İNSANIN KÖKENİ, EVRİM VE BİLİM
Evrim teorisine göre insanlar, yaklaşık 5 milyon yıl kadar önce; şempanzelerden, tesadüfi mutasyonlar geçirerek türeyip, ayrılmış bir türdür. Bu teoriye göre insanlar, diğer hayvanlarla(maymunlarla) paylaştıkları ortak bir atanın, evrim geçirmiş soylarıdır. Evrimcilere göre, insanların ayırt edici özellikleri, esasen küçük değişimleri hazırlayan doğal seçilimden kaynaklanıyordu.
Bir kısım evrimciler, birikimli seçilimle; küçük küçük birikimlerin, canlılara boyut atlattığını; ilk hücreden maymuna, oradanda insana, uzun bir sürede evrildiğini söylerken; bir kısım evrimciler, bu geçişin ani sıçramalarla olduğunu savunuyor. Yani teori, kendi içide tutarsız ve çelişkili. Dawkins'in birikimli seçilimine karşı, sıçramalı evrim tezi..
Bu konudaki Darwin'in tartışmalı görüşü; şöyle özetlenebilir: İnsanlar, salt hayvandır ve önceden tasarlanmış bir sürecin sonucu değillerdir. Darwin, insanlar ve hayvanlar arasında; zihinsel olarak da bir farklılık görmemektedir.
"İNSANA EVRİM"İN KANITSIZ SAVUNMASI
Darwin ve yakın takipçileri, insanın evrimi tezlerini destekleyici hiçbir fosil kanıtına sahip olmadan savunmak zorundaydılar. Evrimci bilim adamı Huxley'in, pek de bilimsel olmayan tezi şuydu:
"Eğer insan, vahşi insanlardan ve hayvanlardan büyük yapısal farklılıklarla ayrılmıyorsa; o zaman onlar, birbirlerinin soyundan geliyordur. İnsanın, insan benzeri bir maymundan, yavaş yavaş evrim geçirerek; maymunlarla aynı ilkel soyun bir kolu olarak ortaya çıktığından şüphe etmenin, akılcı bir temeli yoktur. İnsan, maddesel ve yapısal açıdan vahşi hayvanlarla birdir."
İleri sürülen bu kolaycı tezin, gerçekle ilişkisi olabilir mi? İnsanoğlunun, canlılar alemi içindeki özel yeri ve boyutu; nasıl bir varlık olduğunu açıkça izah etmektedir. Burada izahı güç olanın, doğal seçilimin, insanın ortaya çıkışını açıklama çabasıdır.
Darwin, doğal seçilimi, ekonomik bir düzen olarak gördü. Bu düzen, doğanın, verimliliğini yükseltmek için tuttuğu bir yoldu. Bu amaca yönelik olarak, güçlülerin, rakiplerini alt edebilmeleri için doğal seçilimin, onlara gerekli özellikleri sağladığını düşündü. Diğer bir ifadeyle, bu yeni özellikler, bireyin veya türün, çevreye uyum sağlaması veya çevre şartlarının üstesinden gelebilmesi için kazanılmıştı.
İNSAN BEYNİ: DOĞAL SEÇİLİM SONUCU MU?
Darwin'e göre, bir türün, muhtaç olduğundan çok daha fazla yeni özellikler ortaya koyması, ekonomik veya doğal değildi. Çünkü Darwin, tutumluluğun, sadeliğin ve aşırıya kaçmamanın, tabiatın özelliği olduğunu düşünüyordu. Aksi halde, Darwin'in tüm doğal seçilim teorisi riske girerdi. Çünkü doğal seçilim, tam da gerekli şartlara uyuveren bir "şans fikri" üzerine kurulmuştu. Uzun vadeli bir planlamaya yer yoktu. Yarış, hep anlıktı ve yarışı, mevcut ortama en iyi uyan varlık kazanıyordu.
Peki, Darwin teorisi bulunduğu çevre şartlarına göre daha nitelikli bir organizma ile karşılaşırsa ne olur? En azından insan beyni; "canlının ihtiyacının ötesinde bir gelişim olduğunu" göstermiyor mu? Montreal Üniversitesi'nden, psikiyatrist Karl Stern, insanın ortaya çıkışı ve evrimci iddiaları değerlendirir. Stern'e göre bu teori, şöyle bir tasarım içermektedir:
"İNSANI, EVRİMLE AÇIKLAMAK: ÇILGINLIK!"
"Bir zamanlar Dünya'nın sıcaklık düzeyi, karbonla oksijenin; nitrojen ve hidrojen karışımıyla birleşmesi için uygun hale geldi. Gelişigüzel oluşumlardan da, hayatı oluşturan moleküller ortaya çıktı. Sonra, uzunca bir zaman geçti ve doğal seçilim dönemine gelindi. Nihayet, sevgiyle nefreti, doğruyla yanlışı ayırd edebilen, Dante gibi şiir yazabilen, Mozart gibi beste yapabilen, Leonardo gibi resim çizebilen bir varlık ortaya çıktı.
Stern, bu yaklaşımın, çılgınlık, hatta şizofrenik olduğunu söylüyor:
"Böyle bir evren oluşumuna inanmak çılgınlıktır. Burada çılgın kelimesini hakaret anlamında değil; kendi teknik anlamında, yani psikotik anlamda kullanıyorum. Gerçekten böyle bir görüş, birçok bakımdan şizofrenik düşünceyle paralellik arz etmektedir."
Darwincilerin, bu çılgın iddialarını desteklediğini iddia ettikleri bir takım fosiller bulundu. Ancak bu fosiller, herkese göre farklı anlamlara gelebiliyordu. Bulunan fosiller, kimine göre maymun, kimine göre insan, kimine göreyse, iki tür arasında bir geçiş formuydu. Yale Üniversitesi'nde doktorasını tamamlayan Biyolog Dr. Jonathan Wells, fosiller hakkında bizlere şu bilgiyi verir:
FOSİLLER, YORUMA AÇIKTIR: NÜFUS KAĞIDI DA YOKTUR
"Fosil ispatı, pek çok yoruma açıktır. Çünkü tekil örnekler, çeşitli yollarla yeniden tertip edilebilir. Ayrıca fosil kayıtları, ata-soy ilişkilerini tesis edemezler. Son zamanlarda, National Geographic Dergisi, bir kafa tası ile aynı türe ait olduğu düşünülen 7 kemik fosili kalıplarından dişi bir figürü, yeniden yapmaları için dört tane sanatçıya görev verdi. Sanatçıların dördü de, birbiriyle hiçbir alakası olmayan figürler ortaya koydular. Bu çarpıcı çizimler kümesi, tek bir fosil takımının, çeşitli yollarla nasıl yeniden yapılandırılabileceğini göstermektedir."
Nature Dergisi'nin baş bilim yazarı Henry Gee'de, bu konuda oldukça karamsardır. 1999'da şunları söylemiştir:
"Hiçbir fosil, nüfus kağıdıyla gömülmez. Fosilleri ayıran zaman aralıkları öylesine uzundur ki; ata-soy yoluyla, onların olası bağlantıları hakkında hiçbir şey söyleyemeyiz."
Gee, daha keskin bir şekilde şunları söylüyor:
"Bir fosil dizisini alıp, onun bir nesli temsil ettiğini savunmak; test edilebilir bilimsel bir hipotez değildir. Çocuklara uyumak için anlatılan masallarla, aynı geçerliliğe sahip bir değerlendirmedir. Eğlendirici, hatta öğretici olabilir; ancak bilimsel değildir."
PİLTDOWN SAHTEKARLIĞI: " UYDURMA FOSİL!"
Ne yazık ki, bu konuda bilim tarihine kara bir leke olarak geçmiş bazı sahtekarlıklar da yapılmıştır. 1912 de amatör paleontolog Charles Dawson, herkesin aradığı maymun-insan arasındaki fosil formunu; İngiltere'de Piltdown'da, bir çakıl çukurunda bulduğunu iddia etti.
Dawson, insan kafatasına ait bazı parçalar ile iki dişli maymun alt çenesine benzeyen bir parça bulmuştu. Onları, Britanya müzesindeki Smith Woodward'a götürdü. Woodward, bu parçaları bir araya getirerek tam bir kafatası yaptı. Woodward'ın, parçaları yeniden tertib etmesi, ilk önce şüphe uyandırmıştı, ancak 1953 yılına kadar kabul gördü. Daha sonra Joseph Weiner, Kenneth Oakley ve Wilfrid Le Gros Clark, Piltdown kafatasının; binlerce yıllık modern insana, çene parçalarının ise, yakın zamanda yaşamış, modern bir orangutana ait olduğunu kanıtladı.
Çene, fosil olarak görünsün diye kimyasal bir işlemden geçirilmişti. Dişleri, insan dişlerine benzesin diye ustaca aşağıya doğru törpülenmişti. Weiner ve arkadaşları, Piltdown insanının sahte olduğu sonucuna vardılar. Böylece Piltdown'ın bir hile olduğu ortaya çıktı. Biyoloji tarihçisi Jane Maienschein diyorki; Piltdown olayı, "çevresinden kolaylıkla etkilenen araştırmacıların, aranan şeyi sahiden bulduklarına inanacak şekilde yönlendirileceklerini bize göstermiştir."
TEK HÜCREDEN-İNSANA EVRİM OLASILIĞI: SIFIRA YAKINDIR
Evrim teorisi, neredeyse tamamen olasılık fikrine bel bağlamıştır. Çünkü evrim sürecindeki tüm değişim ve dönüşümler, tamamen tesadüfen(şans eseri) meydana gelirler. Hiçbir amacı olmayan bu değişimlerin, canlılar aleminin son derece karmaşık, düzenli ve kusursuz işleyen organizmalarını oluşturması, akla uygun gözükmüyor.
İşi olasılığa havale ettiğimizde, gerçekleşemeyecek hiçbir ihtimal yoktur. Olasılık teorisinde, bir olayın olasılığı, sıfıra çok yakında olsa, o olayın olma olasılığı var sayılır. Deneyi, sonsuza yakın tekrarlarsanız, imkansıza yakın olaylarda, gerçekleşebilir. Tüm canlılarda, sayısız olayların, pozitif yönde; yani şans eseri ve hep yapıcı birikimler oluşturma olasılığı, sıfıra yakındır. Ancak, hayali sonsuza yakın bir zamanda bu mümkün olabilir.
Darwinciler, hala zamanın kendi lehlerinde olduğunu düşünmektedirler. Onlar, Dünya'nın yaklaşık 5 milyar yaşında olduğuna işaret ederek; bunun, önemli değişimlerin sebebi sayılan mutasyonunların gerçekleşmesi için yeterli bir zaman olduğunu söylüyorlar. Sayısız formlar içeren bu kadar karmaşık bir hayatın, şans eseri gerçekleşen bir evrimle oluşması, 5 milyar yılda mümkün müdür? Matematikçiler, bu soruya açık bir şekilde hayır demektedirler. Matematikçiler, zaman dilimleriyle, mutasyon aralıklarını ve düzenli hayat sistemlerini eşleştirmek için onlarca yıldır çalışmaktadırlar. Her hesaplama sonucunda, ellerini havaya kaldırarak; evrime inançsızlıklarını ifade etmektedirler. Onların hesaplarına göre, şans eseri oluşumlar ve tesadüfi mutasyonlarla, düzenli bir hayatın gerçekleşme olasılığı sıfıra yakındır.
BASİT BİR "BAKTERİ" BİLE: DEV BİR ANSİKLOPEDİ!
İstatistik; olasılığı, 1/1030, 1/1050 arasında kalan olayları mümkün kabul etmektedir. Basit tek-hücreli bir organizmayı inceleyelim. Canlı bir hücre, insanın, başını döndürecek kadar karmaşık bir mekanizmadır ve binlerce organel ve birbirlerine zarar vermeyen sayısız türde kimyasal madde içermektedir.
Örnek olarak bahsetmek gerekirse, tek-hücreli Exscherichia Coli'nin (insan enfeksiyonlarına sebep olan bir tür bakteri), "100 milyon sayfa, Britannica Ansiklopedisi'ne denk" bir bilgi kapsadığı tahmin edilmektedir. George Gaylord Simpson, evrim yolculuğunun; başlangıçtan, en basit tek-hücreli organizmaya doğru giden bölümü, bu yolculuğun geriye kalan evrelerinin tamamından daha etkileyicidir" der.
Virüs düzeyinin üzerinde, en basit tam canlı birim, inanılmaz derecede karmaşıktır. Amipten, insana doğru evrimin olduğunu söylemek; sanki amip, sürecin en basit başlangıcıymış gibi, artık klişe bir ifade haline geldi. Halbuki, şayet hayat, basit bir moleküler sistem olarak ortaya çıktıysa; bu halden amip düzeyine yükselme; en azından amipten, insana yükselme kadar büyük bir şeydir.
EVRİM: "İHTİMAL DIŞIDIR"
Görünen o ki, matematik olasılıklar, Simpson'un tahlillerine paralel sonuçlar ortaya koymaktadır. Olasılık hesaplarına göre, tek-hücreli organizma, o kadar karmaşıktır ki; bu karmaşık yapının, tamamen şans ve rastlantıyla bir araya gelme ihtimali, 1/1078 436 olarak hesaplanmıştır. Bu sıfıra yakın olasılığın, 1/1030 ile 1/1050 aralığının tamamen dışında olduğu açıktır. Daha sonraki evrelere; yani tek-hücreli organizmadan, daha karmaşık formlara doğru gidildiğinde ise, istatistiksel olasılık, tamamen anlamını yitirmektedir. Mesela Huxley, atın ortaya çıkış olasılığını, 1/103000 000 olarak hesaplamıştır.
Dünya'nın önemli biyologları, evrimin, rasgele oluşum ve şansa dayalı mutasyonla gerçekleştiğini söyleyen Darwinci görüşe karşı, giderek sabırsızlanmaktadırlar. Nobel Ödülü sahibi biyo-kimyacı Albert Szent-Gyorgyi; artık Darwinci evrim yorumuna inanmadığını söylemektedir. Szent-Gyorgyi, rasgele meydana gelen mutasyonların, zamanla tüm canlıları kazara oluşturduğu söylenirken; "bütün bunların olması, bütün ihtimallerin denenmesi için yeterli zaman vardı" ifadesi, kabul edilemezdir diyor ve şöyle devam ediyor:
"Bu cevabı hiçbir zaman kabul edemezdim. Süre ne kadar uzun olursa olsun, rasgele dizilen tuğlalar, hiçbir zaman bir 'şato' veya bir 'Yunan tapınağı' inşa edemez."
Birkaç yıl önce Philadelphia'daki Wister Anatomi ve Biyoloji Enstitüsü'nde, evrim teorisinin matematik olasılığını ele almak üzere, bir konferans düzenlendi. Katılımcılar arasında, meşhur matematikçiler ve biyologlardan bazıları da vardı. Biyologlar, matematikçilerin söylediklerinden pek hoşnut kalmadılar. Matematikçiler; "evrenin yaşı, göz önüne alındığında; şansa dayalı mutasyonla, hayatın kendiliğinden oluşması için yeterli zamanın olmadığı kesindir" dediler. Böylece bu süre içinde, "evrimi doğrulayacak bir mutasyon"un gerçekleşme ihtimalinin, "ihtimal dışı" olduğunu vurguladılar.
ŞANS ESERİ(TESADÜFİ) EVRİM: MANTIKSIZ
Şansa dayalı mutasyonların, yeterli zaman içinde, karmaşık canlı sistemler üretmesi iddiasına, Paris Üniversitesi'nden Dr. Marcel Schutzenberg, şu cevabı vermektedir:
"Biz, bunun makul olmadığına inanıyoruz. Bilgisayar programlarında rastgele değişimler yaparak, böyle bir ortamın benzerini oluşturmaya çalışsak bile; değiştirilen programın, ne hesaplayacağını görme şansımız, 1/101000 'den daha azdır. Sonuç olarak, yeni Darwinci evrim teorisinde, önemli bir boşluk olduğuna ve bu boşluğun da biyolojinin mevcut bilgileriyle doldurulamayacağına inanmaktayız."
En gelişmiş bilgisayarları ve en ileri matematik modelleri kullanan bu bilim adamları, aşağıdaki sonuca varmışlardır:
"Kanaatimiz o ki, 'rastgelelik kavramı', olasılıkçı bakış açısından ciddi bir yoruma tabi tutulursa; rastgelelik varsayımı, oldukça mantıksız görünecektir. Tabii bu durumda da; evrim teorisinin, yeni tabiat kanunlarının keşif ve yormunu beklemesi gerekmektedir."
LUDWİNG VON BERTALANFFY: "TANRI" YERİNE "EVRİM" KONDU
Yeni Darwinci senteze karşı matematik kanıtlar bu kadar kuvvetli olmasına rağmen; teoriyi hala ateşli savunan bazı çevrelerin, bu olağanüstü çabaları şaşırtcıdır. 20. yüzyılın seçkin bilim yazarlarından Arthur Koestler, teorinin, hala neden ortalıkta dolaşıp durduğunu şöyle açıklar:
"Kötü bir teori, teorisizlikten iyidir" düşüncesiyle, inanmaya devam etmektedirler. Halbuki "savundukları kale, harabeye dönmüş, fakat onlar göremiyorlar ya da görmek istemiyorlar."
Bilimsel anlamda iflas etmiş bir teorinin, hâlâ geçerli görülmesi konusunda; 20. yüzyılın önemli bilim adamı ve filozofu Ludwig von Bertalanffy ise, şunları söyler:
"Bu kadar belirsiz, kanıtları bu kadar yetersiz, bilimsel ölçülere, bu kadar uzak bir teorinin; dogma haline gelmesi, sanırım, ancak sosyolojik nedenlerle açıklanabilir. Toplum ve bilim, mekanikçi, faydacı ve serbest rekabetçi fikirlere o kadar dalmıştı ki; artık gerçek olarak gökyüzüne; 'Tanrı' yerine ' Doğal Seçilim'i çıkarmıştı."
"GERÇEK BİLİM" VE "EVRİM TEORİSİ"
Bilim dünyasında, herhangi bir teoriyi, dikkatli bir eleştirme ve deneme sürecinden geçirmeden kabul etmek mümkün değildir. Ancak tek bir teori, bütün eleştiri ve sorgulamalardan muaf tutulmuştur. Bu da Darwin'in, evrim teorisidir. Teori, yıllarca akademik çevrelerde, bu anlamda ayrıcalıklı bir yer edindi. Bilimselliği gözardı edilen bu teoriye, yanlı yaklaşımın gerçek sebebi, bilim dünyasında yazılı olmayan gizli bir kanundur. Bu gizli kanun, hiçbir şartla ve ne olursa olsun; "bir Yaratıcı'dan bahsetmemektir". Yahut "doğanın içinde kalarak açıklama yapmaktır."
İşte bilimsel çalışma alanında, bu önemli şartı karşılayabilecek tek teori, evrim teorisidir ve de alternatifsizdir. Tüm materyalist bilim adamları, bilimsel ya da entellektüel açıdan tatmin olmuş bir ateist olmak isteyebilirler. Ancak ateizm, bilim değildir. Gerçek bilim, yanlı ve önyargılı olmadan; gerçeklerle karşılaştığında, kabul etmeye hazır olmalıdır. Gerçek nerede olursa olsun, bilim adamının kaybettiği malıdır; onunla karşılaşınca, tereddüt etmeden onu almalıdır.
Grasse, yıllar süren dikkatli incelemeleri sonucunda evrim teorisinin bilimselliği hakkında şunları yazar:
"Biyologlar, sosyologlar ve filozoflar arasında tutunmasına rağmen, biyolojik evrim doktrini; objektif ve kapsamlı bir eleştiriye karşı koyamaz. Bu doktrin ya gerçekle çatışmakta ya da ilgilendiği temel problemleri çözememektedir"
SAHTE BİR BİLİM: BİYOLOJİ'NİN KALBİNDE KÖK SALDI
Grasse, meslektaşlarını hayrete düşürecek bir üslupla, evrim teorisi yoluyla, sahte bir bilim yaratıldığını, açıkça ilan etmektedir:
"Gizli, saklı varsayımların, ham, hatta yanlış dayanaklı sonuçların, bazen iyi, bazen kötü kullanımıyla; sahte bir bilim yaratıldı. Bu sahte bilim, biyolojinin tam kalbine kök salmıştır. Temel kavramların, kanıtlandığına, samimiyetle inanan ki kanıtlanmamıştır, birçok biyokimyacı ve biyoloğu yanlış yöne sürüklemektedir."
Nitekim biyolog Julian Huxley, evrim teorisini, "hiçbir bilim adamının reddedemeyeceğini" söyleyerek; bilimsel yaklaşımı değil, yanlış yönelimini ve kesin inancını dile getiriyor:
"Darwin'in teorisi artık bir teori değil, bir gerçektir; ciddi hiçbir bilim adamı, tıpkı Dünya'nın Güneş etrafında döndüğünü reddedemeyeceği gibi evrimin gerçekleştiğini reddedemez."
Bu kadar kesin inançlı olan Julian Huxley, kutsadığı evrim teorisine, hayali maymun-insan yönündeki evrimi gösteren kendi çizimlerini yakıştırarak; kullanıma sunmuştur. Bu sözde iskelet-evrim resimleri, evrim dininin ikonları olmuştur. Nitekim "Evrimin İkonları" adlı kitabın yazarı, Dr. Jonathan Wells, bu konuda şunları söyler:
"Kanıtın yokluğuna rağmen, Darwinci insanın kökeni görüşü; ellerini yere değdirerek, maymunun bir dizi ara formdan evrilerek, insan şeklini aldığını gösteren çizimlerle, çok geçmeden saygın bir konuma geldi. Bu çizimler, sonradan sayısız ders kitabında, müze sergilerinde, dergi yazılarında; hatta karikatürlerde yer aldı. Bunlar, evrimin son ikonunu(kutsalını) oluşturmaktadır.
"Bulunan tüm fosiller, Huxley'in çizdiği, bu asılsız çatıya oturtulmuştur. Huxley'in evrimi anlatımıyla, son ikon arasındaki çarpıcı benzerlik ortadadır. Huxley'in gösterdiği şey, baştan beri maymun-insan ikonunun, yani basitçe materyalist felsefenin yeniden dile getirilmesidir."
İŞTE EVRİMCİ HAECKEL KAFASI!
Evrimin bir diğer ikonu da, Haeckel'in "sahte embriyo çizimleri"dir. Bu çizimler, tüm ders kitaplarında, bilimsel bir gerçek gibi öğretilmektedir.
Haeckel, "Wonders of Life" adlı kitabında; "sakat doğan bebeklerin hiç vakit kaybedilmeden öldürülmesini "savunmuştur. Sadece sakat doğan bebeklerin değil; toplumun sözde evrimine engel olan tüm hasta ve sakat insanların, "evrim yasaları" gereğince ayıklanmalarını istemiştir.
Hastaların tedavi edilmesine karşı çıkmış, bu tedavinin "doğal seleksiyon"u engellediğini ileri sürerek, şöyle yazmıştır: İyileşmesi mümkün olmayan yüz binlerce hasta; örneğin akıl hastaları, cüzzamlılar, kanser hastaları, yapay olarak hayatta tutulmakta; bu durum, kendilerine ya da toplumun geneline hiç bir yarar getirmemektedir... Bu kötülükten kurtulmak için, yetkili bir komisyonun kararı ve gözlemiyle "hızlı ve etkili bir zehir" verilmelidir.
EVRİM TEORİSİ: BİLİMSEL BİR TEORİ MİDİR?
Neredeyse tüm evrimci akademisyenler, Huxley'in bu görüşlerini paylaşmaktadır. Peki ama evrim teorisi, bu sözde kesinliği hak etmek için ne yaptı? Darwin teorisinin, bilimsel bir teori olabilmesi için, elbette bilimsel metodun ölçütlerine göre kanıtlanabilir olması gerekir. Bir diğer ifadeyle, deneysel olarak ölçülebilir olması şarttır. Bilimsel metot, üç aşamalı bir doğrulama sürecini gerektirir. Birincisi, verilerin veya olguların gözlenmesidir, ikincisi, gözlemlere dayalı bir varsayım oluşturulur. Ve bu varsayım, bilim adamlarının, veriler üzerinde belirli tahminlerde bulunmasını sağlar. Üçüncüsü, varsayımın doğruluğunu ve tahminlerin geçerliliğini saptamak için deneyler yapılır. Eğer deneylerin sonucu, tahmini doğrularsa, varsayım onaylanmış kabul edilir. b
Bilimsel metodun özü, deneysel tekrarlanabilirlik veya tekrar üretilebilirliktir. Ayrıca evrim teorisinin dayandığı herhangi bir matematik model yoktur. Mesela, doğrusal bir modeli, doğrusal artışla uyuşmayan fosiller, kolayca yanlışlayabilir. Bu yüzden evrimciler, adına "çalı modeli" denen bir model benimsemişlerdir. Bu modele göre geçmişte gördüğünüz bir canlıyı, uzunca bir aradan sonra günümüzde de görseniz teoriyi yanlışlayamazsınız. Aslında çalı modeli, bulunan yeni fosiller karşısında, yorum esnekliğiyle teoriyi zorlamayan ve her duruma uyarlamayı kolaylaştıran, elastik bir modeldir. Bu durumu, Jeremy Rifkin, kitabında şu çarpıcı ifadelerle dile getirir.
"Asgariden söylemek gerekirse, önümüzde utanılacak, şaşılacak bir durum vardır. Bir düşünce ki, bilimsel olduğunu söylüyor, ancak bilimsel ölçüme elverişli olamıyor. Gözlemlenemiyor, yeniden türetilemiyor, ölçülemiyor. Ancak savunucuları, hayatın başlangıcı ve gelişimi konusunda, onun yüce ve çürütülemez bir gerçek olarak görülmesini istiyorlar!.. O halde, bilimsel gözleme dayanmayan bu evrim görüşü, kişisel bir inanç meselesi olmalıdır. Teori hakkında söylenebilecek en iyi şey; onun, hayatın nasıl geliştiğine dair birçok insanın paylaştığı, ne kanıtlanabilen ne de yanlışlanabilen bir inancı temsil ettiğidir."
TEORİ: BİLİMSEL KRİTERLERİ KARŞILAMIYOR
Evrim teorisinin, bilimsel kriterleri, karşılamadığını kabul etmek zorundayız. Birçok ünlü bilim felsefecisi, gözlemsel verilere dayanmayan evrim teorisinin, bu sorununa dikkat çekmişlerdir. Bunlardan biri olan Wittgenstein şöyle demektedir:
"Örnek olarak; Darwin teorisi hakkında yapılan yaygarayı ele alalım. Teoriyi destekleyen ve 'tabii ki' diyen çevreler vardır, bir de 'tabii ki hayır' diyen çevreler vardır. Hangi mantıkla tabii ki denilebilir? Tek hücreli organizmaların, zamanla daha karmaşık organizmalara dönüştükleri ve memeli hayvanlardan insanlara kadar geliştikleri düşüncesi savunuluyor. Peki, bu süreci gözlemleyen biri var mı? Hayır! Peki, bu süreci şu anda kimse gözlemliyor mu? Hayır! Yapılan gözlemler, bir damla suyun kızgın bir taşa damlatılması gibidir. Buna rağmen binlerce kitapta, bu teorinin akla en yatkın çözüm olduğu yazılmaktadır. İnsanlar, çok zayıf kanıtlara rağmen, bu teorinin doğruluğundan emin.
"'Bilmiyorum, bu ilginç bir hipotez, ancak daha fazla güçlendirilmesi gerekir' gibi bir tutum savunulamaz mıydı? Bu durum, nasıl herhangi bir şeye ikna olunabileceğini gösteriyor. Sonunda cevapsız kalan sorular unutuluyor ve kişiler bunun, mutlaka böyle olduğuna kanaat getiriyorlar."
EVRİM TAPINAĞI: RUHBANLAR VE ENGİZİSYON
Bugün ateizmin kalkanı haline gelmiş "evrimcilik", bilim adına, kiliseye karşı verilen tarihi ve kısmen de haklı mücadelenin meyvelerini devşiriyor. Sadece devşirmekle kalmıyor, yeni bir din olarak, onun yerine geçmiş bulunuyor. Neredeyse Hıristiyan doğmatizminin yerini, Evrimci doğmatizm alıyor. Evrim tapınağı ve onun ruhbanları, bu inançta olmayan bilim adamlarına, yeni engizisyonlar uyguluyor. Evrimi reddedenler, çağdışılık, gericilik ya da bilimdışılıkla suçlanıyor.
Bilim dünyasına girişin anahtarı haline getirilmiş olan evrim, bilimsel kurumları da, adeta engizisyon mahkemelerine çevirmiştir. Evrimi reddeden bilim adamları, ya kendilerini gizliyecekler, ya da yukarıdaki suçlamaları göze alacaklar. Bugün hala, biyolog Garrett Hardin'in dediği gibi; "evrim teorisini sorgulama cesareti gösteren bir bilim adamı, psikiyatrik vaka olarak görülebilmektedir."
Böyle bir yargılamayla yıldırılan bilim adamlarından birisi, Dr. Colin Patterson'dır. Dr. Patterson, Londra'da bulunan İngiliz Tabiat Tarihi Müzesi'nde, kıdemli taşılbilimci (paleontolog) olarak görev yapmaktadır. "Evolution" (Evrim) isimli eserin yazarıdır. Dünya'nın en başta gelen Yontma Taş Devri uzmanı olarak tanınmaktadır. Dr. Patterson, Amerikan Tabiat Tarihi Müzesi'nde, 5 Kasım 1981 günü, evrim teorisi uzmanlarından oluşan bir gruba konferans verdi. Bu konferansta, meslektaşlarına, hep beraber hayatlarını adadıkları bu bilimsel teorinin, tamamen bir spekülasyon olduğunu; teoriyi destekleyecek yeterli deliller bulunmadığını, kendisinin teori konusundaki fikirlerinin değiştiğini, ima etme cesaretini gösterir ve şunları söyler:
EVRİM: "BİLGİ TAŞIMAZ VE BİLGİ KARŞITIDIR"
"Geçen yıl aniden bir şeyi kavradım. 20 yıldan fazla bir sûredir, evrim üzerine çalıştığımı düşünmüştüm. Bir sabah uyandım ve sanki gece bir şey olmuştu. Birden düşünmeye başladım. Bu evrim zırvası üzerine, 20 yıldır çalışmaktaydım, ama bu konuda bildiğim tek bir şey bile yoktu. Bu kadar uzun bir süre, yanlış yolda gidebileceğimi fark etmek tam bir şoktu. Bu sebeple, son birkaç haftadır birçok kişiye ve farklı gruplardan insanlara basit bir soru sordum. 'Bana evrim hakkında bildiğiniz bir şeyi, tek bir şeyi, doğru olan tek bir şeyi söyleyebilir misiniz?' dedim. Aldığım tek cevap sessizlikti. Sorunun cevapsız bırakılması, evrimin hiçbir bilgi taşımadığı, taşıyorsa bile bunu benim henüz duymadığımı göstermektedir. Bu formda bulunan birçok insan, sanırım itiraf edecektir ki; eğer son birkaç yıl içinde bu konu hakkında düşünmüşseniz; evrimi bir bilgi olarak görme noktasından, bir inanç olarak kabul etme noktasına gelmişsinizdir. Biliyorum ki bu düşünce, benim için geçerli olduğu kadar, birçoğunuz için de geçerlidir. Evrim sadece hiçbir bilgi taşımamakla kalmaz, bir bakıma bilgi karşıtlığı da içerir."
YİRMİNCİ YÜZYILIN BAŞLARINDA: ENGİZİSYON
Geçmişte; yirminci yüzyılın başlarında ise, durum bundan çok daha vahimdi. O zaman evrimle ilgili sorgulamalar yapmak, çok daha ağır bir bedel ödemeyi gerektiriyordu. 1974 yılında hayata gözlerini kapayan ünlü yazar Arnold Lunn, 1920'li yıllarda, evrim konusunda bilim adamlarının nasıl hizaya getirildiğini şöyle anlatır:
"Geçen gün, Kraliyet Derneği'nin bir üyesine rastladım. 'Bu konuya el attığına sevindim' dedi. 'Çünkü biliyorsun, biz profesyonel ilim adamları, hiçbir şey yapamıyoruz. Ellerimiz kollarımız bağlı. Mesela benim durumuma bak. Prof. X, Darwin'e Mesih gözüyle bakıyor. Elinin altında çok uygun işler var ama, Darwin Tapınağı'nda, tapınmayanlara iş vermiyor."
Lunn, meşhur anatomi profesörü Thomas Dwight'ın, şu sözlerini de bizlere aktarır:
"Evrim konusunda kurulmuş olan diktatörlük, meselenin dışında olanların tahmin edemeyeceği kadar despot hale gelmiştir. Sadece düşünce sistemimizi etkilemekle kalmıyor; aynı zamanda terör çağlarını çağrıştıran bir baskıyı da sürdürüyor. Acaba bilim dünyası liderlerinden, kaç tanesi, düşüncelerini aynen açıklayabilirler?"
DARWİNCİ BASKILARA TEPKİLER ARTIYOR
Ancak bütün bunlara rağmen, cılız da olsa bilim adamlarından bir grup, sesini ve rahatsızlığını duyurmaya çalışıyordu. Darwinizm'de, her şeyin yolunda olmadığına dair ilk işaret, ilginçtir ki, 1959'da Chicago Üniversitesi'nde düzenlenen; "Darwin teorisinin 100. yılını kutlama toplantısı" sırasında ortaya çıkıyordu. O toplantıda, bir konuşma yapan California Üniversitesi taşılbilimcilerinden (paleontolog) Everett Claire Olson, şunları söylüyordu:
"Biyoloji ile meşgul olan yeni nesil arasında, evrimle ilgili bugünkü düşüncelerimizin çoğuna katılmayan, ama bu konuyu da çok önemsemeyen; çekişme ortamı doğurmanın fazla bir şey getirmeyeceğini düşünen; dolayısıyla da bu konularda fazla yazıp çizmeyen sessiz bir grup var."
Evrim teorisini terk edenlerin sayısına gelince, Olson, "bu sessiz kesimin nicelik ve niteliğini kestirmenin pek mümkün olmadığını, ama sayılarının da küçümsenemeyeceğini" belirtir. 1959'dan bu yana, sessizlik epeyce bozuldu. Karşıt görüştekiler, kendilerini ifade etmeye başladılar. Örneğin, İngiltere Southampton Üniversitesi, fizyoloji ve biyokimya profesörü G. A. Kerkut, teoriyi eleştiren "Implications of Evolution" (Evrimin Çağrıştırdıkları) adlı kitabında vardığı sonucu şöyle açıklıyor:
"Tüm canlı türlerini tek bir kaynaktan gelen evrime dayandırmak, her ne kadar cesur ve mantıklı bir girişim olarak görülse de, bugünün delilleriyle desteklenmeyen ve de erken gerçekleştirilmiş bir teşebbüstür."
Kerkut'un kitabı üzerine, Sigma Xİ isimli saygın bir bilimsel derneğin, resmi yayını olan American Scientist Dergisi'nde tarafsız bir tanıtım yazısı yayınlandı. Bu yayında, evrim teorisi hakkında şüphesi olan insanların, bunu dile getirmekten; özellikle de yazmaktan çekindikleri ifade edildi. Tanıtım yazısı, şu cümlelere yer vermekteydi:
"Bu kitap, rahatsız edici bir mesaj içeriyor; derinlerdeki gizli çatlaklara işaret ediyor. Rahatsız ediyor, çünkü söylenen şeyler; uzun zamandır bilinçaltımızda var olan, ama kendimize bile itiraf etmekten korktuğumuz endişeyi bize hatırlatıyor. Gerçek şu ki, evrim silsilesi konusunda güvenilir hiçbir delilimiz yok. Yıllardır biz, öğrencilerimize, herhangi bir açıklama şeklini yüzeysel olarak kabul etmemelerini; delili sorgulamalarını söyleyip durduk. Şimdi, kendi tavsiyelerimize aykırı hareket ettiğimizi fark etmemiz, bizim için büyük bir şok."
British Natural History Museum'un, yayınladığı bir broşürde; "eğer evrim teorisi doğruysa.." şeklinde bir cümleye yer vermesi, büyük tartışmalara yol açtı. Evrimci görüşün gayri resmî sesi olan Nature Dergisi, başyazısında, müze yetkililerini sert cümlelerle payladı. Başyazı, "çoğu bilim adamının 'eğer evrim teorisi doğruysa' gibi bir cümle kurmaktansa, sağ ellerini kaybetmeyi tercih edeceklerini" vurgulayan ifadelere yer verdi.
"EVRİM TEORİSİ"Nİ: BASIN POMPALIYOR
"İnsan: Özel Yaratık" adlı kitabında, biyolog Douglas Dewar, evrim teorisini pompalıyan basının rolü hakkında şunları yazar:
"Evrimcilerin, basını ele geçirmelerinin önemini, pek az insan idrak etmiştir. Bugün pek az dergide, evrim teorisini reddeden makaleler çıkar. Hatta dini dergilerin birçoğu bile, insanın, hayvan soyundan geldiğini kabul eden modernistlerin elindedir. Genel konuşursak, bütün gazetelerin yazı işleri müdürleri, evrimi, ispat edilmiş bir vakıa olarak bilmekte ve teoriye karşı çıkan herkesi, cehaletle ya da delilikle suçlamaktadırlar. Hemen hepsi, evrimciler tarafından çıkarılan bilimsel dergiler ise, evrime en ufak bir gölge düşürecek bir yazıyı bile yayınlamak istemezler. Böylece halk, meseleyi ancak tek yönlü olarak bilmektedir. Ortalama bir insan, evrim teorisini, 'yer çekimi kanunu' gibi ispat edilmiş bir gerçek olarak bilmektedir."
Basının evrim propagandasını ve evrimcilerin mantalitesini anlamak için; "Time Magasine"nin, 1 Ocak 2006 tarihli, Michael D. Lemonick, Andrea Dorfman imzalı ve "What Makes Us Different"(Bizi Farklı Kılan Nedir?) başlıklı; evrim yazısından yaptığımız alıntıyı aşağıya alıyoruz:
"AY BU MAYMUN, NE KADAR DA İNSAN!"
"Büyük maymunların; goriller, şempanzeler, bonobolar, orangutanların, bize ne kadar benzediklerini görmek için, bir biyolog ya da antropolog olmanıza gerek yoktur. Bir çocuk bile, fazladan vücut kılları gibi, bazı abartılı farklılıkların dışında, vücutlarının bizimkilere oldukça benzediğini görebilir. Bu yüzden, şempanzeleri, smokin ceketler içinde, davul çalarken veya bisiklet sürerken görmek bizi hoşnut eder. Göbekli bir gorilin kendini kaşıması bu yüzden bize Ralph Amca'yı, ya da Kuzen Vinnie'yi hatırlatır. Hatta Kraliçe Victoria, Londra Hayvanat Bahçesi'nde, Jenny isimli bir maymunu görünce,tedirgin olarak; 'korkunç! Acı verici ve kesinlikle insan!' demiştir.
"Bu sadece yüzeysel bir benzerlik değildir. Özellikle şempanzeler, sadece bizim gibi görünmekle kalmazlar, aynı zamanda bizlerle, insancıl bazı davranışları da paylaşırlar. Bazı aletler yapar, kullanır ve bu yeteneklerini yeni nesillere aktarırlar. Başka hayvanları avlar ve bazen birbirlerini öldürürler. Bilim adamları, onlarca yıl önce, şempanzelerin bizim en yakın evrimsel kuzenlerimiz olduklarını buldu.
"Bilim adamları, tabii ki, insanlarla maymunlar arasındaki zorunlu farklılıkların ne olduklarını tartışmak için, elbette şempanze genomunun çözülmesini beklemediler. DNA hakkında, bilgilerinin olmasına bile ihtiyaçları yoktu. Bilim adamlarının bir kısmı, Charles Darwin'in, insan ve maymunların, ortak bir ataya sahip oldukları yönündeki mantığından yola çıktılar. Darwin, neredeyse hiçbir gerçek veriye sahip olmamasına rağmen; maymun ve insanın, ortak bir atadan evrildiği düşüncesini, ortaya koymuştu."
Evrimci yazarlar, demek istiyor ki; bilime; DNA bilimine ne gerek var. Bu mesele; insanın, maymundan evrilmesi, bir çocuğun anlayacağı kadar apaçıktır. Bir ilme gerek duymadan Darwin, bu gerçeği(!) görmüştü. Bir kısım bilim adamları da, Darwin'in mantığıyla yola çıkmışlardır.
İşte evrim propagandası.. Ve işte evrimci mantalitesi.. Bu kafalara, bilim adına ne söylenebilir ki?..
SONUÇ
Ortak atadan gelen bir türün; içinde çeşitlenmesi, zamana-çevreye bağlı olarak; tür içi değişim süreçleri ve nesilden nesile devam eden kalıtsal değişimler, elbette bir evrimdir. Tüm canlılar aleminde, bu anlamda "sınırlı ve kontrollü bir evrim" vardır. Her türün kendi içinde çeşitlendiği, değişime uğradığı; aynı türde(boyutta) kalmak kaydıyla; zaman ve mücadeleyle, özellikleri farklı topluluklar-populasyonlar oluştuğu bir gerçektir.
Tek hücreden, maymuna, oradan da insana uzanan bir evrimleşmeyi savunan; tüm canlıları, tek bir ortak ataya götüren evrim teorisi; kanıtsız, dayanaksız ve matematiksel bir modelden mahrumdur. Bilimsel bir teorinin sağlaması gereken kriterleri, hiçbir zaman sağlamamıştır. Bu teorinin, temel özelliklerinden birisi de, Yaratıcı'yı tamamen reddetmesidir.
Sınırlı ve kontrollü evrimde, canlıları yaratan sonsuz Yüce Allah, onların yaşayacakları doğal çevreyi; bu çevredeki potansiyel yiyecekleri(besini) planlamış-yaratmış; arkasından canlıları, uyacakları yasalarla birlikte planlayıp-yaratmış ve zaman boyutuna bağlı olarak türetmiştir. Her şey, yüksek boyutlu bir "Ana Bilgisayar"ın içinde ve kontrolündedir. Canlıların gelişimi, değişimi, çeşitlenmesi, beslenmesi yahut besleyici bir çevrenin sağlanması, neslin devamı, yaşam ve ölüm, iklim şartlarıyla mücadele, kendi aralarındaki mücadele; bu mücadelenin sınırları ve yasaları vb; bütün bunları içeren "yüksek bir matematik programlama ve yönetim" olmadan; canlı hayatın bugünkü hale gelmesi mümkün değildir. Bu görüşün aksi olan; tesadüfilik-şans-amaçsızlık-belirsizlik-körlük, ancak felaketler, yok oluşlar ve kaos doğurur. Aklın ve ilmin de bize söylediği, bundan ibarettir...
Burada üzerinde durmamız gereken en önemli husus; tüm evreni ve canlıları yaratan ve belli özgürlük alanı(cüzi irade) içinde yöneten, sonsuz boyutlu Allah, mikrodan-makroya, yarattığı her şeyi; sonlu bir boyut içinde yaratmıştır. Başka bir deyişle tüm varlıkları, boyut, boyut yaratmış; hatta boyutlara hapsetmiştir. Hiçbir varlık kendi boyutunu aşamaz, değiştiremez. Bu demektir ki; atomaltı parçacıklar; madde, canlı-bitki olamaz. Bitki, hayvan olamaz. Hayvanlar, hapsedildiği "tür boyutu"nu aşamaz. Hayvan-maymun, insan olamaz. İnsan, cin olamaz. Cin, melek olamaz. Melekler hiyerarşisinde, her melek, kendi boyutunun mahkumudur. Melek, Tanrı olamaz. Aksi halde, sonlu boyutlu varlıklar, boyut atlayarak ki(bu, şeytanların dostlarına fısıltılarıdır) evrimleşip, Tanrı olurdu. İşte evrimin, yahut "evrimci felsefeler"in beklentilerinden biriside budur.
Evrim yoluyla ya da evrimi hızlandırarak, Tanrılaşmak hayali! Bütün bunlar, insan nefsinin, "ilahlaşma arzuları"na, şeytani fısıltıların karışmasından kaynaklanan "hayaller"den başkası değildir. Bugün, bozulmuş dinler, bunların insanı ilahlaştırmaya yönelik felsefelerinin bir toplamı olan New Age dini ve maddeci-evrimci felsefeler, bu hayaller peşinde koşmaktadır. Ancak unutulmamalıdır ki her şey; Nur'undan yaratmayı başlatan ve sonlu boyutlara mahküm eden sonsuz boyutlu Yüce Allah'a tabidir. Evrende, O'nun takdirini bozacak, onun vaadini ve yasalarını değiştirecek hiçbir güç yoktur ve olamaz!
Tarihin şahitliğinde söylüyoruz ki; bilimsel çalışmalar ilerledikçe; bu örümcek evi kadar dayanaksız teori, buharlaşmaya mahkumdur.
Kaynaklar:
1) Mahlon B.Hoagland, Hayatın Kökleri, çev. Şen Güven, Tübitak Yy, Ankara, 1993.
2) Gerald L.Schroeder, Tanrı'nın Saklı Yüzü, çev. Ahmet Ergenç, Gelenek Yy, İstanbul, 2003.
3) Francis S. Collins, The Language of God: A Scientist Presents Evidence For Belief, Free Press, Newyork, 2006.
4) Michael J. Behe, William A. Dembski, Stephen C. Meyer, Tasarım, çev. Orhan Düz, Gelenek Yy, İstanbul, 2004.
5) Phillip E. Johnson, Evrim Duruşması, çev. Orhan Düz, Gelenek Yy, İstanbul, 2003.
6) C. G. Hunter, Darwin'in Tanrısı, çev. Orhan Düz, Gelenek Yy, İstanbul, 2003.
7) Prof. Dr. Ali Demirsoy, Yaşamın Temel Kuralları, Meteksan Yy, C1/1, Ankara, 1991.
Abdüllatif Metin, A.N Field, John N. Moore, Darwinizm, çev. Haluk Avanoğlu, Otağ Yy, İstanbul, 1976.
9) Michael J. Behe, Darwin'in Kara Kutusu, çev. Burcu Çekmece, Aksoy Yy, İstanbul,1998.
10) Richard Dawkins, Kör Saatçi, çev. Feryal Halatçı, Tübitak Yy, Ankara, 2002.
11) Villareal L. P, "Are Viruses Alive?", Scientific American Magasine, Aralık, 2004.
12) Caner Taslaman, Evrim Teorisi Felsefe ve Tanrı, Kitap, 'aynı isimli web site'de yayınlanmaktadır.
13) Jeremy Rifkin, Darwin’in Çöküşü, çev. Ali Köse, Ufuk Yy, İstanbul, 2001.
14) Charles Darwin, Darwin Kuramı, çev. Cem Taylan, Pan Yy, İstanbul, Mayıs 2000.
15) Charles Darwin, İnsanın Türeyişi, çev. Sevim Belli, Onur Yy, Ankara, Nisan 1995.
16) Stephen Jay Gould, Darwin ve Sonrası, çev. Ceyhan Temürcü,Tübitak Yy, Ankara, Mayıs 2005.
17) Hoimar V. Ditfurth, Başlangıçta Hidrojen Vardı, çev. Veysel Atayman, Cumhuriyet Yy, İstanbul, Mayıs 2007.
18) Michael Shermer, Bilimin Sınır Bölgeleri, çev. Zeynep Reyhan Koç, Altınbilek Yy, İstanbul, Ağustos 2006.
19) Cyril Aydon, Charles Darwin, çev. Ali Cevat Akkoyunlu, Doğan Kitap Yy, İstanbul, Ocak 2006.
20) Rebecca Stefoff, Evrim Devrimi, çev. İnci Kalınyazgan, Tübitak Yy, Ankara, Aralık 2004.
21) Roger Lewin, Modern İnsanın Kökeni, çev. Nazım Özüaydın, Tübitak Yy, Ankara, Haziran 2004
22) Linda Gamlin, Evrim, çev. Aksu Bora, Tübitak Yy, Ankara, 2005.
23) Jonathan Wells, Evrimin İkonları, çev. Orhan Düz, Gelenek Yy, İstanbul, 2004.
24) Michael D. Lemonick, Andrea Dorfman, What Makes Us Different, Time Magasine, 1 Ocak 2006.
25) Nick Wadhams, New Fossil Ape May Shake Human Family Tree, National Geographic News, Nairobi, Kenya
Ağustos, 2007.
26) Ernst Haeckel,The Wonders of Life, New York, Harper,1904
27) Abdüllatif Metin, "Hayat Probleminin Ortaya Konuşu ve Hayatı İzah Denemelerinin Kritiği", Gerçek Dergisi, Ocak, Nisan, İstanbul 1973.
Saygılar...