Var olmuş her canlı çürür; bu yaşama dair yapılmış en büyük hakarettir.İnsanlığın Sonsuz arzularda boğulmaya yatkın bir nefsi mevcut; körelmesi için tanrısal figürlerler yaratıp bu arzuları bastırmaya çalışması oldukca doğal.Bu toplumsal yapıdan türeyerek dinsel izdüşümler eşliğinde bireyin etrafını durmadan daraltan, ve bir cembere dönüşen tabuları/sınırları bazen anlayamıyorum.
Beden her canlının kendi içindeki ruhunun mabedidir.Bu yaşam şekli cercevesinde başka bir yaşama zarar vermeden özgürce var olabilme hakkıdır.Bu duruma müdahale edilmesi, her anlamda bir yobazlık tanımıdır.
Yukarıda bedenler çürür demiştim; lakin düşler asla çürümezler.Yobazlar cürüyen bedenlerimizi tanrılara ve ideolojilere atfettiler; düşlerimizi şeytanlara...
Sonuçta ölümün yüzü soğuktur.Bedenin alma hissi, ölümün sessizliğine her zaman galip gelir ve var olmayan diyarlarda ölümsüzlüğü hayal ettirir.
Ölüm, bir insan'ı farkındalığa taşıyan bir uykudan uyanışa dönüşen karanlık bir uykudan geçiştir. Dolayısıyla, “farkındalık, aslında farkında olmamanın bilincidir”
Düşlerin ve arzuların şeytan olduğu; itaat ve boyun eğişin, dinler ve ideolojiler olduğu bu sonu gelmez çağlarda, organize olmuş coğunluk olan cahilliğin avuçlarında titreyen bir ateş böceği kadar bir fark yaratmak bile mucize gibi.
Ölecegimiz o bir gün için sözde yapılanlar; yaşayacağımız o bütün günleri yobazlığın avuçlarına bırakmaya değer mi ?
Saygılar