Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: CONSTANTINUS (Büyük Konstantin)  (Okunma sayısı 8133 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Aralık 30, 2009, 11:34:14 öö
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay





Hıristiyanlık tarihini yanlı ya da yansız bir tutumla inceleyen araştırmacıların tümü, Constantinus’u, tarihin önemli bir dönemecinde bir köşe taşı olarak betimlemek zorunda kalır.

Asıl ve adının bütünü Caius Flavius Constantinus... Babası Constantius Chlorus, bir handa hizmetçilik yapan Helena’yı pek beğenmiş, onu kendisine eş olarak seçmişti. Hannibalianus, Julius Constantius, ve Dalmatius adları verilmiş 3 oğulları daha vardır. Bunlardan yalnızca Julius kayda değer çünkü sonraki yıllarda kısa bir süre için de olsa tahta çıkarak Paganizmi yeniden canlandırmaya çalışmış olan Julianus Apostata’nın babasıdır.

Constantinus, eğitim görmesi için Galerius’un yanına verilmişti. Babasının ölümünün ardından, askerleri onu augustos olarak ilan etti. Augustos Maximianus’un kızı Fausta ile evlendi. Augustos oluşunun kayınpederince de onaylanması üzerine Roma İmparatorluğu’nun dört yöneticisinden biri oldu. Ancak sonra kayınpederi ile çarpıştı. 310 yılında onu intihara zorladı. Ertesi yıl Galerius’un ölümü üzerine, Doğu eyaletlerinin yöneticisi olan Licinius Licilianus ile eş augustos olarak ülkeyi yönetmeye başladı. Bu arada kız kardeşi Constantia’yı Licinius’a vererek onunla akraba olmayı sağladı. 312 yılındaki Milivan Savaşı’nda Galerius’un damadı ve o sıralarda caesar unvanını taşımakta olan Maxentius’u yenerek, imparatorluğu tek başına yönetmek üzere yaptığı planı ağır ağır da olsa yürürlüğe koymayı başardı.

Licinius’un, 313 yılında Doğu Caesarı Maximianus Daia’yı saf dışı bırakması üzerine, geriye iki augustos kalmıştı. Akraba olmalarına karşın bunlar da taht yüzünden birbirlerine düştü. Önce Hadrianapolis (Edirne) ardından Khrysopolis’te (Üsküdar) yenilen Licinius, 324 yılında idam edildi. Böylece imparatorluk tahtı tek başına Constantinus’a kaldı.

İç ve dış düşmanları karşısında zaferler kazanan Constantinus, yönetimindeki halklara yeni bir politika, yeni bir devlet merkezi, yeni bir din verdi. İmparatorluğun yönetilmesini ise ailesinin erkek bireylerine vasiyet etti.

Roma kenti, özellikle Diocletianus zamanından bu yana öbür kentlere olan üstünlüğünü yitirmiş, sıradan kentlerden biri gibi görülmeye başlanmıştı. Caesarların yurdu Roma, Tuna kıyılarında doğmuş, Asya steplerinde ya da ordularında büyümüş, Britanya lejyonlarınca imparatorluk erguvanı giydirilmiş olan bir hükümdara, uzun süreden beri kayıtsızlıktan başka herhangi bir ilgi esinletemez olmuştu. (Edward Gibbon’dan alıntı)

Constantinus’un tüm buyruklarına kesin bir uysallıkla boyun eğen Roma kenti halkı, hükümdarlarını kendi aralarında görme onurunu pek seyrek elde etti. İmparator, sınırları güvence altında tutabilmek için Tuna ve Don Nehirlerine yakın bir kentte oturmayı yeğliyordu. Diocletianus’tan bu yana, başkent Nicomedia olarak seçilmişti. Ne var ki, Hıristiyanlığın koruyucusu bir imparator için Nicomedia’nın kötü ünü unutulacak gibi değildi. Üstelik o, adını sonsuzlaştıracak yeni bir kent kurmak istiyordu. Bu da onun bir başka tutkusuydu.

Bunun için, gerek doğu ile batı arasındaki ticaret yollarının merkezlerinden biri konumunda gerekse askeri açıdan savunmaya son derece elverişli olan şimdiki İstanbul kentini kendine başkent olarak seçmeye karar verdi.

Constantinus’un İstanbul kentini seçişi ve kentin kuruluşunun ayrıntıları değil ama bundan sonrası önemli...

Constantinus İmparatorluğun başkentini değiştirmekle kalmadı. Sivil ve askeri yönetimde yaptığı köklü değişikliklerle, Roma idari sistemini neredeyse tümüyle alt üst etti. Kimi tarihçiler, bundan sonra Roma’nın hızla çöküşe doğru gitmesinde bu değişikliklerinin önemli payı olduğunu söyler. Örneğin, Papalığın Orta Çağdaki dünyevi iktidarının kurulması, Constantinus’un Roma piskoposuna yaptığı bir bağıştı. “Constantinus Bağışı” adı verilmiş bu belgeye göre; imparator Roma ile birlikte tüm İtalya’nın mülkiyetini Roma piskoposuna bağışlamış, o da Papa Silvestre adını alarak Katolik Kilisesi’nin başına geçmişti. Bunun öteden beri böyle olduğu biliniyordu. Gelin görün ki, 1440 yılında bu konuyla ilgili belgeleri inceleyen tarihçi Lorenzo Valla, bunların düzmece olduğunu saptamış, çalışmaları, ölümünden sonra 1520 yılında “Laurenti Valiensis de Falso Credita et Ementita Constantini Donatione Libellus” (Constantin’in Bağış Belgesinin Uyduruk ve Sahte Oluşu) adı altında yayınlanmıştır.

Belgeler düzmece olsun ya da olmasın, sonuçta Roma devlet sisteminde önemli değişiklikler yapılmıştı. Buna da Constantinus neden olmuştu. [Daha sonra Roma hukuk sisteminde yaşanan değişikliklere de değinmek isterim. Sanırım özellikle Sayın SkullG bununla pek ilgilenecek, beanim eksiklerimi tamamlayacaktır.]

Önceki anlatımda sözünü etmiş olduğum Milano Bildirgesi’nin ardından yaşanan gelişmelerle, Hıristiyan dini genel bir kurum haline geldi. Constantinus’un zaferlerinin yanı sıra, benimsediği politika, ardından bir de din değiştirmesi, sadece Avrupa’yı değil dünyanın büyük bir bölgesini ilgilendirdi; köklü değişimlerin yaşanmasına yol açtı.

Constantinus, İznik Konsili’ni topladığı 324 yılında, ilk eşi Minervina’dan doğma oğlu Crispus’u idam ettirdi. Hıristiyan olmak için ölüm döşeğinde vaftiz olmasındaki ana amacın, bu cinayet ile birlikte “tüm günahlarından arınmak” olduğu öne sürülür.

Ondan sonra gelen imparatorlar da onu örnek alıp, akıtacakları masum kanlarının ve saltanatları süresince işleyecekleri tüm cinayetlerin “kutsal vaftiz suları” ile yıkanarak bağışlanmış olacağı düşüncesini benimsedi.

Hıristiyan dinini Roma dünyasının tahtına oturtan bu koruyucusunun zayıflıkları, Kilise tarafından bağışlandı. Erdem ve ahlâk öğütlerini hep ön plana çıkaran Hıristiyanlık, bu tutumuyla her şeyi alt üst ediyordu. İmparatorların Paganizme açtığı savaşlar bile, yeri geldi, çıkar konusu oldu.

Putatapar tapınaklarını kendi istekleriyle yıkan kentler, özel ayrıcalıklar ve büyük armağanlarla ödüllendirildi. Ödül söylentileri, yoksul insanların akın akın Hıristiyanlığa geçmesine neden oldu. Öylesine ki, bir yıl içinde Roma’da 12 bin erkek ve bir o kadar da kadın ve çocuğun vaftiz edildiği biliniyor.

Her yeni dindaş için beyaz bir giysi eş deyişle “yeni inanan giysisi” 20 altına mal olduğuna göre, sırf vaftiz nedeniyle harcanan paranın tutarı olağanüstü düzeylere ulaştı.

Hıristiyanlık yalnızca maddi çıkar nedeniyle yoksul kesimler arasında yayılmakla kalmadı. Ticaret ve savaşlar da bu inancı Roma eyaletleri dışına yaymaya yaradı. İmparatorluk sancağı altında paralı askerlik yapan Gotlar ve Germenler de çıkarları gereği lejyonların başlığında parıldayan haçı benimsedi. Onlar da soydaşları arasında bu yeni dinin ilkelerini yaymaya girişti.

Hıristiyan inancı, alışılagelmiş toplumsal hiyerarşiyi de alt üst etti. Pagan Roma dünyasında hiçbir rahip, sıradan bir yurttaştan ya da imparatordan daha fazla, tanrılarla daha içli dışlı ilişkilerde bulunduğunu öne süremezdi. Oysa yeni dinin cemaat başkanları sayılan piskoposlar, dine yeni girmiş bir imparatoru bile Kilise topluluğuna kabul etmeme yetkisine sahiptiler. Papaz sınıfının “kutsal meslekten” olma özelliği, onları devlete karşı olan tüm ödevlerini yerine getirmiş saydırıyordu. İmparatorlar, sayıları belki de lejyonlarındaki askerlerden çok olan tüm papaz sınıfını her türlü kamusal ve bireysel yükümlülükten, her türlü vergi ve harçtan bağışık tuttular.

Milano Bildirgesi, Kilise  ve üyelerine huzur yanında gelir de sağladı. Bildirgenin yayınlanmasından 8 yıl sonra Constantinus, tüm uyruklarına, mal varlıklarını vasiyetle Kilise’ye bırakmaları iznini verdi. Tüm kentlere, kiliselerin yardım ve sadaka fonlarını güçlendirmek için tahıl vermek zorunluluğunu yükledi.

Constantinus’tan Justinianus’a kadar geçen 200 yıllık zaman dilimi içinde, Roma İmparatorluğu’nun 1800 kilisesi, hükümdar ve inananların bağışlarıyla çok büyük zenginlik elde etti. Bu arada Kilise kurumu, imparatordan bağımsız yargılama yetkisini de kopartmasını bildi. Sivil ve Genel Roma Hukuku, bir anlamda Kilise’nin ayakları altına alındı. Bundan böyle herhangi bir adi suç işlediği ileri sürülen herhangi bir din adamı, Roma mahkemelerinde değil, Kilise mahkemesinde yargılanır oldu. Bu yargılama sırasında, Kilise dışından bir yargıcın oturuma katılmasına da gerek duyulmadı. Kaçaklar ve cinayet işlemiş olanlar bile Tanrı’nın temsilcileri tarafından -kuşkusuz bedelini ödemek koşuluyla- bağışlanabilme şansını kazandı.

Kilisenin hukuk alandaki istekleri öyle ileri gitti ki, İznik Konsili, bir piskoposun zina ile suçlanması halinde bu günahkârı İmparatorluk kaftanı içinde saklamasını Constantinus’tan açıkça istemekle görevlendirildi. (Roma gelenekleri uyarınca, ne türlü suç işlemiş olursa olsun bir kimsenin üzerine imparator, erguvan renkli kaftanını örterse o kişi tüm yargılamadan kurtulurdu.)

Pagan tapınaklarında olmayan, kürsüden verilen vaaz geleneği kiliselerin en etkili silahı halini aldı. Hiçbir koşulda sözleri kesilemeyen bir vaiz papaz, âdeta tinsel boyunduruk altına almış olduğu inanırlara dilediğince seslenebiliyordu. Bir yandan halka Kilise üyelerinin sözlerini dinlemenin dinsel bir yükümlülük olduğu aşılanırken, diğer yandan da Kilise düşmanlarından nefret edilmesi buyruluyordu.



Şimdi size «Roma İmparatorluğu ne zaman parçalandı?» diye sorsam; hemen 395 yılında olduğunu söylersiniz. Bir diğer deyişle siz bana sorsaydınız lise bilgilerine dayanarak öyle derdim. Bildiğimiz yanlış değil; dikkat etmediğimiz için sözcüğü kaçırıyoruz. Soru bölünmenin değil, parçalanmanın tarihi. Bu ise Constantinus’un 337 yılında ölümüyle birlikte başlar. Önümüzdeki bölümde göreceğiz.


ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
0 Yanıt
5047 Gösterim
Son Gönderilen: Nisan 26, 2007, 09:46:44 ös
Gönderen: shemuel
8 Yanıt
30253 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 17, 2017, 09:46:59 ös
Gönderen: Zennn
28 Yanıt
70319 Gösterim
Son Gönderilen: Mart 03, 2017, 08:24:27 ös
Gönderen: ADAM
8 Yanıt
9797 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 14, 2012, 01:12:49 öö
Gönderen: Munir
12 Yanıt
12939 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 11, 2011, 05:59:50 ös
Gönderen: ADAM
2 Yanıt
5793 Gösterim
Son Gönderilen: Ağustos 18, 2008, 11:18:16 ös
Gönderen: poyraz06
6 Yanıt
7012 Gösterim
Son Gönderilen: Ağustos 20, 2011, 10:02:45 ös
Gönderen: 418
2 Yanıt
7556 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 20, 2013, 11:18:10 öö
Gönderen: Samuray
0 Yanıt
4367 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 31, 2009, 06:13:01 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
7509 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 14, 2011, 06:19:30 öö
Gönderen: M1TO