Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: Charles Darwin  (Okunma sayısı 48514 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Haziran 09, 2011, 07:08:28 öö
Yanıtla #70
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 236
  • Cinsiyet: Bayan

Sn Mustafa Kemal
Evet tür  değiştirmesi  değildir.Canlı  türlerin nesilden nesile kalıtsal değişime uğrayıp  ilk halinden  farklı özellik kazanmasıdır.
Saygılarımla
AquA
Quoddam ubiquae, Quoddam semper, Quoddam ab omnibus, creditum est!


Haziran 09, 2011, 12:41:48 ös
Yanıtla #71

sn hacamat,
sanırım evrim kavramına, cevizin yeşil kabuğu bilmenin cevizi bilmekle eş değer olduğunu varsayarak yaklaşıyorsunuz, dolayısıyla, cevizin kahverengi kabuğunu bilenlerle ve hatta içindeki ince kahverengi kabuğu bilenlerle ve hatta ve hatta içindeki ince zarı ve ceviz içini bilenlerle , aslında bilmeden ve farkında olmadan çatışıyor gözüküyorsunuz
oysaki , öyle zannediyorum ki o cevizin içini nasıl da benim gibi merak ediyor ve öğrenmek istiyorsunuz, o zaman tam da SİZİN ÇOK BEĞENECEĞİNİZİ düşündüğüm bir yazıyı ekliyorum, beraberce cevizi ve özellikle içini keşfetmek ve sonrasında da sohbetlerimiz de karşılıklı keyif alarak o cevizin içini paylaşarak yemek ve lezzetinin verdiği keyifle yeni cevizlerin içindeki yağları da görebilip oranınca tatmak ümidi ile.
sevgiler...saygılar...


CEVİZ SEMBOLİZMASI


Ceviz sembolünde, zâhirden bâtına; bâtının da, aklımız elverdiğince, bâtınına inmeye çalışalım.

            Hayatında hiç ceviz görmemiş birine taze cevizi göstersen, sadece dışındaki yeşil kabuktan ibaret olduğunu sanır; ısırmaya kalksa, acı tadından ağzı yüzü birbirine girer; içini kırıp bakmadan aklı yatmaz ve gözünün gördüğüne inanıp, birisi sorsa, yeşil renkli top gibi bir şey der!

 Çünkü, yeşil kabuğun altındaki gizli hikmetler kendisi için kafa gözüyle baktığında yoktur; ama, gönül gözüyle baktığında yeşil kabuğun bâtını hikmettir. Aslında yeşil kabuğun bizatihî kendisi bile, hatta üzerindeki pürtükler bile başlı başına gizli hikmettir; ama, şimdilik geçelim. Öyleyse, bilen için yeşil renkli kabuk, içinde hikmet gizleyen bir semboldür. Bilmeyenin dediği gerçek kendince doğrudur; ama, sadece zâhirdir.

Bu nedenle, yeşil kabuklu cevizi görünce içindekini idrak edemeyip, sırf dışını söyleyene Avam denir.

Avam, eğer cevizin yeşil zâhir kabuğunu elinin boyanması bahasına zahmet edip açarsa, içindeki iki çenekli pürtüklü tahta gibi sert kabuğu bulur. Yeşil kabuğu soyması Hakikat’i arama yolunda atılmış ilk adımdır.  Artık, cevizi tanımayan biri için, ceviz denilen şey böyle sert tahta kabuklu bir yuvarlak toptur. Artık, sert kabuk zâhirdir. Tahta kabuğun içindeki bâtın bilen için hikmettir. Bu nedenle, sert kabuğu görüp tanıyan, bundan böyle taze yeşil kabuklu cevizi gördüğünde altında bir de sert kabuk olduğunu gözüyle görmese bile bilir. Bu nedenle, bilgisi sadece yeşil kabuğu bilene oranla bir derece daha ileridir.

Çünkü, aklî bilgisi ilerlediğinden, artık sadece bir sembol olan yeşil kabuğun altındakini, yani bâtınını, bilmektedir. Eğer sert kabuğun da içindeki hikmeti merak edip kabuğu kırarsa, hele ezmeden düzgün kırarsa; içinde çift çenek içinde ikişerden dört loplu, bir insan beynine benzer, cevize ulaşır. Ceviz artık zâhir olmuştur; yani, cevizi hiç bilmeyen için bilgi iki kat ilerlemiştir. Bundan sonra, her taze ceviz gördüğünde, yeşil kabuğun altında sert kabuk, onun da altında asıl ceviz içi olduğunu bilecektir. Artık, yeşil kabuklu ceviz de, sert kuru kabuklu ceviz de birer semboldür; içinde ceviz denilen bâtınî hikmeti gizleyen semboller. İsterse yer ve bu zihnî tekamül biter. Ama, Hakikat’i arayan için iş bitmemiş; yeni başlamıştır.

Buna bakalım:

Ceviz içinin dört lopu birbirinden ince kahverengi odunsu perdeyle ayrılmıştır. Ceviz içini tümüyle lop çıkarmak için bu kahverengi perdeyi özenle ayıklamak, hatta hiç kırmadan içindeki ceviz içini bütün gerekir.  Eğer başarılı olunursa, ceviz içi insan beyni gibi kıvrımcıklı dört loptan oluşan bir bütün hâlinde ortaya çıkar. Eğer, gerekli özen gösterilmezse ceviz içinin iki veya dört parçaya bölünerek koz niteliğini kaybeder. Bu önemli işlevi okuyanın yorumuna bırakalım. Dolayısıyla tahta gibi sert ceviz kabuğu nasıl ki yeşil kabuk sembolünün altındaki hikmetse; aynı şekilde, lopları birbirinden hem ayıran, hem de ceviz içinin koz olarak tek bir bütün şeklinde kalmasını sağlayan odunsu ince perde de, sert tahta kabuk sembolün altında bir hikmettir.

Ceviz içi denilen kozun üzeri, sarımsı kahve renkli ve üzeri damar damar yaprak kıvamında ince mat bir zarla sarılıdır. Asıl ceviz içine ulaşmak için bu zarın soyulması gerekir. Dolayısı ile bu zar; en üstteki yeşil kabuk ve altındaki sert tahta kabuğa göre üçüncü aşamadaki hikmettir. Eğer bu ince kabuk dikkatle soyulursa, hemen altında sarımsı beyaz saydam ince bir zar daha olduğu görülür. Saydam zar, üstündekilere oranla dördüncü aşama sembol ve artık içindeki ceviz içi hikmettir. Asıl ceviz içini örten bu ince saydam zardır. Zar soyularak yenilirse ceviz lezzetli, soyulmadan yenilirse acımtırak olur. Bunun için, soyulması biraz zor olmasına rağmen, soyularak yenmesi tercih edilir. Hatta, kolay soyulabilmesi için ceviz içi bir süre suda bırakılır. İşte bu saydam ince zar, yeşil kabuğun, sert kabuğun ve kahverengi ince kabuğun altında kalan dördüncü aşamadır. Zarın soyulması daha zor olduğundan hüner ve sabır gerektirir. Aynı, Hakikat’e ulaştıkça atılacak adımların daha dikkatli ve gösterilecek özenin çok daha nefasetli olması gibi !

Bu zar da marifetle soyulduktan sonra beşinci aşamada artık ceviz içine ulaşılır ve afiyetle yenir. Tabiî bu hikmeti bilmek ilk dördüne oranla daha büyük bilgi ister. Öyle ki, cevizin kozunu saran saydam zarın altında bile ceviz içi ayan beyan görünmesine rağmen, yine de tadı ve kimyası tam belli değildir. Özetle, ceviz kesiti üstten aşağı incelenirse, en üstte yeşil kabuk, altında tahta kabuk, altında kahverengi odunsu ince saydam kabuk, altında saydam ince zar ve nihayet onun içinde de ceviz içi!

Böylece, her üstteki bir altındaki için sembol, her alttaki de bir üstündeki sembolün içindeki gizli hikmettir.   

Özellikle, ceviz içini saran ince saydam zar, Nur’la zulmetten kurtulduktan sonra, Hakikat’le arada kalan hicap, denilen tül perdeye benzer; araladıkça bir yenisi çıkar ve fluluk süregider. Zarı soyup, cevizin içini bulan kimse için zâhiren bâtın bulunmuştur. Çünkü, hedef bütün kabuklardan soyulmuş ceviz içidir. Yani, cevize adını veren ceviz içi artık sembol olmaktan çıkmıştır! Acaba, Hakikat’en çıkmış mıdır ?

Cevizin içi, bir anlamda, aranan, Hakikat midir ? Tabiî değildir; ama şimdilik, daha ötesi var deyip, duralım.

Bundan böyle, her akıllı insan, yeşil kabuklu taze cevizi gördüğünde; semboller perdesini üstte yeşil kabuk, altında sert kabuk, altında ince kabuk ve altında zar olmak üzere dört aşamadan sonra, en ortada ceviz içi hikmeti olduğunu bilecek ve söyleyecektir.

Öyleyse, bir anlamda, yeşil kabuklu ceviz sembolünün içindeki gizli hikmet cevizin kozudur. Kendince bâtını bulmuş olan bu akıllı talihli de tabiî avama göre Seçkin’dir. Bu mertebenin adı Havas’tır...

Ama, akluhikmet sahipleri, ceviz içini eline aldığında hemen lüp diye yutmadan önce düşünür: “Acaba, cevizin içinde ne var? ” diye!..

Çünkü, aslında Hikmet saydığı, Hakikat değildir.

Çünkü, üzerindeki ince saydam zarı soyduğu andan itibaren, sanki Hakikat  sandığı ceviz içi zâhir olmuş ve onun da içinde başka bir Hakikat’in var olduğu veya olabileceği idraki sarmıştır kâmil insan olmaya yönelen liyâkatli ve kifayetli insanı!

İşte, tekâmülde istenilen de budur!

Kâmil insan, böylece, bâtının da bâtını olabileceğini idrak edip, Hakikat arayışını sürgit devam ettirir; Hakikat’in içindeki Hakikat, Hakikat’ül Hakâyık, yani Hakikatler Hakikati’ni aramayı sürdürür.

Zaten, gizli hikmetler olarak tesmiye edilen, sembollerin ezoterik anlam derinliği bu aşamadan itibaren başlar. Sembolün gizlediği hikmet; ama, hikmetin de gizlediği hikmet, daha doğrusu hikmetler...

Çünkü hikmet demek, bir insanın aklî kuvvetinin itidal noktası demektir. İtidalin üstü olan ifratta aklî güçler tehevvür; itidalin altı demek olan tefritte hamakat hâlindedir. Öyleyse, ifrattan ve tefritten uzak aklın pâyesi ve unvanı hikmettir. Bu anlamda, Akıl ve Hikmet veya yazara göre yapışık hâliyle daha anlamlı olan Akluhikmet; cevizin içinde neler vardır diye düşündürür insanı!..

Cevizin içinin içinde neler vardır?

Meselâ, en önemlisi cevizin yağı ile ve azotlu maddeler vardır. Bunların çeşitli kimyasal bileşimleri vardır; molekülleri vardır; moleküllerin içinde atomları vardır; atomların içindeki elektronlar, nötronlar vb vardır.

İşte, bu atomlar ve elementler, farklı miktar ve bileşimlerde olmak üzere, aynı cevizde olduğu gibi, sende de bende de vardır; tüm evrende de vardır. Ayni, Evrenin Ulu Yaradanı dediğimiz Yüce Yaradan’ın Zatı’nın evrende ve insanda tecellisi olan sıfatları gibi!..

Çünkü, artık cevize ismini ceviz içi geçmişte kalmış ve onun yerini şekil olarak aslında cevize hiç benzemeyen bir sıvı, yani ceviz yağı almıştır. Daha da aşağı doğru inilirse, moleküller ve atomlar öyle bir genelleşir ki, sıfattan artık eyleme yani sadece ef’al  birliğine geçilir.

Öyleyse, ceviz içi bir sembol ve ceviz içinin gizlediği altıncı aşamadaki hikmet ceviz yağı ve terkibi olur.

Ceviz yağının sembol ve gizlediğinin hikmet olduğu nihaî yedinci aşamada var olan, cevizin sebebi hikmeti ve sebebi vücudu kuvvet, yani enerjidir. Enerji, ceviz yağı sembolünün içindeki gizli hikmettir. Yenilen cevizde potansiyel olarak bulunan ve yenildikten sonra kinetiğe dönüşen enerji!

Ancak, idrak edilebilen Yüce Kudret’in odağı Kâdiri Mutlak enerji!

İnsanın ve var olan her şeyin Öz’ü olan enerji!

Yoktan var olmayan ve kaybolmayan; ancak, hâlden hâle dönüşen tek kudret olan enerji!

Doğmayan ve doğurmayan, her an başka bir şeen de bulunan enerji!

Özetle, doğmayıp doğurmadığı için var olmayan, yegânelik sıfatı ile idrak edilebilen hiçlik ve yokluk....

Yeşil kabuklu taze ceviz sembolünün kemâl sahiplerine derece derece idrak ve iz’an ettirdiği işte bu gizli hikmetlerdir. Bu hikmetleri izan eden; ama, Hakikat’ül Hakayık’a asla ulaşamayacağının aczini idrak edebilenlere Seçkinler Seçkinleri, yani, Havas’ül Havas adı verilir. Bu zümre, insan-ı kâmil sıfatında olanlar, yani sembollerin en derin mânâsına inebilerek gizli hikmetin varlığını sezebilenler; fakat asıl Hakikat’ül Hakâyık olan Zat’ın değil görülmek, tefekkür bile edilemeyeceğini; ancak tecelliyatı mertebesinde, Varlık’ta Yokluk, yani Ahad, menziline vasıl olabilen Hüviyyet sahipleridir. Bunun da evveli âhiri, ceviz sembolünün yokluğa misal olduğunu fehm etmekle başlar ve biter.

Cevizi insana dönüştürürsek; aynı, âlemlerin içinde milyar galaksiden biri Samanyolu, Samanyolunun içinde milyarlarca yıldız içinde Güneş, Güneş sisteminin içinde Dünya gezegeni, Dünyanın içinde Asya ile Avrupa arasında Anadolu, Anadolu’nun içinde İstanbul, İstanbul’un içinde bir insan, insan bedeninin içinde göğsü, göğsünün içinde kalbi, maddi kalbinin içindeyse nokta-i suveyda denilen basîret, yani gönül gözü!

Gönül gözü, yani saydam bir küre; bir yanından sen Hakk’ı görürsün; öte yanından Hak seni görür; şah damarından daha yakın olduğu için!

Aynaya bakan insanın “Yarattığın eseri beğendin mi?” sorusuna cevap vermesinin, abes sayılması da bundandır!

Çünkü, adam “Ben sûretimde sîret” gördüm nasıl der; idrak etse bile, dili döner mi, sözü yeter mi ?

Eğer yeterse, Hallac olur, Nesimî olur, Yunus olur!

Doğrusu, YOK olduğunun acizini idrak eder!

Eğer gözü açıksa, ÖZ’ünü sezebilir; aynı, cevizin özünde de kendisiyle aynı özü sezebileceği gibi !

Üsküdarlı Aziz Mahmut Hüdaî, insanın gönlündeki ÖZ’ün sırrını, gönül gözüyle görene gönül diliyle şöyle fısıldar:

Bir bak insanın gönlünde Beytullah var

Niçin görmezsin ki, o evde Allah var.

Her ne varsa insanda var; insanda ara Hakk’ ı sen

Sakın olma gafil, insanda Sırrullah var.

Bu itibarla, sembollerin içindeki gizli hikmetlerin tefekkürü çok derin olduğu gibi; bu tefekküre mesnet olabilecek maddî ve manevî kanıtların sadece akılla değil; ama, aynı zamanda gönül gözü olan basîretle gözlenip değerlendirilmesi gerekir. Çünkü, akıl ancak iman sınırına kadar en güvenilir rehber olduğu hâlde; bu sınırın ötesinde gücünü yitireceğinden basîrete mutlaka ihtiyaç vardır.

Basîret olmadığı takdirde, zahirden bâtına nüfuz etmek mümkün olmaz ve sadece aklın etkinliği oranında bilinçlenme gerçekleşir. Ama, basîretle görülenin akılla denetlenmesi ve gerçeğe dönüşmesi hâlinde de, gerçeğe dayanan bilgi ve bilim alanında sadece akıl gücü geçerli olacağından basîretin hiç bir fonksiyonu olamaz. Basîretin gücü, artık daha ileriye, aklın ötesinde imanın başlangıç sınırının diğer tarafına kayar. İşte kemâlatın, dolayısı ile bir anlamda insanlığın sebebi vücudu hassas dengeyi kurabilmesidir.

Aynı ceviz gibi, birer teşbih ve birer mecaz vesilesi olan sembolleri de bu anlayış altında değerlendirmek ve içindeki gizli hikmetleri aramak doğru olur. Aksi takdirde, sembolü sadece zâhiren değerlendirmek ve bâtınen yorumlamaktan kaçınmak veya sembolün sadece şu anlamı doğru, diğerleri yanlıştır demek onu tabulaştırmak, yani put yapmak demektir ki; bu da akla ve hür düşünceye aykırıdır. Doğrusu, sembolü kutsallaştırmadan içindeki gizli hikmetleri araştırmaktır.

Bâtına inmek için de, şart olan zâhiri aşabilmektir!..

Zâhiri hiç yok saymadan; akılla zâhir, basîretle bâtın!..

*  *  *

Tamer AYAN

son zamanlarda bu mükemmellikte yazı okumamıştım, umarım hoşunuza gitmiştir

sevgiler...saygılar...

yenilmek te iyidir, mühim olan her seferinde yenilsende , daha iyi olarak yenildiğini bilmektir


Haziran 09, 2011, 08:02:50 ös
Yanıtla #72
  • Seyirci
  • Aktif Uye
  • ***
  • İleti: 647
  • Cinsiyet: Bay

Keşke yazının tamamı Türkçe olsaydı :)
Alıntı
Çünkü hikmet demek, bir insanın aklî kuvvetinin itidal noktası demektir. İtidalin üstü olan ifratta aklî güçler tehevvür; itidalin altı demek olan tefritte hamakat hâlindedir. Öyleyse, ifrattan ve tefritten uzak aklın pâyesi ve unvanı hikmettir. Bu anlamda, Akıl ve Hikmet veya yazara göre yapışık hâliyle daha anlamlı olan Akluhikmet; cevizin içinde neler vardır diye düşündürür insanı!..

Neyse konumuz bu değil zaten, sadece sayın sahnesarsan'a bu yazının benzerinde, bir bilgenin oğluna inciri örnek verdiğini ve incirin çekirdeğinin içinin tamamen boş oluşunu belirtmek istemiştim. Boşluktan, hiçlikten nasıl varlığa gelindiğini çok güzel anlatıyordu.  O yazıda daha çok Türkçe kelime vardı ve anlatımını dinlere bağlamamıştı. Bulabilirsem buraya eklemek isterim.
Yazı için teşekkür ederim.

Saygılarımla...
Bir yere ait olmayı hiç istemedim. Ya kendim olurum yada başkalarının arkamdan övgüleri ile ölmüş olurum.


Haziran 09, 2011, 09:19:37 ös
Yanıtla #73
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 236
  • Cinsiyet: Bayan

Laboratuvar Ortamında Evrim: Lenski Deneyi

Richard Lenski’nin 1988’de tek bir bakteri popülasyonuyla başlattığı çalışmanın (20 yıl ve 30.000 bakteri kuşağı) sonucu, E. coli bakterilerinin daha önceden taşımadıkları bir özelliği, sitrat molekülünü kullanma yeteneğini, kazandığını gösteriyor. Tek bir bakteri kolonisiyle başlatılan deney aslında çok basit bir şekilde kurulmuş. Tek bir koloniden elde edilen 12 bakteri hattı her gün glikozla beslenerek yirmi yıl ve on binlerce kuşak boyunca yaşatılmış. Evrime ilişkin bildiklerimize dayanarak bu yirmi yıllık süreç içinde bakterilerin birçok mutasyon geçirmesini ve doğal seçilimin işleyerek bu mutasyonlar sonucunda bulundukları deney ortamına daha iyi uyarlanan bakterilerin seçilmesini bekleriz. Araştırmacılar da bu beklentiyle deneyi başlattıkları ilk koloniden itibaren her beş yüz bakteri kuşağında bir bakteri örneğini dondurarak bunlardan bir çeşit dondurulmuş fosil kaydı oluşturmuş.
Bunun jeolojik fosil kayıtlarından çok önemli bir farkı var: Dondurulmuş bakteriler çözülüp, yeniden canlandırılarak atalar ile torunların özelliklerinin karşılaştırılmasını olanaklı kılıyor. Ekip deney boyunca evrimsel sürece ilişkin birçok gözlemde bulunma fırsatı yakalamış. Örneğin günümüz bakterileri ilk atalarından ortalama %75 daha hızlı ürüyormuş. Bunun yanında sürekli beslendikleri glikozu daha verimli kullanırken bazı başka şeker türlerini kullanmada artık ataları kadar iyi değillermiş. Araştırmacılar süreç boyunca evrim geçiren bazı genleri belirlemeyi de başarmış. Deneyin yürütüldüğü on iki bakteri hattının tümünde birden değişen genler olmuş; ancak bunların her birinde genin değişen bölgesi ötekilerden farklıymış.
Lenski’nin ekibi 33.127’nci kuşaktan sonra kolonilerden birinde bir gariplik olduğunu fark etmiş. Bu koloni, sitrat molekülünü kullanabilme yeteneği kazanmış. Birçok bakteri bu organik bileşiği kullanabilir, ancak sitratı hücre zarından içeri alamayan E.coli bu molekülden yararlanamaz.
Ekip, bu beklenmedik değişimin nasıl ortaya çıktığını anlamak için dondurulmuş bakteri stoklarına geri dönmüş. Yirmi yıllık kaydın farklı zamanlarından canlandırılan örnekler incelenmiş. Sonunda sitrat kullanabilen bakterilerin ilk kez 31.500’üncü kuşakta ortaya çıktığı belirlenmiş. O anda popülasyonun yalnızca binde beşini oluşturan bakterilerin popülasyon içindeki oranları sonraki bin kuşakta %19’a kadar çıkmış ve bunlar 33.000’inci kuşakta bir anda ortadan kaybolmuş. Ne var ki 120 kuşak kadar sonra yeniden ortaya çıkıp bu kez popülasyona egemen olmuşlar.
Sitratçı bakterilerin popülasyon içindeki varlıklarının çizdiği bu inişli çıkışlı eğri, sitrat kullanma yeteneğinin tek bir mutasyonla değil, birden çok mutasyonla oluştuğunu düşündürüyor. Lenski, bu değişimin yeniden gelişip gelişmeyeceğini görmek için deneyi farklı kuşaklar üzerinden yeniden başlatmış. İlk 15.000 kuşaktan hiç biri sitrat kullanma yeteneği geliştirememiş. Bundan sonraki kuşakların öncekileregöre sitrat kullanma yeteneğini geliştirmeye çok daha yatkın oldukları görülmüş. Bu, 20.000’inci kuşak dolayında gerçekleşen çok nadir bir mutasyonun sitrat kullanma yeteneğinin gelişmesine ön ayak olduğunu gösteriyor. Ancak sitrat kullanma yeteneğinin kazanılması için bunun ardından gelen bir dizi başka mutasyon daha gerekli. Lenski’nin çıkardığı sonuç şöyle: Önemli evrimsel gelişmeler organizmaların geçmişte yaşadığı rastlantısal değişimlere sıkıca bağlıdır
Saygılarımla
Aqua
Quoddam ubiquae, Quoddam semper, Quoddam ab omnibus, creditum est!


Haziran 09, 2011, 10:10:27 ös
Yanıtla #74
  • Aktif Uye
  • ***
  • İleti: 667
  • Cinsiyet: Bay

 Darwin'in Türlerin Kökeni adlı eserinde, evrim teorisinin temel varsayımları şöyle
özetlenebilir (Demirsoy 1984:471):
i-Canlılar ayakta kalabilmek için yaşam kavgası vermek zorundadırlar.
ii- İyi uyum yapabilecek özellikleri taşıyan canlıların çoğu yaşamlarını sürdürür. İyi uyum yapamayanlar ise ortadan kalkar.

Sizce biz dünyaya uyumlumuyuz?
Tam tersi, uyumsuzuz. Darwin'in ''Türlerin Kökeni'' eseri, sanırım insan için yazılmamış...
İnsan dışında, her canlı dünyaya uyum sağlamış, Bir kedinin kürkü onu sıcaktan koruyor,soğuktan koruyor... Evrim olduğu varsayılan bizim derimiz bizi ne bu dünyanın soğuğundan,ne de sıcağından koruyor. Siz hiç kışın atkıyla,bereyle dolaşan kedi gördünüz mü?, ayaında botlarla,onun altında yün çorapla... Nasıl bir (Darwinin, dediği gibi) uyum sağlamak sa bu. Azıcık bir üşütmeyle hasta oluyoruz. Antibiyotik kullanıyoruz.
 Bu mantıkla Darwin'in teoriyle alakalı ilk iki maddesini  okuduğumda, ''Darwin, bizimle iyi dalga geçmiş''  diye düşündüm. Bu benim fikrim, katılırsınız, ya da aşağlarsınız önemli değil. Ben demiş olayım fısıldayarak ''Kral çıplak''

Sayın AQUA, İddayı doğrulama adına, Laboratuvar ortamlarında 20 yıla sığdırılan deneylerin bilimselliğine inanmak istiyorsunuz.  Laboratuvar ortamında ''kedi başlı insan'' yapsak,  bu durumun evrim le ne alaksı olacak. Lütfen ama.
« Son Düzenleme: Haziran 09, 2011, 10:16:07 ös Gönderen: Hacamat »
Saygılarımla


Haziran 09, 2011, 10:14:28 ös
Yanıtla #75

Aynı boş lafları tekrarlamaktan ne zevk alıyorsunuz anlamadım Sn. Hacamat,

Yazdım, ne alakası var ben öyle demedim dediniz. Şimdi bir kere daha yazıyorum. anlaşılır umarım...

3 milyon yıl önce insanlar/primatlar palto giyip atkı mı takıyordu....
Bir kavramın tarihini bilmediğiniz sürece
Kavramın kendisini idrak edemezsiniz


Haziran 09, 2011, 10:32:31 ös
Yanıtla #76
  • Aktif Uye
  • ***
  • İleti: 667
  • Cinsiyet: Bay

Sayın Mustafa Kemal, ben sizin dediğinizi gayet iyi anlıyorum ama ''pirimat'' dediğimiz ne? kim biliyor... alkioloji de 3 milyon yıl geriye gitme diye bir şey söz konusu değil ( tam gerçek bilgi sunumu için). ''pirimat'' da bir teoridir. Darwin teorisini ispatlama gayreti. Pirimat mantığıyla konuya ben yaklaşsam, bana '' 3 milyon yıl önceyi nereden biliyorsun'' derdiniz. ''Bebeklerin ,doğarken ağladıkları'' misalinde olduğu gibi. 3 m i l y o n yıldan bahsediyoruz. Hadi şimdi ağlıyorsak'' sizin değiminizle ses çıkarıyorsak doğarken'' o zamanda ağlayıp '' ses çıkarıp'' doğuyorduk derim.  farklı bir tür yaşadı (filmlerde elfler,orglar), gerçekte de Pirimatlar bunlar fantastik bilim. Yani hepsi birer varsayım... Belki de'' pirimat'' teorisini ortaya atanlar bile inanmıyordur sorsak.
Saygılarımla


Haziran 09, 2011, 10:35:38 ös
Yanıtla #77

Yazarlar yalancı, arkeologlar sahtekar, biyologlar cahil....

Peki, bir siz biliyorsunuz, çok tebrik ediyorum sizi...

Bir kavramın tarihini bilmediğiniz sürece
Kavramın kendisini idrak edemezsiniz


Haziran 09, 2011, 10:39:46 ös
Yanıtla #78
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 236
  • Cinsiyet: Bayan

Bir gün genetik  ve molekuler biyoloji alanındaki  gelişmeler sadece evrimin laboratuar  ortamında  gözlenebilirliğini  değil; dna yapısındaki  deşifreler yeni türlerin  hatta  tarih sahnesinden silinen yok  olan türlerin yeniden var olmasına  olanak sağlayacaktır.
Saygılarımla
AquA
Quoddam ubiquae, Quoddam semper, Quoddam ab omnibus, creditum est!


Haziran 09, 2011, 10:41:38 ös
Yanıtla #79

sn. hacamat
 sizin için eklediğim " ceviz sembolizmasını" okumadınız galiba
büyük keyifle okuyacağınızı düşünüyorum
sevgiler...saygılar...
yenilmek te iyidir, mühim olan her seferinde yenilsende , daha iyi olarak yenildiğini bilmektir


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
1 Yanıt
3524 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 08, 2010, 12:20:58 öö
Gönderen: Isis
0 Yanıt
3001 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 30, 2011, 12:03:14 ös
Gönderen: ozkann
53 Yanıt
15670 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 07, 2012, 09:04:41 ös
Gönderen: Masor1976
27 Yanıt
11118 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 14, 2018, 11:00:12 öö
Gönderen: Novayst
0 Yanıt
2315 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 22, 2013, 10:05:42 ös
Gönderen: asimov
0 Yanıt
3753 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 22, 2013, 11:04:23 ös
Gönderen: asimov
1 Yanıt
2642 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 22, 2013, 11:33:15 ös
Gönderen: NOSAM33
0 Yanıt
3819 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 23, 2013, 08:52:49 ös
Gönderen: asimov
1 Yanıt
2772 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 24, 2013, 07:23:29 öö
Gönderen: ceycet
0 Yanıt
1522 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 19, 2015, 12:11:30 öö
Gönderen: Risus