"Evlilik şart mıdır?" sorusuyla "Cinsellik şart mıdır?" sorusu iki ayrı sorudur ve bunları ayrı ayrı değerlendirmek daha sağlıklı olabilir. Ama bundan önce, "şart" kelimesiyle ne kastedildiğine bakmak konu üzerindeki fikirlerimizi belirginleştirmemize yardımcı olacaktır. Burada "şart" kelimesini kullanırken bir insanın yaşamsal fonksiyonlarını sürdürebilecek kadarıyla nelere "ihtiyaç" duyacağını kastederiz. Ancak bununla ilgili şu sorular belirir: İnsan "temel ihtiyaç"lardan mı ibarettir? Yani yaşamsal fonksiyonlarımızı sürdürmek "insan" olmakla eşdeğer midir? Dünya üzerinde bizden başka canlılar da yaşamsal fonksiyonlarını sürdürmeye devam etmektedir. Bunlarla insan arasında farklar var mıdır? Yok mudur? Bu sorular anahtar sorulardır. Çünkü insanın ortaya çıkarmış olduğu dünya, temel ihtiyaçların ötesinde şekillenmektedir. Yani sadece yaşamsal fonksiyonlarımızı sürdürmekten fazlasını isteriz ve yaparız. Bu noktada insan için neyin şart olup olmadığı, tarih içerisinde insanların seçimleri ve alışkanlıkları doğrultusunda değişmiştir ve yaşamsal fonksiyonu sürdürmekten daha da karmaşık istekler, şart haline gelmiştir. (Fazla basit bir örnek: cep telefonu kullanımı şart mıdır? Neden günümüzde herkes bunu bir "ihtiyaç" olarak görüyor?)
Şimdi konuyu bunlardan başka yöne çevirip kendi bedenimize bakalım. Zira cinsellik bedenimize ait bir özelliktir, dolayısıyla bu özellik kendi "doğa"mızın bir uzantısıdır. Peki bu özellik insanın hangi yanıyla ilişkilendirilmiştir? Çoğunlukla, hayvani, bedensel maddi yanıyla. İnsanın tinsel ve manevi bir yanı olduğunu ve bu yanıyla; diğer (yani hayvani, bedensel, maddi) yanından daha üstün olduğunu savunan bir anlayışın izini tarihte sürebiliriz. Bunu yaptığımızda maddi ve bedensel olanın bir şekilde bastırılması ve hatta belirli dini ve düşünsel sistemlerde cinselliğe ilişkin çağrışımlar uyandırmanın yasaklanmasına kadar gidecek bir dizi yöntemle karşı karşıya geliriz.
Peki varsayalım ki durum gerçekten böyle,yani bir yanda tinsel manevi yanımız, diğer yanda hayvani, bedensel, maddi yanımız var. Sizce bu ikinci yanı tamamen bastırılması gereken "kötü" bir yan olarak görmek ve bu yanımız tamamen yokmuş gibi davranmak ve cinselliğe ilişkin çağrışımlar uyandırabilecek durumları tamamen ortadan kaldırmak mı daha sağlıklı, yoksa bunu doğamızın bir parçası olarak görmek ve kontrollü bir şekilde cinsellikle iç içe olduğumuzun bilinciyle bunu hayatın normal bir yanı olarak kabul etmek mi daha sağlıklı?
Burada altını çizmek istediğim nokta "cinselliğin normalleştirilmesi" gerektiği. Yani doğamızın bir parçası olan bir konuyu "anormal" olarak göstermek ve bunu insanların bilinç düzeyinden, bilinç altına itmelerine zorlamak onların sadece ve sadece konu üzerinde daha fazla durup daha fazla buna ilgi göstermelerine neden olur. Cinsel istismar problemlerinin en çok bu tür yasaklamaların olduğu yerlerde çıkması baskının sorunu çözmediğine, aksine sorunu büyüttüğüne işarettir.
Evlilik ise bambaşka bir konu. Tamamıyla bir tercih meselesi, kişi bireysel bir yaşantıyı kendisine uygun görüp tek başına devam edebilecek güçte kendisini görebiliyorsa evlenmesine gerek kalmayabilir.
Ancak kimi insanlar yaşantıların her anını biri ile paylaşmak isterler. Bu paylaşım onlara güç verir. Aile olmanın gücü de bu beraberliğin getireceği kolaylıklarda yatar.
Kısacası evlilik konusu tamamen kişisel yapı ve bu yapıya uygun bir tercih mekanizmasına bağlı bir konudur.