Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: İnsanlığın yaşı  (Okunma sayısı 24568 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Aralık 23, 2011, 12:16:28 öö
  • Seyirci
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 379
  • Cinsiyet: Bay

İlk insan’dan bu yana ne kadar zaman geçmiştir? Ve bu hususta ileri sürülen yüz binler yıllık tarihler, ne derece doğrudur?
Bugünkü kabule göre, dünya 5 milyar yıl önce sıcak ve yoğun bir gaz kümesi idi. 4 milyar yıl önce ise, koyu bir ateş topu halinde bulunuyordu. Hayat ise, tek hücrelilerin ortaya çıktığı 1 milyar yıl öncesine dayanıyor.

Bu tahmin, çağlar boyunca zamanın hep aynı aktığı ve sabit kaldığı düşünülerek yapılıyor. Halbuki zamanın değişken bir boyut olduğu ve onun, atomda, ışınlarda, olayların başında ve sonunda farklı bir seyir takip ettiği anlaşıldı. Bu durum, bir ırmağın yeryüzü şartlarına göre aynı hızlarda seyretmemesine benziyordu.

Zaman, mesela, ilk çağlarda genişleme gösterip durgun akabildiği gibi, asrımızdaki şekliyle de daha hızlı bir seyir takip edebiliyor. İlk çağlardaki iri hayvan ve bitkilerin, şimdikilere oranla on kat daha fazla yaşadıklarına bakılacak olursa, o çağlarda zamanın on kat daha yavaş aktığı söylenebilir. Bu durumda yaş hesaplamalarını, şimdiki zaman akışına göre yaklaşık (1/10) onda bir ölçüsünde küçültmek mantıklı olur. Buna göre Güneş Sisteminin 4 milyar değil 400 milyon, hayat başlangıcının 1 milyar yıl değil 100 milyon yıl önce ortaya çıktığı ve 100 bin yıl olduğu farz edilen insanlık tarihinin 10 bin yıl olduğu sonucu ortaya çıkar.

Cisimler hızlandığında ve ışık hızına yaklaştığında, mutlak sandığımız değerlerin bir bir değiştiğini gözleriz. Mesela ışık hızına çok yaklaşan birinin zamandaki seyri, bize göre 14 defa daha yavaştır. Yani o kişi 1 yıl yaşadığında, biz 14 yaş almış oluruz. Bu hızda seyreden birinin sadece zamanı değil, boyu da değişikliğe uğrayarak yarıya iner. Ağırlığı ise üç misli artar. Diğer bir ifadeyle, ağırlığı 70 kg’dan 210 kg’a yükselen o kişinin elindeki metre yarı yarıya kısalmış, kolundaki saat ise yerdeki bir insana göre 14 defa daha yavaşlamıştır. O kişinin böyle bir saatle kainatın geçmişini ve insanlığın tarihini ölçmesi halinde ulaştığı sonuçlar doğru olabilir mi? Aynı şekilde yerdeki biri de, enerji dünyasını normal saat ve cetvelle ölçmeye teşebbüs ederse başarı elde edebilir mi? Maddi alemin çapını, kütle hesabını ve zamanını bu ölçülerle incelersek doğru sonuçlara ulaşamayız. Aynı hesaplamayı, enerji dünyasında yaşayan enerji-varlık cinlerden biri yapmaya kalkışsa, enerjinin ölçüleriyle maddi dünyayı ölçmeye çalışsa, doğru sonuçlar elde edemeyecektir.
Radyoaktif elementler, “yarı ömür” denen sırlı bir olayla, belli bir zaman sonra, esrarını bilemediğimiz bir şekilde enerji denen mahiyete çevrilir. Mesela 1 kg. Uranyum, 1620 sene sonra yarım kiloya iner. Bu süre Uranyumun yarı ömrüdür. Maddenin bir şekli ve boyutu varken onun hamuru ve aslı olan enerjinin, boyutsuz ve zamansız dünyasının sırlarına henüz vakıf değiliz. Bildiğimiz bir şey, enerjinin ışık hızında olduğu ve maddeden tamamen farklı özellikler sergilediğidir.

Radyoaktif elementlerin belli bir zaman sonra yarıya inmesi, canlıların özellikle yakın geçmişleri ile ilgili ipuçları vermektedir. Ne var ki, biz, hesaplamaları hep madde konusuyla ele alıyoruz. Bu hesabı enerjinin ölçülerine göre yaparsak: Yani neredeyse ışık hızı dediğimiz ışık hızının %99 küsuru ile ele alırsak (Elektron gibi birçok atomaltı ve kozmik parçacıklar bu hızda seyrederler. Tabii ki bu hızda parçacık değil ışın halindedirler), hesaplarımızda düzeltme yapmak zorunda kalır ve kainatın yaşının 16-20 milyar yıl değil, bunun on dörtte biri olduğu sonucuyla karşılaşırız. Dünyanın yaşı ise 4 milyar yıl yerine 300 milyon yıl bulunur. 100 bin yıl önce ortaya çıktığına inandığımız insanlık tarihi ise, aniden 7000 yıla iniverir.

Bu anlatılanları destekleyen meselenin bir başka yönü de, ivmeli bir artış gösteren dünyanın şu andaki nüfus miktarıdır. Eğer insanlık tarihinin 15 bin yıldan bu yana devam ettiği ve bu tarih boyunca ortalama ömrün hep 70 yıl olduğu kabul edilirse, dünya nüfusu yapılan hesaplamalara göre şimdi 1 trilyon civarında olmalıydı. Şu andaki teorik anlayışa göre yüz binler yıl olduğu ileri sürülen insanlık tarihinin 15 bin yıldan daha kısa olması gerekiyor. Bu da kafi gelmemekte, atalarımızın ilk zamanlar 600-1000 yıl gibi daha uzun ömürlü olduklarını kabul etmek durumundayız. 100 sene sonra dünya nüfusunun ne kadar olacağını tahmin edebileceğimiz gibi, aynı tahmini geriye doğru gittiğimizde, İsa döneminde dünya nüfusunun 250 milyon kadar olduğu hesaplanıyor (Miller, C.Tyler. “Living In the Environment” Kaliforniya A.B.D. 1975). Dünya nüfusuna tesir eden veba gibi salgınlar ve savaşlarda ölenlerin ancak nüfusun yüzde bir buçuğuna tekabül ettiği kabul ediliyor. Bu durumda insanlığın ömrünün yüz binler yıl olduğu iddiası da geçerliliğini kaybediyor. Sadece nüfus artış hızı bile insanlığın ömrünün 10 bin yılı geçemeyeceğini gösteriyor.

« Son Düzenleme: Aralık 23, 2011, 12:45:16 öö Gönderen: agnusdei »
Odi Profanum Vulgus Et Arceo.


Aralık 23, 2011, 01:47:09 öö
Yanıtla #1
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 319
  • Cinsiyet: Bay

Geçen gün bu konuyu düşünüyordum. Eski insanlar nasıl söylendiği gibi asırlarca yaşadıklarını düşündüm durdum. Ve şu kanıya vardım. O insanlar asırlarca yaşamıyordu :) Fakat o dönemler zaman yavaş ilerliyordu(insan algısına göre). Yada şöyle diyebiliriz ki, zaman doğru ilerliyordu. Şuan ise hızlı ilerliyor. Bin yıllar önce yaşayan bir insana göre şuan 23 değil sanırım ortalama 100 yaşındayım. O zaman ki 100 yaşındaki insan ise bu zamana göre 23 yaşında gibi oluyor. Ben böyle düşünüyorum. Ve insanlık tarihinin başlangıcını da 10 bin yılı geçtiğini düşünmüyorum. Hiç yoktan bizim yapı ve algı jenerasyonuna sahip insan yapısı 5-10 bin yılı geçmiyordur. Daha eskiden ne vardı. Kimsenin bildiği yok. Bu konuda ne dinler ne de bilim bir yanıt veremez. Çünkü o zamanlar, bu algılara haiz ortamdan daha farklı bir düzen söz konusuydu. Bilinmezlik.  ???


Aralık 23, 2011, 11:50:48 öö
Yanıtla #2
  • Seyirci
  • Aktif Uye
  • ***
  • İleti: 647
  • Cinsiyet: Bay


Çok önemli bir şey nasıl olur da bu yazıda atlanmış anlayamadım. Zamanın hızını etkileyen şeyler vardır geçmiş zamanlarda böyle bir etki nereden ortaya çıkıyor. Yani Evren bundan 3-5 milyar yıl önce çok çok yavaş mı hareket ediyordu? Yada ışık hızının yarısından fazla hızla mı hareket ediyordu? Hayır, böyle bir şey çok saçma olurdu, çünkü kütle değişmedi, evreni oluşturan 4 kuvvet değişmedi. Bu 4 kuvvetten birisi olan radyasyonu, hala uzaydan, milyarlarca ışık yılı uzaklıklardan alıyoruz. Demek ki radyasyon o zamanda varmış. Ayrıca böyle hızla hareket eden gezegenlerin kütleleri değişeceği için çekim güçleri de değişecektir. O zaman varolan evrendeki madde yapısı bu gün bildiğimizden daha değişik olurdu. Ne değişti bir kaç milyar yılda ki günümüz halini aldı?
Aynı madde miktarı, aynı enerjiler içinde hızın değişmesi hangi akla uygun? Böyle bir hız ve kütle yapısı ancak evrenin başlangıç anının bir saniyesi içinde mevcut olabilir. O an da hız çok fazla, kütle çok fazla, ve her şey çok fazla olabilir. Zaten bu yüzden Bigbang'in ilk saniyesi incelenmektedir. Hawking de bir çok bilim adamı da bunu inceler. Sonraki bir kaç bin yıla hiç bakmazlar, merak dahi etmezler.

Üstelik böyle bir şey söz konusu olsa bile, denklemin iki tarafı da değişmeyeceği için bize hiç bir şey katmaz. Yani zaman yavaştı, ömürler daha uzundu demekle şimdi ki yaşam süresinin yakınlarına geliriz.


Bir diğer konu da, Neden nüfus artmadı?
Bu gün doğada ki kaplan sayısına, ceylan sayısına bakarsak bundan bir kaç milyon yıl önceki nüfuslarının çok farklı olduğunu söyleyebilir miyiz? Hayır ve asla. 
Yapılan bir deneyde bir kafeste 10 fare vardır ve her gün 20 kg yiyecek konulur. Bu yiyecek çok fazladır ve fare sayısında artış başlamıştır. Fare sayısı 300 olunca nüfus artışı durmuştur. Sonra her gün yiyecek 0.5 kg eksiltilmiş, fare sayısı bu yiyecek miktarına göre düşmüştür.
Tarımla stoklar şişmiş, yiyecek bollaşmıştır. Bu üretim nüfusun artışıyla sürekli artış göstermeye başlamıştır. Gerisini zaten biliyorsunuz, bu gün hala devam etmektedir. Nüfus tarımla patlama yapmıştır. Bu yüzden sürekli nüfusumuz yarı zamanda kendini ikiye katlamaktadır.
Var olan kıtlıkların sebebi ise yiyeceğin azlığı değil eşit dağılmamasıdır.
İsa nın döneminde 250 milyon olduğu sanılan nüfus 1500 yıl sonra kendini ikiye katlamış, sonraki ikiye katlaması 600 yılı bulmuş ve en son ikiye katlaması 15 yıl almıştır. Tarımdaki üretimin ve teknolojini artması, petrolün sağladığı enerji buna sebep olmuştur, nüfus da bu üretim miktarını takip etmiştir. Hangi insan çıkıp da matematik ile, orantı ile nüfusun artışını bu yazıda ki gibi söyleyebilir bilemiyorum. Sanırım bilgi ve mantık yürütme konusunda inanılmaz eksikleri olan birisi.
 
Yani atalarımız milyonlarca yıl doğayla birlikte, iç içe yaşamış ve ona uymuştur. Nüfusu da bu yüzden fütursuzca artmamıştır.

Bu yazı bilimsellikten çok uzak geldi bana.

Belki böyle bir yazı dincilerin kitaplarındaki büyük boşluğu kapatmak için işine yarayabilir. Kitaplardaki bir kaç bin yıllık insanlık ömrü maalesef komediden öteye gitmiyor. Üstelik insanlığın bir kaç milyon yıla dayanması onların ne kadar çok sonra ortaya çıktığını ve pek de işe yarmadığını ispatlıyor. 


Saygılarımla...
Bir yere ait olmayı hiç istemedim. Ya kendim olurum yada başkalarının arkamdan övgüleri ile ölmüş olurum.


Aralık 23, 2011, 12:21:06 ös
Yanıtla #3
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay


Sayın agnusdei’nin bu yazısı, bilimsel bir bakış açısıyla yapılmış mantıklı bir irdeleme…

Sayın Prometheus’un eleştirilerinin haklı yönü var.

Ben bir başka açıdan katkıda bulunmak isterim: Sayın agnusdei’nin aktarımındaki irdelemede önemli bir etkenin göz önüne alınmamış olduğu gibi bir izlenim edindim. Bilmem yanılıyor muyum?

Bu irdeleme, sanki yeryüzünün koşulları, -özellikle jeoloji, radyoloji, klimatoloji ve benzeri etkenler bakımından- bugünkü durum nasılsa bundan binlerce yıl öncesinde de hep öyleymiş, hiçbir şey olmamış ve hiçbir değişim oluşmamış gibi düşünülmüş. Bir diğer deyişle, -konuyu salt insan açısından ele alırsak- insanın yeryüzünde primatlar sonrası var olan atası günümüze kadar hiçbir farklılaşma göstermeden, hiçbir afete uğramadan hiçbir mutasyon geçirmeden gelmiş gibi..

Bu bağlamda bilinen bilimsel bilgi demetinden bir küçük özet alalım:

Dünya, bir uzay cismi olarak evrensel kaynaklardan sürekli olarak değişik güç ve frekanslarda radyasyon, bir diğer deyişle kozmik enerji alıyor. Bunun önlenebilmesi ve kesintiye uğraması söz konusu değil; sadece yoğunluğu ve içeriği değişime uğrayabiliyor.

Radyasyonun ölçü birimlerinden biri de Röntgendir. Yeryüzüne uzaydan her yıl ortalama 0,03 Röntgen gücünde kozmik enerji düşüyor.

Önce bu bilimsel bilginin doğru olup olmadığı üzerinde durulmalı. Doğru ise, şu sözü edilen 0,03 değerine bir bakılmalı.

Bu ne zamandan beri böyle?... Arada hiç çok yükseldiği olmuş mu? Orta Çağ dediğimiz 500-1500 yılları arasında daha mı yüksekti acaba? Çünkü o sıralarda ortalama insan ömrünün çok daha kısa olduğunu biliyoruz. Buna karşılık M.Ö. 3. bin yıl dolaylarında acaba çok daha mı uzundu? Çünkü Tevrat’taki anlatıma bakarsak, insanoğlunun eski ataları yüzlerce yıl yaşarmış.

Bilimsel bulgulara göre; yeryüzü daha önce en az bir kez yaklaşık iki bin Röntgen, dört kez ortalama bin Röntgen, en azından on kez kadar da yaklaşık beş yüz röntgen gücünde kozmik enerji bombardımanı altında kalmış. Nitekim bundan ötürü küremizde jeolojik dönemlerin hemen hemen kesinlikle belirgin sınırları var. Bu sınırların oluşumunda, dünyanın soğumasının ve magmadaki değişimin yanı sıra bu kozmik enerji alımının da etkisi var.

Dünyamıza çarpan meteorları da bu çerçevede düşünebiliriz.

Bunun daha da ayrıntılarına girmeden bu kadarıyla yetinmek istiyorum. Çünkü lise düzeyinde öğrenim görmüş bir kişi olarak bu kadarını anlayabiliyorum. Ötesi aklımı karıştırıyor; zor geliyor. Anlayamayınca okumaktan, incelemekten vazgeçiyorum.

Elbette bu konuyu benden iyi bilenler aslında böyle şeylerin olmadığını, bunların palavra olduğunu, dünyanın ekseninin ekliptik düzleme göre öteden beri zaten 23 derece eğik olduğunu, bunun sonradan oluşmadığını, sonradan oluşmuş olsa bile o tarihlerde dünya yüzünde henüz canlı, hele hele insan olmadığını söyleyebilir.

Ben o kadar iyi bilmiyorum. İyi bilenler benim söylediğimdeki yanlışı düzeltsin.

Aşırı doz radyasyon canlı bedeni üzerinde nasıl bir etki yaratır?

Ben tıp doktoru değilim. Bu konuda bir şey söyleyemem. Ancak bildiğim kadarıyla bir yıl içinde üç kez rasyoskopi cihazına girerseniz, bu elbette bir hastalığın teşhisi için gerekmiştir, -geçmiş olsun- ama radyoskopinin çekildiği alana göre 60-70 Röntgen dolayında radyasyon almış olursunuz ve bunun önemli ölçüde yan etkileri vardır.

Tek kalemde ya da birikmiş 200-700 Röntgen gücündeki bir radyasyon dozu, çoğu canlılar için öldürücüdür.

Bu nedenledir ki, tarih öncesi dönemlerde küremiz, en az 15 kez üzerinde bulunan çoğu canlı türlerinin tümüyle ortadan kalkmış olması gereken ölçüde yüksek radyasyon ortamlarında kalmıştır. Zaten tarih öncesi çağlarda var olduğu sonradan bilimsel araştırmalarla anlaşılmış çeşitli canlı türlerinin, herhangi bir biyolojik değişime hatta mutasyona bile uğramadan soylarının birdenbire sona ermiş olması bu kozmik olaylara bağlanmaktadır.

Kozmik afetlerin bazılarında yerküre, parçalanma hatta belki uzaya dağılma tehlikesi geçirmiştir. Yer kabuğu hayli başkalaşmış, kıtalar yer değiştirmiş, bunların bazısı atmosferden bakıldığında yok olmuş, zaten atmosferin kompozisyonu da değişmiş, eski kıtaların yerlerine yenileri yükselerek oluşmuştur. Önceleri pek az olan mevsim farkları sonradan giderek belirginleşmiştir.

Günümüzde halkımızın büyük bir çoğunluğu deprem korkusuyla yaşıyor. Japonlar hiç de korkmuyor çünkü her gün depremle iç içe yaşıyorlar; buna göre yaşam eğitimi alıyorlar. Biz öyle bir yaşam eğitimi alacak yere önce uzmanların önerilerine biraz kulak versek ne iyi olacak. Antik Çağ öncesi insanı ise, dünyanın birçok bölgesinde çok daha sık ve çok daha şiddetli depremlerle iç içeydi. Doğal bir olaydı bu; kafa yormaya bile değmezdi. Aşırı yağış, fırtına ve bora, volkan püskürmesi gibi yaşamı zora sokan olayları çok daha fazla önemserdi.

Ya radyasyon?... Olasıdır ki onun pek farkında değil di insan.

Bu kısa süre içinde aşırı radyasyon olaylarının (bombardıman) en yakın tarihli olanlarından pek önemli birinin günümüzden 11-13 bin yıl kadar önce yani ortalamasını alırsak M.Ö. 8 bin dolaylarında oluştuğu hesaplanmıştır. (Paskalya Adası’ndaki megalitlerin bu tarihten daha eski olduğu belirtiliyor ama kesin bir tarih verilemiyor bildiğimce.)

Bundan daha da yakın tarihli bir diğerinin M.Ö. 4 bin dolaylarında oluştuğu belirtiliyor.

Bu böyle olunca, Tevrat başlangıçlı dinsel kaynaklardaki başlangıcın niçin o tarihe denk düştüğü üzerine bir yarı-bilimsel yorum yapılabilir: Anlaşılan, o sıralarda yeryüzü olağanüstü önemli bir olay, bir değişim yaşamış.

Bütün bunlar böyle olunca, Sayın agnusdei’nin, bunların kaynağından asıl ve tam bilgileri alarak hesaplamasında bir düzeltme yapması gerekebilir.

Şöyle ki, diğer birçok canlı türü gibi insanın da büyük çoğunluğunun yeryüzünden yok olduğu, ancak kimilerinin yeraltında mağara derinliklerinde olağan insan ömrünün çok üzerinde uzun süreler boyunca korunarak yaşadıktan sonra yeniden yüzeye çıkabildiği, birçok yerde bilgiye ve uygarlığa neredeyse sıfırdan yeniden başlamak zorunda kalındığı, bunun yeryüzünün ayrı noktalarında ayrı tarihlerde ve birbirinden farklı biçimlerde oluştuğu göz önünde tutulmalıdır gibime geliyor.

Yanılıyor muyum?



ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


Aralık 23, 2011, 02:39:04 ös
Yanıtla #4
  • Seyirci
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 379
  • Cinsiyet: Bay

Sayın Prometheus,

Görüşlerinizi ve yorumlarınızı seviyor olmam, sıklıkla olmasa bile, sizi eleştirirken bir kırgınlığa neden olmamalıdır.

Dikkatinizi çekmedi sanırım, ben Dünyanın yaşı, Hayvanlar dünyasının yaşı ya da Evrenin yaşı diye bir başlık açmadım! “İnsanlığın yaşı” dedim. E tabi, her hangi bir sebepten dolayı, direkt ya da dolaylı bir biçimde Maymunlarla ilişkilendirilmeyen bir İnsan ırkının yaşından söz ediyorum! Her ne kadar ortak kabul gören bir “İnsan” tanımı yok ise de, en azından kafa tasının içinde taşıdığı ve gizemi halen bile çözülemeyen Beyne sahip İnsan ırkından söz ediyorum.

Ben Dinci değilim! Hatta, bir Dinim bile yok, yani Dinsizim. Ne dinlerin uyduruklarıyla şekillendirdikleri bir Evren modeli, ne de hadsiz maymuncuların zırvalıkları beni asla etkileyememiştir. Görebildiğimiz (uzaylılar hariç) canlılarla ilgili bir fikir yürütmemiz gerektiği zaman, bazılarımız hemen Bilim’e sarılırız. Güzel, kılavuzumuz “Bilim” olsun tabi, ama hangi Bilim? 21. Asırda, uzayın derinliklerine, uzaylılardan mesaj alma amaçlı ve yakıtı hiç tükenmeyen kapsüller yapıp gönderebilen modern insan ırkı, neden 16,17,18,19 yy döneminde yaşamış ve Nano teknoloji’yi bile hayal  edemeyen birkaç diktatör zihniyetli adamın ismini yaşatmak zorunda kalalım?

“Uzaylılara inanıyorum, ama cinlere(boyut dışı varlıklar) inanmıyorum” çok fazla çelişik ve çok fazla şartlandırma görüyorum!

Ya Evrimcisin, ya Dinci… Bunun ortası yok değil mi? Ben ikisini de kabul etmiyorum olamaz mı?

Saygılarımla.


Odi Profanum Vulgus Et Arceo.


Aralık 23, 2011, 05:51:28 ös
Yanıtla #5
  • Seyirci
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 379
  • Cinsiyet: Bay

Sayın ADAM,

1: Dünyamız, geçmişi belli olmayan bir tarihten beri kozmik ışınlara maruz kalıyor-kalıyordur.
2: Maruz kaldığımız kozmik ışınların cinsi, miktarı, süresi, canlılar üzerindeki tepkimeleri ya da formüler denkleminin ne olduğunu biz bilemeyiz, çünkü BİLMEMELİYİZ.
3: Gezegenimize Meteorların ya da tanımlanamayan çeşitli gök cisimlerinin düşmesi doğrudur.
4: Farklı elementlerin tepkimeleri sonucu yayılan radyasyonun canlılar üzerinde yaptığı etkiler değişkenlik gösterir.
5: Kozmik afetlerin sonucunda, yerküremiz uzaya dağılma tehlikesi GEÇİRMEMİŞTİR.
6: Gezegenimiz, 11,13,20. beklide 50 yıl önce bir kozmik ışımaya maruz kalmıştır. Olabilir.
7: Abraham ya da Tevrat "Baz"lı bir başlangıç hiçbir zaman mantıklı GELMEDİ bana.

"Şöyle ki, diğer birçok canlı türü gibi insanın da büyük çoğunluğunun yeryüzünden yok olduğu, ancak kimilerinin yeraltında mağara derinliklerinde olağan insan ömrünün çok üzerinde uzun süreler boyunca korunarak yaşadıktan sonra yeniden yüzeye çıkabildiği, birçok yerde bilgiye ve uygarlığa neredeyse sıfırdan yeniden başlamak zorunda kalındığı, bunun yeryüzünün ayrı noktalarında ayrı tarihlerde ve birbirinden farklı biçimlerde oluştuğu göz önünde tutulmalıdır gibime geliyor.Yanılıyor muyum?"

Sayın Adam, Üstadım, İnsan beynine sadece “Organ” muamelesi yaparsak, güçsüzleri, ya da beyinsel olarak Evrimini tamamlayamamış toplumların, birilerine kölelik yapmasında ne gibi bir sakınca olabilir? Buna neden Mani olunsun ki?

Saygılarımla.
« Son Düzenleme: Aralık 23, 2011, 06:09:20 ös Gönderen: agnusdei »
Odi Profanum Vulgus Et Arceo.


Aralık 23, 2011, 09:39:44 ös
Yanıtla #6
  • Seyirci
  • Aktif Uye
  • ***
  • İleti: 647
  • Cinsiyet: Bay

Birincisi ve en önemlisi; Sayın ADAM'ın masonluk harici bilgi içeren bir konuda yorum yapması bu yazıyı devam ettirme isteği doğurdu :)

Konuya gelince, Sayın ADAM hayatın belli dönemlerde tamamen sıfırlandığı ancak yaşamın yolunu bulduğu izlenimine kapıldım. Ki bu sadece bu başlıkla alakalı değildir.
Oysa hayır. yaşam bir şekilde hiç son bulmadı. Yeryüzünde veya evrende nefesin kesildiği tek bir an dahi bulunmadı(oksijen olmasa bile).

Radyasyon bir çok enerji türünden sadece biridir. Daha derinlere inersek, nötrinoları görürüz. Tam bir bombardıman, her saniye evrenden, güneşten ve bir çok süpernovadan gelen nötrünolar yeryüzünün içinden geçmektedir. Milyonlarca nötrinoyu 10m kalınlığındaki kurşun bir duvardan geçirsek sadece bir tanesinin yönünü değiştirebilir (durdurmadığını bilelim). Serbest radikallerin aslında bu nötrinolar yüzünden olduğunu bilirseniz, yaşlanmayı sağlayan bozukluklarında nasıl giderileceğini bilirsiniz. Çünkü nötrinolar serbest radikallere sebep verirler. Konu çok bilimsel veya teknik kelimelere kaçmış olabilir. Kusuruma bakmayın. :)

Şu bir gerçek ki, insanımsılar tam 4 milyon yıldır var. Bizde onbin türünden sadece bir tanesiyiz. Biz insanlık değiliz sadece tek bir türüyüz. Kendimizi illa sınıflandıracaksak işimiz çok zor, çünkü bize benzer türlerin sayısı çok fazla. Bazıları tükrük dolu borazan gibi öterler, neden günümüzdeki maymunlar insan değil diye. Ne diyeyim ki şimdi onlara? Binlerce tür vardı, birisi diğerlerinden daha farklı davrandı, bak hiç bir türü diğerinin aynısı değil mi diyeyim? Neden maymun var ve neden şempanze var?
Neden hep şempanze olmamış?
Anlatamazsın...

Sayın ADAM'ın belki bilmediği bir şey var(yada duymadığı), bu gün 40 derece asitte yaşayan canlılar var. Yani bir gezegen düşünün 40 derece asit denizi ile kaplı. Yaşam yine mümkün.
Radyasyon etkisi nötrino etkisi kadar olmasa bile bir bozunmaya sebep olur. Bizim türümüzün hepsini yok edecek radyasyona binlerce yıl maruz kalsak bile bir böcek türü yine hayatta kalacaktır.
Sonuç olarak, biz evrenin tek yaşayan türü, tek inanan türü, tek hakim türü, tek sorgulayan türü değiliz.
Canlı olmak için bizim gibi olmaya gerek yok, yaşamak için kaşımızın gözümüzün olmasına gerek yok. Hayat sadece, et ve kemikten bile olmayabilir.

Devam edecek...
Bir yere ait olmayı hiç istemedim. Ya kendim olurum yada başkalarının arkamdan övgüleri ile ölmüş olurum.


Aralık 24, 2011, 12:50:33 öö
Yanıtla #7
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 1795
  • Cinsiyet: Bay

       Sayın agnusdei'nin başlattığı bu konu gerçekten çok ilginç. Tam bir bilim kurgu türü. Yanlız sayın agnusdei'nin, hayatın başlangıcı ve insanlık tarihi hakkında ileri sürdüğü tarihsel  düşüncelere ben de pek katılmıyorum. Zira; bilim adamlarınca evrenin varoluşunun 14-15 milyar yıl öncesi, yaşamım 10, insan neslinin ise 4,5-5 milyar yıl öncesi başladığı yolunda bir birlerini destekleyen araştırma ve tespitleri var. İnsanlık tarihinin  10 bin yıl önce başlaması gibi bir şey olabilir mi? Daha geçenlerde Cin'de bulunan  bir insan cesedinin 45 bin yıl öncesine ait olabileceği bilim adamlarınca açıklandı. 10 bin yıllık insanlık tarihi olsa olsa Sümer medeniyetlerinin başlangıcını kapsayacak bir tarih olabilir.
       Sayın agnusdei, 10 bin yıllık bir tarihi şöyle bir gözünüzün önüne getirin. Bir de en azından (evreni hariç tutarak) sadece dünyamızın coğrafi  yapısını gözünüzün önüne getirin. Kıtaların oluşumunu, coğrafi engebelerin, buzulların  oluşumunu v.s. biraz detaylı incelediğiniz takdirde sanırım siz de o tezin pek sağlıklı olmadığına karar vereceksiniz.
       NASA ve COBE uyduları ekiplerince yapılan araştırmalarda, özetle; (gökbilimcilerin , gözlenebilir  evrenin en hücra köşelerine gittikçe daha derin biçimde inceleme imkanının çıktığı, 2000  yılının Mayıs ayında bir gözlem raporunda  yeni bulunmuş bir galaksi -şimdiye kadar gözlenebilmiş en uzak galaksi-izlenebilmiş ,bunun  galaksi oluşumunun en erken dönemine Büyük Patlamadan sonraki ilk milyar yıla ait olduğu ) belirtilmiştir. Yani bu güne kadar yaşamın başlaması ve insanlık tarihi hakkında sayın agnusdei'nin ileri sürdüğü görüşlerin doğru olabileceğini düşünmüyorum.
       Diğer taraftan sayın Prometheus ve sayın ADAM'ın  hem yaşamın başlangıcı ve hem de insanlık tarihi  hakkındaki anlatıları bilim adamlarının anlatılarına çok daha uygun düştüğü kanaatindeyim.
        Saygılar-sevgiler.
"Vur ama dinle beni"


Aralık 24, 2011, 09:18:08 öö
Yanıtla #8
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay


Bu işin özetinde şöyle bir değerlendirme yapılabilir:

Bu bağlamda bilime, bilimsel bilgiye, bilimsel yönteme güvenmek gerek. Bilim bugün henüz her şeli açıklayamamış durumdadır. Gelecekte daha çok şey açıklayacak, insanın ufuklarını açacak ama gene tüm sorulara yanıt getirmiş olmayacaktır. Bilimin bulgularını insanın akıl süzgecinden geçirerek değerlendirmesi gekir. O zaman dogmaların ve kör inançların onu hiçbir yere götürmeyeceğini anlayacaktır. Bundan sonra yaşamını düzenlerken ona bilgi ile yoğrulmuş erdemleri yön vermelidir. Bu yolda ilerlediğinde, içinde yaşadığı ve bir öğesi oldduğu bu evrende sadece özdeksel değerlerin değil tinsel değerlerinde çok önemli ve gerekli olduğunu görerek değerlendirmesini ona göre yapmalıdır.

Böylece korkarım Masonluğun benimsediği ve önerdiği yönteme geldik.

Yok hayır, öyle değil... Bilimsel yöntem akıl ve bilgelik yolu bu. Masonluk ile bağlantılı olmayabilirdi. Ancak şu bir rastlantı mı acaba: Masonlukta önerilen yol da bu.

 
ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


Aralık 24, 2011, 10:42:48 öö
Yanıtla #9
  • Seyirci
  • Aktif Uye
  • ***
  • İleti: 647
  • Cinsiyet: Bay

Sayın ADAM işi dolaştırıp döndürüp istediği yere bağlamış :)
Bu masonluğun değil insanlığın benimsediği bir yöntemdir. Her kes mason değildir, hatta onlar çok çok azdır. Bu erdemler sadece onlara ait de değildir. Onlar en ileri gidenlerde değildir. Onlar kendi içlerindedir.
Neyse konuya döneyim. :)
Sayın Alşah, o çok uzak, oluşum halindeki galaksilere biz Kuasar diyoruz. Bunu çok kişi bilmez. Görüntüleri bize 10 milyardan fazla zaman öncesinden gelmektedir. Neyse konu bu da değil :)

Şimdiki şartlar geçmişte değişmedi, zaman daha hızlı akmıyordu, varoluş başka bir şekilde değildi. İnsanlık gerçekten daha uzun yaşıyordu. Bu gün insan bedeni ortalama 190 yıl yaşayabilecek yapıya sahiptir. Ancak biz kendimizi çaktırmadan zehirliyoruz.

Söylediğim bir çok şey bana ait değildir. Okuduklarım, duyduklarım ve özellikle sıkı bir süzgeçten geçirdikten sonra kullandığım bilimsel verilere ait şeylerdir. Ben avcı ve toplayıcıyım. :)

İnsanın yaşı için kıvırmalara yüz verecek değilim. Atmalara tutmalara dikkat edecek de değilim. Her şey ortada ve çok mantıklı. İnsanlık yada insanımsılar yaklaşık 4 milyon yıldır var ve bunu kafasına koyamayanlar beni ilgilendirmiyor.

Saygılarımla...
Bir yere ait olmayı hiç istemedim. Ya kendim olurum yada başkalarının arkamdan övgüleri ile ölmüş olurum.


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
0 Yanıt
3249 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 24, 2007, 07:18:07 ös
Gönderen: shemuel
7 Yanıt
12103 Gösterim
Son Gönderilen: Mart 25, 2010, 09:56:25 öö
Gönderen: lucifer
4 Yanıt
5129 Gösterim
Son Gönderilen: Temmuz 17, 2014, 08:38:34 öö
Gönderen: ADAM
7 Yanıt
3755 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 27, 2013, 07:12:41 ös
Gönderen: Tij
0 Yanıt
2086 Gösterim
Son Gönderilen: Nisan 14, 2013, 11:31:53 öö
Gönderen: Felix Steiner