Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: GNOSTİZM'İN TEMEL DEĞERLERİ -2  (Okunma sayısı 5354 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Mayıs 25, 2010, 03:07:36 ös
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 1731
  • Cinsiyet: Bay

Kendimizi Bilme ve İki Sistemi Tanıma
Bütün zamanlarda ve dünyanın her yerinde arayış içinde olan insanlar, büyük bir şeyin kaybedildiği  duygusuyla gerçeği bulma ihtiyacı duymuşlardır. Bu arayışların çok farklı biçimlerde kendilerini açığa vurmasını her yerde görebiliriz. Evrensel Ögreti’den biliyoruz ki, bir başka doğaya ait olan  sonsuz ışık yasaları vardır. İnsanın içindeki bu sonsuz arayış onu, kökeni bu doğaya ait olmayan Tanrısal Aleme ulaşmasını ve ona bağlanmasını istemektedir.

Insanın arayışını sağlayan güç belirli zamanlara ait bir çağrıdır ve madde dışı bir şeydir; bu nedenle insan sürekli hareket halinde ve bir tecrübe avcılığından bir diğerine koşturup durmaktadır. Bir yığın güçlüklerle dolu arayışlar içinde yarattığı fikirlerin itici gücüyle bu dünyada emellerini gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Insanlık tarihi bu yorucu yaşam biçimleri ve çeşitlilikleriyle doludur. Benzeri çabalar da hala dünyada ”Cennet Muradı”nı gerçekleştirme arzusundadırlar.

Büyük Anayurt özlemi, içimizde söndürülemeyen arayış duygusu, kişi kalbindeki tanrısal atom çekirdeğinin sesine kulak vermediği sürece hiçbir şekilde sükunet bulamayacaktır. Son alternatif olarak tanrısal yaşamı uyandırmak ve kurtuluşu başarmak için kavgasız bir yaşam, özgür, Eşitlikçi ve Adaletli bir yaşam sürdürmesi gerekmektedir.

Günümüze kadar insan içindeki huzursuzluğun kaynağını tanıyamadı. Hala ideal bir yaşamı bu dünyada gerçekleştirmeye çalışıyor. Bugüne dek gündeme getirilen bütün denemelerin tamamen hayal oldukları kanıtlanmasına rağmen. Geçmiş her şeyi silip süpürüyor. Bununla birlikte arayış halindeki insanlar hissediyorlar ki, bizler bütün bunları daha önceden yaşamıştık ve yaşam sadece bu olamaz! Mutlaka başka bir yaşam boyutu olmalı!?

Kendini Tanıma
Altın bir iplik gibi, eski dönemlerden günümüze kadar bir bütünlük içinde gelen hikayeler, evrensel bilgelerin ve Ruh Okullarının çağrıları başka yaşamların varolduğuna işaret etmektedirler. Hepimiz biliyoruz ki, gerçek bir din insanın sonsuz ve değişmeyen tanrının kaynağına kavuşmak için yeniden bağ kurmasını gerektirir. Klasik Gülhaçlılar bunu ”Christian Rosenkreuzun Simyasal Evliliği” olarak tanımlarlar.

Bu sürece hazırlanmak için, birey kendini tanıma, objektif olarak kendi karekterini açığa çıkarma ve Kozmosla arasındaki ilişkiyi kavrama imkanı elde edebilir. O gerçek yaşama dönebilmesinin ruhunun gnosis ışığıyla beslenmesiyle mümkün olduğunu kavrayacaktır.

Burada anlatılmak istenildiği gibi, ”kendini Tanıma” olgusu salt egzersizlere dayalı pratik uygulamalarla veya psikoloji ile, astrolojik ya da meditatif tekniklerle kazanılabilecek bir yöntem değildir.  Bizzat Evrensel Tanrısal Güç korumasında yaşanabilir ve tecrübe edinebilinir. Biz Altın Gülhaç Ruh Okulu atmosfersel bir Chistus (gnostik elektro-manyetik enerji) gücünden sözediyoruz.

Incil’de bulunan şu cümlenin durumu çok iyi ifade ettiğini düşünüyoruz; ”Benim Halkım Kaybediyor, çünkü gerçeği bilmiyor.” Çünkü insan kendinin ve diğerleriyle olan gerçek yaşam ilişkisinin önemi ve anlamını bilmiyor! Çünkü insan bilinci geçmiş evrenlerin kötülüğe yönelten ilgisi ve bunun hareket ettirici gücü tarafından belirlenmektedir.

Birey yeni bir şuur kazanmaya hazır durumdadır. Eğer kişi, kendi geçmişsel organlarını ve yeteneklerini tanrısal ruhsal alem ile karşılaştırma olanağı bulması halinde, açılıp gelişebilecektir. Bu yeni bilinç içimizde saklı hazine gibidir ve yeşertilerek mükemmelliğe ulaşma, uyumlu olma, sevgi ve ideal yaşam düzeyine kavuşmak mümkündür. O bizi sonsuz derin hakikati tanımamız için yüceltmek ve kendi alemine kabul etmek istiyor.

Detaylı olarak gerçeği anlama çabamız nedeniyle;

öz varlığımızı
içinde yaşadığımız evreni
yaşam biçimimiz ve içinde yaşamakta olduğumuz madde aleminin zorunlu yasalarını
içinde yaşamakta olduğumuz dünyadaki başarısızlıklarımızın ve çok yönlü acılarımızın temel nedenlerini kavramış olacağız.
Böylece gerçekleri bileceğiz ki…

Bizler kimiz?
Kendi gerçeğimiz nedir?
Nereden geliyoruz?
Neden bu dünyadayız?
Dünyadaki hayatın sona ermesiyle ne olacağız?
Ve devamla soruları çoğaltabiliriz…

Bu güç nereden geliyor?
Bu evreni hangi güç bir arada tutuyor ve ne zamana kadar tutacak?
Evrensel Öğreti’den biliyoruz ki, bütün bu konuların yanıtını her insan kendi içsel tecrübelerinin sonucu bulacaktır.

Nasıl bireyin kendini tanıması, onun aynı zamanda evreni tanıması anlamına geliyorsa, aynı şekilde, bütün her şey sonuçta tek olan kaynağına ulaşır. Bu şekilde kişide yaşamla ilgili büyük sorularına çözüm bularak sade bir yaşama yönelme güç ve isteği oluşur, o aklını yaşamı her gün biraz daha kaosa çeviren boş, yararsız etkinliklerinden kurtarabilecektir.

GERÇEĞİN KAYNAĞI
Özgürleştiren hakikat, varolan her şeyin ilk kaynağına, yaşamın asıl kaynağına yönelmekle mümkündür. Bu nedenle eski Rosenkreuzlular derler ki, ”Kim altının hakikatine ulaşmak ister, altınla işe başlamak zorundadır.”

Gerçekten hakikat bir insan için kendisini aldatmak amacıyla değil, önceden sezmiş olduğu doğruya yönelerek  gerçeğe ulaşmaya dayanır. Arayış halinde olduğumuz hakikat ve gerçek yaşam, çok geniş kapsamlı bir planın hayata uygulanmasıyla, her insanın içindeki gizli tohumu büyütmesiyle sonuçlanacak derecede başarıyla taçlandırılması ile tümüyle kazanılmış olacaktır.

İncil de yazıldığı gibi: ” Tanrısal Krallık İçinizdedir.”

Bütün büyük dünya dinleri özünde, insanın içindeki gizemli ruh tohumunu temel alırlar. Asya dinlerinde buna; ”Lotus çiçeğindeki Kıymetli Mücevher.” denir. Teozofi, ilk haldeki öz olarak kalan cevher olarak tanımlar. İsa bunu tohuma benzetmektedir. Klasik 17. yüzyıl Altın Gülhaçlılar bunu değişim halindeki Gonca Gül’le simgeleştirmişlerdir.

Günümüz diliyle Okulumuz Altın Gülhaç bunu insandaki sistemin merkezinde titreşim halinde olan ” Titreşimsel Ruh Atomu’ ( Geist Funkatom) olarak tanımlamaktadır.

Bu ilk atom, bu ruhsal kelamı her insan içinde taşımaktadır ve kendi öz tanrısal kaynağına dönebilmesi için bu ”ruhsal atom’un harekete geçirilmesi zorunludur. Bu sonsuz ve ölümsüz atom dışında, insan sadece gerçeğin hatırlanmasının öncesine ait bir geçmiş zamanda yaşama zorunda kalmaktadır. Bu aleme ait olmayan söz konusu tanrısal atom canlandırılmadan, kişi gerçek yaşamı, hakikati, gnosisi kavrama gücüne erişemeyecektir.

Gnostik idrak (bilinç) öğrenmekle elde edilemez, salt intellektüel bilgiyle kazanılamaz ya da Öğretmenin takipçisi olmakla bilinçli olunamaz. Ancak ve ancak kişinin kendi özgür iradesi ve istenciyle kendisine yapacağı iç yolculukla mümkün olabilecektir. Bu gerçekleşme, sadece buraya kadar getirdiğimiz yapımızı kavramakla ve izlemekle, biz gerçek bilgi dünyasına, Gnosis alemine adım atabiliriz. Bize gerekli olan gerçek yaşama yönelmeye hazır olduğumuzda, bu dünyadaki yaşamımızı gerçek yaşamla değiştirme isteği kazanılmış olacaktır.

Evrenimizin Özelliği
Bizce, içinde yaşadığımız evrenin kendine özgü karekteristik özelliği açıkca ortadadır. Evrenimizin en temel özelliklerinden biri istikrarsızlığıdır. Bütün yasa; Oluşum, gelişme ve yokoluştur, yani ölerek son bulmadır.

Hangi nedenle bu hızlı değişimi takip etmektedir insanoğlu?  Durmadan emin olmayan dayanıksız yapıları bir kez daha denemesi niye?… Mal mülk, itibar-saygınlık, Güç-kudret, sağlık ve mutluluk, hepsi geçmişi tanımlarlar. Daha yüksek olduğunu düşündüğümüz idealler, aynı şekilde sosyal, dini, bilimsel veya sanatsal alanlar, bir an gelip tamamen anlamlarını yitiriveriyorlar. Bu evrende meydana gelen her şey, doğasal bir yasa olarak, yok olmak zorunda kalıyor.

Ve her şey zıddıyla açılıyor, varolabiliyor; doğum-ölüm, gece gündüz, savaş-barış, vb gibi. Evrenimizdeki bu değişim yasalarına bizler ”dialektik” diyoruz. Dialektik evrende, tek atomlu bir kutupluluk yasasına bağlı olarak kutupların birlikte uyumlu çalışmasının aksine kutupların birbirlerine karşı mücadelesi hakimdir. Bu nedenle mükemmellik sözkonusu olamamaktadır.

Varolan ne varsa, kendi yokluşunu içinde taşımaktadır. Insanlığın kalıcı ve sürekli bir yaşam sürdürememesi hissettiği bütün acıların kaynağını oluşturmaktadır. ”Geçmiş” bir evrende; ölümsüz, sonsuz, adaletli ve uyumlu bir yaşam gerçekleştirmeye çalışmak, doğal olarak, mantıksız ve akıldışı bir düşünceyi gerçekleştirme girişiminden başka bir anlam ifade edememektedir. Kim hayal avcılığı yapmak ister!? Onlar ki hiçlikten gelip hiçliğe gitmektedirler.

Öbür Dünya (Ahiret) Dialektik Evrenin Bir Parçasıdır.

Belki sizleri de ahirette sonsuz yaşamın olduğu ve sizleri beklediği inancıyla uyuttular veya ölümden sonra ahirette yaşamın devam ettiği hikayesini anlattılar. Eğer hakikati arıyorsanız, bu ifadelerin tamamen bir yanılsama olduğunu keşfetmiş bulunuyorsunuz. Bu nedenle, yaşamdan sonra ölümün de, zamansal olarak, dialektik bir yokoluş olduğunu düşünebilirsiniz. Öbür dünya aleminde, olan  sadece insanın duygu bedeninin fizik bedeninden ayrılmasıdır.

Ölümden sonra da, burada yaşam aynı şekilde belirli bir zaman dilimiyle sınırlandırılmıştır. Yeni bir doğumla kendi mikrokozmik sistemimize hizmet etme olanağı bulmaktayız. Ölümsüz ruhumuzun yaşamı, bu nedenle, biz tanrısal öz ateş olarak adlandırıyoruz mikrokosmosu. Bu ölümsüz yapı bir zamanlar tanrısal insanda yaşıyordu. Bugün, mikrokosmosu yeniden ölümsüz bir insanın kabul etmesi gerekmektedir. Mikrokosmos böylesi bir ölümsüz insanla bu dünyadan ve öbür dünyadan, iki düşük doğa düzeninden de kurtularak yolculuğuna devam edebilir. Mükemmel olmayan dialektik doğa, sonsuz bir doğum ve ölüm çemberidir. Doğumdan ölüme, ölümden doğuma dönüp durmaktadır. Bu konuyu daha ileriki bir tanıtım çalışmamızda yeniden ele alarak araştıracağız.

Evrensel Öğreti, içinde varolduğumuz yaşam bölgesini ”Düşkünlük” ya da Tanrıdan Ayrılmış evren olarak adlandırmaktadır. Bu nedenle İsa söylemiştir ki, ”Benim Krallığım Bu Alemde Değildir.”

Birçok kutsal eser de belirtildiği gibi, dialektik insan Tanrısal Alemden ayrıdır. Buna rağmen gnosisin oğul ve onun bize ulaştırdığı ışığı yoluyla tanrısal aleme tekrar geri dönebilme olanağına kavuşma gücü buluyoruz. Eğer kişi kendi özünü tanıma imkanı bulur ise, ona alenen belli olacaktır ki, o ilk zamanlardaki tanrısal insan değildir artık.

Mikrokosmos (Küçük Alem) tanrıyla olan bilinçli birliktelik bağını yitirmiş durumdadır. O bizimle, dünyasal bir kişilik ile dogasal bir bilinçle bağlanmış durumdadır. Yaşamlarımız birçok farklı biçime girdi, kendi başına hareket etmesinden ve giderek egozentrik olarak tanımlayabileceğimiz noktaya geldi. Hepimiz, ilk elden direkt aldığımız hakikat, tanrısal bağın kesilmesiyle, süreç başlamış oluyordu.

Devam etmekte olan büyük Eonik çağla birlikte insan-oğlu  daha da derin şekilde madde dünyasıyla bağlantıya girmektedir. Aynı zamanda içimizde devinmekte olan itki ilk zamanları hatırlama noktasına gelmiş bulunuyor. Bu durumda, doğal olarak, kişi yoluna devam edemez, daha ileri bir gezegensel yaşama ulaşamazsa, mikrokosmos çok daha derin bir yanılgıya düşecek ve karanlığa zincirlenecektir.

Kendimizi Özümüzden Ayırmaya Son Verme
Özümüzle buluşmak için ayrılığa son vermemiz gerekmektedir. Bizler, bütün güçlerimizi bu dünyaya bağlanmak için kullanıyoruz. İşte bu temel trajik nedenden dolayı bir yığın yaşam tecrübeleri ve yeniden doğumlar yaşamak zorunda kalıyoruz. Ama içimizdeki tanrısal güçle bağ kurarak,  bizi sakinleştirmesini sağlayabiliriz. Eğer içimizde yaşadığımız yığınlarca acı tecrübeye son vermek amacıyla; ”Efendi, benden ne istiyorsun, ne yapmam gerekli?” sorusunu kendimize yöneltebilecek konuma geldiğimizde O’nunla aramızdaki perdeyi kaldırma olanağını elde etmek olanağı doğmuş demektir. Bizler, başlangıçtaki gnostik gücü kazanma koşullarını elde edebilmekle, içimizde uyanan yeni bir can-ruh, egemen hale gelerek dialektik evrenin hakimiyetini aşabilecektir.

Yaşamımızı sağlayan temel bir güç var. Biz bu gücü ya yeniden dirilmek, gerçek hayata dönmek ya da ölüm-doğum çemberinde varlığımızı sürdürmek için kullanacağız. Her durumda karar kişinin kendi elindedir. Eğer kişi bu hakikati açık ve net olarak bilince çıkardığında önüne mükemmel bir hayat anlayışı, yepyeni bir ufuk açılmış olacaktır.

J. V. Rijckenborgh, ”İlk Mısır Gnosizmi” adlı eserinde şunu dile getirir:

‘‘Dialektik Ülkenin sınırındaki gnostik aday her şeyi sunmalıdır. Eğer aday baştan çıkıp tekrar ayağa kalkamazsa, kendi kendisine ördüğü ağla şansını yitirecektir. Gerçek uyanış için her şeyi geride bırakması gerekliliğini anlaması gerekmektedir. Gerekli gördüğünüz sürece içsel anlayışı kullanabilirsiniz, ama bilmelisiniz ki, hareketlerinizi ne yana döndürmek istediğinizde karşıtını, zıddını serbest bırakmak zorundasınız…”
Ben"O"yum,"O"ben değil...


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
0 Yanıt
4088 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 25, 2010, 03:05:51 ös
Gönderen: ceycet
0 Yanıt
3040 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 25, 2010, 03:09:02 ös
Gönderen: ceycet
0 Yanıt
3682 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 25, 2010, 03:10:29 ös
Gönderen: ceycet
0 Yanıt
3386 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 25, 2010, 03:12:47 ös
Gönderen: ceycet
0 Yanıt
4252 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 22, 2010, 12:11:31 ös
Gönderen: ADAM
4 Yanıt
6306 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 24, 2010, 11:21:44 öö
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
3437 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 26, 2010, 04:47:36 ös
Gönderen: ADAM
1 Yanıt
5135 Gösterim
Son Gönderilen: Temmuz 09, 2013, 02:34:41 ös
Gönderen: GOASISG
19 Yanıt
10272 Gösterim
Son Gönderilen: Nisan 10, 2014, 05:12:37 ös
Gönderen: ADAM
17 Yanıt
12238 Gösterim
Son Gönderilen: Nisan 10, 2014, 03:33:17 ös
Gönderen: 38