Kabala üst güç, manevi dünyalar, Yaratan ile kişinin arasındaki ilişkiden bahsettiğinden insanlar kabalayı dinle karıştırırlar. Kabala bir din değildir, din olarak düşünülmesinin nedeni dincilerinde bir yaratıcıya inanma durumları olduğundandır. Dincilerin Yaratanlarına dua etmek, bir takım şeyleri yerine getirmek gibi şeylerle Yaratanla ilişkileri olduğu görüşleri vardır ve gelenek ve görenekleri vasıtasıyla da yaptıklarının Yaratan tarafından talep edildiği inancı ve toplumdan gelen de güvence ile Yaratana olan yakınlık ve ilişkilerini din denilen bir takım eylemlerle inşa etmişlerdir.
Eğer yaptıkları her şey var ise – o zaman ilişkileri, Yaratanın var olması, onları yakınlaştıracak eylemler – o zaman daha başka ne olabilir ki? Aslında ondan daha fazlası da yok. Ayrılım noktası bunun nasıl yapıldığındadır.
Kabala din değildir; bir metotdur hatta aslında bir bilimdir. Yaratanla direkt olarak bağ kurmanın bir yoludur. Bazen dini inançlarda bulunan yaklaşımları benzer olabilir ama anlayış ve yön tümüyle alakasızdır.
Yaklaşım farkı kişinin aynı elementlere içselliklemi yoksa dışsallıklamı yaklaştığındadır. Kabalanın süreci kişinin içselliğine yöneliktir. İkisi arasındaki fark son derece büyüktür hatta iki uç noktadır diyebiliriz. Kabala öğretisinin yaklaşımını dinci bir kişinin alıp yapması tümüyle farklı sonuçlar verir – Kabalistik yaklaşımda kişinin edindiği şey hayatın gerçek mutluluğu, realitenin tümüyle idrak edilmesi ve Yaratanın düşüncesinin edinilmesidir. Yaratanla gerçek bir bağ işte budur.
Aradaki farkı biraz daha inceleyelim ve bu elementlerle Yaratanla böyle direkt bir bağ edinmek nasıl olabilir bir bakalım.
Dr Mihail Laitman’ın yazdığı Kabala ve Din arasındaki fark adlı makaleyi okuyacağız. Bu makalede tam farkları görebiliriz. Farklar küçük gözükebilir ama içyüzünü anlamak tüm bakışınızı değiştirir. Şöyle diyor:
Dinler şöyle varsaymakta, kişinin davranışlarına göre Yaratan o kişiye olan yaklaşımı değiştirmekte. Kabala ilminde ise Yaratan’ın değişmediğidir ve kişilerin yaptıkları Yaratanın kişiye yaklaşımını asla etkilememektedir. İşin gerçeği kişinin yaptıkları kişinin kendisini değiştirmesini sağlar. Zira kişi kendisini doğru değiştirirse o zaman Yaratanın ilahi yönetimini doğru algılayabilir, bu algı ancak kişinin ne kadar çok Ona benzeyebildiği kadar ölçülür. O zaman kişi Yaratan’ı her zaman iyi ve iyilik yapan olarak görebilir. Eğer kişi (kendisi için alma) ile Yaratan (sadece ihsan etme) nitelikleri arasındaki fark artarsa o zaman Yaratanın tavrı kişi tarafından negatif olarak hissedilir.
Nerede yaşadığımıza bakacak olursak, etrafımıza, o zaman tümüyle çevreye bağlı olduğumuzu görürüz. Çevre kişiyi istediği şekilde etkiler.
Dışarıda anlamaya çalıştığımız muazzam güçler var. Bunları bilim vasıtasıyla öğrenmeye çalışıyoruz ve kontrol etmeye çalışıyoruz, elimizden gelen her şeyi yapıp kontrol etmeye çalışıyoruz çünkü bu güçler çok büyük. Bu güçleri kontrol edemediğimizi de görünce başka bir yaklaşım uygulayıp onlarla anlaşmaya veya pazarlık yapmaya çalışıyoruz. Onlardan bir şeyler talep ediyoruz. Bazı kurbanlar adıyoruz. Direkt olarak kontrol edemediğimiz bu güçlere yönelik etki yapmak için kendimizce eylemler yapıyoruz.
Tüm bu talep ve pazarlıklar aslında “dua” dedikleri şeye geliyor çünkü her şeye olan yaklaşımımız anlayabildiğimiz kadar ve sanıyoruz ki doğada bize aynı şekilde karşılık veriyor. Yani eğer birisine iyilik yaparsak o kişide büyük ihtimalle bize iyilik yapar. Kendi doğamızdan böyle görüyoruz. Bu aslında egoizmimizin bir niteliği ve bu yüzden doğanın kanunlarına bakıyoruz ve anlamıyoruz ve doğanında böyle egoistçe davrandığını varsayıyoruz – eğer ben iyilik yaparsam oda bana iyilik yapar. Bunun nedeni egoist olmamızdır ve gördüğümüz herşey de bize böyle gözükür. Bu yüzden sürekli hayatımızı düzeltmeye çalışırken buluyoruz kendimizi, başkalarına iyilik yapmak, sadaka vermek, hayvanlara yardım etmek veya toplum için fedakârlıklarda bulunmak gibi. Burada kişinin ümidi yaptıklarına karşılık iyi bir şeylerin kendisine geleceğidir.
Kabalistik yazılarda birçok Yaratan’ın yaratılanlara yaklaşımında hiç bir değişiklik olmadığı yazar: “Ben adımı değiştirmem”, “O tüm kullarına iyi ya da kötü farketmeksizin ihsan eder”. “Onun ışığı değişmez”.
Eminimki bu tür yazılara dua ya da dini kitaplarda rastlamışsınızdır ve biraz da gizemli sözler – peki bu cümleler neden bahsediyor?
Bahsettiği şey Yaratanın niteliğinin ihsan etme niteliği olduğudur ve değişmeyen bir niteliktir, değişmesinide talep edebileceğimiz bir nitelikte değildir ve sürekli aynı şekilde çalışır ve hep aynı eylemleri yapar. Bu durum “Işığı hareket etmez” olarak adlandırılır.
“Hareket etmez” ne anlama gelir? Niteliği hiç değişmez demektir. Her zaman yaratıyor ve yaratılanlara iyilikle davranıyor. Sürekli sevgiyle sabit bir yaklaşım içerisindedir.
Egoist ve alçak seviye olan doğalarından çıkan kabalistler, manevi dünyalara girmişlerdir ve bize ışığın sabit doğası olan niteliği ve fonksiyonunu ve bizim doğamıza tümüyle ters bir işleyişi olduğunu anlatmaktadırlar.
Görüyoruz ki üst güç değişmez ayrıca değişmeye de ihtiyacı yoktur zira sabit bir şekilde mükemmellikle ihsan etmektedir, bazen ihsan edip bazen etmemezlik edemez çünkü o zaman ihsan etmek olmaz. Dolayısıyla ya üst bir güç ya da üstün bir güç değil, tüm dinlerde Yaratanın iyi olduklarını söylerler ama ancak biz öyle olduğunu hissetmiyorsak o zaman problem bizde demektir Yaratan da değil.
Bu yüzden dua kişinin kendisini yargılaması ya da analiz etmesi denir. Yani kişi Yaratandan bir talepte bulunmaz, kendisini Üst güce yönelik yargılar ve analiz eder ve kişi kendisini değiştirdikçe Yaratana yönelik ıslah etmiş olur.
Kişinin kendisine ve Yaratana olan bu yaklaşımı din ile manevi ilim olan kabala arasındaki farktır. Dinde insanlarda bazı kişisel değişimleri talep etmesine rağmen uygulama Yaratandan karşılık almak için yapılan bir rüşvet uygulamasından ibarettir. Dinler bu yüzden en eskiden beri var olan inançlara benzer, sürekli yapılan şeylerle inandıkları o yüce güce istediklerini almak için rüşvet eylemine girerler.
Peki, eğer rüşvet yediremiyorsak ne için dua ediyoruz ki? Ne için O’na sesleniyoruz? Ona yönelik tek talebimiz bizi değiştirmesi ki O’nu anlayabilelim. Algılama duyularımızı değiştirmemiz lazım gidipte Yaratan’dan bize olan yaklaşımını değiştirmesini talep etmek değil.
Bunları bilebilmemiz Kabalistlerin bizlere getirdiklerinden, bizim kendi doğamızdan oluşturduklarımız değil. Bunlar bize yaratılış doğalarından çıkabilmiş ve bize bu nosyonları kabalistik kitaplarda sunmuşlardır hatta Tora da bir kabalistik kitaptır hatta birçok otantik manevi yazı ve kitaplar kabalistiktir hatta bu kitaplarda bazen bunlar Yaratan’ın sözleridir diye yazılar geçer ve bunun nedeni de insan doğasının üzerinde bir seviye edinildiği içindir. Manevi çalışma kişinin içsel gelişiminde bu yüzden bizden tümüyle farklı hatta zıt bir ilerleyiş yaklaşımı almamız gerektiğini aktarır. Bu yüzden hatta şöyle yazar Toranın kuralı ile ev sahibinin kuralı birbirine zıttır. “Tora” üst ışık olarak tanımlanır ve ev sahibi de hala egoist doğasında içinde bulunanlara denir. Genelde ev sahibi tanımı aynı zamanda yazılarda dincileri belirtmek için kullanılır.
Makalede şöyle söylüyor:
Yaratan’ın kişinin duasına göre yaklaşımını değiştireceği inancı sadece insanlar arasında değil ama farklı dinler arasında da kıskançlığa ve nefrete neden olur zira kişi Yaratanın kendisine daha fazla sevgiyle yaklaştığını sanar ya da “seçilmiş kutsal bir varlık” olduğunu düşünür. Bu tür şeyler insanlar ve dinler arasında düşmanlık yaratır ve hatta farklı mezhepler arasında bile Yaratanın kimin duasını kabul etmeye meyilli olup olmayacağı görüşleri bile aralarında tartışma konusu olur.
Kabala ve din arasındaki farka bir de şu şekilde bakalım.
Görüyoruz ki bu dünyada bir takım dinlere ait insanlar Üst Bir Gücün varlığına inanıyorlar – Yaratan. Bu Üst Güçten insanların başına gelen olaylar koşullar var. Üst Güç yaratılışta her şeyden sorumlu. Bu olaylar insanlar tarafından ya iyi ya da kötü olarak hissediliyor.
Kişi bu olaylardan her hangi birini olumsuz olarak hissettiğinde o zaman dincilerin açıklama ve yaklaşımlarına göre hareket eder. İlahi yönetimi etkileyebileceğini sandığı eylemler yapar ki yaşadıkları olumsuzluklar olumlu hale dönüşsün. Örneğin sadaka verir, ya da kişisel hayatındaki bazı şeylerden ödün verir ama amaç burada iyi bir sonuç alıp durumunu düzeltmesidir.
Aynı zamanda bu tür insanlar “dualarda” ederler. Çünkü Tanrılarının merhamet ifadesini kendilerine burada olanlardan kaynaklanan bir yaklaşım olarak görürler. Başka bir deyişle bu tür insanlar için Yaratan diye inandıkları istikrarsız – bazen bana iyi ve bazen bana kötü şeyler yapıyor. Kişinin yaptığı bir takım fiziksel eylemlerinde kendisine kötü şeyler olması yerine iyi şeyler olması için yaratmak istediği bir etki var. Dolayısıyla bu tür bir insanın Yaratan algısı ve Yaratanın tavrının değişken ve istikrarsız olduğudur; değişken – ya Yaratan iyi davranıyor bana ya da kötü. Burada aslında kişi Yaratan’ın gerçek doğasıyla ilgili yeni hiç bir şey keşfetmemektedir çünkü tüm sistem tayin edilmiş bir düzen ve prensip ile kişi için burada işliyor; sadece iyi şeyler yaşama isteği. Ancak “iyi” tanımı burada egoizmin işleyiş prensibiyle çalışıyor.
Yani, “kişi iyi olan halini değiştirmek istemez. Yaratandan gelebilecek kötü hiç bir şey hissetmek istemez ve dolayısıyla da koşulunun bu şekilde kalmasını ister, Yaratanın etrafıma yaklaşımının değişmesine kendisi rahat edeceği şekilde olma kaydıyla da razıdır ki bu tanıma göre kişi rahat etsin”: sadece kendisi için de değil. Şöyle ki kişi dışarıya doğru egoistçe davranmıyor da olabilir, ailelerini düşünüyorlardır, halklarını, belki çevreyi… Ama istedikleri şey kötü olarak algıladıkları Yaratanın tavrını onlara göre değiştirmesidir.
Kabalistik yaklaşımda da elementler aynı:
Bir Yaratanımız var; dünyada yaşayan insanlar var ve insanları etkileyen olaylar var. Bu olayların bazılar kabalist tarafından olumlu ya da olumsuz olarak hissedilir. Ancak bir kabalist şöyle bir prensiple olaya başlar “Yaratan sadece iyi davranır ve Yaratanın kişiye olan yaklaşımı, tavrı asla değişmez; Yaratan her zaman iyilikle davranır, dolayısıyla kişinin hayatında olan tüm olaylarda iyidir – Yaratanın yaptıklarında ve tavrında hiç bir değişiklik olmaz bu yüzdende kişinin hayatında olan her şeyde iyi. Peki, kişinin Yaratana talepte bulunabileceği yer neresi, dinci bir kişinin iyi bir sonuç talep edip Yaratandan iyi bir karşılık bekleyebileceği gibi?
Dolayısıyla dinci ile kabalist arasındaki yaklaşım tümüyle farklıdır. Burada (çizime bakarak) Yaratan ve kullandığı tüm güçler/etkiler sabit ve değişmez; burada ise (çizime işaret ederek) kişinin tavrı değişmez bu yüzden de kişi değişim sağlayamaz ve gelişemez.
Yaratan ve ona ait tüm etki yapan güçlerin sabit ve değişmiyor olmaları şu anlama geliyor; değişim olabilecek tek yer kişinin kendisinde. Ancak bu yaklaşımda olan bir kişi Yaratanın gönderdiği her olayın arkasındaki iyiliği hissedebilir. Kabalistin yükselttiği dua da değişmeyen bu yaklaşımı ve arkasındaki düşünceyi anlamaya çalışmaya yöneliktir. Dolayısıyla kişinin sürekli talebi herşeyin nasıl iyi olduğunu anlamasına yöneliktir ve sonuç olarak da kişi sürekli anlayışında yükselir. Bu yükseliş kişiye dışarıdan etki eden tüm olayların Yaratanın değişmeyen iyi niyetinin etkisi olarak geldiğinin bir ifadesi olarak gözükür. Sonuçta bu yaklaşım kişinin Yaratanı anlayabilmesinde büyük bir bilgelik getirir. Şöyle ki insan değişir. İnsan yükselir ve bu sürekliliği olan bir gelişim içerisindedir. Dinci yaklaşımda ise gelişim söz konusu olmaz olmadığı içinde gelişen dünyada sürekli geride kalır.
Başka bir deyişle kabalistik dilde dincilere “cansız seviye” denir çünkü kişisel değişim için hiç bir arzuları yoktur. Bu yüzden duaları algıladıkları realiteyi değiştirmez. Bu yüzden dinci bir kişinin duası aslında sadece kişiye gönül rahatlığı verir, her şey yolunda hissiyatı, yani Yaratanın yarattığı doğa ve düzen ve Onun bize gerçek yaklaşımını anlamadan. Kişinin rahatlık ferahlık hissetmesini sağlar, “ilerde düzelir, ya da öldükten sonra cennete her şey iyi olur, başka bir yerde başka bir hayatta iyi olacak, her işte bir hayır vardır vs gibi …”
Yaratılış insan için yaratıldı ancak dünyalar insanı yükseltmek ve Yaratanın yaratılıştaki niyeti olan Onun katına yani seviyesine yükseltmek ve yaratılan varlığı kendisi gibi yapmak içindi.
Kabalistler bu metodu kullanarak bu seviyelere yükseldikleri için bu yazıları hazırlayıp bizlere yazılarını yol göstermek için bir rehber olsun diye bıraktılar ki bizde yaratılış doğamız olan egoist yapıda çalışmaya başlayarak kendimizi değiştirebilelim.
Aslında bizlere bıraktıkları yazılar bizimde aynı seviyeleri edinebilmemiz içindir.
Ancak, Yaratan ağzımızdan çıkan sözcükleri duymaz, O kalbimizdeki hisleri okur. Dolayısıyla, zamanımızı güzel sözlerle cümlelerle kişinin hiç bir içsel hissiyatını temsil etmeyen dualarla zamanını geçirmesi anlamsız bir enerji kaybıdır.
Kişiden beklenilen gelişme tüm benliğiyle Yaratana ulaşmasıdır, arzularımızın özünü anlaması ve Yaratandan doğamızı değiştirmesini istemesidir. En önemlisi Yaratanla sürekli bir bağ içinde olmaktır.
Alıntı