Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: MAKROKOZMOS-MİKROKOZMOS İLİŞKİLERİ -11  (Okunma sayısı 3853 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Ekim 07, 2009, 08:11:26 öö
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay



ETKİLER VE BAĞLANTILAR - 1


Forum üyelerimizden kimilsi bir yazının kaynakçasına pek meraklı… Bence kaynakçayı bir yana bırakıp, ne yazıldığına bakılmalı; asıl önemli olan o… Burada akademik nitelikli çalışmalar yapmıyoruz ki gidip kaynakçayı karıştıralım.

Bu nedenle de ben genellikle bir çalışma yaptığım zaman kaynakça göstermeyi gerekli bulmuyorum. Hatta bundan kaçınıyorum bile. Kaynakça, işte benim yazdığım bu yazıdır. İsteyen istediği yerde, istediği gibi kullansın.

Ancak yazı dizimin bu bölümüne başlarken, önceki bölümlerde olmayan bir şeyin varlığını fark ettim. Yıllar önce bu birikimi yaparken yararlanmış olduğum kitapları da not etmişim. Kimilerini mutlu etmek amacıyla önceden sıralayayım bari.

1. Dr. Lyall Watson,
SUPERNATURE
2. Michel Gauquelin
COSMIC INFLUENCES ON HUMAN BEHAVIOUR
3. Tahsin Armay
EVRENİN SIRLARI VE İNSAN
4. L. Pauwels, J. Bergier
EVRENİN SAHİPLERİ
5. Ara Avedisyan
EVRENDE EN BÜYÜK SIR
6. Lincoln Barnett
EVREN VE EINSTEIN
7. J. Corneloup
FİZYOLOJİK ENERJİ VE DÜŞÜNCE

İsterseniz bunlara bir de birçok yazımda esinlenmiş, yararlanmış olduğum, “Kitabevi” bölümünde elimden geldiğince özetini vermiş olduğum Murat Özgen Ayfer’in ADAM OLMAK adlı kitabını da ekleyebilirsiniz.

Burada anlatacaklarımın girişini çok daha önceki bir tarihte yapmıştım ama konu orada kalakalmıştı. Yinelemek istemiyorum. Lütfen şu linke bir göz atın.

http://www.masonlar.org/masonlar_forum/index.php?topic=7574


DUYULAR, ETKİLER VE ETKİLENMELER

Makro ve mikro ayırımı yapmaksızın, kozmostaki her şeyin birbiri ile bağlantılı ve çelişkili milyonlarca elektromanyetik, ses, enerji ve benzeri dalgaların sürekli bombardımanı altında olduğunu söyleyebiliriz.

Cansız varlıklar, bildiğimiz kadarıyla bunlardan etkilense hatta bu nedenle değişime uğrasalar bile pek umursamaz çünkü böyle bir davranış tarzları yoktur.

Canlı varlıklar ise bu karışıklıktan ötürü tedirgin olur ve duyu organları ile kendilerini korumaya girişir. Bu korunma ya da savunma mekanizmasının büyük çoğunluğu içgüdüseldir. Canlılar; sinir sistemleri aracılığı ile algılarını “yararlı” ve “gereksiz” olmak üzere ikiye ayırır. (Bu bağlamda sinir sistemi olmayan canlılar da var; onları ayrı tutuyorum.)

Örneğin, tekdüze (monoton) bir ses, bunu algılayabilen canlı türlerinde ilk başlangıcında dikkati çeker ama az sonra alışma yaratır, dinlenmez, umursanmaz, âdeta işitilmez olur. Aynı şeyi bir görüntü, bir koku, bir titreşim, bir sıcaklık farkı gibi etkenler için de söyleyebiliriz Tüm canlıların, dikkatlerini belirli uyarıcı ve etkenler üzerinde toplama ve diğerlerini önemsememe yeteneği vardır. Buradaki “dikkat” her tür duyu organı için geçerlidir. (Bizim “beş duyu” olarak adlandırdığımız organların ötesi için bile.)

Canlıların bir diğer yeteneği de, belirli devirleri olan kozmik etkilere karşılık vermeyi genetik aktarımla bilmese de yaşam sırasında içgüdüsel olarak öğrenmektir. Bunların en belirgin olanları, zaman bakımından daha kısa devirlerde oluşan etkilere verilen karşılıklardır. Bu etkilerden dünya yüzünde yaşayan hemen tüm canlılar, su altında yaşayanlardan da bir bölümü için söz konusu olanlarından biri de, dünyanın kendi ekseni çevresinde periyodik olarak dönüşünden kaynaklanan etkilerdir.

Dünya yüzündeki ve kısmen de su altındaki çoğu yaşam, gün ışığının varlığı ya da yokluğuna geniş ölçüde bağlıdır. Çok hücreli ve karmaşık yapıları olan canlılar, gündüz ve gecenin ahenkli değişimlerini doğrudan algılayarak izler; bunlar, onlara göre durup dururken ortaya çıkan tam güneş tutulması gibi beklenmedik olaylarda büyük şaşkınlığa uğrar. Daha basit yapıları olan canlılar ise, gündüz ve gece zamanları ışığın bulunması ya da bulunmaması ile pek ilgilenmez.

Buna karşın dışarıya kapalı, dolayısıyla gün ışığından bağımsız bir laboratuarda izlenen mikro-organizmaların, değişmeyen bir ışık altında bulunmakla birlikte, etkinliklerinin günün standart ritmine yani dışarıdaki gün ışığının durumuna uyarak değiştiği gözlenmiştir.

Burada asıl etkenin gün ışığı da olmadığı, dünyanın o yüzünün güneşe ne ölçüde, hangi açıda bakmakta olduğundan ileri geldiği de anlaşılmıştır. Ancak, eğer laboratuarda değişik bir gündüz-gece ritmi oluşturulursa, canlıların bu yeni periyodik değişime ayak uydurduğu da görülmüştür. Demek oluyor ki canlılar, güneşe bakış ile ışığı özdeşleştirmektedir. Işık altında olmak, güneşe bakar durumda olmanın karşılığı haline gelmektedir.

Bazı böcekler üzerinde yapılan organ transplantasyonu deneylerinde, başları kesilip değiştirilen böceklerin, daha önce aynı günlük ritimde yaşamaları durumunda bundan sonra da yaşamlarını sağlıklı olarak sürdürdükleri bulunmuştur. Buna karşılık, laboratuarın ayrı bölümlerinde farklı ışık ritimlerinde koşullandırılmış aynı tür böceklerin aynı organ transplantasyonundan sonra dengelerini yitirip öldükleri görülmüştür.

Bu durum, güneşe bakış ile özdeşleştirilen periyodik aydınlık-karanlık değişimlerinin canlılar üzerinde önemli biyokimyasal etkileri olduğunu göstermektedir.

Bütün canlı ve cansız nesneler, dünya üzerindeki yerel durumlarına göre, ayın dünyaya göre durumu ve hareketlerinden de önemli ölçüde etkilenir. Herhangi bir noktadaki gelgit olayı her 24 saatte 48 dakika gecikerek başlar. Tüm su canlıları, -özellikle kıyılarda yaşayanlar- bu olayın ritminin farkındadır.  Örneğin istiridyeler suların yükselmesi sırasında açılır ve çekilme sırasında kapanır. Amerika’da Atlantik kıyılarından alınarak 1500 kilometre batıya götürülen istiridyelerin, önceleri aynı açılış-kapanış ritmini sürdürdüğü fakat bir süre sonra topluca yeni bir periyoda geçtikleri görülmüştür. Bu yeni periyot araştırıldığında ortaya çıkan sonuç şudur: Şayet istiridyelerin bulunduğu bu yerde deniz olsaydı, gelgit olayı işte bu periyoda göre oluşacaktı.

Ancak dikkat: Bu bağlamda yanılabiliriz. İstiridyeler de dahil olmak üzere canlıları asıl etkileyen gelgit olayı değildir; ayın çekim gücünün mertebesidir.

Hayvanların ve bitkilerin laboratuarda değişik ısı, ışık, nem ve basınç koşulları altında bile ayın periyodik devimlerini izlediğini kanıtlayan Frank Brown, biyolojistlerin öteden beri benimsediği sabit fiziksel koşullar altında tutulan canlıların dışarıdan etkilenmeyeceğini ileri süren teorilerini yıkmıştır. Canlı varlıkların da cansız nesneler gibi manyetik alanlardan etkilendiği anlaşılmaktadır.

Çoğu hayvanlar mevsimlik yaşamlarındaki periyodik değişimleri ortalama ısı durumuna göre de ayarlayarak sürdürür. Böceklerin ve mikroorganizmaların da “termo-periyodizm” adı verilen yıllık ısı farklılıklarından etkilenmekte olduğu bulunmuştur.

Herhangi bir yerde periyodik sıcaklık farklarının oluşmasının iki temel nedeni vardır. Bunlardan biri dünyanın güneş çevresindeki yörüngesinin elips biçimde olması, diğeri ise ekseninin ekliptik düzleme oranla eğikliğidir. Dolayısıyla, aynı anda dünya üzerinde birbirinden yeterince uzak olan iki ayrı nokta ile güneş arasındaki uzaklık farklıdır.

Güneşin canlı ve cansız nesnelere etkisi sadece ışık ve ısı transferi ile kalmamaktadır. Her saniye yaklaşık 4 milyon ton hidrojenin patlayarak yandığı, yüzey ısısının 13 milyon dereceye eriştiği güneşin oluşturduğu manyetik fırtınalar, dünyayı da etkisi altına alır. Öteden beri 11 yıllık düzenli bir periyotları olduğu bilinen ve dünyadaki iklimler ile bitkisel yaşam üzerinde belirgin etkileri olan bu manyetik fırtınaların, 80-90 yıllık bir diğer periyot daha izlediği saptanmıştır.

Özellikle kar yağışlarının güneşteki fırtınaların frekansına bağlı bir değişme gösterdiği açıkça ortadadır. Bu ise, su molekülünün kozmik olaylardan önemli ölçüde etkilendiğini gösterir.

Organik yapılar su moleküllerini manyetik alanların etkilerinden koruyamaz. Su molekülünün en dengesiz olduğu sıcaklık 35-40 derecedir yani çoğu hayvanların beden ısısı… Dolayısıyla, manyetik alan ve kozmik güçler, su molekülleri aracılığı ile tüm canlıları kolayca etkiler. Bünyesinde hiç su molekülü taşımayan bir canlı varlık var mı?

Güneş Sistemi içindeki bütün gezegen ve uydular, birbirlerine göreli (rölatif) yerlerine göre birbirlerini etkileme gücüne sahiptir. Jüpiter’in 1 milyar watt gücünde radyo sinyalleri vermekte olduğu, Venüs ve Satürn’ün de çok güçlü radyo dalgası kaynakları oldukları saptanmıştır.

Sadece o kadar mı?... Makrokozmos bölümünü incelerken ne galaksilere kadar uzandık. Oralarda gördüğümüz görmediğimiz kaynakların hepsinden birden her yana sürekli olarak değişik güçlerde radyasyon yayılıyor. Bunların dünyamıza hiç ulaşmadığını söyleyebilir miyiz?


ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
2 Yanıt
4405 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 28, 2009, 06:04:48 ös
Gönderen: Prenses Isabella
0 Yanıt
2632 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 06, 2009, 10:07:49 öö
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2420 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 07, 2009, 11:55:04 öö
Gönderen: ADAM
3 Yanıt
3772 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 09, 2009, 10:25:40 ös
Gönderen: Prenses Isabella
0 Yanıt
2715 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 08, 2009, 06:54:38 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2961 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 09, 2009, 12:37:23 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
3275 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 09, 2009, 03:13:39 ös
Gönderen: ADAM
6 Yanıt
5475 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 10, 2009, 08:11:09 öö
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
6470 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 10, 2009, 08:17:51 öö
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2483 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 10, 2009, 11:30:28 öö
Gönderen: ADAM