Masonlar.org - Harici Forumu

Masonluk Bilgidir. Bilimdir. Ilimdir. => Sosyoloji - Toplum bilimi => Konuyu başlatan: ADAM - Kasım 29, 2009, 09:47:16 öö

Başlık: ANTİK HELENLERİN DÜNYASI - 5
Gönderen: ADAM - Kasım 29, 2009, 09:47:16 öö


Helenlerde Aile

Aile içi uyum, Helen yaşamının özelliklerinden biri değildi. Bunun önemi yoktu.

Helen trajedilerinin aşırı uçtaki karakterlerinden çoğu kadındır. Kocasını öldüren Klytaimestra, erkek kardeşini parçalayan ve sonradan kendi çocuklarını da öldüren Medeia, kocasına iftira edişinin ardından intihar eden Phaidra ve anne katilinin suç ortağı olan Elektra gibi...

Helenlerde mitolojik kadın kahramanlar bile kusurlu yaratılmıştır. Tanrıça Afrodit güzeldir, çekicidir ama hafifmeşreptir. Truva’ya kaçan Helena da öyle...Sadık Penelope kendisi kadar sadık olmayan kocası Odysseus’u yolculuklarının sonrasında karşıladığı zaman, geride öylesine direnme gösterdiği 20 yıl kalmıştı ki, hiçbir mantık sahibi Helenli, evliliklerinin devamında mutluluğu bulacaklarını olası görmez.

Buna karşın bir Helen erkeği için evlilik, yapılması gerekli bir “toplumsal görev” olarak kabul edilirdi. M.Ö. 8. yüzyılın ikinci yarısında yaşamış olan ve Helenlerin neredeyse Homeros kadar saygı gösterdiği ozan Hesiodos, evlenmenin neden gerekli olduğunu şöyle açıklamıştı:

«Evlenmeyi yadsıyarak kadınların bize verdikleri acılardan kaçan erkek, yaşlılık günlerinin sefaletinde bir destek (çocuk) bulamayacaktır... Diğer taraftan, yazgısında evlenmek olan, belki iyi ve mantıklı bir kadın bulabilir. Gene de tüm yaşamı boyunca kötülüğün iyiliğe baskın geleceğini görecektir... Evlilik için en iyi yaş, erkeklerde 30, kadınlarda 16’dır ve en iyisi, kadını satın almaktır... Onunla evlenmezsen gerektiğinde ona saban sürdürebilirsin.»

Helenli kocalar, evliliği sadece bir toplumsal görev olarak üstlendiğinden, evlilik yaşamı hiçbir romantiklik taşımazdı. Nitekim Sokrates’in bir diyalogunda Iskhomakhos, 14 yaşındaki yeni karısına şöyle der:

«Yatağımı paylaşması için kolayca başkasını bulabilirdik ve senin de bunu gayet iyi bildiğine eminim. Fakat konuyu düşündükten sonra, ben kendi çıkarlarımı ve ailen de kendi çıkarlarını gözeterek ve evin yönetimi, çocukların bakımı konusunda tüm olası adayları gözden geçirdikten sonra, seni ve aileni kendim seçtim. Hiç kuşkusuz, en az bunun kadar iyi olan pek çok seçenek arasından.»

Atinalıların “iyi eş” konusundaki düşünceleri İbraniler ile neredeyse tıpatıp aynıdır: Evlenmeden önce bakire ve ciddi olacak; yün eğirme, dokuma, terzilikte becerili olacak; hizmetçilere kendilerine uygun işleri vermeyi bilecek; kocasının parası ve mülkü konusunda tutumlu davranacak; çocuk doğuracak ve evi akıllıca, erdemle yönetecek... İvedilikle bir varis doğurması gerekiyorsa, konu çözülene dek kocasıyla ayda en az üç kez ilişki kuracak...

Helenlerde kadın, tümüyle yabancıların gözünden korunacak biçimde örtünmeden ve yanında harem ağası ya da yakını olan bir erkek olmadan sokağa çıkamazdı. Sakız Adası’nda, Heredot döneminde, köle erkeklerin harem ağası olmak üzere hadımlaştırıldığı ünlü bir merkez açılmış; hadımlaştırma ve hadımların pazarlanması büyük gelir getiren bir ticaret dalı haline gelmişti.

Görüyoruz ki, ne günümüzde politik bir sorun haline gelmiş örtünme ne de harem geleneği İslâm ve Müslüman Doğu’ya özgüdür. Bunlar, bütün Doğu Akdeniz yöresindeki kültürleri etkilemiş bir ataerkil geleneğin mirası ve kalıntılarıdır. Batılıların Türklere mal ettiği harem ve hadımlaştırma, Antik Helen ve Roma’ya dayanan bir uygulamadır. Türkler haremi, onu Bizans kanalıyla alan Araplardan, Osmanlılar döneminde ise doğrudan Bizans’tan devralmıştır.

Atinalı erkek, karısına, kendisine hizmet etmek ve çocuk doğurmaktan başka bir görev ya da hak tanımamıştır. Kadının görevi, “erkeğinin servetini sağlığında ve ölümünde koruyacak çocuklar yetiştirmek” olarak belirlenmiştir. Kadın, aile içinde kocasınca sürekli aşağılanan bir “nesne” gibidir.

Bir erkeğin eşine sadık kalması ise, onuruna zarar veren bir olaydır. Bu nedenle erkek için evlilik dışı ilişki meşru kılınmıştır. Bu durum, buna bir karşı tepki olarak kadınlar arasında eşcinsel ilişkilerin yani lezbiyenliğin yayılmasına, erkeklerin de fahişelerle yaşamasına yol açmıştır. Antik Helen kentlerinde fahişelik büyük bir sanayi haline gelmiş, eşcinsellik de olağanüstü düzeyde yayılmıştır.

Antik Helen düşünürleri, eşcinselliği kabul edip olumlu karşılamakla kalmıyor, bu tür ilişkilerden gurur duyuyordu. Çünkü onlara göre asıl doyum kaynağı kadın değil, üstün olan erkekti.

Atina demokrasisi, kadınları kölelerle bir tutardı. Baba, kızını istediği adama satabilirdi. Kadın, erkeğin kendisi için verdiği kararlara uymak zorundaydı; uymazsa, aşağılanan bir şekilde nitelenmeyi hak etmiş olurdu.

Koca, karısını değiştirmek ya da başkasına vermek hakkına sahipti. Doğurmayan bir kadını kovmamak, tanrılara karşı gelme sayılır ve kusur kimde olursa olsun kadın evden kovulurdu.

Çok eşlilik yaygın ve geçerli ilişki türüydü.

Koca, karısına düşüncelerini açmaz, onun herhangi bir konudaki düşüncesini öğrenmek gereğini bile duymazdı. Çünkü kadın, düşüncesine başvurulacak akılda biri sayılmazdı.

Evlilikte asıl önemli olan sevgi ve saygı değil, erkeğin isteklerinin yerine gelmesiydi. Evlilik, Sophokles’in deyimiyle  “bir alış veriş” idi.

Helen ailesinde mutlak hale gelen erkek üstünlüğü, karı-koca ilişkisini önemli oranda köle ilişkisine dönüştürmüştü. Antik Helen şiirinin ilk ustalarından Heseidos, Helen ailesinin temelinin, “kadın ile sabana koşulan öküz” tarafından oluştuğunu söylerdi. Aileyi, sınırsız yetkilerle tam bir despot gibi yöneten erkek egemenliği için, Aristoteles de şöyle demişti:

«Erkek yaradılıştan üstündür. Doğal olarak daha güçlü, daha akılcı ve inişli çıkışlı duygulara daha az eğilimlidir. Bu doğal yeti, erkeğin ölçülü ve akılcı kararlar alabilme yeteneğinde kendini gösterir. Kadın ise ondan aşağıdır; duygusallıkları ve mükemmel olmayışları nedeniyle eksik ve istikrarsız bir muhakeme yetisine sahiptirler. Erkek haklı olarak buyurur; kadın ise boyun eğer. Bu kaçınılması olanaksız bir yasadır.»

Yasalar

M.Ö. 4. yüzyıldaki Solon Yasaları ile, kadınların tüm günlük yaşamları, ne yiyip ne içebileceklerine kadar belirlenmiş, ortada görünmemelerinin daha hayırlı olacağı görüşü kurala bağlanmıştı.

Antik Ege dünyasında evlilik öncesi bekâret de önemliydi. Tecavüze uğramış bir Atinalı genç kız, ancak köle olarak satılabilir ya da hiç evlendirilmeksizin evde tutulabilirdi. Özgür kadınların bile mahkemede tanıklık yapma hakkı yoktu.

M.Ö. 5. ve 4. yüzyılda kadın, -konumu ve yaşı ne olursa olsun- yaşamı boyunca kendisini hukuk karşısında temsil eden bir erkek vasinin, -Helence karşılığıyla bir “kyrios”un- yasal denetimi altındaydı. Ne evlilik, ne boşanma ne de mülkiyet konusunda bağımsız söz hakkına sahipti.

Bu Atina’da öyleydi ama Sparta’da kadınlar göreli bir özgürlüğe sahipti. Burası sürekli savaş içinde olan bir askerî toplum olduğu için, ileride savaşçı olacak erkekler doğuracak kız çocuklarının özellikle bedensel eğitimine çok önem verilirdi.

Sparta’da ev işleri köle ve alt sınıf kadınlarına bırakılırken, vatandaş kadınlar jimnastik, müzik, ev yönetimi ve çocuk eğitiminde yetkinleştirilirdi. Ancak, kadınların toplum yaşamı bakımından rol ve görevleri ile özgürlük sınırlarının belirleyicisi devlet olduğu için, buradaki kadın özgürlüğü de görelidir.

Zaman dilimlerinin farklılığı bir yana bırakılırsa, Helen erkekleri iki bin yıldan fazla bir süre sonra «Bir kadın yalnızca bir kadındır ama iyi bir puro içilir.» diye bir lâf edecek olan ünlü düşünür Rudyard Kipling’e yürekten katılırlardı. Hem kadınlara hem de evliliğe karşı genel dirençleri, -olasılıkla, tarihte ilk kez- bekâr kadın fazlalığı yaratmıştır. Dengenin düzeltilmesine katkıda bulunan kız çocuk katli geleneği olmasa, Helen tarihi boyunca iz bırakmış olan savaşlardaki yüksek erkek ölümü oranı bu sorunu daha da ağırlaştırabilirdi.
 
Sparta’da erkek çocuk katli de yaygındı. Spartalılar, niceliğin yanı sıra niteliği de kontrol altına almayı amaçlıyordu. Sparta toplumu, sağlıklı nesil yetiştirmeyi aşırı önemli bulan ilk toplumdu. Kız ya da erkek, tüm çocuklar daha birkaç günlük iken resmi olarak incelenir, zayıf, cılız ya da özürlü olanlar Taygetos Dağı eteklerinde ölüme terk edilirdi.

M.Ö. 9. yüzyıl ortalarından 8. yüzyıl sonuna dek, özellikle Atina, Dor istilaları sonucunda kente akan göçler nedeniyle aşırı bir nüfus yüklendi. M.Ö. 750 yılı dolayında başlayan yurt dışı sömürgeleştirme akını, nüfusun düşmesine katkıda bulundu ama nüfusu kabul edilebilir bir düzeye indirme yönündeki bir tür yarı bilinçli girişimin sonucunda hem oğlancılığın hem de erkeklerin kadınlara karşı kuşkularının artmış olması olasıdır.

Sonraları, Aristoteles, Girit’te nüfus kontrol etmenin bir yolu olarak, oğlancılığa devlet tarafından bir düzenleme getirildiğini belirtti. Kendisi de aile üyesi sayısının yasal yollarla kısıtlanmasını savunuyor, gebeliği önlemek için sedir yağı, kurşun merhemi ya da günlükle (sığla yağı) karıştırılmış zeytinyağı öneriyordu. Görünüşe bakılırsa, Atinalı eşlerin kürtaj ya da gebelikten korunma konusunda öneriye gereksinmesi yoktu. Kocalarıyla ilişkileri zaten ender ve çoğunlukla meyvesizdi.

Kadınlar, tüm duygusal dürtülerini varsa oğullarına yöneltip, bir yetişkinin belki anlayabileceği ama çocuğun anlayamayacağı bir biçimde onu kimi zaman putlaştırıp, kimi zaman aşağılayarak, bu durumun sürmesine katkıda bulunmuş olabilir.

Sonuçta, kuşaklar boyunca erkek çocuklar, kadınların ne yapacağının kestirilemeyeceğine ve en iyi yolun, olanak varsa onlardan kaçınmak olacağına inanarak büyüdü.

Plutarkhos, evlilik kavramları kocanın erkek arkadaşlarıyla birlikte yaşaması ve ender olarak gizlice karısını ziyarete gitmesi olan Spartalılar’a gülmekteydi. Ona göre; kimi zaman Spartalı bir koca, karısını gün ışığında hiç görmeden çocuk sahibi olabilirdi.

Aynı durum belki Atinalılar için de geçerliydi. Hem Sparta hem Atina’da, belki yaşamları kayıtlara girmemiş olan en yoksul sınıflar dışında, neredeyse hiç büyük aile görülmüyordu. Sonunda Helen uygarlığının görkemli çağlarını sona erdirecek olan da vatandaş sayısının çokluğu değil, azlığı sorunu oldu.

Köle emeğine dayanan ve kadınlara siyasal hak tanımayan Antik Çağ Helen anlayışı, bu konudaki etkisini Batı dünyasında bugüne dek sürdürmüştür. Kölelik ancak 19. yüzyılda kalkmış, kadınlara siyasal temsil hakkı ise 20. yüzyılda tanınmıştır.