Okuyanlar, bundan önceki bölümü içlerine sindirebildi mi ya da ne kadarını sindirebildi, bilemem.
Kimileri vardır; aydın olmak ister. Biz de kimilerinin aydın olmasını isteriz. İste o, aydın olması istenen kişi acaba nasıl bir yol izler bunun için? Yazarımız, bu sorunun yanıtını araştırarak sürdürüyor çalışmasını.
Aydın olmasını istediğimiz insan nasıl bir gelişim izler?
Bir insan üç kez doğar:
Birinci doğuş kültüredir:
Bebek dünya geldiğinde genetik özelliklerinden başka bir şeyi yoktur. Hangi kültüre doğdu ise o kültürün kuralları ile çevrilidir.
Kendi seçemediği bu kültürde aile sevgisine karşın ağır cezalar onun biçimlenmesinde rol oynar. En savunmasız olduğu bu zaman diliminde kendisine giydirilen kültürel kimlik ile baş eğmeye zorlanır ve sürekli denetlenir.
Bu kültürü öğrenmeden, benimsemeden ona rahat yoktur. Geleneksel bir yapıdan gelen aile ve toplumlarda nesilden nesile aktarılan hiç sorgulanmayan bilgilerle donatılan bu dönem insanın çocukluğudur.
İnsan, ikinci olarak eğitime doğar:
Eğer geleneksel bir eğitime doğdu ise, ailenin yerini öğretmen alır. Burada amaç öğretmemin dediğini sorgulamadan kabul etme, söylediklerini ezberlemek, toplumun istediği gibi birey olmaktır.
Kültüre doğuştan pek fazla ileri gidemeyecek olan insan eğer çağdaş bir eğitime doğarsa kendi kültüründen farklı kültürleri, bilgiyi bulmayı öğrenir. Bu bilgileri kullanmayı sorgulamayı özgür düşünmeyi öğrenir. Bu da aydınlanma bağlamında bir anlam taşır.
Ama gerek geleneksel, gerek çağdaş eğitim alan kişi aydın oldu demek değildir. Onun sadece eğitimli olduğunu, belki bir konuda uzman oluğunu söyleyebiliriz.
İnsan, üçüncü olarak kendine doğar:
Gerek kültürden, gerek eğitimden aldığını kendi içinde sorgulamaya başlayan insan, bunlara cevap aramaya başladığında kendine doğar. Kendisine doğan insan, eğer toplumsal sorumluluk hissetmeye başlarsa insanlık için en yüksek yaşam biçimi olan aydınlanma yolundaki en keskin virajı dönmüş demektir.
Bunun üstüne de bilgilerini, aklını, yöntemsel kuşkuculuk ve eleştirisel tutumla ilerletir ve geliştirirse, ikinci virajı da almış ve ışığı gören düzlüğe çıkmış olur.
Ülke kalkınmasına ilişkin kutsal savaşı başlatırken, Grigoriy Petrov, (1866-1925) 1923 yılında yazdığı ve günümüzde de halen anlamından bir şey kaybetmeyen “Beyaz Zambaklar Ülkesinde” adlı başyapıtında, Johan Wilhelm Snelman’a, dönemine özgün bir yaklaşımla aydınların niteliğini şöyle tanımlatıyordu:
“Aydın olmak, modaya uygun kıyafetler giymek veya kolalı yakalık ve modern şapka takmak demek değildir. Halk size, akşamları kâğıt ve domino oynamanız için okutup terbiye vermedi. Bu durumda siz aydın değil de, küflenmiş aydın oluyorsunuz. Siz halkın aklını, iradesini, enerjisini ve vicdanını uyandırmalısınız.
• Köylüyü, işçiyi, toplumun alt tabakalarını nasıl iyi yaşanır, nasıl iyi yaşam koşulları yaratılır diye eğitmek zorundasınız.
• Halka, hayatın değerlerini anlamayı ve onu korumayı öğretin.
• Mutlu bir aile hayatı nasıl kurulur, onu öğretin.
• Erkeğin kadına, kadının erkeğe nasıl davranacaklarını ve çocuklarının nasıl eğitileceğini öğretin.
• Halkı doğruluğa, düzene, disipline alıştırın.
• Halkın vicdan duygusunu geliştirin. Kendilerinin ve başkalarının haklarına saygı duymalarını öğretin.
• Halka örnek olun, onlara eğitmen olduğunuzu gösterin.
• Göreviniz onları eğitmektir. Onları büyük, kültürlü halkların ailesine sokmaktır.
• Unutmayınız ki, halkın cehaleti, kabalığı, sarhoşluğu, hastalıkları, fakirliği sizin ayıbınızdır.”
Snelman, halkın aydınlanmasıyla uğraşanlara da şu örneği veriyordu: “Küçük kenevir liflerini alıp ince iplikler örerler. Sonra bu ipliklerden birkaç tanesini birlikte büküp kalın ipler yaparlar. Birkaç kalın ipi büküp halat haline getirirler. Ve bu halatlar kocaman okyanus gemilerini rıhtımlara bağlayacak kadar sağlam olur. Biz de dağınık iyi niyetlerimizi bir araya getirip birleştirmek zorundayız. Bu şekilde halkımızın aydınlanmasını sağlayabiliriz.”
Yazar, burada aydın olabilmenin yolunu mu gösterdi yoksa bir “masonluk” dersi mi verdi, ben pek anlayamadım doğrusu.