Tehlike işaretleri: İS 0-1200
Kültürümüz kazanının altındaki ateş yanmaya devam ediyor ve nüfusumuzun yeniden ikiye katlanması sadece bin iki yüz yıl içinde gerçekleşiyordu. Dünyada dört yüz milyon insan yaşıyor ve bunun yüzde doksan sekizi Doğu ve Batı’da yaşayan bizim kültürümüz insanıydı. Savaş, veba, kıtlık, politik kirlilik, suç, ekonomik istikrarsızlık, kültürel yaşamımızın vazgeçilmez parçaları haline gelmiş ve böyle de kalmıştı. Kurtarıcı dinler bu dönem başladığında Doğu’da yüzyıllardır yerleşikti, ama Batı’nın büyük imparatorluğu hala düzinelerce tılsımlı inancı selamlıyordu. Yine de bu imparatorluğun sıradan insanları –köleler, fethedilenler, köylüler- Batı’da ilk kurtarıcı din kapılarını çaldığında, hazır bekliyorlardı. Onlar için insan ırkının kurtarılma gereği ve günahkar olduğu düşüncesi kabul edilebilirdi. Dünyayı küçük görmeye ve zavallılıklarına karşılık neşeli bir yaşam sonrası düşünmeye sabırsızlanıyorlardı.
Ateş, kültürümüz kazanının altında yanmaya devam ederken, artık her yerde kurtarıcı dinler onlara hayatta kalmanın zorluklarını nasıl karşılamaları gerektiğini gösteriyordu. Taraftarlar bu dinler arasındaki farklılıklara odaklanır, ama ben bu benzerliklere odaklanıyorum. Benzerlikler: İnsanların yaşam şartları olduğu gibiydi ve yapılacak hiçbir şey bunu değiştirmeyecekti. Halkınızı, arkadaşlarınızı, ailenizi, çocuklarınızı kurtarmak sizin elinizde değildi ve kurtarabileceğiniz tek kişi kendinizdiniz. Sizi sizden başka kimse kurtaramazdı, siz de kendinizden başkasını kurtaramazdınız. Sözleri başkalarına taşıyabilir ve onların da bu sözleri başkalarına taşımalarını sağlayabilirdiniz, ama Budizm, Hinduizm, Musevilik, Hristiyanlık, Müslümanlık, tümü aynı noktaya ulaşıyor: Seni senden başka kimse kurtaramaz ve sen de kendinden başkasını kurtaramazsın. Kurtarılma, elbette hayatında başarabileceğin en muhteşem şeydir ve bunu paylaşmana gerek yoktur, çünkü paylaşılması mümkün değildir. Eğer sen kurtarılmayı başaramazsan, başarısızlığın apaçıktır ve başkalarından bağımsızdır. Öte yandan kurtarılırsan başarında apaçıktır ve yine başkalarından bağımsızdır. Bu dinlere göre kurtarılmayı başarırsan, artık evrende başka hiçbir şeyin önemi kalmaz. Önemli olan kurtarılmandır başka hiçbir şey değil.
Tehlike işaretleri: İS 1200-1700
Elbette yine kültürümüz kazanı altında ateş yanmaya devam ediyordu. Nüfusumuzun yeniden ikiye katlanması sadece beş yüz yıl içinde gerçekleşti ve bu dönem sonunda dünyadaki sekizyüz milyon insanın yüzde doksan dokuzu Doğu ve Batı’da yaşayan bizim kültürümüz insanıydı. Bu dönem veba dönemiydi. Londra da ilk akıl hastanesi ve hapishane açıldı. Fransa’da 1251 ve 1358’de çiftçi işçiler, Flanders’da 1280’de tekstil işçileri ayaklandı. 1381’de Wat Tyler isyanı İngiltere’yi anarşiye soktu, 1428 ve sonra 1461’de işçiler kıtlık ve veba nedeniyle greve gittiler; Rusya köleleri 1671 ve 1672’de ayaklandı; Bohemya köleleri sekiz yıl sonra ayaklandı. Kara Ölüm ondördüncü yüzyıl ortalarında Avrupa’yı sardı ve sonraki ikiyüz yıl boyunca dönemsel olarak ortaya çıktı ve onyedinci yüzyılda sadece iki yılda Kuzey İtalya’da bir milyon insan öldürecekti. Museviler herkesin acısı için, yanlış giden her şey için şamaroğlanı oldular, Fransa 1252’de onları sınırdışı etmeye çalıştı, sonra onları toplum içinde diğerlerinden farklı işaretler takmaya zorladı. Britanya onları 1290 ve 1306’da, sınırdışı etmeye çalıştı, Köln 1414’te sınırdışı etmeye çalıştı ve onları Kara Ölüm getirmekle suçlayarak binlercesini yakıp astı; Lizbon’da binlercesi 1506’da katledildi, Papa Paul-III ilk gettoyu yaratarak onları Roma’dan sildi. Çağın umutsuzluğu, Tanrı’dan önce davranarak kendimizi abartılı cezalara çarptırdığımızda, onun bize abartılı cezalar (veba, kıtlık, savaş, vs. gibi) vermek için bu kadar kışkırtılmayacağı fikrini besleyen cezalandırıcı hareketlerde anlam bulur. 1374 yılında bir garip çılgınlıkla Aix Chapelle sokakları binlerce dansçı ile dolduruldu. 1232’de kıtlık baş gösterdiğinde Japonya’da, 1258’de Almanya ve İtalya’da, 1294 ve 1555’de İngiltere’de, 1315’te tüm Batı Avrupa’da, 1569’da Lizbon’da, 1591’de İtalya’da, 1596’da Avusturya’da, 1603’de Rsuya’da, 1650’de Danimarka’da, 1669’da Bengal’de, 1674’de Japonya’da milyonlarca insan öldü. Avrupa’da frengi ve tifüs baş gösterdi. Zehirli mantar nedeniyle Almanya’da binlerce insan öldü. İngiltere’yi tekrar tekrar ziyaret eden bilinmeyen bir terleme hastalığı binlerce insanı öldürdü. Suçiçeği, tifüs ve difteri yayılarak insanları yok etti. Yeni Dünya’ya gönderilen milyonlarca Afrikalı’dan sonra köle ticareti canlandı. Devam eden ve daha ileri boyutlara ulaşan savaş, politik kirlenme ve suçtan söz etmeye gerek görmüyorum. 1651’de insan yaşamını “yalnız, fakir, kötü, hayvani ve kısa” olarak tanımlayan Thomas Hobbes ile tartışanlar olduysa da birkaç yıl sonra Blaise Pascal, “her insanın diğer insanlardan nefret ettiğini” belirtecekti. Bu dönem ekonomik kaos, isyankar, kıtlık ve salgınlarla sona erdi.
Hristiyanlık, ilk global kurtarıcı din haline gelerek Uzakdoğu ve Yeni Dünya’yı ele geçirdi.
Lütfen burada üstünde durduğum noktayı atlamayın. İnsanın şeytani yönleriyle ilgili işaretleri toparlamıyorum. Bunlar aşırı kalabalıklaşmaya karşı tepkilerdir, çünkü sınırlı kaynaklar için çok fazla insan rekabet ediyordu ve insanlar bozuk besinler ve pis sularla beslenerek ailelerinin açlıktan, vebadan ölmesine seyirci kalıyordu.
Tehlike işaretleri: İS 1700-1900
Kültürümüz kazanının altında ateş yanmaya devam ediyor ve nüfusumuzun yeniden ikiye katlanması sadece ikiyüz yıl içinde gerçekleşiyor. Bu dönem sonunda dünyadaki bir buçuk milyar insanın yüzde doksan dokuz buçuğu Doğu ve Batı’da bizim kültürümüz insanı oluşturuyor. Bu dönemde ilk kez din adamları insanları dünyanın sonunun gelmekte olduğu gerçeği ile karşı karşıya bırakarak yanlarına çekmeye başladılar. Bu dönemde uyuşturucu ticareti Doğu Hindistan Şirketi sponsorluğu ve Avustralya, Yeni Gine, Hindistan, Çin Hindi ve Afrika’nın, Avrupa güçleri tarafından kolonileşmesi ile Avrupa’dan taşınan binlerce salgın hastalığın bu yerlerdeki insanları öldürerek ürünleri yok edip beyaz ölüm için tarlalar açmasıyla Britanya donanması korumasında büyük bir ticaret haline geldi.
Yerli halkın zaten yaşam mücadelesi verdiğini belirtmeye gerek yok. Sadece onsekizinci yüzyılda atmış milyon Avrupalı su çiçeğinden heba oldu, on milyonlarca insan koleradan öldü. Veba, tifüs, sarı humma ve diğer hastalıkların bu dönem insanlarına verdiği hasarı açıklamak için on dakikamı harcayabilirim. Ve tarım ile kıtlık arasındaki bağlantıdan kuşku duyan herkesin sadece bu dönemi incelemesi yeterli olacaktır. Ürün, yetersizlik ve kıtlık, tekrar tekrar dünyanın her yerindeki uygar yerleşimlerde yaşandı. Sayılar hayret verici . 1769’da Bengal’de on milyon insan açlıktan öldü. 1845 ve 1846’da İrlanda ve Rusya’da iki milyon, 1876’dan 1879’a kadar Çin’de yaklaşık elli milyon, Fransa, Almanya, İtalya, Britanya, Japonya ve diğer yerlerde on binlerce insan hayatı, kıtlık nedeniyle son buldu.
Kentler kalabalıklaştıkça insanoğlunun şiddetli ıstırabı daha yüksek boyutlara ulaştı. Fareden veya kirli sulardan taşınan hastalıklar için eğitimi olmayan insanlar dualara sarıldılar. Suç hiç olmadığı kadar arttı ve genelde halk önünde katletme veya ölüm cezalarıyla sonuçlandı. Bu dönemde hapishaneler, cezalandırmaya alternatif olarak ortaya çıktı. Akıl hastalıkları sayısı da hiç olmadığı kadar artış gösterdi. Kimse delilerle ne yapacağını bilemiyor, be nedenle tipik olarak bu insanları da suçluların yanına yerleştiriyor ve unutuyorlardı.
Ekonomik istikrarsızlık devam ederek, günden güne bunun sonuçları dünya genelinde daha yoğun hissedilmeye başlandı. Fransa’da üç yıl süren ekonomik kaos, yerini 1789’da dörtyüz bin kişinin yanarak, vurularak ve giyotinle ölümüne yol açan ihtilale bıraktı. Ticari pazarda çökmeler ve depresyon, yüzlerce, binlerce işi dünyadan silerek kıtlığı arttırdı.
Bu dönem elbette “Sanayi Devrimi”ni de kapsıyor, ancak bu da insanlara kolaylık ve refah sağlamadı. Kalpsiz ve yok edici toplulukların artmasını sağlayarak kadın ve çocukların fabrikalar veya maden ocaklarında günde oniki saat çalışarak hayatta kalma mücadelesi vermesine neden oldu. Eğer bilginiz yetersiz ise, rezaleti kendiniz de bulabilirsiniz. 1787’de ransız işçilerin günde onaltı saate kadar çalıştırıldıkları ve halkın yüzde altmışının sadece ekmek ve suyla beslendiği belirtilmiştir. İngiltere parlamentosunun, çocukların günde on saat çalışmaları yasasını çıkarması ondokuzuncu yüzyıl ortalarında gerçekleşmişti. İnsanlar umutsuz ve kızgın halde asileşiyor ev hükümetler her yerde baskıcı bir hal alıyordu. Genel ayaklanma, işçi ayaklanmaları, koloni ayaklanmaları, çiftçi ayaklanmaları, köle ayaklanmaları… öylesine çok ayaklanma yaşandı ki, burada sıralamam mümkün değil. Tek yumurta ikizi Doğu ve Batı’da devrim çağı yaşanıyordu. Milyonlarca inasn bu nedenle hayatını kaybetti.
Her zaman olduğu gibi yöneten ve yönetilen, isyan ve baskı arasındaki ilişki yeniydi ve bu dönemin karakteristik tehlike işaretleriydi.
Bu dönemde Avrupa’da kurt ve vahşi domuz tükenmişti. Vahşi kediler 1844’te kürkü için avlanarak yok edilmiş, ticari nedenlerle dünyada yok olan ilk tür olmuştu. Kuzey Amerika’da tren yolu inşasını kolaylaştırmak amacıyla yerli halkın besin kaynakları yok edilmiş, profesyonel avcılar bizon sürülerini avlamış, tek bir yıl içinde üç milyon bizonu yok ederek 1893’te sadece bin tane kalmasına neden olmuşlardı.
Bu dönemde insanlar artık dini inançlarını korumak için savaşmıyorlardı. Hala dini inançları vardı ama teolojik tartışmalar ölümcül önemleri artık daha maddi endişelere bırakmışlardı. Dinsel anlamda teselli aramak ipin bir ucu ise, dürüst mücadele refah içinde yaşam ve çalışma koşulları, özgürlük ve bir dereceye kadar sosyal ve ekonomik iyileşme umudu bir diğer ucuydu.
Sanırım bu dönemde daha önceleri dine bağlanan umutların devrim ve politik reformlara ağlandığını söylemek hayalperestlik olmaz. Söylenebilecek her söz, hayatın berbatlığını gözardı etmek için yetersiz kalıyordu. 1843 yılında genç Karl Marx, dini, “haklın afyonu” olarak tanımlamıştı. Bir buçuk yüzyıl ötesinden bakınca gerçekten de dinin artık bu dönemde uyuşturucu olarak etkili olmadığını görmekteyiz.
Tehlike işaretleri: İS 1900-1960
Kültürümüz kazanının altında ateş yanmayı sürdürüyor ve nüfusun bir kez daha ikiye katlanması sadece altmış yıl içinde gerçekleşiyor. Artık dünyada yer alan üç milyar insanın Doğu ve Batı’da neredeyse tamamı bizim kültürümüz insanı.
Bu dönemde suyun ısısı hakkında ne söylemeliyim? Sizce artık kaynıyor mu? 1923 yılında başlayan ilk ekonomik çöküş size bir tehlike işareti gibi görünüyor mu? İki büyük Dünya Savaşı sizin için bir tehlike işareti olabilir mi? Savaşlarda altmışbeş milyon insanın bombardımanlarda öldüğünü, diğer bir yüz milyon insanın sakat kalarak kendilerini şanslı saydığını görürsünüz. Burada Antik Yunan’ın Altın Çağı’nda var olan toplam nüfus kadar insanın ölümünden söz ediyorum. Bugün Berlin, Paris, Roma, Londra, New York, Tokyo ve Hong Kong’a bir hidrojen bombası atsanız ölecek insan sayısı kadar insandan söz ediyorum.
Sanırım su sıcak bayanlar baylar. Sanırım kurbağa kaynıyor.
Tehlike işaretleri: 1960-1996
Nüfusun yeniden ikiye katlanması yalnız otuzaltı yıl içinde gerçekleşerek bizi günümüze getirdi. Bu gezegende altı milyar insan olduğumuzdan, artık kültürümüz dışı kültürlerden Doğu ve Batı’da yalnızca birkaç milyon insan hayatta.
Uzun tehlike listemize bu dönemde birkaç yeni işaret daha eklendi. Önce savaş: Savaş artık sosyal bir olayı hayatın bir parçası haline geldi. İki bin yıldır savaş korosunda yer alan tek ses haline geldi. Ama çok geçmeden suç da bu işaretlere katıldı. Suç da artık hayatımızın bir parçası, sosyal bir olay halini aldı. Sonra bir de ahlaki kirlenme var. Yine çok geçmeden bu işaretlere kölecilik eklendi . kölecilik, dünya ticaretinde sosyal bir olay halini aldı. Sonrasında başkaldırırlar var. Halk ve köleler acılarını ve öfkelerin dile getirmeye başladılar. Nüfus baskısı yoğunluk kazandığında, kıtlık ve veba sesleri kültürümüzde her yerde dile geldiler. Büyük yoksul sınıf, işçilik yaptırılmak amacıyla istismar edilmeye başlandı. Uyuşturucu, dünya ticaretinde yerini alarak köleliğe eşlik etti. İşçi sınıfı isyan başlattı. Tüm dünya ekonomisi çöktü. Küresel endüstriyel güçler dünya yönetiminde ve soy kırımında rol aldılar.
Sonra zaman bize geldi : 1960’dan günümüze.
Tehlike korosunda bizim sesimiz hangi işaretleri veriyor? Son kırk yılır su, kurbağanın etrafında kaynıyor.
Burada neye bakıyoruz? Size bir isim vereceğim ve siz bana haklı olup olmadığımı söyleyeceksiniz. Açıklamaya hazırım… kültürel çöküş. Şu an “ıstırap korosu”nda bizim söylediğimiz şarkı bu – diğerleri yerine değil, fakat diğerlerine ek olarak. Kültürümüzün acı iniltisine tek katkımız bu. Dünya tarihinde ilk kez bildiğimiz her şeyin çöküşüne feryat ediyor ve kültürümüzün başından bu yana kurulduğu sistemin çöküşünü görüyoruz.
Kurbağa öldü – ve bunun biz ve çocuklarımız için ne anlam içerdiğini tasavvur edemiyoruz. Korkuyoruz.