarafından aşağıdaki dua söylenir :

“Baruh Ata Ado. Elokenu meleh haolam dayan haemet.”


Cenazeye Katılım

Cenazeye Kohenler katılmamalıdırlar. Kohenler imtiyazlı kişilerdir. Yüce vazifeleri vardır. Kişiye ölünceye kadar tüm yardımları yaparlar ancak ölüm sonrası bu yardımları devam ettirmezler.


Onan

1. dereceden yakınını kaybeden ve yas tutan kişiye, ölümden, cenazeye kadar olan zamanda “Onan” denir. Bu kişi bu süre boyunca hiçbir şey yapmamalıdır. Bu süre içinde dinsel tören olmamalıdır.

Onan, bu süre içinde yıkanmamalı, et yememeli, şarap içmemeli, cinsel ilişkiye girmemeli, neşeli partilerde bulunmamalı, arkadaşlarıyla görüşmemelidir. Kişi evden sadece cesedin gömüleceği zaman çıkabilir. Aksi takdirde evden çıkmamalıdır.

Eğer ölüm Cumartesi günü olmuşsa, onan bu yaptırımların birçoğunu yapmak zorunda kalmaz. Ancak yine de cinsel ilişkiye girmesi yasaktır.

Günümüzde Türkiye’de bu uygulama tümüyle yürürlüktedir.

Kefen

Tanrı’nın yarattığı insanın öldüğü zaman da aynı saygıyı görmesi gerekir.

Kefenleri hazırlama görevini üstlenmiş olan kadınların, çok dikkatli, konulmuş kurallara çok sadık olmaları gerekmektedir.

Kefen hazırlıklarına, kişi ölmeden başlamak kesinlikle yasaktır. Yapılan kefenlerin çok pahalı olmaması şarttır. Kefenler dikilirken veya ölü giydirilirken kefenin kesinlikle bir tarafı kıvrılmamalıdır.

Günümüzde de ceset giydirilmekte ve aynı koşullar altında kefenler hazırlanmaktadır. Kefen için basit kumaşlar kullanılmaktadır.Erkek ölüler aynı zamanda tallit’e de sarılırlar.Tallit’in püskülleri (tsitsit) geçersiz kılınır.Sembolik olarak yer yüzündeki kullanımı geçersizleştirilir.


Cesedin Temizlenmesi

Ceset, kesinlikle kefen hazır olmadan yıkanmamalıdır.

Günümüzde Türkiye’de bu işlevin uygulanması için birtakım mezarlıklarda özel bir yer vardır. Özel kişiler gönüllü olarak burada çalışırlar ve en büyük mitsvayı yaparlar; cesedi temizlerler.Kendilerini bu işe adamış kişiler kutsal gurup (Hevra kadişa) olarak adlandırılırlar.


Gömme ve otopsi

Ölüleri yakmak yasaktır.Gömme toprakta olmalıdır.Tora’ya göre “ Topraktan geldiniz toprağa döneceksiniz”(Bereşit 3:19). “Kesinlikle ölüyü gömmelisin“ (Devarim 21:23)

Ölü eğer yakılırsa ve külleri toprağa gömülmezse ve yeryüzünde muhafaza edilirse ölünün ailesi Şiva yapamaz.

Parçalamak yasaktır.Ölünün kanı onun bir parçası olduğundan cesetle gömülmeli ve dışarı akıtılmamalıdır.

Gömme mümkün olduğunca ölümün gerçekleşmesinin hemen ardından olmalıdır.Ertesi güne ancak uzakta bulunan akrabaların ulaşabilmesi yada Şabat ve bayramlar nedeniyle ertelenir.

Şabat günü gömmek yasaktır.Bayramların ilk günü de Yahudilerin gömülmesi yasaktır.Bayramların ikinci günü ölüyü gömebilirler.Tercihen bayramın diğer günleri cenaze töreni yapılmamalıdır.Bayramın kutsallığını bozmak ve ölüye kutsal günlerde saygısızlık yapmamak için mümkünse bu zamanlarda cenaze yapılmaz.


Otopsiler

Geçmişte rabanik kurallar cesedin analiz edilmesini kesinlikle yasaklardı.Zaman içerisinde eğer başka birinin yaşamını kurtarmak için ise bu analizin yapılmasına izin verilir oldu.Yasal olarak da kabul edilir.Ancak yine de otopsi için aşağıda belirtilen uyulması gereken kurallar vardır :

* Ölününün dokuları incelenirken minimumla yetinilmelidir.

Vücüttan çıkarılan tüm parçalar tekrar yerine konmalıdır.

* Yasa gereği olmadığı müddetçe ailenin izni veya ölünün hayattayken talebi olmadan otopsi yapılamaz.

* Durumlar farklı olacağından konuyla ilgili rabinik fikirler de farklı olacaktır.Bu nedenle her kez için kendi ravının önerisi dikkate alınmalıdır.


Yas Yemeği (Guevo)

Yasın ilk günündeki yemek, yas tutan kişinin olmamalıdır. Yemek, komşularının veya arkadaşlarının olmalıdır. Yemekte yumurta verilmesi simgesel bir olaydır. Yumurtanın yuvarlaklığı bu mesajı vermektedir; “Bütün insanlar bir gün ölecektir”.

Arkadaş veya komşular 7 gece boyunca yemek vermelidir. 7 gün boyunca yastaki kişiler hiçbir iş yapmamalıdır.

Kadiş

Kadiş, en önemli, en yüce duadır. Aramicedir. Bu dua söylenirken Kudüs’e dönülür. Yas sırasında söylenen “Kadiş” duası iki nedenden ötürü okunur. Birinci nedeni, kişi yakını öldüğünde isyan içindedir. Tanrı’ya isyan eder. Bu duayı okurken de Tanrı’nın adaletine sığınır. Her ne kadar isyan etse de onun doğru yaptığına olan inancını ifade eder. İkinci nedeni, ölen kişinin ruhunun, Tanrı’ya hesap verdiği süre boyunca, yakınları okudukları “Kadiş” duası ile Tanrı’ya karşı ruhu yüceltirler.

Bu dua asırlardır devam etmektedir. Birinci dereceden yas tutan yakınlar bu duayı bir sene boyunca sabah-akşam söylemelilerdir.


Yas Zamanı

Yas zamanını Yahudiler üçe ayırmışlardır. İlk yedi gün (Şiva), ölümden sonraki 30 gün (Şeloşim) ve ölümden sonraki 12 ay.

Yas, ölünün gömüldüğü andan itibaren başlar.

Şiva (ilk yedi günlük dönem)

Şiva süresi yedi günün ilk sabah duasıyla başlar.Gömme günü Şivanın ilk günü olarak sayılır.

Şabat da Şiva sürecinin içindedir.Şabat şivanın arasına gelince halk uygulamalarına göre Şabat için Şivaya ara verilir ve Şabattan sonra devam edilir.Yine de Şabat yedi günün içinde sayılır.

Kutsal bayramlardan biri şiva zamanına denk gelirse,şiva tamamlanır ve bayram bittikten sonra da şivaya devam edilmez.

Cenaze Pesah veya Sukot haftasına denk gelirse şiva yapılır.Fakat bayram tamamen sona erince başlar.Diasporada bayramın son günü şivanın ilk günü sayılır.

Purim ve Hanuka yası bitiren bayramlardan sayılmaz.Yine de yasta olanlar Purimde Megila okumak için sinagoga gidebilirler.

Uzakta veya başka şehirde bulunmaktan dolayı ölüm haberi geç öğrenilirse ,haber ulaştığından itibaren şiva ve yasın gerektirdiği tüm kurallar yapılır.Ölümün olduğu yerde aile fertleri şivanın ortalarında iseler ,haberi sonradan alan uzakta olan fert katılabiliyorsa diğerlerine katılıp aynı zamanda şivayı bitirir.Eğer diğer yastakilere katılamıyorsa veya şiva tamamlanmışsa o zaman ölüm haberinin alındığı ilk gün şivanın ilk günü sayılır.

Ölüm haberi otuz gün geçtikten sonra ulaşırsa şiva yapılmaz.Ayakkabılar çıkarılıp bir saatliğine alçak bir yerde oturulur,bu bir simgesel tutumdur.Ölü ,kişinin ebeveyni ise giysisi ona sunulur.


Şiva Kuralları :

· Yasın ilk üç günü yas tutan kişi kimseyle selamlaşmamalı ve aynı zamanda verilen selamı da almamalı. Üçüncü günden yedinci güne kadar kendi selam vermemeli, ancak verilen bir selamı cevaplandırmalı.

· Bu yedi günlük süre içinde kişi cinsel ilişkiye girmemeli, deri ayakkabı giymemeli, evinden çok gerekli olmadığı takdirde çıkmamalı ve yerde oturmalıdır.

· Kişi yıkanmamalıdır. Erkekler traş olmamalı. Sadece elini, yüzünü ve ayaklarını soğuk suda yıkamalıdır. Yeni yıkanmış, güzel kokulu kıyafetleri “Şabat” dahi olsa giymemelidir. Kadınlar da kozmetik ürünleri kullanmazlar.

· Kişi kesinlikle ev işi yapmamalıdır. Sadece çok gerekli olduğundan, bazı önemsiz ev işlerini yapabilir.

· Yedi günlük yas süresince bir mum veya bir lamba dünyamızı terkeden ruhun anısına yanmalıdır.

· Yasta olanlar normal yükseklikteki sandalyelerde oturmazlar.alçak sandalye veya tabure ,minder kullanılır.Sandalye koltuklarındaki minderler alçak yerlere koyarak oturulabilinir. (Sefaradik aileler daha da eski bir gelenek olan yerde oturmayı uygularlar.) Bu kuraldan ötürü “Şiva” yani “oturmak” tanımı kullanılır.Aslında yasta olanların her zaman oturması gerekmez.

· Yas tutanlar deri ayakkabı giymezler.Terlik,spor, bez ayakkabı veya çorap giyebilirler.

· Yasta olanlar işe gitmemelidir.Özel durumlar için de cemaat ravına danışılmalıdır.

· Yas kuralları içeren kitap ve bölümler,Yeremia’nın üzüntü ve ıstıraptan söz eden

bölümlerinden başka, Tora çalışılmaz.

Günümüzde Türkiye’de kişiler ilk günden selam alıp vermektedirler. Bazı kimseler hala bu yas süresince yerde oturmayı tercih etseler de, birçok kişi artık odanın bir köşesindeki koltukta oturmayı yeğlemekteler. Oturulan o koltuğa yas tutanlardan başkalarının oturmaması gerekmektedir. Genelde var olan bir uygulama da şöyledir. Ölen kişi arkasında birinci dereceden kaç kişi bıraktıysa, evde o kadar sayıda mum yanar.


Şeloşim (ilk 30 gün)

Aşağıdaki uygulamalar, ölen kişi birinci dereceden ise 12 ay boyunca, daha uzaktan akrabaysa 30 gün boyunca uygulanır.

· Kişi bu süre boyunca yeni kıyafet giymemelidir. Yeni alınan bir kıyafeti ancak kıyafet 2-3 kere başkası tarafından giyildikten sonra giyilebilir.

· Yas tutan kişi bu süre boyunca hiçbir eğlence yerine gitmemelidir. Hiçbir kutlama yapmamalıdır ve hiçbir hediye alıp vermemelidir.

Bayramlardan biri şeloşim zamanına denk gelirse yas tamamlanmış sayılır.Bayram bittikten sonra devam etmez.

12 Ay

· 12 aylık yas süresi boyunca sabah akşam Kadiş söylenmelidir. Her sene ise ölenin anısına, kişinin gömüldüğü günden bir sene sonra Limud yapılmalıdır. Bugün boyunca da bir ışık o ruhun anısına yanmalıdır.

Yahudi dinine göre bir ölünün arkasından gereğinden fazla üzülmek yasaktır. Çünkü bu konuda Tanrı’ya güvenmeli ve inanmalıyız. “Rab verdi ve Rab aldı.” Onun her şeyi doğru yaptığına inanmalı belki de böyle teselli olmalıyız.

Kişi gömüldükten üç ay sonra, mezartaşı konulur ve ilk ziyaret yapılır. Bu ziyaretler (ziyara) her yıl düzenli olarak Roş Aşana-Kipur arası ve Oşana Raba gününde yapılır.


Mart 21, 2007, 09:36:18 öö
Yanıtla #4
  • Ziyaretçi

bence haklısın ama zaten yazmamızada izin veriliyor.
ben yazimi yazdikta sonra, sen cevap verene kadar zaten dinler bolumu acilmis, kategorilere ayrilmis  ve her mesaj ait oldugu yere gitmis bile :)


Mart 21, 2007, 04:00:57 ös
Yanıtla #5
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 3120
  • Cinsiyet: Bay

bence böyle daha güzel olmuş


Mart 21, 2007, 04:02:57 ös
Yanıtla #6
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 3120
  • Cinsiyet: Bay

            MAGEN DAVİT
Efsaneye göre, “Golyat” adlı deve karşı savaşırken, küçük David’i koruyan kalkanın üzerine bir altıgen motifi işlenmişti. Bu motif belki de şeklini David adının İbranice’deki yazılışına borçludur: David İbranice’de üç harfle: “Dalet-vav – dalet” harfleriyle yazılır. Çok eski İbrani alfabesinde ise Dalet harfi Yunan alfabesindeki “Delta”ya benzeyen küçük bir üçgen şekille yazılırdı.İki “Dalet”in birleşmesi, yani iki üçgenin altıgen bir yıldız şeklinde çizilmesi Kral David’in adını temsil ediyordu. Bu şeklin Kral David’in monogramı olması mantıklı bir varsayımdır.



İbranice’de “Magen” sözcüğü, savunma anlamındaki “Lehagen/Hagana” sözcüğüyle aynı köke sahiptir ve “savunucu, koruyucu” anlamını taşır. Magen, ayrıca, koruyucu bir alet olan “kalkan”a verilen addır. Buna göre, Magen David, “David’in kalkanı, David’in koruyucusu” demektir.

Diğer bir efsaneye göre, Goliyat’ın kalkanını büyük bir yıldız süsler. Genç David, bu devi öldürdükten sonra, kalkanına sahip olur ve yıldızı da Tanrı’ya sığınmanın bir simgesi olarak benimser.

David, tıpkı bir kalkanın arkasına sığınır gibi Tanrı’nın korumasına sığındığını dualarında, şiir ve mezmurlarında defalarca tekrarlar. David’in mezmurlarının tekrarlanan teması “Tanrı benim kalkanımdır” sözleridir (Bkz. Mezmur 18).

Tora, bilinen bir örgütlenmiş orduyu kuran Kral David’in, askerlerini profesyonel savaşçı olarak yetiştirdiğini yazar. David, askerlerinin zırhlarında da Tanrısal himaye sembolü olarak altıgen yıldız motiflerini kullanmıştır.

David’in oğlu, Kral Şelomo (Şeloma Ameleh) ise sembol olarak altı köşeli değil de beş köşeli (pentagram) yıldızı benimsemiştir. Bu yıldız Şelomo Ameleh’in mühürlü yüzüğünde yer almaktaydı ve kralın mabedinde de yüzlerce altın kakmalı kalkan bulunmaktaydı.

Altıgen Yıldızın Tarihçesi

Tarihte 6 köşeli yıldızın ilk olarak kimler tarafından kullanıldığı bilinmemekteyse de, Bronz çağına (M.Ö. 3200 – 1200) dayanan bir geçmişi olduğu düşünülür.

*İsrail’de bugün, bu motifin en eski arkeolojik kalıntısına Bet-El yöresindeki M.Ö. 10 ila 20 yıllarına ait bir yapıda rastlanmıştır. Aynı motif Kineret Gölü kıyısında, 2. yüzyıldan kalan Kfar-Nahum Sinagogu’ndaki oyma kalıntılarında görülebilir.

Mozaik, fresk ve taş oymaları bakımından son derece zengin olan bu sinagogun kalıntıları arasında o yörede yetişen meyve ve sebze motiflerinin yanı sıra Menora gibi dinsel simgelerle 5 veya 6 köşeli yıldız motifleri görülebilir.

*6.yüzyıl İtalya ve İspanyası’nda bu yıldızın, “David” adlı kişilerin mezar taşlarına kazıtılmış olduğu görünür. İlginç bir örnek de 17.yüzyıl Almanyası’ndaki David Gans adlı bir Rabi’nin mezar taşıdır. Rabi Gans’ın mezar taşında bir David yıldızının üzerine yerleştirilmiş bir kaz resmi görülmektedir. “Gans” sözcüğü, almanca “Kaz” demektir. Böylece yıldız Rabinin adını, kaz resmi de soyadını simgelemektedir.

*Kahire Geniza’sında (Eski din kitaplarının saklandığı genelde gömüldüğü yer) bulunan 10. yüzyıla ait bir okul defterinde İbranice egzersizleri süsleyen bir Menoranın iki yanına çizilmiş Magen David’ler bu yıldızın diğer tipik Yahudi sembolleriyle birlikte kullanılmasının en eski örneklerden biri sayılabilir.

*Altıgen yıldızın ilk kez “David Yıldızı” olarak adlandırılmasına yazılı örnek 13. yüzyılda, Kabalist Yosef Gikatilla’nın eserlerinde görülüyor.

*Yahudi basın tarihinin bilinen ilk İbranice kitabı Prag’da 1512’de basılan “Sefer Tefirot”tur. Bu kitabın kapağını büyük bir Magen David süsler.

*Magen David Yahudilik simgesi olarak ilk kez Prag Yahudi Cemaati tarafından kullanılmış ve bu cemaatin özel ve resmi sembolü olarak kabul edilmiştir. Bu sembolün diğer komşu Bohemya cemaatleri yoluyla Viyana’ya kadar ulaştığı varsayılmaktadır. Viyana’nın eski Yahudi mahallesiyle Hıristiyan mahallesi arasındaki sınırı belirleyen, üzerine bir David yıldızı oyulmuş, 1656 tarihli ünlü Dikilitaş bugün hala ziyaret edilebilir.

*Daha ileri yıllarda Baron Shlomo Meir Rothschild 1822’de Viyana’da Şövalye ilan edildiğinde bu yıldızı aile armasına almıştı. 19. yüzyıl başlarının ünlü Yahudi Alman yazarı Heinrich Heine, Hıristiyanlığa dönmüş olmasına rağmen gazete makalelerini isim yerine altıgen bir yıldızla imzalamaktaydı.

*Magen David’e daha büyük ölçüde önem ve anlam Kabala ile gelmiştir. Devrimizin ünlü Kabalisti Gershon Sholem; Magen David’in evrimlerini şöyle özetler:

“Hıristiyan dünyasınca kabul edilen Haç’a karşılık Yahudilerin de özgün bir sembol benimsemeleri ihtiyacı doğmuştu. Haç’ın ifade ettiği anlama sahip olmasa da, “Magen David” yaygınlıkla tanınıp sevilmiş bir şekildi ve Yahudi dünyasına kendini kolaylıkla kabul ettirmişti.”

Magen David ve Sembolizm

Bu yıldız iki eşkenar üçgenden oluştuğuna göre sembolizmasını da yine üçlem olarak incelemek yerinde olur. Her millet ve kültürde üç sayısı, kutsal, simgesel veya mistik anlamlar taşır. Üçgenin simgelediği kavramlara örnek olarak, anne – baba – çocuk ilişkileri (aile), geçmiş – şimdi – gelecek, toprak – su – hava gibi temel doğa elemanlarıyla maddenin üç hali: katı – sıvı – gaz veya atomdaki proton – nötron – elektron üçlüleri gösterilebilir.

Tora’da da üçlü kavramlar sık sık tekrarlanmıştır:

*Tanrısal ışık (Or) ve Meorot adı verilen gece ile gündüze hükmeden iki büyük ışık (ay ve güneş). Nuh’un gemisi üç katlıdır. Ayrıca, Nuh’un üç oğlu vardır: Ham – Sam ve Yafet ve bunlar sırasıyla Ruh’un, Duygu’nun ve Düşünce’nin simgesidirler.

*Avraam’dan üç ayrı nesil doğar: Yİşmael – Yisrael ve Esav.

*Yahudi milletini oluşturan halk tabakaları da üçtür: Kohenler – Leviler – İsrael’ler. Bu türden örnekleri daha da çoğaltmak mümkün. Ayrıca insanlığın üç temel öğesi: Hakikat – özgürlük ve sevgi kavramlarını saymak yerinde olur.

Bizim uzun ve zor tarihimiz boyunca, şunu farkettik ki, bizlerin tek umudu Tanrı’ya olan güvenimizdir. Magen David, ( Kelime anlamı olarak David’in kalkanı) ‘in altı köşesi vardır. Bu da Allah’ın tüm kainata hükmettiğini ve bizleri 6 yönden de koruduğunu sembolize eder: Kuzey, Güney, Doğu, Batı , Aşağı ve Yukarı. Buna benzer bir sembol ‘Şema’ duasını okurken de karşımıza çıkar.

Rabi Moshe Feinstein, Kral David’in 6 köşeli işaretini , savaşta Allah’ın onu koruduğunu göstermek için kullandığını söyler. ("Igrot Moshe" - O.C. 3:15)

Kabala’da, iki üçgenin, insanların içindeki mücadeleleri yansıttığı anlatılır: İyilik / kötülük, manevi /maddi ,v.s. İki üçgen ayrıca ,Yahudi ile Allah arasındaki karşılıklı ilişkiyi de temsil ediyor olabilir. Yukarı işaret eden üçgen, cennete gidecek iyi davranışlarımızı , aşağı işaret eden üçgen ise bu iyiliklerin harekete geçirip dünyaya doğru getireceği iyilik dalgasını ifade ediyor olabilir.

Bir başka fikir ise, 6 kenarı olan bir kübün , formunu ,ağırlık merkezinden aldığıdır. İç merkez, ,6 evrensel yönün çevrelediği ruhsal boyutu temsil etmektedir . Yine , altıgen merkezli , 6 köşeli yıldızda bunu görebiliyoruz. Bu arada, aynı fikir, Şabat için de geçerlidir: 6 günü dengeye kavuşturan 7. Gün …

Yakın Tarihimizde ve Günümüzde Magen David’in Anlamı

Theodor Herzl’in halefi ve yakın arkadaşı Dr.David Wolfson, ilk kez Yahudi ulusunu simgeleyecek bir bayrak şekli önermişti. 1933’te Prag’da onaylanan şekliyle bu bayrak “Tallit’teki gibi beyaz zemin üzerine iki paralel mavi çizgi arasına ortalanmış bir mavi Magen David idi. Bu şekil, daha sonra, 1948 yılında yeniden doğan İsrail Devleti’nin bayrağı olacaktı.

Nazi Almanyası, “Juden Stern” Yahudi yıldızı adıyla, Magen David’i bir utanç sembolü haline sokup alçaltmış ve Yahudileri bu yıldızı sarı bir rozet veya kolluk halinde takmaya mecbur etmişti.

İkinci Dünya Savaşı sırasında İngiliz Kumandası altında 5.000 kadar gönüllü Yahudi askerinin kurduğu ve tarihte “Jewish Brigade” – “Yahudi Tugayı” olarak tanınan birliğin üniformalarının kollarını mavi-beyaz çizgili zemin üzerinde sırma işli bir Magen David’li bant süslüyordu.

Savaş bittiğinde Yahudi Tugayı askerleri, müttefiklerle birlikte, utanç kamplarındaki din kardeşlerini kurtarmaya gittiklerinde çarpıcı bir mucize gerçekleştirmişti. Aylar, yıllardır bu kamplarda yaşam savaşı veren bitap ve biçare tutsakları kurtaranlar, kendileri gibi sarı bir Magen David taşıyan kardeşleriydi ve sarı yıldız bir utanç yıldızı değildi artık!

Bir zamanlar değişik milletler ve kültürlerce kullanılan altı köşeli yıldız yukarıda da görüldüğü gibi, zamanla bu milletlerin çoğu tarafından terkedilmiş, bu şekle sadece Yahudi milleti asırlar boyu sahip kalmıştır. Bu yıldız, asırlar boyunca, nerede olurlarsa olsunlar Yahudilere daha parlak bir gelecek vaadini simgelemiş ve David’in krallığına kadar uzanan umut ve inanç dolu bir tarihin sembolü olmuştur.

Günümüzde bu yıldız, sadece İsrail Devleti’nin bayrağındaki sembol olmakla kalmamış, Ortodoks veya liberal olsun, İsrail’de veya diaspora’da olsun, hür dünyada veya Yahudilerin azınlıkta yaşayıp kimliklerini açığa çıkarmadıkları ülkelerde olsun, tüm dünya çapındaki Yahudi toplumlarının sevgiyle, saygıyla, derin bir bağlılıkla sahip çıktıkları bir sembol olmuştur.

Bu yıldız, ister İsrael bayrağında dalgalanan mavi bir Magen David, ister bir toplama kampındaki esirin kolundaki sarı Magen David olsun, her zaman Yahudiliği hatırlatacak bir semboldür, tabii ki güvendiğimiz Tanrı’nın yanında…


Mart 21, 2007, 04:05:00 ös
Yanıtla #7
  • Ziyaretçi

bayagi iyi yazilar. ama daha okunur hale sok bence, cunku dumduz yazi olarak okunmasi skiyor biraz. meela basliklari koyu yap yada ne biliyim,  daha goze carpar hale getir derim.
ben bile :P
tam olarak okumadim acikcasi :)


Mart 21, 2007, 04:20:25 ös
Yanıtla #8
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 3120
  • Cinsiyet: Bay

tamam dostum birdahaki sefere öyle yaparım.
olmasa birazda süslerim


Mart 22, 2007, 08:48:30 ös
Yanıtla #9
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 3120
  • Cinsiyet: Bay

MENORA(Yedi mumlu şamdan)
  Menora’nın birçok sembolik anlamı vardır. İlk anlamı “Daimi Işık”ı simgelemesidir. Tanrı yeri ve göğü yarattıktan sonra ilk olarak “Yei Or - Işık olsun” demiştir. Bu ışık bir bakıma evrenin ve ruhlarımızın aydınlığını simgelerken, ışığın bilimin aydınlığını ifade etmesi noktasından hareketle, Menora aynı zamanda bilimin devamlılığını ve sonsuzluğunu sembolize eder.

Midraş, Moşe Rabenu’nun Menora’yı tam olarak görüp algılayabilmesi için Tanrı’nın onu, kırmızı, beyaz, siyah ve yeşil ateşlerle çizdiğini, böylece Moşe Rabenu’ya bunu netlikle gösterdiğini ve nasıl yaptıracağını tarif ettiğini anlatır. Tanrı’nın Moşe Rabenu’ya talimatı aynen şöyledir :

“Ve som altından bir şamdan yapacaksın. Şamdanın kaidesi ve kolları çekiçle işlenecek. Sütun başları, çanakları, çiçekleri tek bir parça halinde olacak. Hepsi bir talant altından yapılacak. Bak ve sana dağda gösterilen örneklerine göre yap.” Şemot (Çıkış 25:31-30).

Moşe Rabenu, dağda Tanrı’nın kendisine ateşlerle çizip gösterdiği Menora figürünü aklında tutarak Sinay Dağı’ndan aşağı inmiş çok yetenekli bir çizimci ve sanatçı olan Yeuda Kabilesi’nden Betsalel Ben Uri Ben Hur’a bu Tanrısal gerecin tarifini vermiştir.

Menora’nın boyu, ortalama bir insan boyu veya biraz daha uzun olacak, ortadaki merkez kolun iki yanında üçer kol daha olacaktır. Kolların başlıklarında badem çiçeği biçiminde içleri saf zeytinyağı ile dolu kaseler olacaktır. Menora tek parça altından yekpare yapılacak, dövme işçiliğiyle, sadece çekiçle vurularak şekillendirilecektir.
Menora ve Simgeledikleri
Menora’nın birçok sembolik anlamı vardır. İlk anlamı “Daimi Işık”ı simgelemesidir. Tanrı yeri ve göğü yarattıktan sonra ilk talimatında “Işık olsun” demiştir. Bu ışık bir bakıma evrenin ve ruhlarımızın aydınlığını simgelerken, ışığın bilimin aydınlığını ifade etmesi noktasından hareketle, Menora aynı zamanda bilimin devamlılığını ve sonsuzluğunu sembolize eder.

Menora yedi kollu oluşu itibariyle, antik Dönem Bilimi’nin 7 ana temeli olan aritmetik, geometri, astroloji, simya, retorik, müzik ve etniği simgeler.

Menora’nın 7 ışığı yaradılışın 7 gününü sembolize eder. Altı çalışma günü ve yedinci dinlenme gününü yani Şabat’ı.

Menora aynı zamanda İsrailoğullarının Mısır’ı terk edişleri ile Sinay Dağı eteklerinde Tora’yı alışları arasında geçen 7 haftayı (Şeva Şavuot) temsil eder. Bu bağlamda Menora; özgürlüğe kavuşma mutluluğu ile bir disiplin zorunluluğu arasındaki zamanı simgeler ki, disiplinsiz özgürlüğün hürriyet değil, başı bozukluk olduğu düşüncesinin temelini oluşturur.

Menora’daki merkez kolla diğer kollar arasındaki mesafe ve yükseklik eşittir. Bu da adaleti simgeleyen merkez kola göre, yanlarındakilerin durumu adalet karşısındaki eşitliğin göstergesidir.

Ortaçağ’da bu 7 kol astrolojik anlamda 7 gezegeni simgelemektedir; ortağa güneş ve her iki yanında üçer gezegen. Bu savı ortaya atan kişi M.Ö.40’da İskenderiye’de yaşayan, Yunanlı Yahudi fizolof Philon’dur. Hermes felsefesinden etkilendiği anlaşılan Philon’a göre ortadaki ışık, kainatın nizamını yani güneşi simgelemektedir. Philon “Tora”dan esinlenerek, alegorik olarak ortadaki merkez kolu Sara’nın figürü olarak çizmiştir. Çünkü Sara Yahudi birliğinin annesi ve ışığın koruyucusudur.

Menora bunlardan başka, hayat ağacı olarak nitelenmiştir. Ona bir badem ağacı kimliği kazandırılmış, ölümsüzlüğü simgelenmek istenmiştir. Bilindiği gibi ilkbaharda ilk çiçek açan ağaç badem ağacıdır. Ağacın dalları çiçeklerle bezendiği zaman, yaprakları henüz yeşermemiştir bile. Bu saflığı ve kutsallığı simgeler.

Yahudi mistisizmine göre hayat ağacı simgesi 7 tanrısal erdemi ifade eder. Menora insanoğlunun Tanrı’nın suretinde yaratıldığının sembolüdür. Bir başka anlatımla Menora Tanrısal gücün insanda şekil bulduğunu ifade eder. Ayrıca Menora, moral gücün, fiziksel karanlıklara üstünlüğünü simgeler. Sonuç olarak Menora, Tanrı’nın İsrailoğullarına vaat ettiği, ruhların kurtuluşunu simgeler.
Menora’nın Tarihi
İlk orijinal Menora, Betsalel Ben Uri Ben-Hur tarafından Tanrısal yönergelere göre çizilmiş, yapılmış ve çölde bulunan Kutsal Çadır “Mişkan”ın en kutsal iç bölüm “Kadoş aKodaşim”e yerleştirilmiştir. Menora “Parohet”in (Günümüzde sinagoglardaki Sefer Toraların bulunduğu dolabı örten perde) karşısında bulunmakta, kendisi güneyde iken, gölgesi kuzeyde belirmekteydi. Işıkları geceden sabaha kadar yanar, Kohen Gadol tarafından yakılır ve söndürülürdü.

Daha sonra, Kutsal Topraklara ayak basıldığı zaman, Yeoşua Bennun tarafından Şilo’ya getirilmiştir.

Şlomo Ameleh Yeruşalayim’de “Bet-Amikdaş”ı inşa ettirdiği zaman, bütün kutsal objeler “Bet-Amikdaş”a taşınmıştır.

Şlomo esas Menora’nın iki yanına beşer tane daha menora yerleştirmiştir. Bundan amaç esas Menora’yı korumak ve tapınağı gümüş ve altınlarla donatmaktır.

M.Ö.586’da I.Bet-Amikdaş yıkılınca bütün bu kutsal objeler Babil’e taşınmıştır. Fakat Perslerin Babil’i fethinden sonra Cyrus bu hazinelerin büyük bir bölümünü, Yeruşalayim’i ve mabedi yeniden inşa etmek amacıyla, kutsal topraklara geri getirtmiştir. Menora o sıralarda muhtemelen ya tamir görmüş veya kaybolanın yerine yenisi yapılmıştır.

II. Bet-Amikdaş inşa edilirken, Babil’deki sürgünden Kutsal Topraklara geri dönen peygamber Zeharya’ya bir melek Menora’nın şeklini göstermiştir.

“Altın bir şamdan gördüm. En üst tepesinde bir yağ kabı vardı. Üstünde 7 boru olan 7 lamba vardı. İki tane zeytin dalı vardı. Biri yağ kasesinin sağında, diğeri solundaydı.” (Zeharya 4:2-3).

Bu ağaçlar David Ameleh’in soyundan gelen Zerubavel’i ve Kohen Gadol olan Yeşu’yu simgeliyordu. Bu iki kişi iktidardı. 7 lamba Tanrı’nın yeryüzündeki 7 gözünü simgeliyordu ve genç prense şu mesajı veriyordu: “Orduların Rab’bi diyor, kudretle değil, kuvvetle değil, ancak benim ruhumla.”

Helenistik Çağda Antiyohus Epifanes Menora’yı ve diğer objeleri kaldırmış, sunağın üzerine Olimpos tanrısı Zeus’un resmini yaptırmıştır.

Makabiler savaş kazanıp mabede girince orayı temizlemişler ve teneke kapları olan demir bir Menora yapmışlardır. Daha sonra gümüş bir menora yapmışlar ve en sonunda gerekli imkanlara kavuşunca som altın bir Menora tekrar eski yerine konulmuştur.

Menorayı, Haşmonay hanedanının başı Matatyau Haşmonay’ın bastırdığı bir madeni paranın üzerinde de görmekteyiz. Matatyau Haşmonay M.Ö.40-37 yılları arasında üç yıl hükümdarlık ve dini liderlik etmiş, Antiyohlu Mark Antonyus tarafından tutuklanmış ve idam ettirilmiştir.

Büyük Herod M.Ö. 37-4 yılları arasındaki saltanatı sırasında II.Bet-Amikdaş’ın geliştirilmesi için uğraşmış yeni Menoralar yaptırmıştır. Bunlar eski kent kazıları sırasında ortaya çıkarılmıştır.

Kutsal topraklar Romalıların egemenliğine geçtiğinde, ikinci mabedin yıkılışından sonra geriye kalan Menorayı ele geçiren Romalılar onu İmparator Titus’un Zafer Takı’nın sembolü haline getirmişlerdir. Bugün bile hala cevaplandırılamayan sorulardan biri Romalıların neden Menorayı kendi sembollerinden biri haline getirmek istedikleridir. Romalılar menoranın üzerine mitolojik tanrılar ve Greko-Romen Mitolojisi’nden alınma grifonlar, aslanlar, kartallar ve çeşitli deniz yaratıklarının figürlerini işlemişlerdir. Bir düşünceye göre bütün bu tanrısal figürlerin hepsi en iyi şekilde bir araya getirip aynı anda taşıyabilmek için Menoranın şekli çok elverişli sayılmıştır.

Bütün II.Tapınak hazineleri imparator Vespasian tarafından, Roma’daki forumda bulunan barış tapınağında muhafaza ediliyordu. Daha sonra M.S.455’de Vandallar Roma’yı istila ettiklerinde Menora imparatorluk başkenti olan Kartaca’ya taşındı.

6. yüzyıl tarihçilerinden Kesaryalı Procopius, Menora’nın Bizans İmparatoru Belisarius’un şerefine birçok hazineyle birlikte Bizansın başkenti Constantinopl’a gönderildiğini yazar. Daha ileri tarihlerde İmparator Jüstinyen Menorayı uygun bir vakte kadar muhafaza ettikten sonra, tekrar Yeruşalayim’e göndermiş ve onu kiliselerden birinde sıkı bir koruma altında saklamıştır.

M.S.638 yılında Arapların Yeruşalayim’i fethetmelerinden itibaren Menora bir daha hiç ortaya çıkmamıştır. Belki de Persler M.S.614 yılında Yeruşalayim’i terketmek zorunda kaldıkları zaman onu götürmüşlerdir.

Efsaneye göre Menora ya Yeruşalayim’de, ya da Şilo’da gömülüdür. O Maşiah’ın gelmesini ve mabedin yeniden inşa edilmesini beklemektedir.
 


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
2 Yanıt
7125 Gösterim
Son Gönderilen: Nisan 28, 2007, 01:42:54 öö
Gönderen: shemuel
19 Yanıt
8609 Gösterim
Son Gönderilen: Haziran 30, 2007, 10:36:52 ös
Gönderen: shemuel
17 Yanıt
24637 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 05, 2009, 02:56:12 ös
Gönderen: ADAM
57 Yanıt
33215 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 31, 2010, 03:21:37 öö
Gönderen: Belial
5 Yanıt
8318 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 14, 2008, 08:59:21 ös
Gönderen: Prenses Isabella
8 Yanıt
13521 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 27, 2008, 02:06:13 öö
Gönderen: Fraternis
12 Yanıt
25672 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 17, 2011, 08:04:42 ös
Gönderen: AMON RA
2 Yanıt
9121 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 16, 2010, 12:54:34 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
7979 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 06, 2011, 11:43:04 ös
Gönderen: AQUA
10 Yanıt
5225 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 15, 2015, 12:56:30 ös
Gönderen: egeran