Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: İslâm’da Hoşgörü ve Tolerans- 1  (Okunma sayısı 6390 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Ağustos 23, 2010, 12:04:47 ös
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay



Bu yazı dizisine başlarken, daha önce birkaç kez yapmış olduğum bir işi yine yapmak zorunda görüyorum kendimi: Dilimizdeki “hoşgörü” ve “tolerans” sözcüklerinin özdeş olmadığını, yakın ama farklı anlamlara geldiğini bir kez daha belirtmek… Türk Dil Kurumu bunları eş anlamlı olarak almakta olsa bile…

Uzun boylu bir anlatıma girişmek istemiyorum. Her ne kadar öz Türkçeden yanaysam da, bu iki sözcüğün eski dildeki karşılıklarını vermenin aralarındaki farkı ortaya koyduğu görüşündeyim.

Şöyle ki;

Tolerans =  tahammül;

Hoşgörü = müsamaha.

Toleransta ötekine dayanım ve anlayış göstermek, onun da göreli bir haklılığın olabileceğini benimsemek, dolayısıyla akıl kullanarak davranmak var. Hoşgörü ise bağışlama, aldırış etmeme, göz yumma gibi bir tutum; dolayısıyla bir üstünlük hatta biraz da kendini beğenmişlik görülüyor.

Tolerans, kültürel, dinsel ve siyasal bakımdan bir “başkalık”, ayrıca bir “katlanma” öğesini içeriyor ve işte bu noktada hoşgörü kavramından ayrılıyor.

Kendimize eşit ya da eşdeğer gördüğümüz birisine tolerans gösterebiliriz ama o kişiye hoşgörü ile baktığımız anda bu tutumda eşitlik ortadan kalkmıştır. Hoşgörü gösteren, hoşgörülene oranla daha üstün konuma yerleştirmiştir kendisini.

Toplumsal yaşamda tolerans, kendinden başka ve farklı olanı hoş görmek, ona yaşam hakkı tanımakla sınırlı değildir; başka ve farklı olanla eşdeğer ve eşit koşullarda bir arada yaşamayı kabul etmek demektir. Hoşgörü ise böyle bir benimsemeyi gerekli bulmaz.

Bireysel açıdan toleransta insanın kendi noksanını ya da yanlışlığını benimseme eğilimi, dolayısıyla alçak gönüllülük ve öz eleştiri de vardır; hatta isterseniz bir adım daha ileri gidip kendini bilmek diyelim. Hoşgörüde ise bunlara yer verilmez; gereksizdir çünkü aslında hoşgörülenin hiçbir doğruluğu söz konusu olamaz ama bu bir yana bırakılmakta, aldırışsızlık ya da umursamazlık ile karşılanmaktadır.

Bu bağlamda toplumları ve dinler de dahil olmak üzere ideolojileri kendisini benimseyenlere yani üyelerine vaat ettiklerine göre değil, kendisi gibi olmayanlara nasıl davrandığına göre değerlendirmek gerekir. Kendisi gibi olmayanlara en rahat, en geniş, en hoşgörülü bakan öğreti ya da inanç sistemi, en iyi, en adaletli inanç sistemidir. Farklı olmayı, başka olmayı sorun olarak değil, bir zenginlik olarak gören ve onunla eşit, eşdeğer koşullarda yaşamayı öngören bir ideoloji, en güzel, en doğru olanıdır.



Batı dünyasının İslâm’da hoşgörü olmaması iddiası ve İslâm dünyasına yönelttiği eleştiriler, İslâm’ın şiddete dayanarak yayılmacılık gütmesinden kaynaklanmakta değildir. Aksine, Batı dünyası bunu doğal bulur çünkü kendileri de benzer biçimde, aynı tarzda yayılmışlardır. Müslümanlara yöneltilen eleştiriler, İslâm inancının doğrudan kendisinin yanlış görülüşünden ileri gelmektedir. Nitekim benzer eleştiri, İslâm dünyasında da diğer inançlar için yapılmaktadır.

Hıristiyanlık, doğarken, sınırları içinde bulunduğu Roma İmparatorluğu’nun Paganlarından hem tolerans istiyor hem hoşgörü bekliyordu. Sonra yandaşları giderek arttı, güçlendi, dahası 325 yılı sonrasında imparatorluğun resmi dini olarak ilan edildi. Bundan sonra da kendisinin bir zamanlar dilediği hoşgörü ve toleransı ne Paganlara gösterdi ne de başka bir dini benimseyenlere. Böylesine sert ve acımasız bir tutumla girdi Orta Çağa. Batı toplumlarının bin yıllık bir karanlık dönem yaşamasına neden oldu. Daha Hıristiyan dinindeki Reform oluşmadan önce Rönesans dediğimiz akım doğarken, bu akımın ışığı Batı’ya Doğu’dan geldi. O ışığı parlatanların başında da Müslümanlar geliyordu. Doğu dünyası aydınlıktı çünkü İslâm’da hoşgörü ve tolerans vardı.

Ancak elbette hoşgörünün de toleransın da biçimleri, başlangıç ve bitim noktaları söz konusudur. Birinin toleransı ya da hoşgörüsü, daha doğrusu tolerans ve hoşgörüsünün içeriği öteki ile tam tamına örtüşmez. Kapsamları da farklıdır. Bu nedenle İslâm’da tolerans ve hoşgörüden söz ederken, konuya çok farklı açılardan bakmak gerekecektir.

Tarih kendini yenilemiştir. Hıristiyanlar Müslümanları, buna karşılık Müslümanlar da Hıristiyanları çok toleranssız ve hoşgörüsüz olarak nitelemişlerdir. Bu günümüzde de böyle. İşin doğrusu, bence, Orta Çağ sonrasında Hıristiyanlık bu bağlamda biraz yumuşarken Sünni İslâm dünyası giderek sertleşti.

Ancak ben İslâm’da tolerans ve hoşgörüyü başlık ederken güncelden değil, özgün yapılanışından, tarihteki, özellikle Orta Çağdaki niteliklerinden söz etmek istiyorum.

İslâm’ı tolerans ve hoşgörü açısından ele alırken, konuyu iki ana noktada yoğunlaştırmak gerekir. Bunlardan ilki İslâmiyetin ortaya çıkmasıyla oluşmuş, Kuran ve hadislerden oluşmuş asal öğretinin kendisidir. İkinci ana nokta, Hz. Muhammed’in ölümünden sonra bu öğretinin tarihsel serüveni ile kazandığı yeni boyutlar, ilâhiyat, ibadet ve onun kuralları, ahlâk ve İslâm hukukudur; bir de bu bağlamda kesinlikle göz ardı edilemeyecek olan tasavvuf.

Her şeyden önce, İslâm dininin genel bir kural olarak insanlar arasındaki eşitliği tanımadığını, kendi inançlılarının bile eşit ya da eşdeğer görmediğini ortaya koymak gerek.

İslâm’da toplumun tam değerli üyeliği, yalnızca “özgür erkek mümin kullar”a özgü tutulmuştur. Köleler, kadınlar ve Müslüman olmayanlar, hiçbir zaman ve hiçbir ortamda bir özgür mümin bir erkekle eşit sayılmamıştır.

Bu deyişimle İslâm’da tolerans ve hoşgörünün olmadığını mı söylemiş oldum? Hayır. Sadece bir sınır belirttim. Gerekçesi de var.

İslâm olanlarla olmayanlar arasındaki ilişkileri düzenleyen ilk asal kaynak Kuran’dır. Daha sonra geliştirilen İslâm hukuku, aslında Kuran’da yazılan ilkeler üzerine oturtulmuştur. Buna göre İslâm toplumunda aşamalı (hiyerarşik) bir toplumsal düzen söz konusudur: En üstte, dolayısıyla öncelikli olarak özgür mümin erkekler, onların altındaki sırada özgür mümin kadın, sonra mümin köleler gelir; ondan sonra yani Müslüman olmayanlar fasarya takımıdır. Ancak bu kadarla da bitmez; O fasarya takımının da kendi içinde iki aşaması vardır: “Ehl-i kitap olanlar” daha evlâdır, putperestler onları izler. Ateistlerden ise hiç söz etmeye gerek yoktur çünkü onlar insandan bile sayılmaz.

Bu böyledir ama İslâm’da tolerans da vardır hoşgörü de... Üstelik bunların içeriği, özellikle Orta Çağda Hıristiyan dininden çok daha genişti, çok daha insancıydı. Bunun için konuya Kuran’dan başlamalıyız.



Benim için çok zor olan, pek az bildiğim ama yararlandığım kaynaklardan derlediğim bilgilere kendi görüş ve değerlendirmelerimi de ekleyeceğim, olasıdır ki yanlış ve yanılgılı şeyler de yazacağım ve bu nedenle düzeltilmesini rica edeceğim incelemenin başlangıcını izleyecek bölüme bırakıyorum.  Ancak şunu da eklemem gerek: Bu yazı dizisini okumaya niyetli olanlar arasında şayet “Medine Belgesi” başlığı altında yazdıklarımı okumamış olan varsa, lütfen önce onu okusun. Çünkü zaten bu konunun başlığı oradan ileri geliyor.




ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


Ağustos 23, 2010, 01:20:46 ös
Yanıtla #1
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 1731
  • Cinsiyet: Bay


Şimdi...

Gelin,bu yazıyı okuyun,düşünün,benim daha önce söylediklerimle kıyaslayın,daha sonra kendi düşüncelerinizi benim birazdan yazacaklarımla karşılaştırın.

Sayın ADAM'ın yazdıklarından,Hırıstiyanların kendilerinden önce hüküm sahibi olan Paganlar'a,kendilerine İslam otoritelerinin gösterdiği  töleransı göstermediklerini,çünkü bu durumda kendi varoluş gerekçelerini yadsımaları gerekeceğini rahatlıkla anlayabiliyoruz.

Peki İslam otoritesi ortaçağda nasıl olurda,diğer varoluş savunucularına töleranslı kalabilir di?Çünkü,kendilerine,"Doğru"olan telkin edilmişti.Aksi taktirde asla kendilerini kabul ettiremezlerdi...

Medine Belgesinden de anlaşılacağı üzere,İslam peygamberi,tüm diğer iddiacıların mensuplarınca hemen kabul görmüştü.O an için gerekeninin o olamasının yanısıra,tölerans,Tanrı'nın varlığını iddia ve bu iddiada ısrarcı olunmasının yegane şartı haline gelmişti.Başka türlü,"Tevhid"i savunmanın gerekçeleri ortadan kalkacaktı.İsa'yı irşad edenler,İsa'sız bir hırıstiyanlığı ancak bu şekilde kabul edebilirlerdi.

Tüm geçmişin sorumlusu olarak kabul edilen Pagan'lık,isteyerek kendisini feda etti.Siz gerçekten "Put'a taptığı öngörülen insan kitlesinin rahiplerinin,o sembolleri Tanrı/Tanrılar olarak kabul ettiğine"inanıyormusunuz?...

Ben inanıyorum ki,İslamiyet'in mimarları iyi niyetliydi...Sonradan ortaya çıkan imar yetkilileri istismarcıydı.

Gelelim mi,Tasavvufa...

Durun...Dileyelim ki,sonra gelelim.Hemen gelirsek hazım sorunu yaşayabiliriz;nitekim kaptanın güzergahı O nu gösteriyor.



Saygılarımla
Ben"O"yum,"O"ben değil...


Ağustos 23, 2010, 08:54:46 ös
Yanıtla #2
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 1091
  • Cinsiyet: Bay

"Sövene dilsiz gerek, dövene elsiz gerek, Derviş gönülsüz gerek. " Demiş Yunus Emre ve islamda hoşgörüyü kısa ama öz olarak anlatmış. Ayrıntıları insanlara birincil hedef göstererek insan oğlunun asıl hedefini şaşırtmış şeytan.
''Kızıl elmada buluşalım''


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
13 Yanıt
22287 Gösterim
Son Gönderilen: Ağustos 01, 2013, 02:46:20 ös
Gönderen: Spock
36 Yanıt
24005 Gösterim
Son Gönderilen: Temmuz 23, 2012, 10:20:17 öö
Gönderen: Masor1976
4 Yanıt
4498 Gösterim
Son Gönderilen: Ağustos 17, 2010, 04:53:27 ös
Gönderen: martı
1 Yanıt
3424 Gösterim
Son Gönderilen: Ağustos 17, 2010, 05:08:10 ös
Gönderen: martı
0 Yanıt
2718 Gösterim
Son Gönderilen: Ağustos 17, 2010, 10:02:54 öö
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
3022 Gösterim
Son Gönderilen: Ağustos 24, 2010, 09:54:20 öö
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
3141 Gösterim
Son Gönderilen: Ağustos 26, 2010, 11:04:58 öö
Gönderen: ADAM
1 Yanıt
3736 Gösterim
Son Gönderilen: Ağustos 27, 2010, 11:31:49 öö
Gönderen: ceycet
0 Yanıt
2942 Gösterim
Son Gönderilen: Ağustos 31, 2010, 12:05:46 ös
Gönderen: ADAM
2 Yanıt
8215 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 20, 2010, 02:44:50 ös
Gönderen: Mozart