Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: TECAVÜZ YASAL BİR HAKTIR.......  (Okunma sayısı 22081 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Ekim 22, 2010, 01:08:34 ös
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 308
  • Cinsiyet: Bay

“Korkunç geliyor kulağa, anlayabiliyorum. Ancak üstüne basa basa belirtiyorum bir kez daha. Tecavüz Türkiye’de, erkeklere tanınmış olan, hiçbir biçimde de geri alınması mümkün olmayan bir haktır. Dahası da var; yeryüzünde uğruna savaşılmadan elde edilmiş tek hak da budur. Tecavüzcüler, ellerinde pankartlarla bu hakkı talep etmek için yürümemişler, dolayısıyla polis copu, asker tekmesi yememişlerdir. Bu hak talebi yüzünden hiç bir tecavüzcünün burnu bile kanamamıştır. Tam aksine, gizliden gizliye destek gören, toplumsal meşruiyeti olan bir haktır tecavüz hakkı. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı her erkek, yasaların da desteğiyle bu en doğal hakkını doya doya kullanabilir. Kullanmaktadır da.

Kanıt isteniyorsa, uzun alıntıdır ama haberi okuyun önce:

“Ortadoğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) öğrencisi İ.G. (25), 18 Mart akşamı bir öğrencisine özel ders verdikten sonra evine dönerken T.D. ve A.Y. tarafından zorla bir kamyonete bindirilerek Ayaş Yolu'na götürüldü. İki şüpheli burada İ.G.'ye tecavüz etti ve parasını da gasp etti. Saldırganların elinden kurtulmayı başaran İ.G. karakola başvurdu; savcılığa ve Ankara Adli Tıp Şube Başkanlığı'na sevk edildi. Adli Tıp İ.G.'de darp ve cebir izlerini tespit etti. Numune Hastanesi ruhsal sağlığı bozulmuştur raporu verdi. Vajinal muayenede erkeklerden birine ait sperm örneği bulundu. Ankara Üniversitesi ve Gazi Üniversitesi Psikiyatri Anabilim Dalı Başkanlıkları İ.G.'nin ruhsal durumunun bozulduğuna dair raporlar verdi. Olaydan bir gün sonra yakalanan şüpheliler tutuklanırken hakkında Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesi'nde dava açıldı. Mahkeme, 10 Ağustos'taki ilk duruşmada, üniversite hastanelerinin raporlarını kabul etmeyerek İ.G.'nin İstanbul Adli Tıp Kurumu'na sevkine karar verdi. İ.G.'nin avukatları ise yoğunluk nedeniyle İstanbul Adli Tıp Kurumu'na giden bir dosyanın iki yıldan önce gelmeyeceğini belirtti; Devlet Denetleme Kurulu'nun bir raporu ve Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Dairesi'nin üniversite hastanelerinden rapor alınabileceği yönünde genelgesi bulunduğunu hatırlatarak karara itiraz etti. Avukatlar, üniversite hastanelerinden alınmış raporların geçerli sayılmasını, mecbur kalınırsa İ.G.'nin Ankara Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü'ne gönderilmesini talep etti. Ancak mahkeme başkanı, Adli Tıp Kurumu'ndan rapor alınmazsa Yargıtay 5. Ceza Dairesi'nin kararı bozacağını belirterek bu talebi reddetti. İkinci duruşmada dosya İstanbul Adli Tıp Kurumu'na gönderildi. Üçüncü duruşmada ise mahkeme heyeti, İstanbul Adli Tıp Kurumu'ndan rapor gelmesinin uzun süreceği gerekçesi ve "masumiyet karinesi" gereğince sanıkları tahliye etti."

Mahkemenin, “tecavüz hakkını” kullanan bu iki erkeği korumak için ne kadar titizlikle çalıştığı ortada. Türk hukukunun, bir erkek hukuku olduğu konusunda herhalde bir kuşkumuz kalmamıştır artık. Nihayetinde bu hukuk, bir sapık tarafından görüp görülebilecek en korkunç biçimde, yani başı kesilerek öldürülen Münevver Karabulut’un ailesini, “kızlarına sahip çıksalardı” diye suçlayan bir emniyet müdürü ile buna benzer laflar eden bir başbakanın “hukuku”dur. Mahkemenin bu kararı, varolduğu söylenen şu meşhur “kamu vicdanı”na da gayet uygundur. Çünkü, başörtüsü mağduru genç kızlara verilen desteğin çeyreği bile, tecavüz kurbanı kadınlara verilmemektedir. Bu da “ahlaklı, dindar” toplumumuzun kodlarına gayet uygundur. Tecavüz konusundaki, herkesi memnun ettiği anlaşılan “sessizlik”, kurbanın da tecavüzü hak etmiş olabileceği inancından kaynaklanmaktadır çünkü. Kod dediğim bu.

Yeri gelmişken belirteyim; “tecavüzü engelleyemiyorsan, zevk al” denilerek kahkahalar eşliğinde dile getirilen, tecavüz gibi bir insanlık suçunu son derece sıradanlaştıran bu aşşağılık cümle, çok şaşırtıcıdır, büyük felsefeci Montaigne’e aittir. Başka kelimelerle, bambaşka amaçlarla bu talihsiz cümleyi kuran bu filozoftan haberi bile olmayan tecavüzcü erkeğin, kadın sözkonusu oldu mu, kendi “felsefe” sistemini kurabilmesi çok şaşırtıcıdır. “Kuyruk sallamasa dişi köpeğe kimse gitmez”, bu “felsefe” sisteminin ana ilkesidir. Gelinliğiyle çıktığı dünya turunda, sadece Türkiye’de tecavüze uğrayıp öldürülen İtalyan sanatçı Pippa Bacca ile gelinliği, kendisine sallanan “kuyruk” sanarak bu masum kadını öldüren manyağı hatırlatırım. “Ya benim olacaksın ya toprağın” dan, “seni ellerin olasın diye mi sevdim”e kadar gayet şairane bir ruhu da vardır tecavüzcü erkeğin, ki şu zırvalamalarındaki iç yakan “haklılığı” içten içe desteklemeyen çok az erkek vardır bizim memlekette. Başkalarının kızı, kızkardeşi, eşi olması koşuluyla tecavüz edilmeyecek hiç bir kadın yoktur ülkemizde. Yeğenlerine, yengelerine, hatta kızkardeşlerine tecavüz edenlerin olduğunu da hatırlatarak belirtiyorum, genelde namusu ya da ahlakı sadece “sülalesi” için koruyucu kalkan olarak gören, ama önüne gelen başka kadınlara saldıran bir toplum bireyiyle karşı karşıyayız. Türk hukuku işte bu bireyi korumaktadır. Çünkü, cinsinden ötürü hem günahkar hem de günaha davetiye çıkaran bir “mahluk” olarak kadınlar karşısında, mutlaka “anlayış” gösterilmesi gereken bir erkek tapınması var. Bir tecavüz davasında kadınlar için “kadının sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etmeyeceksin” diyen hakimi de bir hatırlayın bakalım.

Hukuk tekniği açısından belki davanın böyle sonuçlanması gerektiği düşünülebilir. Ancak haberde dikkat çeken şey, tecavüze uğrayan talihsiz genç kızda, saldırgan alçakların spermlerinin bulunduğudur. Bunu bile yeterli görmeyen bir hukukumuz var, ne yazık. Tecavüze uğrayanın ruh sağlığının bozulmadığını onca kanıta rağmen iddia eden, kararını bu iddiaya dayanarak veren bu vicdansız hukuk ülkemizin kadınlarına hayatı yaşanmaz hale getirmiştir. İlk de değildir bu.

Davayı başından beri izleyen bir arkadaşımın bana ilettiği notlar arasında bakın neler var:

“Mağdur ciddi tehlike altında, çünkü tecavüzcülerin aileleri sürekli tehdit ediyormuş onu. Tecavüzcülerin akrabaları tam takım hazır bulunuyormuş mahkemede. ‘Oğlumuz yaptı bir hata işte’ diyorlarmış. Tecavüzcülerin avukatı bir kadın. Mahkeme hakimi de kadın. Tecavüzcülerin avukatı tecavüze uğrayan kıza, ‘yaaa gördün mü nasıl serbest kaldılar’ dercesine bir bakış da atmış üstelik”.

Hukuk, Türkiye’de varlığını, toplumun geri kalmış yanlarını okşayarak (ya da bu davada görüldüğü gibi tek bir cinse, erkeğe, toplumun genelinin baktığı gibi bakarak) koruyor. Bu artık anlaşılmış olmalıdır. “Masumiyet Karinesi” gibi yararlı bir kuralı, tecavüzcü oldukları ailelerince de, “bir hata yapmışlar” cümleleriyle kabul edilmiş bu sapıkların lehine kullanan garip bir hukuktur bu. Hukukun, sapıkların işine yarayacak teknik ayrıntılarına vakıf, ama kadınlık bilincinden yoksun o kadın avukatı kendi cinsinin düşmanı haline getiren erkek egemen toplumun hukuku olsa olsa böyle olur haliyle. Avukatlığında sınıfı geçmiş, kadınlığında sınıfta kalmış o kadın(!) avukatın, tecavüzcülerin serbest bırakılmasından duyduğu zevk daha çok kahretmiştir tecavüz kurbanı o genç kızı, kuşkusuz. Asla başına gelmesin ama, aynı “hukuk tekniği”nin, kendisi de tecavüze uğradığında bu kadın avukat için uygulanmayacağının garantisi yoktur ülkemizde. Hiç mi bilemez bunu?

“Kadının sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etmeyeceksin” diyen hukukçuyu tek kişi sanananlar varsa, bunların tekil falan değil, kadın düşmanı kocaman bir güruh olduğunu anlamışlardır herhalde. Bunlar sürü halinde yaşıyorlar işte, görmüyor musunuz? Tecavüzcülerin serbest kalmasından duyduğu mutluluğu, bakışlarıyla tecavüze uğrayan kurbana gösteren kadın avukat, çoğu erkek meslektaşınca sırtından sopa eksik edilmemesi gereken kadınlardan biri olduğunu fark edemeyecek kadar kendinden geçmiş, bakar mısınız.

Kararı protesto eden avukatlar, cübbelerini çıkarıp duruşma salonunu terk etmişler. Protesto gerekçelerinin tutanaklara geçirilmesini isteyen avukatlar, kararın hem Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (AİHS) hem de Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi'ne (CEDAW) aykırı olduğunu belirtiyorlar; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ile (AİHM) CEDAW Komitesi'ne başvurmaya hazırlanıyorlarmış.

Tüm kalbimle destekliyorum.

Tecavüzcü alçakların yanındaki bu tür hukukçuların, “sırtından sopayı” demiyorum elbette ama “ağzından tıpayı” eksik etmeyeceksin. Uğursuz ağızlarını açtıklarında en çok kadınlar yaralanıyorlar çünkü.

Yine de kadınlar bilir işin doğrusunu. Tıpayı o tür hukukçuların neresine tıkayacaklarına kendileri karar versinler.

Yeter ki karar versinler.”( Mustafa Kemal ERDEMOL )


IŞIK ve SEVGİ ile KALIN.......



Işık, sadece ışık ama daha fazla ışık.......


Ekim 22, 2010, 01:21:03 ös
Yanıtla #1
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 439
  • Cinsiyet: Bay

gerçekten ülkemizde ki durumu çok güzel bir şekilde anlatmışssınız sn oasis


Ekim 22, 2010, 04:21:52 ös
Yanıtla #2

Yazı, aşırı bir duygusallıkla yazılmış. Duygusallıkla yazıldığı için de sorunun kaynağından çok, periferindekilere odaklanılmış.

Sorunun kaynağı, muhtemelen, ceza hukukundaki, belli bir kurumdan alınan rapor ile bunun dengi olan başka kurumlardan alınan raporun, hukukta aynı değerde kabul edilmemesi. Sezdiğim başka bir açık da, Adalet Bakanlığı genelgesinin, Yargıtay Ceza Dairelerinin kararlarını etkilemeyecek durumda olduğu.

Açık burada. Böyle bir açık mevcutsa, bu karar, evvela yazılı hukuktaki bu "açık"la ilgilidir. Ataerkil bir toplum olmamızla, başbakanla, hakimlerin sözleriyle, veya "oh olsun, nasıl da beraat ettirdim" diye "bakmış gibi görünen" karşı tarafın avukatlarıyla bir ilgisi yoktur.

Durum üzücü tabii. Prosedürdeki uyumsuzluklar, tüm bu duygusal tepkileri ve infiali meşru kılıyor. Fakat kaynağı es geçecek derecede duygusallık da sorunun çözümünü geciktirebilir.

Saygılar
Karanlıklar prensi bir beyefendidir. W.Shakespeare


Ekim 22, 2010, 05:33:00 ös
Yanıtla #3
  • Seyirci
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 4031
  • Cinsiyet: Bay

Sn.Popperist

Düşüncelerinize bende katılıyorum.Aşırı duygusallıkla yazılmış bir yazı.Ben bile erkek olduğum halde okurken sn. oasisin düşünceleri karşısında sanki ben kendim tecavüzcü imişim gibi çaresiz kaldım.Konunu iler tutar yanı yo tabi,hukuğa sığınan insanların birkezde hukuk tarafından tecavüze uğraması durumuki mağdure için acı 2 ye katlanmıştır.

Oasis duygularında haklı böyle bir konu başka türlü anlatlamazki zaten.Nasıl bir olay bilmiyorum sanırım tecavüzde bir ek insana mahsus bir olay galiba hayvansı olmadığı kesin(herşeyi hayvanlara bağlamamalı).Peki tecavüzcünün işlediği suça hukukta bir başka yoldan iştirak etmiş olmuyormu acaba.
İnsanlar bugün tüm toplumların olmazssa olmazı olan el üstünde tutulan hukuğunun verdiği,verebiliği
en süper kararı bu ise neye güvenecekki.

Mağdure şunu düşünmezmi keşke ortalara düşürmeseydimde bari rezil olmazdım.Ne söylenirki belki bu kararı veren adamın en sevdiğinin başına gelirde acının ölçüsünü daha iyi görürde kararı daha net verir.

Zaten en kötüsü suçu işlediği kesin olan birini salıverilmesi daha ne denirki.Haklısın oasis lanet olsun böyle insanlara böyle davranıpta bizim gibi erkekleride aynı kategöriye sokanlara.YAZIK
ÖZGÜRLÜK BİLE SAHİP OLMAK İÇİN SINIRLANDIRILMALIDIR.

EDMUND BURKE

Hayat Bizi Resmen Dört İşlemle Sınar. Gerçeklerle Çarpar, Ayrılıklarla Böler, İnsanlıktan Çıkarır ve Sonunda Topla Kendini Der.  leo


Ekim 23, 2010, 01:27:08 ös
Yanıtla #4
  • Ziyaretçi

Sn. Popperist;

Öyle yada böyle sonuç olarak ortada sperm örnekleri var. Ne uyuşmazlığı canım ! Sizin yorumunuz geçerli ise ben bu ülkenin sosyal bir hukuk devleti olmadığını söylerim. Bizleri ve sevdiklerimizi hukuk kuralları koruyamayacaksa kim koruyacak !  Ayrıca başka bir konuya daha dikkatinizi çekmek isterim;
İnsanlara, bakınız demokratik ülkelerde Anayasalar sizi koruyamıyor oysa şeriat kanunları geçerli olsaydı bu iki sapık hadım edilirdi, şeriat kanunları herkesi korur gibi bir mesajda mı veriliyor ince ince !

Saygılarımla,


Ekim 23, 2010, 02:56:57 ös
Yanıtla #5

Sayın Lethe,

Evet tahmin ettiğiniz gibi bir şeriat devleti altında yönetilmek istiyorum. Zina yapan erkeklerin kırbaçlanmasını, kadınların ise recmedilmesini istiyorum. Zaten o mesajımda açık ve net bir şekilde bunu söyledim. Bu kadar açık ve net konuşmama rağmen, bunu bir tek siz anladınız tebrik ederim. İnce ince değil, kalın kalın bu mesajı vermiştim halbuki. Bu üstün anlayışınızdan dolayı sizi kutluyorum.
Karanlıklar prensi bir beyefendidir. W.Shakespeare


Ekim 23, 2010, 03:24:12 ös
Yanıtla #6
  • Skoç Riti Masonu
  • Uzman Uye
  • *
  • İleti: 3734
  • Cinsiyet: Bay

Haberde ve yorumlarda hersey birbirine karışmış bir çorba durumu var ya hayırlısı...

Sn popperist öyle kalın oyle ince ve oyle böyle değil bir mesaj vermissiniz ki yazınızda göremiyorum, galiba sorun bende.


Ekim 23, 2010, 03:50:12 ös
Yanıtla #7

Sayın SkullG,

Aslında birbirine karışan bu durumu, bir hukukçu olarak siz açığa kavuşturabilirsiniz. Sorun belli;

1. Bir yargıç, bir suçun işlendiğine yönelik kanıtları içeren bir raporu, eğer o rapor ilgili yasada belirtilen kurumlardan alınmamışsa, hukukta geçerli sayabilir mi sayamaz mı?
2. Hakimler, yazılı hukuku bilerek görmezden gelebilir mi gelemez mi?
3. Adalet bakanlığının genelgeleri, yargı içinde doğrudan bir şekilde etkin olabilen, hiçbir uyumsuzluk yaşanmayan türden, tüm yargı kurumlarını bağlayan belgeler midir, yoksa değil midirler?

Bunları açıklamanız, sorunu ve karışıklığı çözecektir.

Saygılar
Karanlıklar prensi bir beyefendidir. W.Shakespeare


Ekim 23, 2010, 06:01:30 ös
Yanıtla #8
  • Skoç Riti Masonu
  • Uzman Uye
  • *
  • İleti: 3734
  • Cinsiyet: Bay

Öncelikle Mahkeme herhangi bir beraat kararı vermiş değil. Verdiği karar tutukluluğun kaldırılması kararı. Yani sanıkların yargılanmasına tutuksuz olarak devam edilecek.

Bu karar CMK'da düzenlenen tutuklama hükümleri ile karşılaştırıldığında kanımca yerinde bir karar değildir. CMK'ya göre Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir (m.100/1). Tutuklama kararı için iki şartın bir arada olması gereklidir. Bunlardan ilki "kuvvetli su şüphesi" ikincisi ise "bir tutuklama nedeninin bulunması"dır. Kanun'da tutuklama nedenleri "Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular"ın varlığı; Şüpheli veya sanığın davranışları'nın Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme veya Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma hususlarında kuvvetli şüphe uyandırması halidir.

Somut olayda magdurun sanıklar ve yakınları tarafından tehdit ediliyor olması kuvvetli şüphe için yeter bir haldir.

Kaldı ki CMK'nun tutuklama kurumunun düzenlendiği maddesi olan 100. maddesinde yukarıdaki hükümlerden sonra bazı suç tiplerinde tutuklama nedenlerinin kendiliğinden var olduğu kabul edilmiştir. Kanun'a göre Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir" Bu suçlardan birisi de TCK'nun 102. maddesinde belirtilen Cinsel saldırı suçlarıdır. Ancak CMK'nun 102. maddenin birinci fıkrasında belirtilen suçun basit halini bu durumun istisnası kılmıştır.

Mahkeme sanıklar üzerine atılı "Cinsel davranışlarla bir kimsenin vücut dokunulmazlığını ihlâl etme" suçunu 102/1. maddeye göre değerlendirmektedir. Ancak birden fazla üniversite hastanesinden magdurun ruhsal durumunun bozulduğuna dair rapor verilmiş bulunmaktadır. Bu raporları hükümde esas alıp almaması bir tarafa olmak üzere kuvvetli şüphenin varlığı açısından dikkate alması gerekmektedir. TCK'nun 102/5. maddesi Suçun sonucunda mağdurun beden veya ruh sağlığının bozulması hâlini cinsel saldırı suçlarının ağırlatıcı hali olarak değerlendirmektedir. Bu noktada esasta hüküm tesis ederken Mahkeme Adli Tıp Raporlarını dikkate alacak olsa bile var olan birden fazla raporda magdurun ruhsal sağlığının bozulduğunun ifade edilmesine itimat ederek sanıkların tutukluluk hallerinin devamına karar vermesi gerekmektedir.

Ayrıca olayda birden fazla suç işlendiği de sabittir. Cinsel saldırı suçunun yanısıra mağdurun parasının ve cep telefonun gasp edilmiş olması da özellikle dikkate alınması gereklidir. Çünkü Hırsızlık ve yağma suçlarında da tıpkı cinsel saldırı suçunda olduğu gibi kuvvetli şüphenin varlığı halinde tutuklama hallerinin kendiliğinden oluştuğu CMK tarafından kabul edilmiştir.

Elbetteki kesinleşmiş bir yargı kararı olmadıkça hiç kimse suçlu addolunamaz. Bu Hukukun en temel kaidelerinden birisi olan masumiyet karinesinin tanımıdır. Ancak kişinin masumluğu esas olmakla birlikte, yargılama denilen kurum suç şüphesinin varlığı halinde etkinleşecektir. Olayda sanıkların bazılarının spermleri magdurun bedeninde bulunmuş, mağdurun parası ve cep telefonu gasp edilmiş olması nedeniyle kişiler üzerinde var olan yogun suç şüphesi nedeniyle yargılama yapılmaktadır.

bu noktalar itibariyle Mahkeme tarafından verilen tutukluluğun kaldırılması kararının hukuka uyarlığının bulunmadığı kanaatindeyim.



Pozitif hukukun tanımı yürürlükte bulunan yazılı ya da yazılı olmayan tüm hukuk kurallarıdır. Mahkemeler karar verirken pozitif hukuk kurallarına göre karar vermek zorundadırlar. Bu kuralları yorumlayacak olan ise elbetteki yine Mahkemeler olacaktır. Ancak Hakimin takdir hakkının sınırsızlığı söz konusu olamaz. Hakim adil bir içerik barındırmadığını düşündüğü bir kanun hükmünü uygulamaktan imtina edemez. Hatta hakim anayasaya aykırı olduğunu düşündüğü bir kuralı itiraz yoluyla Anayasa Mahkemesine gönderebilmekle birlikte bunu en fazla 5 ay bekletici sorun yapabilir ve bu 5 aylık kesin sürenin sonunda eğer Anayasa mahkemesi tarafından herhangi bir karar verilmemişse davaya anayasaya aykırı olduğunu düşündüğü kurala göre bakmaya devam etmek zorundadir. Hele Ceza Hukukunda hakimin takdir hakkı oldukça sınırlı tutulmuştur. Diğer hukuk dallarında var olan kıyas Ceza Hukukunda yasaktır. Kıyasa kaçar biçimde yorum yapmak gibi bir hakkı da Hakimlerin bulunmamaktadır.

Dolayısıyla bir hakim pozitif bir hukuk kuralını uygulamamazlık edemez. Onun adil bir içerik barındırmadığını, anayasaya aykırı olduğunu bile düşünse yine de o kurala göre davaya bakmak ve dava sonunda karar vermek zorundadır.



Yargıtay 5. Ceza Dairesi'nin yerleşik içtihadına göre beden ve ruh sağlığının bozulup bozulmadığı ile ilgili olarak Adli Tıp Kurumu'nun ihtisas dairesinden rapor alınmak zorundadır. Aksi uygulamada verilecek olası bir hüküm Yargıtay 5. Ceza Dairesi tarafından bu gerekçe ile bozulacaktır. Ne yazık ki ülkemizde yeterli miktarda Adli Tıp Uzmanı bulunmamaktadır. Olanlarda zaten ülke geneline dağılmamaktadırlar. Bu yetersizlik bir yana olmak üzere bir de mutlaka Adli Tıp'tan rapor alınması gerektiği içtihadı bu olaylarda çok ilginç sonuçların dogmasına sebebiyet vermektedir. Kaldı ki olay Ankara'da gerçekleştiğinden ötürü AÜ'nde Adli Tıp Enstitüsünden raporlar alınabilmiştir. Ancak Yargıtay'ın yerleşik içtihadını da dikkate alan Mahkeme Adli Tıp Kurumundan rapor alınmasına karar vermiştir.

Devlet Denetleme Kurulu'nun hazırladığı rapor Adli Tıp Kurumu ile ilgili idi. Ki zaten Anayasa 108. maddesine göre DDK, TSK ve Yargı Organlarını denetmeyemez (Bu apayrı bir tartışma konusu olmakla birlikte parantez içinde belirteyim; DDK'nin TSK ve yargıyı denetleyememesi hükmü demokratikleşme iddiasında olanlar tarafından gerçekte öncelik ve ivedilikle kaldırılması gereken bir düzenlemedir. 108. madde bu şekliyle var olduğu sürece demokrasi kesintilerinin ve/veya balans ayarlarının olması ihtimali kuvvetli bir biçimde varlık gösterecektir). Yine Anayasa'ya göre hiçbir kurum mevki ya da kişi Mahkemelere emir veremez. Dolayısıyla Adalet Bakanlığı genelgesi'nin içeriğini bilmemekle birlikte hükme esas teşkil edecek konularda Adalet Bakanlığınca bir genelge çıkartılması mümkün değildir. Çıkartılmış olsa bile buna Mahkemelerin uymak zorunluluğu bulunmamaktadır.

Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü Genelgelerinde de yukarıda bahsedilen tarzda bir düzenleme bulunmamaktadır. Sanığın yakalama-gözaltına alınması süreciyle ilgili çıkarılan bir yönetmelikte üniversite hastaneleri ibaresi geçmekle birlikte magdurun Adli Tıp Kurumu yerine başkaca bir hastanece verilecek raporlarına göre işlem tesis edilebileceğini içeren bir genelge bulunmamaktadır, en azından ben tespit edemedim. Olduğunu varsaysak bile bunun uygulanması ya da buna uyulması zorunluluk olmasa gerektir. Zaten Anayasanın yargnın bagımsızlığı ve hakimlik teminatı ilkelerince bu tip bir emir verilemez.



bunlar işin usuli ve kanuni boyutları. Bir de hukuki yonu var. Evet bu ülkede ne yazık ki tecavüz mağdurlarına karşı gerek toplumun gerekse yargının bakışı ne yazık ki kabul edilemez duzeyde kadını dogrudan suçlayıcı niteliktedir. Örneğin Yargıtay, magdurun yaşadığı dehşet sonucu dissosiasyona ugraması kuvvetle muhtemel olmayı değerlendirmez de kadının bağırmamasını eyleme rıza göstermesi olarak kabul eder. Ne yazık ki bu toplumdaki genel yargıyla da örtüşür.  Toplumdaki genel yargı, kadının cinsel saldırıyı kendi istediği, en azından
kendisinin etken olduğu yönündedir.  kadın bilinçli ya da bilinçdışı olarak kendini suçluya sunar yani onunla işbirliği yapar… (Bu nedenle) kadının karşı koy(a)madığı durumlar çoğu zaman kadının aslında istekli olduğu biçiminde yorumlanır.

Bu yaklaşım elbetteki ayrıca sorgulanması ve tartışılması gereken bir travmatik hal.

benden şimdilik bu kadar

Sevgi ve Saygılarımla




Ekim 24, 2010, 12:11:40 öö
Yanıtla #9

Sayın SkullG,

Ayrıntılı bir cevap yazmışsınız. Konuyu aydınlatmışsınız. Anladığım kadarıyla, en büyük sorun olan, hakimin, bu olayda tutuklama nedeni görmemesi, hakimin bir hatası olmuş. Bununla beraber, mahkemelerin, adli tıbba konu olan bir suç için, dikkate alacakları kurumlar sınırlı. Bu konuda bakanlığın, üniversite hastahanelerinden alınan raporları geçerlileştiren genelgelerinin de bağlayıcı bir değeri yok. Bu olayda hakim, herhalde, bu raporların içerdiği bilgileri geçersiz gördüğünden, tutuklama nedeni görememiş olacak. Burada hakimin kendi takdiri biraz hatalı olmuş sanırım.

Saygılar.
Karanlıklar prensi bir beyefendidir. W.Shakespeare


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
16 Yanıt
8423 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 15, 2008, 04:58:00 ös
Gönderen: cardiffmonster
63 Yanıt
29899 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 25, 2011, 02:45:43 ös
Gönderen: Masor1976
2 Yanıt
4212 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 25, 2011, 08:49:15 öö
Gönderen: Masor1976
0 Yanıt
2075 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 21, 2012, 02:03:30 ös
Gönderen: Makbenah