Politik Ekonomi
Poiltik ekonomi, 17. yüzyılın sonlarında Adam Smith’in eseriyle başlar. Smith’in “Ulusların Zenginliği” adlı eseri, politik hareketlerin kendi sınıfsal özlem ve isteklerini teoloji üzerinden ifade ettikleri 17.yüzyıldaki İç Savaş’ın dini söylemini geride bırakma amaçlı bir projeydi. Smith bu amaçla, dinin öldürücü ve öngörülemeyen çelişkilerini “gerçekler”e başvurarak engellemeyi hedefleyen seküler, akılcı ve “bilimsel” bir söylem yaratmaya çalışan Aydınlanma’nın mantığını izledi. Buradaki amaç, iktidarın eylemlerinin veya politikalarının yönünü, genel refahı arttıracak şekilde belirlemekti. Bu noktadaki zorluk, refah veya “değer” için güvenilir bir ölçü bulmaktı. Enflasyonun tarihi göz önüne alınacak olursa, para doğrudan bir ölçü olarak pek tutarlı değildi. Smith en sonunda, üretilen mallar için harcanan emeği temel alan bir değer teorisinde karar kıldı.
Smith’i takip eden James Mill ve David Ricardo gibi politik ekonomistler tarafından daha da geliştirilecek olan “emek-değer teorisi”nin temeli buydu. Bu teori, belli miktarda tahılı belli miktarda işlenmiş demir veya giysi ile takas edilebilir kılan değeri, her bir ürünün üretimi sırasında emek harcanması gereken ortalama süre ile belirleyen teoridir. Smith’in politik ekonomisinin sorduğu esas soru, gelir dağılımındaki değişikliklerin ulusun genel refahının artışına nasıl bir etki yaptığıydı. Buradaki ana argüman, vergilendirme yoluyla zenginliği imalat ve ticaretle uğraşan kesimlerden toprak sahiplerine dağıtan devlet politikalarının büyümeyi geciktirdiğidir. Çünkü toprak sahipleri Smith’e göre fazladan gelirlerini, zenginlik yaratan endüstrilere yatırım yapmak yerine kişisel harcamaları için har vurup harman savurmaktaydılar.
Politik ekonomi, ortaya çıktığından beri son derece belirli bir amaca hizmet etmekteydi: Gelişen ve güçlenmeye başlayan imalatçı burjuva sınıfının çıkarlarını, iktidar gücünü tekellerine almış toprak sahibi soylulara ve aristokrasiye karşı savunmak. Politik ekonomi aynı zamanda, Thomas Malthus gibi politik ekonomistlerin argümanları aracılığıyla, ekonomik çöküş ve yüksek işsizlik dönemlerinde fakirlerin ve işsizlerin bakımı için imalatçı patronların ödemek zorunda oldukları vergilere karşı çıkıyordu. Bu konu, 1815’te Napoleon’un savaşlarının bitişini izleyen büyük ekonomik çöküşte ve 1824’te sendikaların yasallaşma önerisi etrafındaki mücadelede özellikle öne çıktı.