Konu farklı bir yöne kanalize oluyor. Ama sn. Eser'in başkanlık sistemini de parlamenter sistemi de tam algılamadığını düşünüyorum. Hükümet biçimleri açısından devlet denilen organizmayı temelde ikiye ayırabiliriz. Kuvvetler Birliği ve Kuvvetler Ayrılığı sistemi olarak. Eğer kuvvetler bir organda birleşirse bu durumda da iki ihtimal olur. Ya yürütmede birleşme ki sonuçları monarşi ya da oligarşidir veya yasamada birleşme ki bu durumda hükümet sistemi meclis hükümeti sistemi veyahut karma sistem olur.
Burada durayım. Sn. Eser Türkiye'de MEclisin yönettiğini söylemiş yani kuvvetlerin yasamada birleştiğini iddia etmiş. Meclis Hükümeti sisteminin en belirgin özelliği yürütme organının olmayışıdır. Başbakan, Bakanlar Kurulu ya da Cumhurbaşkanı yoktur. Bakanlar Meclis tarafından tek tek seçilir ve bakanlar meclise karşı bireysel olarak sorumludur, Bakanlar Kurulunun kolektif sorumluluğu bu sistemde yoktur ve Meclis Yargının işlerine de karışır. Çünkü yargı bağımsızlığı söz konusu değildir, yasam organı yeri geldiğinde yasama yorumu yöntemiyle soyut kanunların somut olaylarda nasıl uygulanacağını da dikte edebilir.
Bu sistem bugün için Türkiyede uygulanan sistem değildir. 1921 Anayasası döneminde uygulanmıştır. Ve 1923 değişikliği ile kabine sistemine geçiş başlamıştır. 1924 Anayasasında da kuvvetler Mecliste birleşmiş, yasama yorumu, olaganüstü yargı yerinin kurulması gibi Meclis hükümetinin özellikleri aynen korunmuş olmakla birlikte parlamenter sistemin de bazı yanları bu sisteme entegre edilmiş ve ortaya bizim karma model veya kuvvetler birliği - görevler ayrılığı dediğimiz sistem ortaya çıkmıştır. Yürütme erkinin kuruluşu ve işleyişi yönünden parlamenter sisteme benzediği için.
1961 Anayasası ile Türkiye tam anlamıyla kuvvetler ayrılığı sistemine geçmiş ve tam anlamıyla parlamenter sistemi kabul etmiştir. Niçin başkanlık değil? Çünkü 1876dan beridir bu ülke parlamenter sisteme yakın sistemlerle yürümüştür. Kıta Avrupası sistemi olduğu için olsa gerek.
1961 yalnızca parlamenter sisteme geçtiğimiz değil aynı zamanda Sosyal Devlet ve Hukuk Devleti ilkelerini de kabul ettiğimiz ilk anayasamızdır. Ki bu temel ilkeler 1982 Anayasasında da aynen korunmuştur.
Bir Hukuk Devletinde, kuvvetler ayrılığı geçerli olmalıdır. Yani halka ait olan egemenlik yetkili organlar tarafından kullanılmalıdır. Dolayısıyla ne yasama ne yürütme ne de yargı tek başına egemenliğin temsilcisi değildir. Her biri egemenlik yetkisini kullanan ayrı organlardır. Bu yüzden bu ülkeyi ne sadece yasama ne sadece yürütme ne de sadece yargı yönetiyor. Kuvvetler ayrılığı ilkesine bağlı 3 temel hukumet modeli vardır. Bunlar parlamenter, yarı-başkanlık ve başkanlık sistemi. İlk ikisine yumuşak üçüncüsüne sert kuvvetler ayrılığı da denir.
Bri hukuk devletinde yalnız kuvvetler ayrılığı ilkesi değil, aynı zamanda eşitlik, insan haklarının tam ve yetkin güvence altına alınması, yargının bağımsızlığı, idarenin kanuniliği ve idari işlem ve eylemlerin yargısal denetimi gibi ilkelerde olmak zorundadır. Hukuk Devletinin en başat amacı insan haklarını korumaktır. Ve tüm bunların düzenlendiği temel kurucu metin olarak Anayasanın üstünlüğü ilkesi de hukuk devletinin vaz geçilmez unsurudur. Bu son ilkenin en önemli getirisi ise, normların anayasal uygunluğunu denetleyecek bir yargı yerinin var olması gerekliliğidir.
Ülkemizde yumuşak kuvvetler ayrılığı dediğimiz parlamenter sistem uygulanıyor. Sert kuvvetler ayrılığına geçiş sorunları özer mi? Başkanlık siteminin saf olarak uygulandığı ve başarıya ulaşan tek ülke ABD. Btezilya Arjantin gibi güney amerika deneyimleri bu sistemin kötü yanlarını da gösterebilir bize. Hele ki öncesinde yüzyıllarca bir hanedana tabi olmuş ve bunu genetik kodlamayla miras almış bir ülkede başkanlık sisteminin sultaya dönüşme ihtimali de göz ardı edilmemelidir. Galiba bu genetik miras sebebiyle kıta avrupasında başarısız olan lider çekip giderken bizde anca ölünce ilişkisini kesebilmekte.
Bu ülkede uygulanan sistem dolayısıyla meclis sistemi değil, parlamenter sistemdir. Başkanlık sistemine geçiş bir öneri ve çözüm olabilir, düşünülebilir, tartışılabilir. Ama başkanlık sistemine geçiş de tek başına sorunları çözümleyemez. Bu durumda yasama yürütme ve yargı tamamen birbirinden ayrışacağından ve egemenlik yetkisini dogrudan kullanacağından (ABDde başkanı da temsilcileri de halkın seçtiği ve 3 erkin birbiriyle olan ilişkisi iyi tahlil edilmeli) ayrı sorunların doğmasına da sebebiyet verebilir.
Bu noktada ordu siyasal bir kuvvet değildir, Yasama yürütme ve yargı gibi... Ama bizde en başta ordunun modernleşmedeki yeri sebebiyle hep merkezi konumda yer almıştır. Orneğin Genelkurmay Başkanını, Bakanlar Kurulu seçer, Cumhurbaşkanı atar ve o, Başbakana karşı sorumludur. Bu yasalarda yazanlar. Gerçekten öyle midir? Genelkurmay Başkanının gerçekten Bakanlar Kurulunun seçtiği, Cumhurbaşkanının atadığı ve Başkana karşı (sorumlu değil) bağlı olduğu bir sistem oluşursa o zaman ve ancak o zaman ordu kışlasına çekilir. Yoksa Türk siyasetinde ordu hiçbir zaman kışlasında olamamış, duramamıştır. Bir vesayet rejimidir sürüp giden...
Son olarak itiraz edeceğim nokta gelişmiş ülkelerin hepsinin başkanlık sistemiyle yönetildiği kelamıdır. Hayır öyle değildir. ingiltere parlamanter sistemle yönetilir, Almanya parlamenter sistemle yönetilir, Fransa'da yarı-başkanlık sistemi vardır.
Saygılar.